OLUM MANGASI “ Son Posta ,, nın tefrikası: 70 Yazan A. R. Melihanın yanık sesi gene duyuldu bu sefer başka bir şarkı îöylüyordu — Görmediğiniz bir kızı nasıl se - wiyorsunuz?.. — Fakat, onun hakkında öyle şey- ler işittim ki... Onu sevmek için kal - bimde derin bir ihtiyaç hissettim. — Bu kızın adı nedir?.. — Meliha... — Tuhaf şey.. benim adım da Ma - Hiha... O halde.. sevdiğiniz kız, be - nim... Burada, hâtıram karışıyor... Ara » mızda, aşka dair bir çok sözler geçi - yor. Meliha aşkı kabul ediyor. Fakat, derhal elini çenesine dayıyor, — tıpkı; bu bizim komşu Meliha gibi, yanık bir sesle: Ey benden aşk isteyen gençl.. Evvelâ, beni sevdiğini isbat et; Sonra benden aşk iste Aşk fedakârlıktır. Şarkısını söylüyor... Aman Alla - hım, bu seste o kadar büyük bir benze- | yiş var ki.. sanki rüya değil.. tıpkı bir hakikat gibi... Şimdi iyice hatırlıyo - yum, Kız bu şarkıyı söyledikten sonra sordum: — Aşk, fedakârlıktır; diyorsun. Pek iyi benden ne fedakârlık istiyorsun. — Yarın, giydiğin elbisenin cep - lerini yokla. Orada, ortasından kesil- miş bir altın para bulacaksın. Bu pa - ranın yarısını sana kim getirir de tes- İlm ederse, onun tekliflerini kabul et... | O zaman, aşkına inanırım. Ben de sana kollarımı açarım. — Bu emrini ifaya derhal hazırım. — Söz mü?.. — Söz.... — Şu halde, müsaade et.. kendi e- limle yaptığım bir bal şerbetini, sana yine kendi elimle içireyim... Burada, zihnim gene karışıyor. O- nun elile içirdiği şerbeti, son yudumu- na kadar içtiğimi hatırlıyorum. Fakat Ondan sonrası Cemil, düşüncesine derhal fasıla vermişti. Çünkü kulağına, bir çok al- tın bileziklerin birbirine çarpmasın - dan hâsıl olan bir şıkırtı gelmiş.. ve sonra, karşıdaki Melihanın sesini işit- mişti. Meliha, yine her günkü gibi, o ha- zin ve yamık sesile şarkı söylemeğe başlamıştı. Fakat... Cemil, birdenbi- re yerinden sıçramıştı. Çünkü Meliha- nin bugün söylediği şarkıda, büyük bir değişiklik vardı. Melihanın sesi, yumuşak - tirillerle titriyor, şu şarkıyı söylüyordu: Ey benden aşk isteyen gençl.. Artık müteessir olma. Aşkım, bütün senindir. Fakat.. vaadini unutma... Cemil, hem dinliyor.. hem de, yü- zündeki tebessüm, yavaş yavaş geniş- liyordu. Aralık duran kapı, yavaş ya- vaş açılmış.. Emine kadın, elindeki| kahve tepsisi ile sessizce içeri kaymış- | Hi. Tepsiyi, Cemilin karyolasının ö - nündeki sedef işlemeli Şam taborası - nin üzerine bırakırken: — Hay, yavrum Meliha!.. Bugün gene amma coşmuş. Diye mırıldanmıştı. Dirseği ile yastığa dayanan Cemil, sanki zenbereğine dokunulmuş bir yay gibi fırlamış: | — Emine kadın!.. Korkuyorum.. herü de, çok körküyorüm.. ba sizin Me- lihanız, benim başıma iş çıkaracak. Be- ni, bir bomba gibi patlatacak. Diy ğ c bağ raz geri çekilmiş.. | ralı bir tebessümle: kü... Sözünü ikmal edememişti. Sofada, uşakla konuşan Seyit İbrahim efendi-| nin #esini işitmiş.. ve o ada da kapı açılarak İbrahim efendi içeri girmiş - ti. — Sabahlar hayır olsun, Cemil bey... Bu, ne uykusu yahuu!.. Daha hâlâ yataktasınız. Demişti. Cemil, ellerini yukarı doğru kaldı- rarak coşkunlukla cevap vermişti: * — Ah azizim!.. Sen benim yerimde olsan o uykudan hiç uyanmak iste - mezsin... Şimdi anlıyorum ki, sizin Yemen elleriniz, meğerse bir esrar di- yarı imiş. Allah aşkına söyle. İmtiha- ni kazandım mi.. yoksa, kayıp mi et - tim. İbrahim efendi, Cemile cevap ve - receği yere, başını Emine kadına çe - virmiş: — Bana bir kışır... (Arkası var) Herreenenanen nn a reneneren ae seslamecea n âleminde Masaj makinesi Şişmanlıktan — kurtulmak — isteyenlere yardım için Amerikada yeni bir masaj ma- kinesi, yapılmıştır. Masaj makinesi demirden yapılma bir Zayıllamak is- teyenler bu parmaklığın içine girip dimdik durmaktadırlar. Bundan sonra kendilerini ön ve arkadan vücutlarına yapışan altı ve bulmaktadırlar. Silindirler dönmekte, alçalıp — yüksel. parmaklığa benzemektedir. ya sekiz silindir ârasında mekte ve bu masaj sayesinde insan şişman- hktan kurtulduğu gibi kanı daha zam cevelân ettiği de görülmektedir. munta- Denizyolları İŞLETMESİ Acentelerit — Karaköy — Köprübaşı Tel. 42362 - Sirkeci Mühürdarzade Han Tel, 22740 “İLÂVE İZMİR POSTASI 4 Mayıs pazartesi gününden i- İSTANBULDAN - İZ- 16 da İZ- tibaren MİRE her pazartesi MİRDEN - İSTANBULA herİj| kalkacaktır. (2360) biletlerinde 1 tarihinden — itibaren m kolaylıklar ve amaştır. Alâkadar- müracaatla n olunur. (2381) aa İ perşembe 16 da 'Tenzilâtlı Mayıs 936 tafsilât almaları SON POSTA Eski Osmanlı Veliahdı öldü mü, öldürüldü mü? Yusuf İzzeddin katledilmiştir Yazan: Ziya Şakir Yusuf İzzeddin intihar etmiştir Yazan: Ercümend Ekrem birakıp, — soka- ğ E amı bagaja çıktım. Beni tenvir edecek birisini bulmak istiyordum. Tam bu sırada İstanbul polis müdürü Bedri Bey otomobille geçti. Beni merdiven- lerde gördü, gülümsedi, elile de bir ta- kım işaretler yaptı, gitti. Gümrük bi- nalarının bulunduğu hizadan geriye dönen otomobil benim - bulunduğum na vardım. Bedri Bey bana: — Burada ne işin var? Ne bekliyor- sun? Diye sordu. — Yusuf İzzeddin efendi ile birlik- te Viyanaya gideceğiz amma, Allal lem yine vazgeçmiş olacak, ortada hiç bir hazırlık göremiyorum.. dedim, Bedri bey — güldü.. — Aramızdaki dostluk lâtifeye müsait olduğundan : — Beraber gidip ne yapacaksın? Gençliğine yazık değil mi? Dedi. — Anlamadım.. — O, bu sabah gitti amma, başka tarafa! — Yine anlamadım — Sizlere ömürl — Masıl> — Evei, İntihar etmiş! — Yok, canım! | — Sen nerede gördün bir polis mü İdürünün yalan söylediğini?! Haydi yerli yerine dön.. ve sana geçmiş ol - sun! Fazla bir şey söylemeden, beni elile selâmladı ve oradan uzaklaştı. Kala kalmıştım. Eve dönmektense, Babıâliye, daireye gittim., Odacı: — Sizi müdiri umumi telefonla sa- raydan arıyor.. dedi. Biraz sonra, ©o sabah beraberinde yola çıkmağa hazırlandığım veliahdin cenaze programını tasarlamakla meş- gul idim. Bu intihar hâdisesi nasıl olmuştu? Bunu artık şahitlerin ağzından din - liyeceğiz. Yalnız, şunu önceden bilmek lâzım- dır ki, Yusuf İzzeddin, intihar etmek, hem de babası gibi kol damarlarını ke- serek intihar etmek arzusunda bulun- duğunu muhitine ihsas eylemiş oldu- ğundan yanında bir tırnak makası bile bulundurulmaması hükümetçe sıkı sı- kıya tenbih edilmişti. sinde bulunduruluyordu. O kadar ki, yıkandığı hamama ve ekseriya — girip çıktığı abdesthaneye, kapılarında delik açılmak suretile tarassut imkânı hazır- lanmıştı. Vak'adan bir kaç gün evvel, bir sa- bah efendi abdest alırken delikten ken- disini tarassut eden zat, onun bir ta- kım acaip hareketlerde bulunduğunu gördü . Derhal mafevkine koşup: — Efendi muslukta elini yıkarken, fanilesinin kolunu sıyırarak, büküm yerindeki damarlarını yokladı! Dedi, Lâkin buna fazla ehemmiyet veren olmadı. Aradan bir kaç gün geçince, bu se- fer de, veliahdi iki günde bir tıraş et - meğe gelen berber, beylerden birine İmüracaatla şöyle bir ihbarda bulun - du: — Efendi hazretleri, kendisini tıraş etmek için kullandığım ve bir mahfa- za içerisinde bulunan Alman ustura - İlarına bakıp bunları çok - beğendiğini söyledi ve nereden aldığımı sordu. Ben, ilân yerden; şu kadara aldığımı ifade edince, bana: «Başka hususatta lâzım oluyor, bir çiftini verl» deyip, elli li- ra ihsan etti ve iki tane usturayı seçip aldı. Bu ihbar üzerine telâşa düşen dar kimscler, bu usturaları efendi |istediklerinde, o ancak bir tanesini ia- de etti ve: l — Zaten bir tane almıştım.. o da noktaya gelince durdu. Hemen yanı -| Bu itibarla veliaht daimt göz hap -| — ahaettin Şakir . Bey, bu - tehli- keli mevzu üzerinde durmak istemiyerek bahsi değiştirmek istemiş- ti. Fakat Yusuf İzzeddin, tamam doktora eğilerek yavaş bir sesle sözü- ne devam etmişti; — Amcama bir hal olacak ta.; yeri ne öteki amcam tahta çıkacak ta.. ona bir hal olacak ta... Onun yerine de Selâhattin efendi gelecek.. o da sıra » sını savacak ta.. en nihayet, sıra bana gelecek... Bunu, senelerce beklemek lâzım... Maamafih, bekliyeceğim. Hem de büyük bir sabır ve metanetle bek - liyeceğim. İş ki, ömrüm vefa etsin. Demişti. Bahaettin Şakir bey, sözü kısa kes- |mek için: — Efendi hazretleri!.. Bu, bir kıs - met meselesidir... Henüz daha genç - siniz. Hem, hâdisat bilinmez ki... Diye cevap vermiş; — ve derhal bu tehlikeli bahsi değiştirmişti. Yine bir gün Yusuf İzzeddin büyük bir beşaşetle doktor Bahaettin Şakir beyi karşılamış; kulağına eğilerek: — Size, bir müjdem var... Bu gece rüyamda yeşil sarıklı, yeşil cübbeli bir zat bana elini öptürdü. Ben, Hızır aleyhisselâmım. Sana tebşir ediyo - rum. Dokuz sene, dokuz - ay, dokuz gün geçtikten sonra bir cumartesi gü- nü tam saat dokuzda tahta çıkacak - sın; dedi. Sabahtanberi hesap yaptım. O gün, hakikaten cumartesiye tesa - düf ediyor... Size şimdiden vaadedi - yorum. Tahta çıktığım gün, sizin yedi ceddinizi ihya edeceğim. Demiştt... Doktor Bahaettin Şakir bey, bu mecnunane rüya ve hülyayı acıyan bir tebessüm; —— Hayirdır. Taşatlak'! tabirile karşılamıştı... Fakat; bu a- lil ruhlu adamın dokuz sene, dokuz ay, dokuz gün sonra gelen günü nasıl he- sap ederek cumartesiye teşadüf ettir - diğine bir hayli merakta kalmıştı. Yusuf İzzeddinin hususf bendegâ- nı; onun bütün zayıf damarlarını an- lamışlardı. Buna binaen ona karşı da- ima azametini okşıyacak şekilde dav- ranırlardı. Ekseriya kendisine hitap e- derken: — Zati seniyyeleri. Derlerdi. Halbuki o devirde (seniy- ye) tebiri yalnız (Padişah) ile (sulbü- şahane) den gelen (sultanlar hazeratı)- na inhisar edilmişti... Fakat bu kurnaz bendegân, bu sözü tamamen (ağyar)- dan hâli zamanlarda söylerler; başka- ları huzurunda, bütün şehzadegâna olduğu gibi ona da:: — Zati fahımaneleri.. betpenahi'leri. .. Gibi beylik tabirlerle hitap ederler- di. Yine bu bendegân; efendilerini memnun etmek için, o köşküne girip çıkarken saray kapısının iç tarafına kesmiyor! dedi. Bu hâdiseden üç dört gün sonradır ki intihar vuku bulmuştur. O sabah saat altı buçuk sularında, köşkün hamam dairesinin üst katında yatan Yusuf İzzeddin bir aralık, biti - şikte nöbet bekliyen Ferruh kalfayı ya- mına çağırmış ve kendisinden bir su is- iyle Zati neca - temiştir. Böylece onu uzaklaştırdıktan son - İrya, sağ kolunun büküm yerindeki şah damarını kesen veliaht, Ferruh kalfa elinde su bardağı ile içeriye geldiğinde sapsarı kesilmişti. Ferruh kalfa bu sa- rılığı sezip, yorganın üzerinde kan le- keleri görünce, feryat ederek — dışarı koşmuş ve aşağıda bulunan beylerdi hâlâ sağ olan ve geçenlerde inhisar i - daresinden tekaüt edilen Emin beyden istimdat eylemiş. Emin bey yetiştiği zaman, efendi henüz kendini kaybet - memiş. Emin bey, heyecanla: — Ne yaptınız, efendimiz?. İntiha- sıra ile dizilirler; yerle beraber ç ke- re selâm verirlerdi. Bu ha) bir gün süray hüfiyelirinden birinin nazarı dikkatini celbetmiş: (Yusuf İzzeddin efendi, kendisine bir hükümdar muamelesi yaptırıyor.) Diye Abdülhamide bir jurnal takdi - mine vesile teşkil eylemişti. Abdülhamit, bu jurnalı okuduktan sonra gülmü — Bilirim... Azamet, ona babasın- 'dan —miras kalmıştır.. Ne yepalım?.. | Varsın, yapsın... Serçe kuşu bile, ken- di evinde arslandır. Demişti . Böyle olmakla beraber, Yusuf İz - I_zcddin efendi vaktini pek o kadar boş- |geçirmezdi. Çoç zamanlar bir köşeye çekilir, uzun uzun kitap mütalea eder- di. Fransızca bilenlerle konuşup Fran« sızcasını ilerletmek isterdi. Doktor Bahaettin Şakir bey, şehza- denin ruhu ve âsâbı üzerinde çok iş - lemiş; —uzun telkinler, mülâyimane tehditler iptidat marazının üzerinde çok mühim bir tahavvül husule getir- mişti. Hattâ o dereceye kadar ki, - ls- tibdadın ve kapkızıl bir hafiye çenberi- nin etrafını çevirmesine rağmen - Yu- suf İzzeddin âdeta mühim siyasl işlere girişmişti. Onu bu siyast işlere sokan Bahaettin |Şakir bey, evvelâ mühim — tecrübeler geçirmiş; her şeyden evvel onun di - mağına, (düşkünlere iyilik) hislerini vermişti. Bunun tesiri ile de evvelâ İs- tanbulda tahsilde bulunan fakir birkaç gence, gizlice para yardım ve muave- neti temin etmişti. Yusuf İzzeddin; Bahaettin Şekir bey vasıtasile himaye ettiği bu genç - lerden, tantanalı ve tumturaklı lisan- - Tarla yazılmış minnet ve şükram meks- — tupları almağa başlamış; — bunlardan pek hoşlanmıştı. Bahaettin Şakir bey, bu fırsatı ka- çırmamıştı” Bir gün şehzadeye talebe- lik hayatının müşkülât ve ıztıraplarını anlatmış; sonra: — Hadi burası, kendi memleketi « mizdir. Sayenizde, kimse aç açık kal - maz. Ya Avrupada.. o garip ve yaban- cı diyarda, öyle zavallılar var ki... İlim we irfan hatırı için sokaklarda, kaldırım taşları üzerinde aç yatıyorlar. Bugün bu mihnet ve meşakkati çekenler, ya- rın bu memleketin karanlık cehil ha « yatına nur saçacaklardır. Fakat zati şahaneyi daima İstibda- da sevkedenler, bu ciheti hiç düşün - müyorlar. Bu zavallı gençlere hainane bir takım maksatlar atfediyorlar. Bu suretle de hem zati şahaneyi günah vebal altında bıraklıyorlar. Hem de milletin bu kıymetli gençlerini, yaban- € memleketlerde sefil ve perişan sü - ründürüyorlar. Ah, bunlardan bir ka- çına desti muavenetinizi uzatabilse - (Arkası var) ——— niz rin şer'an mezmum olduğunu bilmiyor musunuz? Diye sordukta, Yusuf İzzeddin : — Sus! demiş; Allahla kulun arası- na girmek senin haddin değildir!i. Emin bey hemen bir havlu eline ge* çirip kolunu sarmış ve dışarıya fırlıya- rak kapı yoldaşlarını keyfiyetten ha - berdar eylemiş. Bunlardan, kilerci başı Galip bey telefona aarılmış ve en yakın tasavvur ettiği Etfal hastahanesi operatörü Raif beği çağırmakla beraber, efendi" İnin teşrifatçısı Müfit beyi (sağdır) de keyfiyetten haberdar etmiş. Operatör Raif bey yetiştiği zamanı efendi, Emin beyin kolunda yapmış ot duğu düğümü bizzat çözmüş ve pe çok kan kaybederek hemen hemen can çekişmeğe başlamıştı. (Arkası var)