26 Nisan SON POSTA Sayfa 7? —— .— Kemal Küçük dün gömüldü Kıymetli san'atkârın son günleri Hazım anlatıyor “Evvelki akşam Tosunu oynu- yorduk. O sırada Kemal can çekişi- yordu. Gözlerimiz kuliste dakika- da bir gelen haberleri soruyoruz. ihayet son perde inerken onun son nefesini verdiğini duyduk. Seyir- ciler dışarıda kahkahadan - kırı- hyorlar, biz sahnede bıçkırıktan buğuluyorduk.., Dün büyük san'atkâr Kemal Küçü- ğü de gömdük. Kemalin kazandığı sevginin, büyüklüğü, sade — tabutu- nun önünde giden otuz çelenğin kor - delâlarında bile okunabiliyor: Çünkü © kara çelenk kurdelâlarındaki «Şehir Tiyatrosu», «İstanbul Belediyesin, «Güzel San'atlar Akademisi», «Kon« servatuvarı, «Basın Kurumu» - keli - meleri arasında, sinir doktoru Mazhar Osmanın, hattâ Gardenbar garsonla - rının, Gardenbar dansözlerinin, ve fa- kir san'atkâr Dümbüllü İsmailin isim- leriyle karşılaşmaktır ki, Kemal Kü- çüğün kazandığı sevginin hudutsuzlu- ğuna en mânidar belâğati veriyor. Dün, göğüslerinde Kemalin resmi - ni, ve yüreklerinde hatıralarını, sevgi- sini taşıyarak, el üstünde giden tabutu takip edenler, Kamerhatun camiinden Eyüp mezarlığına kadar, nehirleşmiş bir istırap halinde aktılar . Hepsi onu anıyorlar. Ve bu hazin ölümün istırabı, hepsinin yüzlerine, öyle kalın bir maske gibi geçmiş ki, ben, yanımda yürüyen Ertuğrul Muh- #sini, önümden giden Büyük Behzadı, arkamdan gelen Calip Arcanı, hattâ bir aralık düğmemek için kolumu des- tek edinen Hâzımı neredeyse tanıya - mıyacaktım| Hâzım: — Zavallı Kemal... diyor... ye göğ- sünün daralışını gidermek ihtiyaciyle, içini döğüyor: — Evvelki akşam «Tosun» u oy- nüyoruz. Va o sırada Kemal can çeki- şiyor. Gözlerimiz kuliste, dakikada bir gelen haberleri soruyoruz. — Verilen işaretlerden, Kemalin dakika geçtik - ge eridiğini anlıyoruz. İçimiz alev alev yanıyor. Ve gülüyoruz. Seyircileri güldürmek için göbek atıyoruz. Kulis- te facialar kopuyor, ve biz sahnede «komedin oynuüyoruz. O gece hayatımda ilk defa san'atten iğrenesim geldi. «Tosunn — operetinin son perdesi inerken, Kemal Küçüğün son nefesini verdiğini duyduk. Seyirciler eğlenceye, ve zavallı Ke- mal hayata «paydos» demişti. Onlar dışarıda kahkahadan - kırılı - yorlar, ve biz sahnede hıçkırıktan bo - guluyorduk. Hâzım, önünde yürüyen bir ihtiya- rı gösteriyor: — Bu adamcağızı görünce kendi ta- samı unutuyorum. Kemalin — babası. Şimdi biçare, otuz yedinci - baharının eşiğinde ölen evlâdına mı; desteksiz kalan diğer küçük oğlunun ve karısı- nın kapkara akibetlerine mi yansın? Biçarelerin Kemalden başka kimse- cikleri yoktu. Şimdi yetmişine basan bu adamcağız, geniş aile mükellefi - yetlerini hangi takatla sırtlanacak ? Dün gece, bunları düşünen doktor, onlara çenesini bağladığı biçare Ke - malin öldi ü söyleyememiş, ve: — Uyuyor, demiş. Verem kötü hastalık: Kemal, aki - betini son dakikasına kadar bildi. Hattâ en sonuncu çare olan ciğere ha- va verilişini kendi ağziyle istemiş. Doktor, hastalığı yüzünden verem mütehassısı kesilen Kemalin anlama- korkarak, bu ümitsizlik #fade areye baş vurmaktan çeki - kat istediğini görünce, k duyarak gülmiye sından eden son ç niyormuş. Fakat hazin bir ferahlı çabalamış, ve: — Hiç lüzum yok, amma, mademki istiyorsun yapayım! demiş, Doktor: — Kemal, diyor, hiç bir şey söyle- meden yüzüme uzun uzun baktı. Fa- kât bu bakış, bir sürü lâkırdıdan çok daha belâğatliydi. Zavallı âdeta: — Son nefesimde olsun aldatmıya kalkışmayın!. diyor gibi idi, Hâzım dostuna son vazifesini gör - mek için tabuta doğru gidiyor. Cali - bin koluna giriyorum: — Başın sağ olsun üstat! O: — Cümlemizin! diyor. Ve ilâve e- diyor: — Zavallı Kemal altı senedir her Mayıs ayını âdeta bir tehlike gibi bek- lerdi. Onu öldüren biraz da bu «Ma- yıs» heyecanlarıydı diyebilirim. Çün- kü.sMayan, varemliler içm” İsci bir (aymış. Ve onlar daha çok bu bahar layında ölürlermiş, Zavallı bu sene, kabına sığamıyor- duz-Hiç;bir/yürde: sdüramıyor,üdeta kendisini tehdit eden ölümden kaçmak ister gibi muhit değiştirip duruyordu: Bir hissikablelvuku... Tahteşşuura geçmiş bir korku.. Fakat mümkün mü? İnsan içinde - kinden kurtulabilir, içindeki den kaçabilir mi? Eyüp camiinin avlusunda beni se - Üznlıyan kadını güç tanıyabildim: Bu acı, Bedia Muvahhidi bir günde yirmi yal birden çöktürmüş gibi idi: — Şu, dedi, ölüm, alışılır şey de - ğil, Kemal, tam altı yıldır bizi ölümü- ne alıştırmıya çalıştı. Fakat, bu, altı yıldır adım adım yaklaştığını gördü - ğgümüz ölüm bizi gene hiç umulmayan bir akibet kadar sarstı. Eğer ölüme a- lışabilseydi, biz bugün Kemali altı se- ne evvel gömmüş gibi olmalıydık. Halbuki ne gezer? Yanımıza sokulan Muammere bak- ölüm - tım: Bu ölüm, her şeye gülmesini hüner haline sokan aktörün tükenmez neş'esini öyle kana içmiş ki, biçare Muammer, haftalarca süren bir o kana — Galip anlatıyor “Zavallı Kemal altı senedir her Mayıs ayını adeta bir tehlike gi- bi beklerdi. Onu öldüren biraz da bu Mayıs heyecanları idi, diye- bşlirim. Mayıs veremlileriçin feci bl_rl)'mlı- Zavallı bu sene kabına sığamıyordu. Hiç bir yerde dura- !nıyur, adeta ölümden kaçmak ister gibi muhit değiştiriyordu.» -— Kusura bakmayın... dedi... İkin- ci evlâdını gömmüş darcık dalgınlığı mazur görülür... Çünkü Kemal benim evlâdım ve ti- yatronun sağ koluydu. ; Ve onun sahnedeki yeri de, be - nim hayatımdaki büyük yeri kadar boş kalacaktır. Ailesi uğrunda, aşka ömrünce per- hiz yapan ve nefsine bütün ömrünce en para sarfetmeden ölen zavallı Ke- mal, sade benim için değil, sade ti - yatro için değil, cemiyet için de yeri doldurulmaz bir insanlık âbidesidir. Mezar başında, Hafız Sadettin fati- ha okuyor, ve kahkahanın sembolü 0- larak tanınan büyük halk komiği Na- şit, şıkır şıkir ağlıyor ve: — Eğer, diyor, bu acıdan sonra ben de gülebilir ve güldürebilirsem, dün - yada olmiyacak şey yok demektir. Ve ilâve ediyor: — Biçareyi, ölüm döşeğinde gör - düm: Yarı açık gözleriyle kanılamamış bir ideale veda ediyor gibi idi. Fakat yüzü öyle sakindi ki... * Şimdi ölümiyle Naşidi — şairleştiren Büyük Kemal Küçüğün tabutu üstü - ne toprak — atılıyor: Tahtaya değen toprak sesi. Çiçek kokusu. —Hıçkırık: O kadar. Şu mezar heşındeki münasız «nutuk — sermonisine — ilk tekmeyi, Şehir Tiyatrosu san'atkârları vuruyor- lar. Ve yüreklerini, sükütun o sonsuz belâğatiyle — ifadeleştiriyorlar Naci SADULLAH * Cenazede Şehir Tiyatrosunun mü- dürü, rejisörü ve san'atkârları ve mensupları, diğer sahnelere mensup san'atkârlar, Konservatuvar müdürüy- le muallimlerinden talebesinden bir çokları, Güzel san'atlâr akademisi müdürü, müdür muavini, muallim ve talebelerinden bir - çoğu, Halkevi temsil şubesinin uzun zaman Kemal Küçükten ders görmüş olan san'atkârları, Beyoğlu Gençler mahfe- HK san'atkârları, diğer gençlik ve san'at teşekkülleri mensupları, muharrirler , san'atkârı tanıyan, seven, takdir &- den bir çok kimseler gelmişlerdir. İstanbul vali ve belediye reisi Mu- hittin Üstündağ da, cenazeyi yaya ola- ve Eminönü açlık grevinden yeni çıkmış kadar sa- rı ve bitkin. Gene gülmiye çabalıyor amma; du- daklarına çizilmiş zoraki gülüş, hıçkı - rıktan acı: — Tam, diyor, operet bitti, Kema- lin öldüğünü baber verdiler. O gürül tü arasında sahneye kim girse beğenir- sin? — Hani şu kendisini vali ilân eden velet. Herkes ağlıyor, o da milleti tebrike uğraşıyor. Bana da geldi: — Size, dedi, gösterdiğiniz san'at- ten dolayı... Sözünü kestim, ve : — Başın sağ olsun! de! dedim, Bacaksız; bir dudağı yerde, bir du- dağı gökte bir Arap edasiyle: — Dile benden ne dilersen? kabi - linden bir sual sormasın mı? Behzat atıldı, ve: — Şimdilik sadece bir çelenk! de . di. İstırabinin gayyasına dalan Müsa- hip zade beni güç tanıdı ve: rak köprüye kadar takip etmiştir, Kaybettiğimiz değerli san'atkârın hatırasına hürmet olmak üzere İstan - bul Şehir Tiyatrosu evvelki gece ve dün gece temsillerini tatil etmiştir. Eminönü Halkevi temsil şubesi de ayni suretle temsilini tehir etmiştir. * San'atkârın ileride bir büstünün yapılmasına imkân vermek üzere yü- zünün alçıdan maski alınmıştır. Bir ölüm ve bir teşekkür Vazile başında vefat eden Kumkapı birinci komiseri Münürün kardeşim ölü- münden doğan acılarımızı teselli Jütfunda bulunan muhterem garzetenizle merhumun cenaze merasiminde gösterdikleri —Üluvvu cenap ve kadirşinaslıktan dolayı İstanbul Wali Muavini, Emniyet Müdürü, Şube Mü. | dürleri, mestlekdaşlarına ve merhumu se- venlere detin şükranlarımızın iblâğını ga- zetenizden istirham ederiz. Merhumun efradı kardeşi: Emin sileti namına bir adamın bu ka- Mareşal Sunday Chronicle gazetesinin mu: |barriri W. B. Curtney Afrikada, harp cephesinde uzun müddet bulunduktan sonra geri dönmüş ve hatırlarını yaz- mağa başlamıştır. Bu yazılarında görüp işittiklerini nakletmektedir. İngiliz mu- harriri diyor ki: «Mareşal Badoglio bir kaç ay önce bir tayyare ile Aksuma uçmuş, cephe- yi teftişe çıkmıştı. Ö zaman cephede - ki zabitler İtalyanın bu en - salâhiyetli askeri hakkında biribirilerinin kulak - rına: — Yeni başkumandan, kralın da aziz dostudur. Haftada bir kaç gece |briç oynarlar. Bununla beraber son de- |rece mütevazi bir adamdır. Diye fısıldamışlardı. Mareşal cepheye gittikten sonra her- ti ve biribirine sordu: — Aacaba Badoglio neden Afrikaya gönderildi? Miralay rütbesini taşıyan bir mü - hendis cevap verdi: — Maksat, Mareşalı İtalyadan u - zaklaştırmaktır. Çünkü onun İtalya- da muhalif bir hareket başlarsa muha- lefetle birlikte hareket etmesinden en- dişe ediliyor. Malüm a İtalya hükü - meti çıkmaza sapmış bir haldedir. Ha- beş harbini açmaktan maksat dahilde çıkması beklenen ihtilâlin önünü al- yanktar Bunsdaki dakürlerin: < beçii ü kur'a efradıdır. Yani hiç birisi kendi isteğile gelmemiştir. İtalyan miralayı ile konuşmakta de- yam ettik. Mirelaya göre vaziyet çudur: — Romadaki hükümet bir buhran geçirecek olursa iki kişi Romaya bir an evvel varmak için hareket edecek- İlerdir. Bunlar Badoglio ile Balbodur. İkisi de tayyare ile yola çıkacaklardır. Balbo, şüphe yok ki daha evvel vara - cak, Badoglio ise iki gün sonra Rama- da bulunacaktır. Badoglionun tayya - reci olan iki oğlu da yanındadır. Ve ica- bında bunları ikisi kendisini paytahta götürürler, Balbo Faşizm mektebinin mezunudur. Fakat — uğradığı haksızlık yüzün - den münfaildir. Çünkü şan, şeref ka- zandığı sırada düştü. Sebebi. Faşizm semasının iki güneşi kabul etmemesi- ir. Badoglioya gelince, o, nizamt ordu- nun mabududur. Onun Faşizme karşı muhalefeti prensip ve kanaat Italyada birbirini Sinyor Musolini ve kes bu çeşit fısıldaşmalara devam et -| sevmeyen iki adam Badoglio Habeş cephesinden Londıîaya yeni dönen bir İngiîiz gazetecisinin şayanıdikkat iddiaları Musolini ve Mareşal Badoglio yanyana Kafası, Faşizm kafasına — düşmandır. Balbo ise ancak hissi ile muhaliftir. * Badoglionun, Sinyör — Musoliniye muhalif olduğu şüphe götürmez. 1922 yılının Birinci Teşrininde hiç kimse faşistliğe karşı ses çıkaramadığı sırada Badoglio: — Bana bir kıt'a asker verirsenia bütün kara gömleklileri denize döke- rim ve patlayacak ilk kurşunla bütür faşistlik tarumar olur! Demişti. Bundan başka Badoglio kraliyetçi olduğu için Faşizmin krallığı tehdit et- ettiği bütün zabitleri etrafına toplamıştı O zamandanberi Musolini ile Ba « doglio birib sevmezler. Musolini, İngiltere Dış bakanı Mister Edeni sev- mediği kadar Badoglioyı da sevmez, Fakat Mareşalin mesleki meziyetle- tiğini ileri sürmüş ve emniyet ti, İtalyayı çok mühim vartalardan kurtarıyor. Badoglio — rahatsızlık belki de memlekete dönmeğe mecbur olur. Çünkü binlerce metre yüksekte yaşamak yaşlı bir adamı yıpratır. Bun- dan başka Badoglio kalbinden musta- riptir. Fakat Badoglionun yurduna yüzünden, |dönmek için alacağı emir, hiç bir vakit İtalyan başvikilinden gıkmıyacaktır.» Ayı Ramazan Bomonti civarında uzun zaman * danberi hırsızlık eden adamın AÂyı Ramazan adlı bir sabıkalı olduğu anla- şılmıştır. Ayı Ramazan evvelki gece |muhalefetidir. Fagistlik onun mukad- des tanıdığı her şeyi çiğnemiştir. Ba- doglio muhafazakârdır. Kraliyetçidir. Kundura duüm; arkamdan ince bir ses duydum — Biraz da bana bakın ne olur! Döndüm: Küçük esmer bir yüzde gülen büyük sevimli göz. hırsızlık için o civarda dolaşırken ya- kalanmak üzere olduğunu hissetmiş ve kaçmıştır. eaaceveeCALELEASEKEEEEELECEKAALELATAAEKALARAECENE BLAEAEELA AA AA AELALEEALAKANENLEBEKEKEAYELERESADARELERAAKAE. |—Hayatta Gördüklerimiz 4 boyacısına göre gazeteci W Iîuı p Yine küçüklerle konuşmuş dönüyor- iki — Ne var küçük, neden sana da ba- kacak mışum. — Benimle de konuş. — Sen de küfeci misin? O biraz müteazzim: — Ben küfecilik etmem, dedi. — Ne yaparsın sen?, — Kundura boyarım. anladığıma inanmamış gibi ilâve etti: ğildir. — Tabil. — Evet ama, bu da bir iş değildir Ben bunu da beğenmiyorum. — Sen neyi beğeniyorsun?. — Ben gazeteci olmak Sen beni gazeteci yapar mısın? — Bu herkesih yükünü taşımak de- istiyorum. Benim bunun ne demek olduğunu — Navil g eteci) vi gazeteci. Bana gazete — Ben gazete satmıyorum ki.. Biliyorum yazıyorsun ama, her- benim kadarken halde sen de gazete sattın ki, şimdi gazotecisin Muazzez FAİK