ROMA KAPILARINI Yazan: Gerhart Ellert . ÂAktiüs ellerini yüzüne vurdu ve hiç bir mukabelede bulunmadı. — Avitüs Sözüne devamla dedi ki: — «Baş kumandan müsaadenle şu- hu ilâve edeyim: Ben ata binmekten oşlanırım. Kuvvetimin muktedir. ©- labileceği her şeyi yapacağım. Ben ya- hildım. Seni bildiğim için düşünmeliy- tdim: Belki Roma henüz elden gitme- Miştir. Mademki senin gibi düşünen omalılar var.» ş Aetiüs ellerini yüzünden çekti. Yü- Zü mes'ut bir gülümseme ile parladı. i gerildi ve gençleşti. — «Legat Avitüs!, Kabil olan sür- atle seni Arelate'deki karargâhımda iyorum. Baş kumandanına iyi ha- berler getireceğini ümit ederim.» ER, yordu. Kale duvarlarının üstünde du- rup çarpışanlara bu takdisin ölürken — «Adiyo, baş kumandan!. Ben he- Men yola çıkıyorum. Sen burada din- İen; benim evim senin evin demek-! tir.y İ — «Teşekkür ederim, Legat. Fa- t istirahat etmeğe vaktim yok. Ben € seninle beraber hemen yola çıka- Yak Arelateye geri döneceğim.» < — «Yorgunsun!..» ' — «Artık değilim.» KA Çiçeklerle Örtülü Memleket.. Liger nehri dalgalarının denize dö- ııüldüğü noktada fakir balıkçılar otu- Turlar. Kulübeleri sahil yüksekliğini #$mayacak kadar alçaktır, kazançları &ancak gündelik ekmeklerini çıkarmağa i gelir. Fakat mayıs ayında bulu- huyoruz; sahilin çiçeklerle süslenmiş olan çimenlikleri güneşin — nurlarına ı’“ğulrnuş; deniz mavi bir sulh ve sü- k"'.:'1'.le’|: içinde istirahatte, Arverna'lıların memleketi nehrin Yukarı taraflarındadır. Ormanlık, ka- y?]’ktan ibaret olan bu memleket fa- ir köylülerin memleketidir. Fakat #imdi memleket çiçeklerle örtülü.. Susunuz çocuklar, susunuz, dua &diniz! Belki, belki yine şehir sahilin- oynamanıza ve şehir kapısı önün- de dolaşmanıza müsaade edilir. Belki heİlimiziı:ı yine gülüp oynayacağı za-| Tnan geri gelir. — Bir daha aç kalmıyacak mıyız, ana) — Bir daha aç kalınmıyacak mı?. _0 zamanki gibi yine neş'eli mi ola- îaîlz? Yine bir çok kayıklar ve yel- €nliler nehir yukarı, nehir aşağı gelip Seçecek mi? — Belki, belki... Hiç Kimsede Tahammül Yok - Örlean'ın issiz, matemli sokakla- hl:]:ın gelip geçen kadınlar, şehir ka- inde nöbet bekleyen — kocalarına :ı% yemeğini götürürken çocukla- dıyı& bu suretle konuşuyorlardı. Ka- nlar, akşam olunca müsademelerin Ha kesilmesi üzerine kale duvarlar î:ıa kadar yaklaşmağa cesaret ediyor- d;dl Ondan sonra yine evlerine geri kanf'!mlal'dı. Evlerin hiç birisinde Yyanmadığı için karanlıkta du- V. ;ıîla'a tutunarak yollarını bulmağa - *Siyorlardı. Bu hal daha ne kadar devam edebi- E;î." Yardım ne vakit gelecekti? A- © yardım gelecek miydi? “Ekîıyet kendimizi Hünlere kestirte- Zatın « b-u istirabı neden bu kadar u- Nüz gidiyoruz? Artık tahammülü- bi k_kl'lmadıl.. Piskopos Anyan, hiç İMsede tahammül yok!.. ı’lıt:?k saçlı Piskopos her gün R“Pllînkale duvarlarını dolaşarak kale Heş tüm bbirer birer ziyaret ediyordu. ;%lâl'm ütün muharipleri takdis ile yapılan son takdis ile müsavi olduğu- nu anlatıyordu. ' Şehri müdafaa edenler bazen pis- koposa diyorlardı ki: — «Ölmekten -hiç korkmuyoruz. Beklediğimiz yardımın geleceğini bil- seydik, kadınlarımızın, çocuklarımızın kurtulacaklarından emin olsaydım !» Bunun üzerine piskopos dua eder gibt ellerini kavuşturarak onlara ce- /)|vap veriyordu: — «Beklediğimiz yardım gelecek- tir, çocuklarım. Sen yan gününden ev- vel gelecektir.» Bunu söylüyordu. Fakat acaba kendisi inanıyor mıydı? Piskopos öğ- leden sonra ekseriya cnubi garbi tara- fındaki kulede bulunuyordu. Bu kule şehri çeviren kalelerin en yükseğiydi ve oradan şehir civarı, nehrin sahilleri ve cenuba kadar uzanan düzlük garp tarafı da görülebiliyordu. Şayet San- gibanın idaresinde bulunan Alanlar, Kral Attilâ ile birlikte harp edecek ©- lurlarsa, garp tarafından görünecek- lerdi. Fakat o Alanlardan hiç bir haber çıkmıyordu. mahsur kalanların yegâ- ne tesellisi bundan ibaretti; fakat ga- yet hafif bir teselli.... Piskopos Anyan, Arelate'den geri döndükten sonra hemen Alan reisi Sangibana' karşı kale kapılarını kapat- tırmıştı. Bunu yaptırırken az — kalsın geç kalıyordu. O vakitten beri Alan- lardan hiç bir şey işitilmedi. Acaba Orlean şehri için gelecek yardımcı kuvvetlerini alıkoymak için cenuba mı çekilmişlerdi? Yoksa şehrin sukutunu bekliyerek ondan sonra Hünlerle bir- leşecekler miydi? Kim bilir? Mahsur şehirdeki erkekler: — g«İster bir Hün okuyla, ister bir Alan mızrağıyla ölelim, farkı yoktur.» diyorlar ve büyük bir endişe içinde önlerine bakıyorlardı. Piskopos Anyan: — «Düşmanlarımızın fazla olması öyle lâkaydilikle telâkki olunacak bir keyfiyet değildir.» diyerek itiraz edi- yor ve ancak eliyle kale duvarına da- yanarak ayakta durabiliyordu. Karşısında duran adam ise pisko- posun bu sözüne gülüyor, kale duvar- ları etrafını çeviren nöbetçi ateşlerini gösteriyor ve: — «Mevcut düşmanlarımız o kadar çok ki daha fazla, yahut daha eksik ol- ması bir manâ ifade etmezlb) diyordu. Cenubu garbi kulesi şehrin yalnız en yüksek kulesi degil, ayni zamanda en kuvvetlisiydi; çünkü Liğer nehri üzerindeki köprüyü muhafaza ediyor- du. Bu köprü mahsurların elinde kal- dıkça bütün ümitleri kaybolmamış de- mekti. Şüphesiz, Hünler şehrin y'ılkın ta- raflarında ikinci bir köprü kurmuşlar- dı, Şimdi nehrin karşı sahilinde büyük 7/2/936 Orleanın İssız Sokaklarında Derin Bir Matem Havası Esiyordu Attilâ: —Aptal herifler, kancıklar!. diye b ağırdı. Çeviren? — Arif Cemil Siz koyun gütmeğe yararsınız? bir faaliyetle çalışıyorlardı. — Fakatf korktukları köprü çok sağlam — değil- di, köprücülükten pek anlamıyorlar- dı. Kurdukları köprülere fazla yük- lenemediklerinden onların üzerinden teker teker geçebiliyorlardı. Bir de ne- hir kabaracak olursa köprünün daya- namıyacağına şüphe yoktu. Bunu dü- şünen Kral Attilâ, köprünün öbür ta- rafına pek az asker göndermişti. Hün ordusunun esas kuvveti şehrin şimal ve şark duvarları önünde duruyordu. Garp tarafında ve cenubu garbi kule- sinde Gepidler harp ediyorlardı. Mahsurlar yalnız cenup tarafından biraz nefes alabiliyorlardı. Cenubu garbi ve cenubu şarki kuleleri tam su kenarında bulunduğundan cenup du- varına giden yolu kapattırdı. Hünler ve Germanlar ise su tarafından hücum edemiyorlardı. Bir defasında, mayısın son gece- sinde, Hünler şehirden aşağı yangın gemileri yolladılar. Gemilerde yanan ateş oradaki köprüyü yakacaktı. Mah- surlar ellerindeki demir kancalarla bu gemileri, köprü üstündeki — siperlerin arkasına gizlenerek geriye püskürttü- ler, gemilerden ikisini söndürmeğe muvaffak oldular. Küçük ve düz olan üçüncü gemiyi köprünün altından ge- çirerek hiç bir zarar verdirmeden nehir aşağı yolladılar. Dördüncü bir gemi daha gelince ayni şeyi yapmağa çalış- tılar. Fakat gemi yüksek olduğundan köprüye takılıp kaldı. Kalaslar ateş al- mağa başladı. Bunun üzerine gönüllü mahsurlar bellerine ipler bağlayarak köprüden aşağıya sarktılar ve ateşi söndürdüler. Bu gönüllüler, yanan a- teşle iyice aydınlatıldıklarından Hün muhariplerinin oklarına — mükemmel birer hedef oldular. Onları tekrar yu- karıya çektikleri zaman içlerinde bir tanesi bile sağ kalmamıştı. Attilâ hiddetinden köpürdü. Oğlu Ellakın yüzüne karşı bağırdı: — «Aptal herifler! Kancıklar! Siz koyun gütmeğe yararsınız. Harp ida- re etmek nerede, sizler nerede? Ben size köprüyü yakınız diye emir — ver- dim mi? Hayır! Ben böyle bir emir vermedim. Oğullarımın yaptığı bir a- kılsızlığı bereket versin düşmanları- mız tashih ettiler. Köprüyü kurtardı- lar!. Şayet bu köprü yansaydı, bana onun gibisini tekrar kurabilir. miydi- niz? Budalalar!..» Ellak'ın soluk yüzü korkudan tit- redi: — «Köprüyü zaptetmek istediğini zannediyordum.» — «Köprüyü zaptetmek, tahrip et- mek demek midir?» (Arkası var) TEKSAYT SATILIR | ECTANEDE BAYLARA ** Şabir Medisinde 35 Dalikâ “Amedend, (Baş tarafı 1 inci yüzde) Refik Ahmet mültefit. Biraz da nükteli. Bana arkadaşlarını tanıtıyor: — Bak ar ar hep biribirinizi yazıyor, bizden hiç bahsetmiyorsu - nuz, diye şikâyet ediyorlar. — Kim o şikâyet eden? | — Bay İsmail Hakkı. Tanımaz mür- . sın? Balıkçı, meclisin en heybetli a- Zası, Bir aralık Necip Serdengeçti, hızlı hızlı salona doğru ilerledi. Etrafta bir sevinç.. — Aman... Riyasetpenah, başlıyo- ruz inşaallah ?. Ö, mütebessim <cevap veriyor: — — İşim var, firar edeceğim de, şu defteri imzalamaya — gidiyorum. Ve defteri imzalayıp dönüyor, gi - diyar. İ <. Zil çalıyor, içtima başlıyacak.. İs - mail Şevket hâlâ salonda: — Haydi üstat, başlıyor diyorlar ? Cevap- veriyor, ' — Adam sen de, üç tane encümen mazbatası değil mi? Buradan da mu - valıktır, diye bağımıtız. * Güftend Ve Berhastend,,.. dir, bir mahalleye isimlerinin verilme- — Ni şestend, kat'i olarak tesbit edildi. Artık Nev « bahar ismini değiştiremeyiz. Fakat o"! mahalleye Sarı Musanın kim olduğu- nu gösteren bir levha asalım. 3 Galip Bahtiyar da - Mülkiye encü- meninin reisidir - bu noktai nazarı — müdafaa ediyor. Vay efendim sen mi- ; sin müdafaa eden. Bir yaylım ateş başladı ki görmeyin. Halil Hilmi söy- ._l ledi, İsmail Şevket söyledi, Farukt söyledi, Raşit söyledi, Tevfik ÂN söy- ledi: ; — Mezar taşı kırılır, kaybolur — da - levha kaybolmaz mı? ğ — Rehber, âyatı ilâhiye midir?, Pek âlâ isim değiştiririz. Rehberi de — bozarız, bu bizim hakkımızdır. : — Daha geçenlerde bir sokak ismi değiştirdik, neye Nevbahar adını de - ğiştiremezmişiz ? ç ölçülemiyecek bir Türkün teyid hatı- rası için iki, üç bin liralık rehberin ne ikiymeti olur?. ir4 tılar. İstanbul bize onların hediyesi - — F N L isi çok mu görülüyor? Şehir Meclisi dün (50) dakika rö-| tarla toplandı amma, tam 35 dakika müzakere yapıldı. Bir hayli de müna- 'kaşa.. Necip Serdengeçti, defteri imzala - yıp sıvıştığı içiri riyaset makamı mün- haldi. Buraya eski şehreminlerinden Tevfik geçti. O aralık salona şapkası başında, elleri paltosunun <cebinde harabati bir adam girdi ve gitti Galip Bahtiyarın yanında oturdu. Bu salon- da (10) lira hakkı huzur almadan ©- turmak yasak olduğu için olacak ki, kim olduğunu bile sormaya lüzum görmeden adamcağızı yerinden kaldı- rıp dışarı çıkardılar. Meclis açılınca yeniden dört azaya izin verildi. Şimdi Devlet Demiryol - ları umum müdürü olan Ali Riza E- remin istifası okundu, kabul edildi. Evraklar okunmaya başlandı. Fakat daha serlevhaları okunurken — encü - menlere havale edildi. Böyle, evrakların okunmadan ha - valesi reisin sinirine dokunduğu için mi, nedir: — Şu mazbataları okuyalım? diye| haykırdı, Bahşayiş köyünün Çatalca- ya bağlanması, ppazar kurulma günle- rinin değiştirilmesi etrafındaki mazba- talar okundu. Pazar kurulma günleri- ne ait mazbata — etrafında biraz — lâf söylendi, pazar günleri pazar kurul - malı mı, kurulmamalı mı - keyfiyeti | bir hayli münkaşa edildikten sonra pazar kurulması için cumartesi günle- ri muvafık görüldü. Bundan sonra Sarı Musa adının te'bidi etrafında cidden hararetli bir münakaşa başladı. Mesele şu idi: | İstanbulun fethi sırasında hayli hiz-. meti görülen ve Fatihin meşhur top - larını dökmüş olan Sarı Musanın Taş- kasapta bir camii, camiin avlusunda da bir mezarı varmış, bu camiin bu - lunduğu yere de Sarımusa mahallesi derlermiş . Yangında bu cami yanmış, evkaf da cami avlusunu arsa haline kalbet - miş, bu arada Sarı Musanın mezarı da kaynamış. Belediye de bu işi ta - mamlamak ister gibi Sarımusa mahal- lesinin adını Nevbahara çevirmiş. Ev- kaf, tarihi hatıraların —muhafazasiyle kendini pek alâkadar görmediği için şimdi de arsayı satmaya karar vermiş. | Bu iş müzeyi harekete getirmiş, müze belediyeden — rica ediyor: — Aman bu büyük Türkün adı unutulmasın. Nevbahar — mahallesine gene eski adını verin. Sarımusa ma - hallesi denilsin .. : Mülkiye encümeni bu ricayı yerin- de buluyor. Fakat mazbatasında di - yor ki: — Biz şehir rehberini yaptık. Bu rehberde sokak ve mahalle iııîmleı:iA ,bir his meselesi olmuştu. Fakat, reıi ibir hatıra olarak muhafaza edelim. ıbir stok istihlâk vergisine ait depozi- Daha da söyleyeceklerdi. Galip Bahtiyar da cevap verecekti. Artık iş araya girdi. Encümen — mazbatasının — reddine, Nevbahar mahallesine Sarı 2'., | nrusa adı verilmesine karar verildi. — — Bu sefer de eski Taninci M. Baha ayağa kalktı: — Evkafa bir tezkere yazalım, de- di. Bu arsayı satmasın, Sarı Musanın -. eski mezarının yerine bir mezar yap « — tıralım, arsayı da bahçe haline hoyagw Teklif ve fikir güzeldi. Fakat salon- da bir fısıltı, dolaştı: ' — Bu bizim işimiz değil, isterseniz — bir takrir verin, makama havale ede- lim, orası da evkafa yazsın, evkaf ta.. — Celse bitmişti. Çıkarken Galip — Bahtiyar yanıma sokuldu: ğ — Bu gürültü neye, biliyar mu- sun? dedi. Bir daha şehir meclisi tap- lantısmı — «Ahmedend, — Nişestend, güftend, ve ber hastend» diye yaz - maklığımız için. Görüyorsun ya, bi - — zim böyle gürültülü içtimalarımız da — olur. Sait Kesler ——— Vapurculuk Şirketinin — Bir Borcu Ve Bundan * Çıkan Bir Hâdise (Baş tarafı 1 inci yüzde) Vapurculuk Şirketinin vapurları se - — ferlerden döndükçe Denizyolları İda « — resine devredildiği için liman idaresi — Vapurculuk Şirketi borcunu ödeme - — yince tahmil ve tahliye işini yapamı - yacağını bildirmiş, bunun üzerine de tüccarlar zarar görmeğe başladıkları - — ileri sürerek sızlanmışlardır. Nihayet 'dün Vapurculuk Şirketiyle — Liman İdaresi arasında anlaşma ya - pılmış ve saat ondan itibaren Sadık - — zade vapurundaki eşyaların boşaltıl - __ masına başlanılmıştır. 4 Vapur boşaldıktan sonra Denizyo'l—'; ları idaresine devredilecektir. —— ——— Vergi Tahakkuk İşlerinde Aykırı — Vaziyetler Varmış. (Baş tarafı 1 inci yüzde) i Tetkikat derinleştirilmektedir. M Diğer taraftan İstanbul maliye mü- — rakıbi Raşidin bizzat yaptığı bir tah- kikat neticesinde Yenicami maliye ta- hakkuk şubesi tahakkuk memur mua- vini Arifle muamele muhafaza me« muru Hikmete işten el çektirilmiştir. — Tahkikat dosyası vilâyete verilmiş - — tir. İddia edildiğine göre bu iki memur “, U N nı H to paralarını suijistimal etmek suçiyle hazineyi zararlandırmışlardır. Z