27 Nisan OSMANL Her hakkı mahfuzdur. va diği Fakat padişah bu defa biraz ndelemişti: — Canım.. Bu — patrikhane ütibinin sözünü, ağzına alma- hasını ben ona tenbih etmiştim. Maamafih, zarar yok.. Ben onu dare ederim. Siz, yarın Bab- lide Paşa ile bir daha görüşü- üz. Hükümet namma lâzımgelen alimatı veriniz. Derhal hareket tain. Cevabını vermişti. Ertesi günü sadrazam, dün> denberi gerek padişah ve gerek Damat Paşa ile aralarında geçen ükâlemeleri, mecliste bulunan ettiği — zaman an gu sözler — Mümkün değil. Zatışaha- enin bu — arzularına — İştirâk doıııyiı. Bn itiraz, — Vükelâ — meclisi mahiyetinde idi Buna — Hükümetin — idaresinden 'ul olan vükelâ heyeti, hükü- tin en mühim bir işini (böylece zata tevdi etmekte mazurdur. n bu kararını tebdil etme- üne de İmkân yoktur. Evvelce ondros) a gönderilecek hayetin aşında Nureddin Paşanın gitmesi tasavyur edilmişti. Şimdi bundan '& sarkınazar edildi. Bahriye na- in Rauf beyin gönderilmesine karar verildi. Zatişahaneye böy- * arr ediniz. Denildi. Ve bu yolda tanzim *dilen mazbata da Ali Fuat beye Yerildi. f1) Ali Faat Bey, meclisi vükelâ Mazbatasını padişaha takdim et- Mekle beraber, söylenen - sözleri: de aynen tekrar eylemişti. Padi- İah yalmız: — Yal1117.. Demekle İ“!f' ederek sükünetini muha- İza etmek istemişti. Fakat kab ben kabineye karşı büyük bir Kbirar hissettiği halinden anları” Vermişti. Padişahın — gizleyemediği bu | Ül) Yakında hakkın rahmetine k"llı (merhum Ali Fuat bey) çök *ddi, çok dürüst, hak ve hakikattem lmaz bir gat idi. Üç buçul sene *Yvel kendisile muarefe kesbetmit, :"'k Sultan Reşat ve gerek Vah sarayı hakkında bir. haylı Malümat edinmiştim. Yakın tarihimize nit iki Osmanlı Padişahının devrine Mt birçok kazanlık moktaları aydın- ğ yazılarımın başından buraya len kısımlar, bizzat kendisin- laynigiçt Sttizim malümatın tamamen dir. Bu hadişata karışanların de berhayattır. L $. Bir Yazan: Ziya Şakir Iğbirarı Fikirleri sehirliyen o zamanıa yazıcı- larıtdan Ali Kemal iğbirar, acaba neden ileri gelmiş- t?... (Arzuyuşahane) sinin ( Heye- t Vükelâ kulları) tarafından red- dedilmesinden mi?. Yoksa, behe- mehal (Mondros) a göndermek İs- tediği Damat Ferit Paşanın, ora- ya gidememesinden mi, neş'et etmişti.. Kanunu esasinin hükmü Kanunu Esasi mucibince, mes- uliyeti deruhte etmiş Vükelâ heyeti, - Devletin menafiine mu- gayir olan « (iradei seniye) leri reddetmek hakkını haizdi. Buna binaen, tensip ettiği bir şahsın - hükümet namına ifa edilecek olan- böyle mazik bir meselede, hükü- met tarafından kabul edilmemesi, güçe gidecek bir şey değildi. Eğer (Mondros) a Ferit Paşanın gitmesi, Padişah tarafından gö terilmiş — olan alelâde bir ar- zudan — ibaret — olsaydı; — hiç şüphesiz ki — Vahdeddin, — bu- nun reddinden — dolayı okadar sinirlenmeyecekti. — Fakanat.. Da- mat Ferit paşanın ( Mondros ) a gitmesi, Vahdeddin için elzemdi. Ferit paşa, zahiren bükümet na- mına, halbuki hakikatta, ( namı namel padişahiye) olarak (Mond- ros) a gidecek, ( Amiral Kaltrop) ile gizli bir mülâkatta, gizli bir muahede Aaktedecek, ( makamı bilâfet ve saltanatın - takviyesini temin eyleyecek ) di. — Padişahın bundan maksadı ne idi?.. Bu sualin cevabım, birax sonraya birakacağız, ve yine hü- d'sstın takibine başlayacağız. Padişah, Babıfliden takdim olunan arz mazbatasını - mecbu- ren - tasdik etmiş. Hükümet ta- rafından mülareke akdine memur olan Bahriye Nazırı Rauf Beyle arkadaşları da derhal (Mondros)a hareket eylemişlerdi. Fakat ayni günde muharrir Ali Kemal Bey ile diğer bir mu- harrir arkadaşı sessizce saraya davet edilmişler, Damat Ferit paşa e beraber ( öğle taamı ) etmişler, ( tarafı şahaneden ihsan buyrulan bazı hediyeler ve behi- lerdi. Matbuatın Hücumu o itibaren — saraya 'h'ı, çıkanlar değişmişti. Şimdiye kadar göze çarpacak derecede tenha olan Vahdeddinin sarayı kapısında, * şimdi ittihatçılara muhalefetle meşhur olan birtakım simalar belirmişti. Ve bu esnada | SALTANATI GÖÇERK (Mütareke devrinin tarihi ) SON POSTA EN No TT/B5 ahdettinin Hiç Bir Zaman Gizliyeme- Vardı.. da artık kabine — aleyhindeki hücumlar — şiddetlenmişti. — Üç gazete müstesna olmak Üzere, bütün matbuat çu iki esas Üze- rinde neşriyata girişmişlerdi : 1 — ( İttihatçılıkla maznun ) olan kabianenin ya tasfiyesi veya- hut çekilmesi. 2 — (Hukuku hilâfet ve sa- tanat ) ın, her kuvvetten Üstün addedilmesi, Istanbulun — ve — Beyoğlunun muhtelif — mahfillerinde de ayni şekilde propaganda havası es- mekte Idi, İzzet Paşa kabinesinin mevkil, gittikçe kuvvetlenen bu cereyan karşısında birhayli müş- külleşmişti. Matbuatın birkısmı İle -.muhalif zümreden mürekkep olan - efkârıumumiye birleşmişti. Bu ikl kuvvet : — İttihatçılar, derhal tevkif edilmeli. On senedenberi millete kusturdukları kanın hesabı verik meli. Ayni zamanda, eskidenberi Ittihat - Terakkinin bellibaşlı birer şahsiyeti olan Hayri, Cavit, Fethi, Rauf Beyler de kabineden çıka- rılmalı. Onlardan da - vaktile Iştirak ettikleri hâdisatın hesabı sorulmalı. Diye feryat etmektelerdi. Bu esnada, ( İttihat - Terakki Cemiyet ve — fırkası ) kendi kendni — feshetmiş, cemiyetin eski rilesası da, birer mektup bırakarak memleketi terk - eyle- Mişlerdi. İşte bu hildiss, ” vaziyati büsbütün alevlendirmişti. ittihatçılar mücrim mi ? Kabine heyeti, artık müdafaa yaziyetine geçmek zaruretini his- setmişti : — Kanunvesasl — meydanda. Mücrimiyeti tahakkuk etmiyen hiç- bir kimse, tevkif edilemez. Bu adamlar hakkında henüz sarih bir cürüm tesbit olunmamış.. tevkiflerini istilzam edecek şahsi bir şikâyette — bulunulmamıştır. Bunları nasıl tevkif edebilirdik ? Biz iki yüzlü bir siyaset takip etmiyoruz. Ancak (kanun) ve (adalet)i muhafaza etmek İstiyo- ruz. Kabinede bulunan dört ar- kadaşımıza gelince; bunlar, vakıa waktile İttihat - Tarakki fırkasile teşriki mesal etmişlerdir. ( Arkamı var) Gül, Limon, Anber, Fujer, Şipr, Leylâk, Revdor, Flördamur, Acıbadem, Akasya kokulu HASAN TUVALET GLİSERİN SABUNLARI Hasan Zeytin yağından ve Husan Kreminden ve Hasan İtriyatından yapılmış olup glserinli ve tuvalet için nevileri vardır. Cildi yumuşatır. Güzel ve nazik cilli kadınlara, ço- yapılmış sabunlar cilde mazarrat vereceğinden — bunlardan — sakınınız. 10-16-25-96 kuruştur. Toptancılara tenzilât. Hasan deposu, Ankara, İstanbul, Beyoğlu. Suyfa _ll l HİKÂYE Bu Sütanda Hergün Yazan: Maurice Renard ——— Tercüme eden: Hatice Hatip MEHTABIN GÜMÜŞ IŞIKLARI Amcam — (Portentlene ) bu | bir hikâyeyi büyük — babası ( Saint Girols)den dinlemiş. (Saint Girois)- ye de bunu Marki ( Montblos ) anlatmıştı. — Bu, Markinin kendi ılıdı::ndın geçmiş olan bir. hikâye Eğer Marki bugün bu yazıyı okursa kulaktan kulağa geldiği için çok değişik bulacak ve belki de tanımıyacaktır bile.. Eğer öyle ise Markinin muhterem ruhu bizi affetsin. Biz bu hikâyeyi İşitti; miz gibi yazıyoruz. Pi Marki Bütün hayatınca ayın gümüş ışıklarını pek severmiş ve hiçbir. zaman da mehtaba karşı duyduğu iptilâya varan bu sev- ginin sebebini kendiliğinden izah etmezmiş. Fakat insanlar ona bu sebebl anlatması için çok rica ederlerse Markinin düşünceleri maziye doğru yollanır ve o, böylece konuşmıya başlarmış: — “1815 senesi Mayıs ayında idi. Elbe adasından kaçan Napol- yon Parise gitmiş idi. Bu devir» lerde ecdadım Montblosların, or- manların ortasındaki — şatosunda gayet fakirane bir surette yaşa- makta idik. Annem babam sağdı. Benden büyük Iki erkek kardeşim de vardı. Ben de on dokuz yaşında idim. Şato büyüktü. Etrafındaki bize ait olan topraklar korular çok genişti. Fakat buna rağmen ihti- İâlin bizi attığı fakr içinde ya- gıyorduk. İşte ormanların içinde kaybok muş olan bu haksız şatoda bir akşam fevkalâde bir ziyaret ka- bul ettik, Bakılmıyan harap parkın de- mir kapısını kapıyordum. İki at lmın yoldan bize doğrü yaklaş- tığını gördüm. Atın birinden ih- tiyar ve şişman bir adam ağır bir çuval gibi yere düştü. Öteki süvarinin de urun yoldan geldiği Üzerindeki toz ve toprak- tan belli idi. Fakat gençti. Atından büyük bir çeviklikle atladı. Bu inişi görünce karşımdaki- nin bir kadın olduğunu hemen anlamıştım. sert adımlarla yanıma yaklaştı, beni uşak zannetmişti: — Marki Evde midir? Diye sordu. — Evet madam babam evde- dir. Diye cevap verdim. Bu sı- retle o güzel kadına hem kadın olduğunu anladığımı, hem de Mar- kizin oğlu olduğumu bildirmiş bu- lunuyordum. Onu> şatonun şöminesiszde ateş *-yanan yegâne odasına götürdüm. Babam onu saygı dolu bir şüphe ile karşıladı. Genç kadın kendi- sile başbaşa kalmak islediğini söyleyince beni odadan çıkardılar. Biraz sonra beni, annemi ve erkek kardeşlerimi çağırdı ve bize: — Misafirimiz Kont dö Her- monevllle kralı ziyarete gidiyor. Bu gece bizde misafir kalacaktır. Erkek kardeşlerim atla meş- gul oldular. Sonra yemeğimizi yedik. Daha sonra halinden pek te rahat olmadığı anlaşılan misafiri- mizi kocaman bir salona götür- dük, bu geniş salon bir yatak odası idi. bir fenalık yapacağımızdan ürkü. yordu, galiba.. Ötekiler yattıktan sonra ben de mehtapta — bahçeye çıktım. Genç kadın mumları söndürme- mişti, herhalde kendisine bu gece birşey yapılacağından korkuyordu. O zaman benim de gözümlün önüne iki kardeşimin bakışları geldi onlar ihtilâl içerisinde tah- sil görmemiş, bakımsız kalmışlardı. Toprakla uğraşıyorlardı, — âdeta köylü — gibi bir şey olmuşlardı, ve sofrada genç kadına fena gözlerle bakmışlardı. Park menekşe kokuyordu. Mayıs ayında idik. Mehtap vardı. On dokuz yaşımda idim ve kendi kendime genç kadını bir gibi ıevdiâ'ıılç itiraf ıfllyonıçıd.'l. Birdenbire ne yaptığımı bilmez bir halde içeri girdim. Onun kapısına kadar geldim ve taban- camı elimde tutarak nöbet bek- lemeye başladım. Bu süretle galiba iki saat geçti. Şato süküt içinde idi. Doğrusunu söylemek lâzımgelirse benim de uykum gelmişti. Göz kapaklarım tam kapanmak Üzere Idi ki birdenbire genç kadının kapısı açıldı ve kapının çerçeve- sinde ©o * göründü. Sual dolu gözlerle bana bakıyordu. Tabancayı kendime — doğru çevirerek: — Korkmayınız Madam.. Ka- pınızda nöbet bekliyorum. Dedim. Yüzünün çizgileri yumuşadı, Bir iki adım geri çekildi. Ben dö onu takip ederek odasına girdim, Yere diz çöküp elini öptüm. Bir taraftan da onun odasına girip girmediğimi — duyan — oldu mu diye geceyi dinliyordum. Şato süküt içinde Idi. Yalnız rüzgür bahçedeki — ağaçları — sallıyordu. Mumlar dibine kadar yanmış ve sönmüştü. Pencereden içeri meh- tabın ışığı doluyordu, Genç kadın: — Nöbet mi bekliyordun, yoksu odaya mı girmek istiyordun? — Yemin ederim kâ.. — Sus yalan yere yemin etme, Demindenberi kapı tokmağını çe- viriyordun. Kapının tokmağına gayriihti- yarl baktım ve: — Aman yarabbi diye bağır- dım. Hâlâ tokmak çevriliyor. Evet şüpheye mahal yoktu. Kapının önünde bir İnsan vardı ve tokmağı ©o çeviriyordu. Bu, kimdi?.. P » Genç kadın sararmıştı. Bana sarıldı. Fakat ben de o ande muammayı halletmiş bulunuyor: düm. — Korkmayınız dedim tokmak oynamıyor. Mehtabın ışığı ile toke mağa akseden yaprak gölgeleri rüzgârla hareket hissini veriyorlar Ve onu kollarımın arasında pencereye doğru götürdüm. On sekizinci Lul bu geceden yüz gün sonra tahta çıktı ve ©o zaman babam birze bu genç kadının o gece kırala çok fazla bir para götüren baron (F..) | olduğunu anlattı. Eu parayı Bore dodan Parise götürmekte idi. * Ayni senenin ağustos ayında ben saraya paj olarak çağırıldım. Ve ondan sonra da işte bütün — eşimin, dostumun — imrendiği bu mesleğimi, şöhretimi yaptım. Mehtabın gümüş ışıklarını çok, amma pek çok sevmeye hakkım yok mu ?