Dünya Hâdiseler $ z r Bir Romancıyı Kaybettik ! Fransanın meşhur romancıla- rından Arnold ıtııı' alb;;ek- Galopen mide kan- İımılrîııın serinden ölmüştür, Arnold Galopen hatıraları | yalmz — Fransada ütün dünyada meşhurdu, memleketimizde de tanınıyordu, ne zaman yeni bir eser neşretse gazetelerimiz bunu nakl için yek- diğerile surat müsabakasma kal: kışırlardı, bunun için ölümü biz- ce de bir kayıptır. Dilimize çev- rilen en İyi eseri “Işten el çekmiş bir. hırsızın hatıraları,, — “Yeşil bavulun esrarı,, adlarını taşıyordu. Gıçenleıdo Fransada — bir hayır işi için bir müsamere Bir Gazele- | tertib edilmişti, bu ciye bir öre | Büsamerede bir Te de tombala mü- dek çıktı | sabakası vardı; kazananlara —muhtelif — bediyeler vecilecekti. Fransız - gazetelerinin anlattıklarma göre bu hediyeler arasından bir tane canlı ördek Petit Paris'en gazetesinin müdürü Mösyö Coudy'ye çikmışsa da ve bütüa salonun kahkahalara gark olmasına sebeb olmuştur. - Gaze- tenin müdürü hissesine isabet eden bu hediyeyi alıb götürmek iste- memiştir. Şurasını da ilâve edelim ki, Fransada “ördek,,aynızamanda doğru çıkmayan, veya bililtizam ortaya atılan yanlış gazete haber- lerine deniir. Bunun içindir ki, 'elit Parislien müdürüne bir ördeğin çıkışı gülüşmelere sebeb olmuştur. * obenson adında Amerikalı bir eski eserler bilgini tara-- fından Yunanista- DaL, Tarlada âın Olinth şehrin- l Kü e araşlırmalar ya- eler çıkıyor| pılmaktadır. Mak- ilâddan 348 sene evvel Makedonya kıralı Filip tarafin- dan tahrib edilmiş olan bu şehrin teme'lerini bulmaktadır. Şimdiden (20) yi mütecaviz evin duvarları bulunmuş ve şehrin tam bir plâ« nını çizmek İmkâmı hasıl olmuştur. Ele geçen bakır ve bronz birçok eşya bu şehir halkının âdetleri hakkında tam bir fikir vermeye müsaittir, Yunanlıların bu kısım top- raklarındaki eski medeniyetlerine Yunan Pompeisi ismi verilmektedir. ADAPAZARI Türk Ticaret Bankası ——— T. L 1.200.000 130,000 dezil, Yunan “Pom- Sermayesi : İhtiyat — : MERKEZİ ADAPAZARI Şubeleri: BANDIRMA, BARTIN, EİLECİK, BİGA BOLU, BOZÜYÜK, HBURSA, DÜZC7, ESKİŞEKİR, HENDEK, İZ4İT, KARA- MURSAL, — KÜTAHYA, — MUDURNU, M, KEMAL PAŞA, GALATA, GEMLİK, GEREDE, — GEYVE, — SAFRANSOLU, TEKİRDAĞ, ÜsKÜDAR, — VEN:ŞEHİR e İstanbul Şubesi: 4 üncü Vakıf Han. Zeminkat Tel 22042 Galata — şübesiz 43201 Ürküdar şubesit 60590 o Müsait şartlarla, Tahsile aenet alır - ikraz muamelasi yapar-Havale ve mevduat kabul eder. Mevduat faizleri müdiriyette görüşülerek tesbit edilir. Komisyon ve tücaret kısmı Her nevi tcaret emtiasi satışına delâlet eder. Tel 23623 iTiMADI MiLLi Bankanın kendi sıdır. Tel 4193' 1SON şPOSTA Koltukçülar Araâsinda. Koltukçuların Eski Parlak Devirleri, Şimdi Bir Bektaşi Sırrı Gibi Saklanıyor “ — Billür Şerbet Takımlar;n, Sedef İşl;e;eli Mücevher Kutularını, Gümüş Şamdanları, Ceviz Konsolları Bize Bırakacak Mirasçıyı Şimdi Ara Da " ŞA K ;ltukçuların şimdiki malları hep böyle uluk tefek hırdavata inhisar etmiyor mu? Koltukcuların, Çadırcılarda kü- çük küçük kahveleri vardır. Açık havalarda bu kahvelerin önlüne bir iskemle attılar mı, bütün koltuk- cular karşılıklı sohbete dalarlar. Geçenlerde benim yolum da çadırcılara düştü. Fakat koltuk- cularla konuşma bir türlü nasib olmıyordu.Hepsl de bektaşı esrarı Bu karpuz ve filiz lâmbalar, kalabalık, 26 odalı enki bir konağın yadigârları değil mi? imiş, gibi meslekleri hakkında birşey söylemez olmuşlardı. —Bizim s#öylenecek nemiz var, işte sürüklenib gidiyoruz!.. Diyor- lardı. Şöyle bir sant kadar etrafta dolaştım, ötekine berikine sor- dum, olmadı. Nihayet artık umudu kesmiştim. Sahaflar çarşısınden geçerken eaki - kitabcılardan bir , tanıdığa meseleyl açtım: — Dur, dedi. Ben seni birine götüreyim. Amma gazeteci oldu- | ğunu söylemiyeceksin, Öte berl almak bahanesile gideceğiz, ben onu söyletmesini bilirim. N Nihayet koltukçulardaan biri- nin dükkânınındayız. — Duvarlar hep ufak tefek eşyalarla dolu.. Resim çerçeveleri, lizenler, ayna- lar, çantalar, (ildişi — sandıklar, eski takunyalar, demir bardaklar “ Elafiye ,, * Abıhayat,, “ Bismil- I&hirrahmanirrah'm,, işleme'l şer- bet tasları, sahanlar, - tencereler, eski kaşağılar, sedef çekmeceler, şamdanlar, karpuz lâmbalar, eski biçim ceviz sandıklar İlâ.. ilâ.. Ihtiyar koltukçu, kitapçı ahbabı görünce uzun bir “ ooool ,, çekti. Babasını sordu, İşini sordu, beni sordu,bir hayl. Bir müddet karşılıklı konuştular. Koltukçu — bana ofak — arkalıksız. bir — iskemle uzattı, ne alacağımı, kaça a'a- cağımı, ne zaman alacağımı sordu. Uzun uzün - konüştlük. — Nihayet kitabeı ahbab, eline vzur bir — | Bütün bu tablolar, Namık Kemal, Midhat paşa - resimleri, bu eşyanın eski bir vatan #severin evinden çıktığına delâlet etmiyor mu? kehrlüba çubuk alarak muayene | etmeye ve sormi- ya başladı. Benim yerime — sorulan | ve bana veriimiş | olan bu sual ve y cevabları bir nok- * tasını kaçırmadan dinlemeye başla- dim. * — Yahu ne haber? İşler nasıl gidiyor? Geçenlerde Salih çavuşa rasgeldim, o artık işten çekilmiş! İhtiyar koltukcu elini salladı: — E, sıra şimdi bizde.. Eski günler kalmadı hazret.. Ne idi © günler? Sanki yığın yığın eşya rüzgâr olur da, eserdi. Vallahi binde birini arar olduk. Düşün hazret, ©o zamanlar -hani evler döşeli dayalı, tıka basa doölu idi, Konaktan bir ölü çıktı mü, eşya da arkasından koşardı. — Nasıl ölü?, — Canım bilmez gibi soru- yorsun. Bizim iş, hep böyle ölü çıkan evlerden, konaklardan yü- rürdü. Miras bir acamıya kaldı mi, bize mahalleden hemen haber salarlardı. Derhal beş on kol- tukçu toplanır, eve dalardık. Eh işten anlamak ta gereklir. Kol- tukcu olmak için yüreğin kuvvetli olmalıdır. Öyle ağlamalıya, ök- süze, yetime baktın mı, İçin sız- ladı mi hihh nah, böyle burnunu çeker, bir şey — kazanamazsın. Biz haberi alır almaz derhal (rı- çaları sıvar, eve baskın ederdik. Birimiz sofaya, birimiz yemek odasına, birimiz misafir odasına dalar, sanki bütün evin malları bizim imiş gibi işimize yarayan- ları birer birer bir kenara ayı- rırdik. Mirasçı bazen bize çıkı- şacak olur, aramıza katılan ka- tılan — mahalleden — adamlarımız olur, derhal kulağına fısıldar : — Aman beyim, yahut aman hanım ne yapıyorsun?, Bırak ne isterlerse yapanlar.. Sen yine verme. Eğer bırakmazan, Eetceh düşmez kalkmaz bir alinh, bir Bul Bakalım !..,, para sıkıntısına uğrarsın da elle- rine düşersin, © zaman en kıy- metli eşyana bir metelik bile vermezler.. Biz böylece eşyaları parça parça ayırır, sonra elimizle kıy- metsizliğinden tutmak istiyormuş gibi bir kenara atardık: — Eh bu eder iki kâğıt.. Bu- na ancak iki mecidiye verirler, şu porselen çay takımına iki yüz on kuruşa müşteri bulursak, öp- tük, başımıza koyduk, İhtiyar koltukcu, kimseye du- yurtmak istemiyormuş gibi sesi kısıldı: — Hazret sen yabancı değil- sin, Bey oğlumuz da senin ahbab, söz aramızda kalsın.. Bundan (20-25) sene evvel biz böyle ka- zanırdık. Kazanmak ayıb çe değildir. Aldanmak ayıbdır. ö zamanlar hep böyle fırsatı kolla- mak ve beklemek lâzımdı. Bazan elimize ne kıymetli şeyler düşer- di. Bir pırlanta iİşlemeli kılıcı B"ı“ulm adi taşdır diye genç lr paşa kızından (6) mecidiyeye alınıştım da bana yüz kat küâr ,getirmişti. — Demek fırsatını kollamak lâzım bu işin hal, “— Öyle ya, acamı mirasçılar bizim İşimize yarardı. Ölü evden çıktı mı, biz hemen o mahallenin kahvesine — damlar, — beklerdik. Gözcümüz — mahalleden - birkaç kadın peydahlar, —mirasçı para sıkıntısına, borç sıkıntısına düştü mü biz hemen damlardık, Hiç unutmam bir seferinde Cerrah 'şada büyük bir — evden, cv::; mümeyyizlerinden mi, — defterdar- hktan mı bir ihtiyar — ölmüştü, Ikizel ünü bize haber geldi. derhal rrahpaşadaki kahvede beş altı arkadaş toplandık. Ha bugün, ha yarın bekler dururuz. Mirasçı mümeyyizin (19) yaşında oğlu, bir de (14) yaşında küçük kızı vardı. Aradan dört beş gün geçince, bizim adamlardan biri koşa koşa yeldi: — Aman dedi. Mümeyyizlin oğluna rastgeldim, bana öte beri satmak, borçlarını vermek — lâzım geldiğini dudak ucuyle söyledi, Hemen yetişin.. , Biz cümhur cemaat eve daldık. Çocukcağız balmumu gibi sarar- mış, bizim önümüze geçmeye: — Canım bırakın, ben bütün eşyayı satacak değilim!. — diye sızlanmıya başlamıştı. Mahalleli- den birkaçı çocuğu kandırmıya çalışıyorlar : — Küçük bey, sen bu kadar eşyayı ne yapacaksın. Haydi bırak seçsinler. Sonra sen içle- Hrinden Hüzumlu birkaç parçasını alır, çekilirsin.. Ötekilerin parası Evkaf İIcareleri Bakayası 929 ve 931 senelerinden ev* vel bakayada kalmış olan binâ ve arazi vergileri borçlarından bina vergilerinden yüzde 40, a vergilerinden de yüzde yetmişi affedilmiş, bu suretle geri kalan borçlarını da mükellefler sevint sevine ödemekte bulunmuşlardır. Acaba evkaf icarelerinde de aynl usul takib edilemez mi? Bu su- retle hem Evkaf, tahsil edilemez bir hale gelmiş olan bu bakayâ icarelerin iiı kısmını tahsile mu: vaffak olur, hem de mükellef borcundan bir kısmından kurtu- lacağı için bina ve arazi vergisl borçlarında —olduğu gibi İcare yergisi borçlarını da öder. ö Bıylerbe;viı_l:'i_wııi ile de rahat rahat yer, içersin.. Diyorlardı. Bizimkilerin âdetidir. Böyle karşı gördüler mi hemen azarlar. İçlerinden bazıları bağırır, çıkışır, hattâ karşısındakilerin kalblerini kırarlar, ağır sözler söylerler. Eh, ben bunları yapmazdım ya, ne İse.. O gün © toy çocuğun elindeki eşya yokbahasına elimize geçmişti. Zavallıyı geçenlerde gördüm, Beni tanıdı. Bir dairede çalışıyormuş. — Hattâ bana da birçok sitem etti. İhtiyar koltukcu masanın üze. rine koyduğu bir gramofonud tozunu silerken içini çekiyordu 1 — Ağıımı açtırdın. Hazret, dedi. Bu bizim meslek çok ne- tamelidir. Allahüâlem, İçimizden pek azımız belini doğrulttu. Ne oldu. O kadar eşya, o kadar kıy- metli şeyler elimize geçti ne oldu ? Hiç değil mi ?. Elde avuçta kalmadı. Kitabçı ahbab bana yan gözle bakarak sordu : — Demek eskiden koltukçuluk bir hayli kârlı işti. — Amma, öyle dediğim gibl dayanacak adam olursa. Yufka yürek bu işe hiç yaramaz. — Şimdi işler nasıl? — Birak allasen, bilmez gibi söyleme hazret.. Şimdi eşyaya, takımlara düşkün olan kaldı mı?, Bir karyola, bir masa alan evleniyor. Ölenler da — gerile. rinde bir şey bıraktıkları yok. Ha, bak yanlış — söyledim. Gerilerinde bıraktıkları bir şey var amma, uğursuz şeyi Borç bira» kıyorlar. Ihtiyar koltukcu, eski biçim gramofonu kurduktan sonra, Üze- rine kırık bir plâk koydu ve Iğıığl yerine yerleştirdi. Gramo- fon bir müddet * Krak!, Krakl, ,, diye döndü, döndü, döndü. Niha- yet çatlak ve pürüzlü bir ses, o bozuk * krak ,, larla bağırmıya başladı: Püüsküdardan geliür iken bir mendil buldum Meendi... Krak.. içiüm.. krak.. krak.. küirkrak krak.. Ihtiyar koltukcu homurdandı: — Görüyorsun ya, şimdi bize kalanlar hep bunlar.. Geçenlerde Mevlanekapıda bir tapu kâtibi ölmüştü, onun — evinden aldık. Gel de bu bozuk gramofonu sata- bilirsen sat.. Ahhhh ah.. Hep ettiğimizi çekiyoruz. Koltukcu, koltukcu.. Yağma Hasanın böreği.. O billür şerbet takımlarını, sedef islemeli mücevher kutularını, şamdavları, ceviz konsolları ara da şimdi bul bakalım.. O günler çoktan geçti. Ne yapayım bu da başa gelirmiş. * Kitabar — ahbabım dönerken mırıldandı: — Daha söylerdi amma, sen- den çekindi. Sen bunların ahlarina bakma, bazıları ev, bark, emlâk sahibidir. Bazıları da kazandıklar rını har vurub harmansa vurdukları için paresız kalmışlardır. O eskl insafsız koltukçulardan kala kala şimdı bir ikisi — kaldı. " Ötekiler koltukcu değil hırdavatcı!l — »