Muharriri: A, R. No.: 85 Hurra, Hurra !.. 16- 11 - 934 Bardaklardaki Kızıl Şarap Son Yudumuna Kadar İçildi.. Kıral, Sesleri duyuluyordu. Kıral birdenbire yerinden fire ladı: — Efendileri, Harp — meclisi hitam buldu. Haydi bakalım, her- kex vazifesi başına... Dedikten sonra, çadır kapısın daki hademelerine dönerek : — Silâhlarım... Diye bağırdı. Üç kumandan, haç _cılnr!ı- rak yerlerinden kalktılar. Önlerin- deki şarap bardaklarını İebalep doldurdular. Sağ ellerine alarak kollarının gerilebildiği kadar yu- karı kaldırdılar : — Harbin.. Ve zaferin şere- fine... Hurrâ.. Hurrâ.. Hurrâ... Diye bağırdılar. Ve bardak- lardaki şarabı son yuduma kadar içtikten sonra kıralı selâmladılar. Birer birer çadırdan çıkarak kıralı yalnız bıraktılar. Kıralın üç hademesi, ellerinde- kıymetlar - zirh takımlarile si- lâhları — tutuyorlar; — birer birer kırala takdim ediyorlardı. Kıral evvelâ, Üzerinde altın kabartma- dan (Habisburg) arması bulunan yekpare çelikten göğüslüğü giy- miş... sık çelik zincirden yapık- mış olan arkalığına - ilikletmişti. Tepesinde ucu kıvrık beyaz bir tüy bulnnan tulgasını da başına geçirmişti. Sıra kılıcını kuşanma- ya gelmişti. Kıral, kılıcını hademenin elin- den almış.. Hamail zincirini boy« nuna takmış, bel zincirini de tokalamaya başlamıştı. Fakat o anda gözleri çadırın bir köşesine dikilmiş ve birdenbire rengi bem beyaz kesilmişti... Hademeler, krala bir fanalık geldiğini anla- mışlar: — Aman. Na oluyorsunuz, haşmetmaap.. Biraz İstirehat bu- yurun. Diye bağırmışlardı. Kıral birkaç saniye hâreketsiz kaldıktan sonra, masaya dayan- mış.. Biraz “kendisini toplamış : — Bir hayal.. Şakaklarından kan fışkıran, simsiyah bir hayal.. diye mırıldanmıştı. Dışarıda borular çalınıyor, at- lar kişniyor.. Hücuma kalkacak kolların hep bir ağızdan dua ettikleri işitiliyordu. Kıralın du- dakları bir daha kıpırdamıştı. Fakat onun ne söylediğini hiç kimse anlamamıştı. Yalnız du- daklarında, acı bir tebesslim vardı. Çadırım önünde, kıralın cenk atları ayaklarını yerlere — çarpa çarpa eşiniyorlar, sert sert kişni- yorlardı. Kıral birdenbire, dayan- diğı masadan ayrıldı. Geniş adım- larla yürüyerek, çadırın kapısından fırladı. Başından dizlerine kadar örme zincirden zırh bulunan yağız bir atın sırtına atladı. Belindeki uzun kılıcı çekerek başının Üzerinde Üç kere salladı ve sonra: — Ya, zafer., ya, ölüm. Diye bağırdı. * Maeckhul ikl Süvarl — Doksan dokuz dişi şeyta- nin boynuzu Üzerine yemin edi- yorum ki: Ba herifler — partiyi Hürmetle Selâmlandı.. kaybedecekler, aziz Şövalyem. — Antuvan !.. Dişi şeytanın da boynuzu olur mu? — E muhterem Şövalyem .. Boynuz denilen şeyi Allah yalnız erkek mahlükat için yaratmadı, yâ? — E Bu heriflerin partiyi kay- bedeceklerini neden keşfediyorsun? | Ça N — Bakınız... Türkler ne kadar | hesaplı bir tertibat — almışlar. Evvelâ, arkalarını dağa vermişler. Araları biribirlerinden açık üç saf teşkil etmişler.. Toplarını da tam Üçüncü safın önünde gizle- mişler.. Şimdi şu dörtnala hücum eden Macar süvarilerinin önünde- ki Türk piyadeleri iki tarafa açılırsa.. Ve Türk topçuları da bu slüivarilerin Üzerine ateş etmi- ye başlarlarsa, Macar süvarileri için felâket muhakkaktır. — Antuvanl.. Adeta bir ordu kumandamı — gibi — fikir beyan ediyorsun, — Ah benim pek muhterem Şöyalyem.. Şu nâçiz hayatımda, girip çıkmadığım kalmıyan Işler arasında, bir müddet kumandan- hk ta ettiğimden galiba zati asl- lanenize bahsetmemiştim. — Ay, sen kumandanlık ta mı ettin; Antuvan? — A, Ne söylüyorsunuz aziz Şövalyem.. Endülüste Araplarla Kastella harplerinin birinde ku- mandandım, asaletmeap... Tam sekiz neferlik bir Ispanyol kıt'a- sına yirmi bir gün, — âcizane kumanda ettim. — Tam sekiz neferlik kıt'aya yirmi bir gün kumanda etmek.. Herhalde... — Affınıza mağruren sözlünü- zü kesiyorum.. Evet, sekiz neferlik kıt'aya, yirmi bir gün kumandan- hk etmek, herhalda ( Anibal )in kumandanlığı kadar şerefli bir iş değilse de.. Yine askerlik hakkın- da bana epeyce mühim — fikirler vermiye kâfi gelmişti... Bakınız.. Bakınız Şövalyem.. biraz evvel sağdan hücum eden Türk süvari- leri birdenbire sola doğru nasıl çarh ettiler.. âdeta kaçıyorlar. — Zannederim ki soldakiler de aynı suretle hareket edecekler, — Haşmetlü Birinci Fransuva Hazretlerinin hassa — alaylarınım beş saatlık btumandanı olan zati asilâneleri önünde fikir beyan etmek haddim değilse de, âci- zane şunu arzedeyim ki, sol ta- raftaki — Türk süvarileri, Macar suvarilerinin arkasını çevirmeye çalışacaklar. — Hakikaten bravo, —Antu- van,, şu senin kumandanlığının yirmi bir güne münhasır kalma- sına şimdi cidden acıdım. Eğer bu müddet temadi etseydi, her halde Ispanyol ordusu mühim bir kumandan kazanmış olacaktı. — Bunu ben de düşünmedim değil, muhterem Şövalyem.. Fakat ah o benim müptelâ olduğum mel'un iç sıkıntısı yok mu?.. Bana hiçbir şeyde temel tutturamadı... ( Arktası vaz ) Müzeden Kitap Çalınmamış Dün bir gezete, âsnrrâtika müzeleri kitaphanesinden bazı kitaplar çalındığı için üç Maarif müfettişinin tahkikat yapmaya başladıklarını yazmıştı. Öğrendiğimize göre müzeden kitap çalınmamıştır. Yapılan tahkikat ta umumi mahiyettedir. Kadın Aynalarının İIstikbali H | Dünya İktirat Haberleri I eee AA Na KO Yunanistan Şekerini Kendisi Yapacak Atinadan y;.zılıyur: Şimdiye ü dar Yunanistan iuı:î:::ı bütün şeker ihti- yacı için harice verdi muhtaçtı. Bu se- beple her yıl dış ticaret blünço- sunun büyük bir kısmı bu gıda maddesine — bağlanıyordu. 1928 senesinde Yunanistanın şeker it- halâtı 451 milyon drahmi kıyme- tinde 60 bin ton olduğu halde bu miktar iktısat buhranı ve bu- nun doğurduğu fiat düşkünlüğü ve salir sebepler altında 1933 senesinde ancak — 312 milyon drahmi kıymetinda 55 bin tona düşebilmiştir. Bu son rakamlar bile Ustünde durulacak kadar mühimdir. Bu vaziyeti göz önünde tutan Yunan Hükümeti bu gida maddesinin memlektte yapılmasını karar a tına almıştır. Ziraat Nazyı M. Teotokis bu işle meşgul olmak- tadır. Verilen karara göre şim- dilik Makedonyada Iki tane şeker tasfiyehanesi yapılacaklır. Bunlar memleket şeker ihtiyacını karşı- layacaklardır. Ilk zamanlarda tu- tunabilmeleri için bu sanayie bazı imtiyazlar verilecektir ve her iki fabrika da hükümetin müraka- besi altında çalışacaklardır. * Romanya gazetelerinde neş- Romanya redilen istatistik- lere göre 1934 P":'_'l;:_“"' Gecesi İlk 'dokuz ayı içinde Roman- yadaki petrol kuyularında6.721.000 ton ham petrol çıkarılmıştır. Geçen senenin ayni ayları için- deki istihsalât 5.452.131 ton ok duğuna göre bu yıl yüzde 14 fazla petrol çıkarılmış oluyor. GüRKAANN KeRERe KA SacAn A KeAA AAA NR AA AY AebeLe eee sEKA Doktor HORHORUMNi Eminönü Valide kıraathanesi yanında, Bilcümle zabitan ve talebeler mec- canon muayene ve yarım. ücretle tedavi edilir. Tel: 24131 (4520) HİKÂYE Bu Sütunda Hergün İtalyancadan nakleden : H. Rouf ALINAMIYAN BİR İNTİKAM O akşam Levi Turmanor isim gününü kutluluyordu. Birkaç ka- fadar arkadaşile beraber - bir köşeye çekilmişler, Briç oynuyor- lardı. Bir aralık müthiş bir zi- yandan sonra yarım saattenberi rakı içmediğini hatırlayarak oyun masasından kalktı, sallana sallana etrafa serpilmiş masaların arasin- dan geçerek gençlerin dansettiği salona girdi. Burada müstehzi müstebzi gülümsedi. Belki o anda gözlerinin önüne gençliği gelmişti ve içini çekerek içki odasına giden kapıdan — girdi, — ortadan kayboldu. Bu odada yuyarlak masa Üzerine intizamla dizilmiş rakı surahileri ve iştiha uyandıran türlü mezeler vardı. Bu mezeler arasında yarısi yenmiş bir İsta- koz sanki Leviyi kendine da- vet Cediyormuş — gibi — duruyor- du. Levi bir kadeh doldurdu, parmaklarını nutuk İrat edermiş gibi havada salladıktan sonra bir yudumda içtL Yüzünü buruşturdu, çatalını batırıp meze alacağı &- rada yan odadan kulağına bazı sesler ilişti, çen bir kadın sesi: — Peki öyle olsun. diyordu, fakat ne zaman? Adamı düşünce aldı: Ses ka- rısınındı. İyl amma kiminle ko- nuşuyordu? — Ne zaman istersen ruhum! Valnız yarın kabil değil Çünkü sabahtan akşam geç vakte kadar meşgulüm. Bunları söyliyen karısile ko- nuşan kalın bir erkek sesiydi. Sesin sahibini tanıdı. Arkadaşla- rından -Yorgiyef. — Sen de mi aptal herif?.., Sen de mi flörtçiliğe başladın? Diye mınıldandı. Adam devam ediyordu: — Evet yarın meşgulüm, ls- tersen mektup yaz. Fakat muha» beremizi — intizama — koymalıyız. Posta ile göndermek Ihtiyatsızlık olur. Ben sana yazarsam, senin ihtiyar hindinin — eline geçer... Sen bana yazarsın, benim evde bulunmadığım zaman bizim “kör- oğlunun,, eline goçor, tabil me- rak edip açıp okur, — O halde nasıl yapmalı ? — Bir çare bulmalı. Bir h- leye baş vurmalı, bir hizmetçi vasıtasile de gönderilmez ki.. Olur a ihtiyar tilki hizmetçiyi göz bapsinde bulundurur. Şimdi ne yapıyor, hâlâ oynuyor mu? — Evet sergem her zaman kaybeder. Adam güldü : — Aşkta talili olduğuna İşa- rettir. İşte sevgilim bulduğum bir bile : Yarın akşam saat tam al- tıda yazıhanemden çıkacağım ve halk bahçesinde müfettişle bulu- şacağım, Bunun için, ruhum, sen de altıya doğru, geç kalma, bi- yük kapının solundaki mermer vazonun içine bir kâğıt bırak- mıya çalış, vazoyu hatırladın mı ? — Evek — Şairane ve esrarengiz bir şey olacak. Bunlardan ne senin göbeklinin ne de bizim “Cadı,, nın haberleri olacak. Levi bir kadeh daha içti ve oyun masasına doöğrü yürlümiye başladı. Biraz evvelki keşfine hiç- bir. suretle kızmamış ve hiddet- lenmemişti. O kızdığı zamanlar bağırır ve küfür ederdi. Hatta hırsını yenemediği zamanlar ma- 1 sayı kırarcasına yumruklard. Bu defaki işittiklerine aldırmadı bile.. oynak karısının bu son bareketi- ne müsamaha ile baktı. Bununla beraber biraz azap duyuyordu. Arkadaşının kendinden bahseder- ken sarfettiği “ hindi, ihtiyar tilki, göbekli ,, deyimleri izzeti nefsini incitmişti. anın — başın: da hem kaybetmekte devam edi- yor hem de arkadaşının, arkadaş- hğa yakışmayacak hareketlerini düşünüyordu: — “ Şu Yorgiyefde amma madrabazmış hal Sokakta karşılaştığımız zaman bana dost gibi — görünüyor, gülümseyerek göbeğimi okşuyor. Şimdi de bak ne halllar karıştırıyor! Oyunda — kaybettikçe öfkesi artıyordu. Elinde tuttuğu tebeşiri asabi arile alayarak kendi kendine: Bd “ — Seni gidi tüysüz senlil, diyordu, oyun bitmiş olsa idi ben sana hindi ile göbekliyi göste- rirdim. Biraz sonra beraberce sofraya oturdukları zaman Levi arkadaşı Yorgiyefin yüzüne rahatça baka- mıyordu. Fakat o, sankl alay eder gibi mütemadiyen — sual — soru- yordu: — Yendin mi? Niçin kederli duruyorsun?, 'e sonra samimiyetini ve tek- lifsizliğini — göstermek — istiyerek müstehzi bir tavurla karısına dön- ve kocasının sahhatile ni- çin alâkadar olmadığını hiç sıkı- madan yüksek sesle sordu. Ka- rısı birşey olmamış gibi baygın gözlerile kocasına bakıyor ve öyle masum tavırla neş'eli neş'eli gü- löyordu kl o anda şeytan kıyafot değiştirip insan kılığına girebil- meseydi bu kadının sadakatsizli- ginden zerre kadar şüphe et- mezdi. — Herkes dağılıp yalnız kaldık- ları zaman Levi sofrada kuzu eti yerine lâstik yemiş gibi kendini asabi ve dilgir hissediyordu. Bel- ki hislerine hâkim olur ve o vak'a- yı unutabilirdi. fakat karısının masum gözükmiye şalışarak gü- Tümsememesi onu çileden çıkar- mıyor ve ona her dakika “ kaz, hindi ve köbekli, sözlerini hatır- latıyordu. — Ah, diyordu, niçin o kâra- tayı oracıkta dövmedim de oka- dar halk içinde kepaze etmedim? Soyundu yatağa girdi, kabil mi? Gözlerine uyku girmeyordu. Aklına koymuştu ona iyi bir dera verecekti: Bir kurşunla köpek gibi öldürmek... İşinden kovdurmak... Yabut vazoya pis kokulu bir şey koymak. Meselâ bir fare leşi ve yahut karısından sonra onun yaz- dığı mektubu hemen çıkarıp yerine manasız satırlar karalayıp imza yerine lanlettayin bir kadın ismi yazarak alay etmek... İIşte zihni bu gibi karışık düşüncelerle uğra- şirken / yataktan kalktı. ellerini rarak: — Nihayet buldum, dedi. Hem çok güzel ve mükemmel bir fikir. Derhal masasına oturdu, Kâğıt kalem çıkardı yazısının - şeklini değiştirerek ve birçok imlâ yan- lışları yaparak şu mektubu yazdı: *“Tücecardan Dulinov Elendiye: Muhterem efendim, Yarınki perşembe günü saat tam altıda Halk bahçesinin yanındaki mer- mer vazoya bir paket içerisinde 600 rüble koymadıgğınız takdirde canınızı cehenneme yollayacağımızı bildirmekle mütesesifiz efendim. » Levi bunları yazdıktan sovra ( Devamı 11 nel yüzde ) y ”