Hilâl -ve- Zambak Büyük Tariht Roman Muharriri: A. R. No. : 35 M -9. 934 Kurulan Tuzak .. Papas Ef., Sırtındaki Cüppesini Çıkarınca, Tepeden Tırnağa Kadar Çelik Bir Zırh Göründü .. — > Diyan, busözleri söylerken ayağa kalkmış, elini, emniyetiumu- miye müdürüne uzatmıştı. Fransa sarayının yegâne melikesi olmıya namzet olan bu nufuzlu kadın karşısında mukavemet gösterme- nin ne fena neticeler verebilece- ğini düşünen Kont Dö Monklâr, olduğu yerde bir put gibi dona- kalmıştı. * Bastil hapishanesinden çıkan papas, birçok dar ve dolambaçlı sokakları dolaştıktan sonra, prens Don Jozenin o münzevi köşkünün Bönüne gelmiş.. cebinden çıkardığı bir anahtarla kapıyı açarak içeri girmişti. Bu papas, Don Jozenin bizzat kendisi idi. Engizisyon mahkemel — âliyesi — erkânından olduğu için haiz olduğu fevka- lâde salâhiyeti — islimal — etmiş, öğrenmek istediği şeyleri, kısman öğrenmişti. Odasına girip te sırtındaki papas cübbesini bir tarafa attığı zaman, tepeden tırnağa kadar ince çelik halkalardan örülmüş bir zırh içinde olduğu görü- mekte İdi. Tamamen düşman bir memle- kette bu kadar cüretkârane bir rol oynayan bu genç ve emsalsiz derecede güzel olan adam, bir koltuğa uzandıktan sonra dimağını işgal eden karma karışık tefek- kürata, şu suretle bir şekil verdi: — Bu, şövalye denilen genç, cidden pek mert ve pek cessur bir adam... Onu elde etmek, benim için cidden büyük bir muvaffa- kiyet olacaktır. Hem Fransuvamın gizlice hazırladığı pilânları öğre- neceğim; hem de Fransa hüküme- tinin yapmak istediği bir ittifakın önüne geçeceğim... Şövalye Cem.. bu, her halde şu meşhur ve tari- hi Tük prensinin en yakın bir mensubu olacak... Onu İlüzumsuz isticvaplarla şüphelendirmediğime çok iyi ettim... Şimdi asıl mese- lenin tetkika muhtaç olan nok- tası şudur: Bu adatu, Kıralın ve Fansanın menfaatı için bu kadar büyük bir fedakârlık ihtiyar et- tiği halde, kraliçe niçin nankörlük etmiş.. Ve bu adamı neden Bas- tilin en derin bir zındanına hap- seylemiştir?. Acaba, bunak Fran- sa kraliçesinin daha hâlâ saltanat sürmekte arzusu mu var, yoksa... Don Joze, bu karanlık noktayı *envir etmek için zekâsının bütün nurunu — sarfediyor, ve hakikat *trafında dönüp dolaşarak, niha- yet şu neticeyi bulabiliyordu: — Yoksa, Fransa tahtına başka rakipler mi zuhur ediyor. Don Jozenin bu tefekkürati epeyce uzun sürmüş! Nihayet şu kararla neticelenmişti: — Evet.. Yarın, Luvr sarayına kadar — gitmeli ve kraliçe ile * bizzat görüşmeliyim. x» Kraliçenin asabiyeti, gittikçe artıyordu. Huzuruna - celbettiği emniyeti umumiye müdürü Kont dö Monkları fena halde haşlıyor- dü: — Mösyöl.. — Zavalh — oğlum, bu felâkete uğrıyarak — ortadan çekildikten — sonra size de gari, bir hal geldi. Görüyorum ki va- zifenize eskisi gibi ehemmiyet vermiyorsusuz.. İşinizi, gücünüzü sadece; Parisin Kur de mirakl, Movc Garson, Frank burjuva gibi serseri —mahadelerinde beş on hırsızı takipten ibaret zannediyor sunuz. Halbuki Paris — emniyeti umumiye müdürünün, böyle teh- likeli zamanlarda Paris semasında uçan — kuşlardan — bile malümatı olmalıdır. Soruyorum - size, bu şövalye hakkında hiç malümatınız yok mu? — Maalesef hayır haşmetpenah. — Pekâlâ.. Sen de Nis so- kağında bir lokantanın misafir- hanesinde kanlı bir müsademe- den bahsolunyor. — Evet Haşmetpenah.. — Burada iki adam tevkif edilmiş.. Bastile gönderilmiş... — Evet Haşmetpenah.. Casus olduğu kuvvetle ihbar edilen iki serseri... — Bunları bana tarif edebi- lir misiniz ?.. — Evet Haşmetpenah... Birisi upuzun.. — kupkuru.. — omuzlarına kadar sarkan uzun bıyıklı.. Sefil kıyafetli bir İıpıııyol... — Ya, öteki ... — Çok yakışıklı.. Küstah ta- vurlu., Siyah kadife elbiseli.. — Boynunda kalın zincire ta- kılmış bir madalyon var mı?.. — E.. Evet, Haşmetpenah... — Ta, kendisi... Pekâlâ, şimdi bu adam Bastil'de değil mi? Artık, Parie Emniyeti Umu- miye Müdürünün dişleri biribirine çarpıyor, söylemekte pek güçlük çekiyordu. — Size soruyorum. Mösyö.. Şimdi bu adam, bu Şövalye Bastil'de değil mi? — Ha.. yır.. Haş.. met.. penah. — Ya nerede?.. — Bu sabah.. Idam.. olundu. * * (Haşmetpenah !.. Şövalye He arkadaşı, bu sabah idam edildiler) Kıraliçe, oturduğu yerde sar- sıldı. Birdenbire gözleri kapandı. Başını geniş koltuğun -siyah aba- noz zemin Üzerine -fil dişinden üç beyaz zambak işlemeli- arka- lığına dayadı. Birkaç saniye öy- lece kaldı. Ve sonra elini uzâttı. Yanındaki çıngırak kordonunu çekti. İçeri giren saray muhah- zına : — Bu Efendiyi tevkif ediniz. Hiç kimse ile görüştürmeyiniz. Emrini verdi. Tam o anda da içeri başma- beyinci girdi. Yerlere kadar eği- lerek: — Haşmetpenah !. Mahkemel âliye erkânından ve mücahidi İsa tarikatı rüesasından — muhterem peder, Dum Pedro hazretleri pek müstacel bir mesele için zati haş- metlerini ziyaret arzu buyuru- yorlar, n Dedi. Kıraliçe, bitkin bir halde idi, Böyle bir zamanında bir başka- sının huzura girmek istemesi ha- ber verilseydi, biç şüphesiz ki reddederdi. Fakat bu kadar mü- teessir bir zamanında, böyle mü- barek bir zatın ziyaretini, manevi bir teseliyet gibi telâkki etti. — Derhal buyursunlar. Cevabını verdi. ( Arkamı gı'ır / W ı UB D — Benimle de askerlik oynar mısiniz. mösyö?. #reresaLeLecALAAL AAA ŞELARASELALALALALELALEDALEAE LA KEALADACE. Dünya İktizat Haberleri Dünya Pamuk Rekoltesi Bu Sene Fazladır Ziraat bürosunun Vaşington aylık raporuna na- zaran, Amerikanın — YOZiYEİİ | bu seneki pamuk rekoltesi | Ağustos 1934 tarihinde 9,195,000 balya tahmin olunmuş- tur. Bunâ nazaran 1934 - senesi rekoltesi bir evvelkinin 474,2 sin- den, 1932 dekinin *»65,6 sından, 1931 senesinin *:74,9 undan ve 1930 rekoltesinin *62 sinden iba- ret bulunacaktır. 1 Acre vüsatın- daki arazi başına hasılat ise ge- çen sene 198,4 iken bu sene am cak 160,9 libre tutacaktır. Alâkadar diğer resmi ve hu- susi — mahafilin tahminleri ise 8,900,000 balya - 9,375,000 balya üzerinden yürümektedir. Binaen- aleyh rekoltenin takriben 9 mi- yon balya olacağı şüphetiz gibi sayılmaktadır. Diğer taraftan Mısır ve Şarki Hindistandan gelen haberlere na- zaran, oralardaki pamuk rekol- teleri oldukça bereketli bulun- maktadır. Bu vaziyetin umumiyetle nikbin bulunan Amerika satıcıla- rında ufak endişeler uyandırdığı söylenmektedir. * Romanya İstatistik dairesi bu memleketin hay- van ihracatına ait istatistikler — neş- retmektedir. Bu istatistiklere göre bu senenin ilk altı ayında Ro- manyadan muhtelif memleketlere 17.480 büyük baş hayvan, külli- yetli miktarda — domuz, 49.476 kilo taze et 123 at, 24.751 koyun ihraç edilmiştir. Bu ihracat bil- hassa taliplerini arttırmakta olan Yunan ve Filistin piyasalarına yapılmaktadır. Halbuki geçen sene on iki ay içinde yapılan ikracat bu altı aylık sevkiyattan az idi. 1933 senesi içinde Romanyadan yapı- lan büyük baş hayvan miktarı 16.482 baştır. Koyun ihracatı ise hesaba gelmiyecek kadar . ziya- deleşmiştir. Geçen seneki ihra- cat yalnız 1800 baştı. * Atinadan yazılıyor: Selâhiyet- tar makamlardan Çek rejisi Yunanistan- haber ııl:ndııâx danda tütün| yejisi Prağda 450 alıyor — | bin kilo 1933 mah- sulü Yunan tütün almak Üzere bir münakasa açmıştır. Bu tütünlerden 350 bin kilosu Makedonya ve 100 bin kilosu da eski —Yunanistan mahsulü olacaktır. yeni intişar eden | aa HİKÂYE Bu Sütunda Hergün Yazan: Firdevs İsmail DURGUN BAKIŞLAR — Gidiyor musun Mesrure? — Terzi telefon etti. Yeni odeller gelmiş; gideyim, güzel *T model beğeneyim. Sen bugün « imıyacak mışın? Hayır, Murat çıkmıyordu; ©, bir arkadaşını bekliyecekti. Mes- rüre gittiktan sonra biraz daha yazı yazdı. Hava çok sıcaktı. Mu- rat Bey o gün fazlaca yoruldu- ğundan —camı sigara içmekten başka bir şey istemiyordu. Bir sigara yaktı, kalktı, marokon koltuklardan — birine — gömüldü. Gözleri, sigaranın kıvrıla kıvrıla yükselen mavi dumanında, dalgın düşünmeye başladı: Bu saatte Mesrure nöden sokağa çıkmışlı? Onun yeni modellere karşı gös- terdiği alâka değil, bir cinnetti! Eğer bu saatte gitmeseydi başka müşteriler hemen o modelleri alıp kaçıracaklar mı idi? Birkaç sene- denberi evli oldukları halde mes- rüreyi düşünmekte ayrı bir zevk bulurken bugün âdeta bir azap hissediyordu. O, biraz havai idi. Kim bilir? Belki de Murat Be onu bu havailiği için kıskanar seviyordu. Kendini, canını, müş- terek hayatlarını düşünürken gay- rühtiyari bir başkasının hayalını düşünürdü. Cevdet, Murat ğeyln en samimi, belki de kardeşinden ileri yegâne arkadaşı Idi. Bir gün onun çocuk gibi coşkun bir sevinç içinde gelişini hatırladı. Daha kapıdan girer girmez Mesrure isminde güzel bir kızla evlenece- ğini haber vermişti. — Murat, onu sen de beğe- neceksin. O, bir çiçek, hakiki bir çiçek, nasıl söyliyeyim, beyaz teni, sarı saçlarile papatyaya pek benziyor. Henüz on sekiz yaşında sevilmeye lâyık, masum bir kız- cağız. İnan bana, daha ilk defa böyle müstesna bir kadına tesa- düf ediyorum.. Onu gördüğün zaman derhal beğeneceksin. Murat onu görmüş, Cevdetin dediği gibi pek beğenmişti. Sarı, dalgalı saçları, açık pembe yüzü- ne ne kadar da yaraşıyordul!. Uzun — kirpiklerin — çerçevelediği lâcivert gözlerin hulyalı bakışla- rının tesirlerinden kurtulmak pek güçtü. Murat, Cevdetle oldu; gibi Mesrure ile de az zamanı arkadaş oldu ve hemen hemen her cumayı onlarda geçirmeye başladı. Bu mes'ut çift onun pek hoşuna gidiyordu. Cevdet bazan dudaklarında masum bir tebes- sümle arkadaşına yaklaşır, ne zaman evleneceğini sorardı. Mu- radın: “ Mesrure gibi bir kadın bulduğum zaman evleneceğim ,. cevabı Cevdeti de, Mesrureyi de güldürürdü. Bu sual senelerce soruldu. O da senelerce ayni cevabı verdi. * Bir gece Murat Telefonun şid- detle çalınmasile uyandı ve ko- casının birdenbire ağır hastalan- dığını söyliyen Mesrurenin ağla- yan, hıçkıran sesile şaşkına dön- dü, hemen giyindi, otomobiline bindi, bir çılgın gibi şapkasız, kravatsız koştu. Cevdet konuşamı- yacak kadar ağırlaşmıştı. yli- yemediği şeyi bakışlarile anlat- mak ister gibi ıstırapla irileşen gözlerini Muradın gözlerine dikti. O bakışlarda: “Mesrureyi bırakıp ölmek istemiyorum,, demek isti- yen bir manâ vardı. Ne çare ölümün zalim pençesinden kurtu- lamıyarak sevgili Mesruresini bir daha görmemek üzere lerini kapadı.O gün ve onu takip eden birçok günler Mesrure dinmek bilmiyen göz yaşları döktü. Bir gün Muradın yazıhanesine gide- rek veraset işlerile meşgul olma- sını rica etti. Artık işini takip İçin sık sık yazıhaneye ıiedlyonln. Burat uzakta bir ağabeysinden başka kimsesi olmıyan bu memnuniyetle yardım — ederken esrarlı gözlerin caribesine kapıl- i J maktan da korkuyordu. Bazan Cevdetin son yalvarıcı nazarları- nın ağırlığı altında büzülerek Mesrurenin — gelmesini beklerdi. Nihayet bir gün ona sevmekten sevilmekten bahsetti. Fakat © anda arkadaşının ruhunun orada hazır bulunduğunu hissetti. Hatta o yalvaran gözleri yine gördü. Onun yalvaran nazar- larına biraz da kıskançlık karışınış gibi idi. Yaşayan bir İnsana hiya- net ediyormuş gibi utandı. Göz- lerinin önünden eksik — olmıyan © bakışlar ne olurdu. biraz sakin- leşselerdi. Elindeki sigara parmağını ya- kınca kendine geldi. Oturduğu yerden doğruldu. Acaba niçin Mesrure böyle yakıcı bir günün öğle sıcağında sokağa çıkmıştı. Tekrar yazıhanesinin başına otur- du çalışmasına imkân yoktu. He- yecanını belli etmemek için sesine mümkün olan sakinliği vererek terziye bir telefon etti: — Zevcem orada mı? —Yal!... Çok rica ederim gelir. gelmez bana telefon etmesini lütfen ken- disine söyleyiniz, Büsbütün — yorgun — yerinden kalktı. Mesrure telefon etmedi. Akşama doğru her zamanki güler yüzile, şuh etvarile kocasının ya- nına geldi.. Murat, Mesrurenin ellerini tuttu gözlerini iki ok gibi karısının gözlerine sapladı, sonra sert bir sesle: — Bana neden telefon etme- din? Dedi, Kadın birdenbire ciddileşti. Kocası ne telefonu soruyordu? O, ayni sert sesle - tekrarladı: — Terziye telefon ettim. Seni beklemediğini söyledi. Neden ora- ya gittin? O ânda karısının yüzünde bir dirhem kan kalmadığının, bir saniye gözlerini kapayarak ken- dinden geçtiğinin farkına vardı, fakat bu pek kısa sürdü, kadın kendine geldi. Gülmeğe çalışarak: — Sen Makbuleye — telefon etmişin. Halbuki ben Melek ha- nıma gittim. O, Paristen en son modelleri getirmiş amma ben birini beğenmedim... Dedi elbise- sini değiştireceğini — söyliyerek kocasının yanından ayrıldı. Kadın gülüyordu, fakat korkunç dere- cede sararan yüzüne — bu sahte gülüş hiç yaraşmıyordu. — Murat onu pek uzun süren yarım saat bekledi. Belki de — utancından kocasının yanına gelmek cesa- retini kendinde bulamadığından aşağıya inmiyordu. Artık onu bek- lemekten vazgeçti. Ellerile yüzünü kapıyarak bu hale nekadar zaman tahammül edebileceğini düşünmi- — ye başladı. Sımsıkı yüzüne kapa- dığı elinin gölgesinde kendine bakan bir başkasının gözlerini, zavallı Cevdetin gözlerini gördü. Onun kin dolu nazarlarına şefkate merhamete benzer birşey çökmüştü Yoksa onu artık af mı etmişti? Yeni bir ıstırabın başlamasile diğeri nihayet mi bulacaktı?. O durgunlaşan — bakışlara — yalvar- mak ister gibi kalktı, bir iki adım ilerledi, ellerini havaya kaldırdı, sesi, bir feryat gibi sessizliği — Söyle Cevdet, söyle kar- deşimi. Yoksa — ruhuna ettiğim hürmetsizliğin — cezasını mı ceğim?... ı f ı— L İ İ :