Gâvur Mehmet Kara j Yürek Çetesi Tefrika No. 90 Aman Ağam Yalvarırım Bana Kıyma Davranma! Dedi Ve Sıçrayarak Saklanan Adamın Omuzlarına Bindi Gâvur Mehmedin şu andaki waziyeti o kadar tehlike kesbet- mişti ki: Dünyanın en soğuk kanlı ada- mı bile buna mukavemet edemez- di... Taşların sivri kenarları, Gâ- vür. Mehmedin ellerini kesiyor, yavaş yavaş başı dönüyordu. Kı- mıldamasına imkân yoktu. ayaklarile usul usul taş kovukla- rını arıyor; büyük bir dikkatle, bunları bir basamak gibi kullanı- yordu. Ayakları toprağa bastığı za- man, başını kaldırdı. Yukarı bak- tı. Ancak ©o zaman yaptığı işin nekadar azametli ve nekadar cüretkârane olduğunu anladı: — Nasıl indim, buradan?.. Diye mırıldandı. Fakat.. Şimdi, bunları düşüne- cek zaman değildi. Asıl düşün- düklerini yapmak elzemdi.... Ken- disinin kolay kolay tanınmyaca- ginı ümit ediyor, ve fazlaca sak- lanmıya lüzum görmiyordu. Bu sırada, öndeki çalıların arasında, saklanmış olan bir ada- mın kımıldandığını hissetti. He- men tabancalarından Dedi. Ve iki adımda oraya sıçrıyarak saklanan adamın omuz- larıma bindi. Arkasında, Karadağlı elbisesi olduğu halde, bu (dav- ranma...) sözü, gayri ihtiyari ola- rak Gâvur Mehmedin ağzından çıkmıştı. Şimdi Gâvur Mehmedin tahir pençesi altın da titriyen adam, Taşralı bir ermeni şivesi ve fakat Türk lisanile mukabele etti: — Amanağam.. Bana kıyma... Allah seni inandırsın ki; suçsu- zum.. Bu herifler beni desise ile buraya getirdiler. Hapsettiler. Ne yaptırdılarsa, zorla yaptır- dılar. Bu adam, bu sözleri yalvara yalvara süylüyor; söyleyiş tarzın- dan doğruluğu — hissediliyordu... Gâvur Mehmet, hafifçe yana çe- kildi ve adamın yanına çömeldi. Yüzüne dikkatlice bakınca bu /— adamı tanıdı: — Sen, aşağıdaki mağaralar- da. Ocak başında çalışan adam değil misin?, Saçı sakalı biribirine karış- mış.. Rengi, bir toprak gibi ka- yarmış olan bu adam, cevap verdi : < — Evet.. Evet, amma.. Allah bilir, ben orada isteğimle çalış- madım.. Bu adamlar... Gâvur Mehmedin, şimdi fazla söze tahammülü yoktu. — Gevezelik etme.. sus. Ben- den niçin korkuyorsun. Görmüyor musun kıyafetimi?. Ben yabancı değilim. Adam, başını salladı : — Hayır.. Sen, herhalde, dı- şardakilerdensin. Çünkü, o kaya- lıktan inerken gördüm. Sen iner- ken, ben burada korkumdan titri- yordum. Seni saklamaları için bütün azizlere dua ediyordum. — Niçin?.. c — Eh.. Şüphesiz — dağilmi?.. Bu herifler ele geçerse, ben de kurtulacağım. — Yalan söylüyorsun. — İste- seydin bırakıp kaçamazmıydın?.. — Nasıl kaçabilirdim, ağa... Benim çektiklerimi bilmiyorsun da, öyle söyliyorsun... Beni, iç içe, geçme üç mağaranın içine kapadılar. Orada çalıştırdılar. Mağaranın kapısinda her gün her gece iki hırvat nöbet bekler.. Bana, günde bir saatcik olsun, Allâhın gökyüzünü bile göster- mezlerdi. Bütün günlerim ve ge- celerim, ocak başında geçerdi. Gâvur Mehmet, bu adamın söylediği sözlerin doğruluğunu bizzat gördüğü için, kalben ken- disine hak verdi: — Pekâlâ, sözlerine inanıyo- rum. Seninle sonra uzun uzadıya konuşuruz. Şimdi, sorduklarıma cevap ver.... Evvelâ söyle adın ne?.. — Arşak. — Nerelisin? — Vanlıyım. — Nekadar zamandır burada çalışıyorsun?. — Allâh bilir amma, galiba iki aydan fazla. — Çok âlâ... Şimdi sana bir- şey daha sorayım. Bu adamlar, yakalandıkları zaman ne olacaklar biliyormusun?.. — Hayır. — Dur.. Ohalde, ben sana söyliyeyim... Hepsi de birer birer köprübaşında asılacaklar. Arşak, büyük bir korku ile titredi. Sanki o müthiş akıbeti görmemek için gözlerini kapadı. Karmakarışık olan sakalının ucu havaya kalktı. Sağ elile haç çı- kardı: , — Dervo gomya... | Allahım, sen bana merhamet et ). Diye mırıldandı. — Ve öyle zannediyorum ki: Bu cezadan, sen de kurtulamıya- caksın, Arşak ahpar.. Anladınmı?, Arşak, ağlamıya başlamıştı. Hem ağlıyor, hem de masum olduğunu ileri sürerek kendini kurtarması için Gâvur Mehmede yalvarıyordn. . Gâvur Mehmet Arşağı kâfi derecede hali işbaa getirdikten sonra sordu: — Sen bu felâketten cidden kurtulmak istiyor musun?.. — Şü:l:eııı. — © halde, Stöyliyeceklerimi, yapacağına dair söz ver. beni da, yapa- bileceğim, herşeyi yaparım. Evvelâ, onu söyle, Bu adamlar senden çekiniyorlar mı?, — Hayır. — Sen, nasıl kaçtın da; bu- raya geldin, saklandın?.. — Benim, hiçbir. şeyden ha- berim yoktu. Ocakta erittiğim kalayı kalıplara dökmiye hazır- lanıyordum. — Birdenbire - silâhlar patlamıya başladı. Ne olduğunu anlamak için mağaranın kapısına koştum. Baktım ki; her zaman orada bekliyen nöbetçiler yok. ( Arkası var ) : 1'ı İO*A Dalgın — Acaba ben buraya ne yapmıya gelmiştim?.. Yeni Neşriyat Tıp Almanağı Hakkında Çıkaran: Mazhar Osman Doktor Mazhar Osman B. cumhuriyetin onuncu yıl dönümü münasebetile bir Tıp almanağı neşretti. Kendisinin de mukad- dimede kabul ettiği gibi, bu eser yalnız onun değildir, bütün dok- torlarımızın müşterek eseri sayı- labilir. Zaten bu eser bir almanaktan ziyade bir tıp külliyatıdır. İçinde bütün doktorlarımızın kendi ihti- sas şubelerine ait yazıları vardır. Bu sayede bu eser, her ev için, her vatandaş için hakikaten çok hyd"ındhr bir. malümat mem- ğunuz mu hastadır, refi- hnı(ğo:z:lı mu doğurmak üzere- dir, birdenbire anlayamadığınız y Vana Çai va: vra- EaE esşinindü'mir : eemi derknl imdadınıza yetişebilir. Cilt, dahili harici, ccrril bütün hastalıklar hakkında bu eserde lıııâtı,ve her- kesin anlayabileceğ lisanla Bundan maada Tıp almanağı, bizde tıp müesseseleri ve doktor lar hakkında da haylı malümatı ihtiva etmektedir. Kütüphanemizi böyle kıymetli eserle zenginleştirdiği için Maz- har Osman Beye teşekkür etmek borcumuzdur. — A Askeri Baytar Mektebine Nasıl . .ye Girilir Askeri Baytar yetiştirmek üze- re bu sene talebe alınacaktır. Kabul olunacak talebenin 16 - 22 yaşında olması lâzımdır. Tam devreli| liseyi ikmal edenler imti- hansız, ikmal etmiyenler müsabaka imtihanile! kabul — edileceklerdir. Müsabaka imtihanı, hikmet, kimya (uzvi ve gayri uzvi), hayvanat, nebatat, mükemmel hesap, cebri âdi, hendesci musattaha ve müces- seme, türk tarihi ve coğrafya, lisanı ecnebi (Fransızca, Almanca, ilizce, derslerinden yapılacaktır. Daha fazla tafsilât istiyenler, Haydarpaşa Askeri Baytar Tat- bikat mektebinden şifahi veya tahriri izahat alabilirler. Mektepçi Elbüstanda Muallimler, Memurlar Mek- tep İnşası İçin Birer Maaş Teberru Ettiler Elbüstan, (Hususi) — Maarif Vekâleti burada bir ortamektep tesisine karar vermiştir. Bu ha- ber halk üzerinde büyük bir sevinç uyandırmış, mektep binası tedariki için derhal iane dercine başlanmış ve ilk elde 7 bin İira toplanmıştır. Bu hamiyet müsa- basına memurlar ve muallimler de iştirak etmişler, birer maaşlarını mektep inşasına lılıerışı ederek bankaya yatırmışlardır. e bi a nn ö e ee ea Ahmet Şemsi pansiyonun mer- divenlerinde hemen her gün kom- şusu İkbal Âkil hanımla karşıla- şıyordu. Her sefer şapkasını bü- yük bir nezaketle çıkararak onu selâmlıyor, genç kadın da ona bir tebessümle — teşekkür — ediyordu. Ve bu sahane, haftada üç dört defa tekrarlanıyordu. Tesadüfler fazlalaştıkça Ahmet | genç kadını ilk gördüğ len gittikçe çok daha güzel mıya başlıyordu. Nihayet onun vaziyetini, vazifesini öğrenmek için tahkikata girişti. Neticede, — komşusunun — üç dört aylık bir izdivaçtan — sonra dul kalmış bir banka daktilosu ol anladı, lünzevi ve muntazam bir ha- yat yaşıyordu. Bütün tanıyanlar, onun çok ince, çok — kendine mahsus bir cazibesi olduğunda ittifak ediyorlardı. Bu atı edinen Ahmet Şemsi — kendisini İkbal Âkil Hanıma biraz yaklaş- mış hissetti. Fakat bu kocasız, üşıksız genç ve güzel — kadının ciddiyeti, mağrur edâsı — onun cesaretini baltalıyordu. Ahmet Şemsi kadın işlerinde zaten çok tecrübesiz, çok mah- çuptu. Genç kadın arkasında - elle tutulabilecek kadar koyu bir esans havası bırakarak - sür'atle merdivenlerden inerken, duvara yapışarak bir selâm vermektet iç çekmekten başka bir şey ya- pamıyordu. Haftalar, aylar — geçiyordu. Fakat genç adam hayallerinin tahakkukuna bir adımcık daha yaklaşabilmek imkânını birtürlü bulamıyordu. * Sevenleri Allah korur,, diye halk arasında meşhur ve yerinde bir söz vardır. Ahmet Şemsi bir tatlı ilkbahar sabahındabunun isabetine iman etti. Kapıdan gi- rerken kapıcı kadın ona iki mek- tup ve birkaç gazete verdi. Odasına kapanınca mektup- dardan birini açtı. Kendisini o çar- şamba günü öğle yemeğine davet eden bir dostundan geliyordu. Onu bıraktı, diğer zarf çok hafif yapiştırılmıştı, pek kolay açıldı.. Okumıya başlar başlamaz hayrete düştü: Mektubun,başında: Cici ikball! Yazılı idi. Mektubun sonuna göz attı. Bir kadın imzasile karşılaştı: Yanlışlıkla komşusuna gelen bir mektubu açmıştı. Onu sahibine Eötüri'ıp. kapıcının yanlışlığını ve endi dikkatsizliğini itiraf ederek vermeyi de düşündü. Fakat bir- den içinde çok sevdiği bir kadına yazılmış olan satırları okumak arzusu, merakı uyandı. Hem zarf yırtılmamıştı, okuduktan sonra pekâlâ kapatıp belirsiz. bir su- rette yapıştırabilirdi. Kısa bir tereddütten — sonra tecessüsüne mağlüp eldu. Ve... Okudu. Kendisince meçhul bazı vak'. alardan bahseden bir kısımdan sonra gözleri şu satırlara takıldı: “Ee, ya küçük komşun ? Yine her zamanki gibi cazibeli mi? Kendisinden eskisinden daha az bahsettiğine bakılırsa seninle da- ha fazla alâkadar oluyor. “Yakın bir günde bana epey- dir beklediğim bir haberi - ne haberi olduğunu söylemiye bil- diği mem İüzum var mı - verd dön e HİKÂYE Bu Sütunda Hergün | şu kadınlar !.. Yazan: N. $. zaman hiç hayrete düşmiyece- ğiml..., Bu cümleler genç adama yeni birşey keşfettiriyordu: Artık şüphe edemezdi ki seviliyordu. Mütebessimane başımı salladı: — Şu kadınlar ne acayip mahlüklar! diye mırıldandı, Fa- kat bu haberi bu şekilde almak bir az ayıptı ve pek hoşuna git- medi. Bunu onun ağzından işit- menin tesiri ayni olabilir miydi? amma neyse, şimdi bu kadarını öğrenmişti ya ötesi kolaydı. Mektubu katladı, zarfa koydu, ve ihtimamla yapıştırdı ve yan« lışlığı anlatarak — kapıcıya - iade etti. O günden sonra Ahmet Şemsi şıklaşmıya başladı. Ve ceki mah- cubiyetine veda etti. Artık mer- divenlerde rastgeldikçe yol ve- rirken hafif bir sesle: — Buyrunuz hanımefendi! Di- yordu, “Bir müddet sonra ona kartile çiçek buketleri gönderdi, Ve 'nihayet bir gün onunla konuş- mıya katiyen karar verdi. Hem düşünecek, çekinecek ne vardı ki; madem ki seviliyordu. Genç kadını pansiyonun tenba ve geniş antresinde bekledi. İkbal Hanım üçüncü kendisi dördüncü katta oturuyordu. Bu itibarla bu mühim mülâkat için ön müsait yer oraşını bulmuştu. h Mahcuplar beceriksizdirler, İk- bal Hanım peşinden terbiyeli ter- biyeli yavaş yavaş merdivenleri çıkarken pek âlâ- konuşuyordu, Fakat ilânı aşkını, onu kollarının arasına alarak bitirmiye kalkışa- rak müthiş bir pot kırdı. Yüzünde dehşetle — şaklıyan bir sille ta aşağı kattakl kiracı- ların meraklarını tahrik - etmişti. Bu bir hâdise bir skandal oldu. O güne kadar sakin, uysal, kendi halinde bir adam olarak tanınan Ahmet Şemsi pansiyon- dakilerin gözlerinde profesyonel, mütecaviz, küstah, yüzsüz bir çapkın derekesine düşüvermişti. Kapıcı bile selâmını almamıya başlamıştı. Kendisi hiçbir şey anlıyama- mıştı. Yanlışlıkla açtığı mektupta okuduğu satırlarla İkbalin mua- melesi arasında münasebet bula- mıyor, bu mübayenetin manasını keşfedemiyordu. * : Üç ay sonra bir gün artık ..lımç ve);niyı olan ka- pıci onu kolundan tuttu, Udasına çekti : — Hıbağ’niı var mı? dedi.. — Neden — Koıımıı İkbal Hanım niden evleni yorE Y:. doîlıılıle bakalım? — Bir ticarethane muhasibile.. şu bize komşu bir oğlan » Karşı sokaktaki pansyonun “tam İkbalin katının hizasına gelen dairesinde oturuyor.. İşte onunla.. Zaten ötedenberi karşı karşıya muaşakalarının farkındaydım am- ma bir izdivaçla neticeleneceğini tahmin etmemiştim doğrusu ? Ah Bu ifade, Ahmet Şemsinin tokat hâdisesindenberi kafasında bükülen istifhamın cevabı - ol- muştu. Şimdi artık o, yanlışlıkla oku- duğu mektupta bahsi geçen kom- sunun kim olduğunu öğrenmişti.