Te A T SA SK DS SO Kara < Vitali Yürek Çetesi Tefrika No. 58 Tiril Tiril Titreyordu Silâhlar patladı, kufşunlar dehlize çarptı | Gâvur Mehmet yere yuvarlandı — Amaaan.. Yapmayın.. Al- | lah aşkına vücuduma dokunmayın.. Diye bağırdı. Civani, arkadaşına tekrar sor- du: — Ne söylüyor ?.. Sen biraz türkçe bilirsin, Vitali cevap verdi: — Yalvarıyor.. Benim hiç ka- bahatim yok, diyor. — E, sor şuna bakalım.. kim- miş... Burada ne arıyormuş... Vitali, bir taraftan ayağının ucile Gâvur Mehmedi tekmeliyor, bir taraftan da türkçeye benzemi- yen bir lisanla isticvap ediyordu. Fakat Gâvur Mehmet, anlaşılmıyan bu suallere karşı mütemadiyen inlemekle.. Mütemadiyen muztarip feryat ve şikâyetlerle cevap veri- yördu. Civani, sabırsızlandı: — E, böyle uğraşıp duracak mıyız.. Madem ki onu gördüğünü hatırlıyorsun.. mademki — şüphele- niyorsun., © halde icabına bak- malı... Sen, git'. şuradan şövalye- ye sor.. bakalım, o ne diyecek?. Vitali, adadan çıktı. Dehlizde, köprünün önünde durarak içeri seslendi: — Hey.. Şövalye Bonelli Canilerin reisi ile Vitali ara- sında, şu muhavere geçti. — Ne istiyorsun?.. — Burada yatan adamı gör- dün. — E, kimdir?.. — Kim olduğunu kat'iyen kestiremiyorum. Fakat, ben bu adarmı gördüğümü çok iyi hatır- hyorum. — Ne zaman?.. — Gâvur Mehmedi büyük babasına kavuşturduğumuzun er- lesi günü, — Nerede?.. — Paganinin — dükkânında.. Öyle aklıma geliyor ki, o za- man bizim masanın karşısındaki masada —oturmuş şarap içiyor, bizi gözetliyordu. Bonelli, ağır ve müstehcen bir küfür savurduktan sonra ce- vap verdi : — Eh, pekâlâ.. Bizi gözetle- diğini gördün de, o zaman niçin bize haber vermedin? — Ne bileyim ben.. Her yü- zümüze bakandan şüphelenecek olursak, vay halimize.. O halde Karayürek çetesini — dağıtmalı.. Gidip bir manastıra kapanmalı. Bonelli, bu cevaba çok kız- miş olmalı ki eskisinden daha iğrenç bir sövmeden sonra: Şövalye.. — Beşyüz defa dağ eşşeği.. Hayvan oğlu hayvan... Adam olalı daha dört gün olüyor. Şimdi bana akıl mı öğretiyorsun.. Evet.. Her- — kesten süpheleneceksin.. Anandan, babandan, hattâ benden bile... Sen; nasıl herkesin düşmanı isen, herkeste senin düşmanın... Vitali, kendi kendine homur- danıyor, Bonelli'nin küfürlerine mukabele ediyordu. Sonra yüksek ksle sordü : — E, anladık.. Anladık.. söyle, şimdi.. Bu herifi ne yapalım ?.. — Ne yapacaksın.. Daha hâlâ bilmiyor musun?.. Ben, ne söyle- dim size ?.. Söyletin keratayı ?.. Adı nödir ?,.. Kimdir ?... Bu eve... Bu dehlizlere girmeyi kimden öğrenmiştir ?... Bunları mutlaka öğrenmek lâzımdır.. Her şeyi söyletinceye kadar öldürme- yin. Söyletmek için de, evvelâ ku- laklarından kesmiye - başlayın., Parmaklarının kemiklerini birer birer kırın.. Kaba etlerini yavaş yavaş oyun. Gâvur Mehmedin yanında du- ran Civani, kaba kaba gülüyor, kendi kendine söyleniyordu: — Eğer herif yağlıca ise, but tarafından biraz kıymalık, biraz da kavurmalık ayırsak... Vitali öfkeli öfkeli hamurdan- makta devam ediyor, Bonellinin talimatını dinliyordu. Bonelli, yük- sek sesle söylüyordu: — Daha olmazsa, bir ateş yakın.. Keratanın tabanlarını ate- şe dayayın.. Sonra bıçağın ucile aşağıdan yukarıya doğru yarın... Vitali, yine sabredemedi. Ci- vaniye seslendi: — Sorsana Civani., Biraz da, tuz biber ekelim mi?. Şövalye, galiba kendisine şa- rap mezesi hazırlatıyor. Son söz, Civaninin ağzında boğuldu... Bonellinin — talimatını dinledikçe heyecandan sinirleri çelik bir yay gibi gerilen Gâvur Mehmet birdenbire sıçradı. Bir anda Civaninin ağzını kapadı. Kafası- ; na o kadar şiddetli iki yumruk attı ki, Civani derhal yere ka- pandı ve hareketsiz kaldı. Hemen, yerdeki feneri aldı, Kapının yanına giderek kenara saklandı.. Bonelli, talimat ver- mekte devam ediyor.. Vitali de kü'ürler ederek kendi kendine söyleniyor; ve odaya dönüyordu: — Âlâ.. Herifi — söyleteceğiz diye, sabahlara kadar burada uğraşacağız.. ateş yakmak için odunu nerede bulacağız, Civani?.. Vitali bu suali surarken, ka- pıdan giriyordu. Gâvur Mehmet, birdenbire onu — kucakladı. Bir elile ağzını kapıyarak — yere yu- varladı. Ve sonra odanın kapısını kapadı. Kapıya en uzak bir kö- şeye sürükleyip dizini göğsüne dayadı. Üstüne abandı. Sol elile ağzını kapadı. Gırtlağını sağ eli- nin parmakları arasına aldı. Bu parmaklar, çelik bir kerpeten gibi Vitalinin gırtağını sıkmıya başladı. Vitali, o kadar şaşırmış.. o kadar korkmuştu ki: Güvur Meh- medin altında tivil tiril titriyor, ölüm ihtilâçları geçiriyordu, Gâvur Mehmet, onun kulağına iğildi. Ahenktar İtalyancasile : , Gâvurun Altında | | | — Dostum Vitali!,.. dedi. Sa- | bahlara kadar seni burada uğ- raştırmak zahmetinden kurtarmak istiyorum, . ğ ( Arkası var ) | — Bugün gene güneş açmadı.. | — Hayır açtı.. — Yahu baksana gök yüzüne bulütten başka bir şey gözük- miyor, — Yanılıyorsun, rasathanenin ilânını oku “Bugün güneş açacak,, Resminizi Bize Gönderiniz M ; l ize Tabiatinizi Söyliyelim Reşminizi kupon İlö gönderiniz Kupon - diğer sayfamızdadır. 33 Devrekte bir katiimiz.; Çalış- gan ve muti- dir. lerine daha kanaatkâr dır. Rahatına pek düşkünlük gös- termez, ne bu- larsa yer ve v B G — giyer, Herkes- le iyi geçinir, başkalarının teklif ettiği hizmetleri bir menfaat gö- zetmeksizin ifa eder ve işe yarar haraketlerde bulunur ve teveccüh Menfaatlerine ta- karşı | kazanır. 31 Tevfik B.: alluk etmiyen işlerle meşgul olmaz, — nadi- ren güler ve neş'elenir, mu- amelesinde sert davranır, Kusurları ça- buk görür, bir şeyi beyen- n mekte müşkülpesenttir. Menfaat- lerini başkalarına dağıtmak is- u 30 Niyazi Ef. : Zeki ve mah- cuptur. Mes'u- liyetten, zarar ve — ziyandan korkar. Atak değildir. Para- yı israf etmek istemez, tavru kareketleri da- ha ziyade kapalıdır. 2 Osmancık'ta A, L. B.: (Fotoğ: rafının dercini istemiyor.) Vakur ve ağır başlıdır. Hususiyetlerinin gizli kalmasımı ister, başkalarına hesap vermekten sıkılır, sözleri bazan tokçadır. Sonra söyliyece- | | koymaktan gini evvelâ söyler, herkesle lâüba- İ hava ve serinlik bulabilmek - için dolaşıyorduk. Çünkü Allah bize | Ortalık kararmak üzere idi. | leketime gideceğim, dedi. Daha | rüm ki buayın nihayetinde gide- Menfaat- | Bu Sütund Sloven Edebiyatından  YE a <Herg'£ın Yazan: İvan Cankar Tercüme Eden; Hatic YABANCI Yazın, herkes şehrin sıcağın- dan kaçarak sayfiyelere, köylere iltica ediyorlardı. Halbuki biz, şehrin güzel parklarında, kahve- lerin tenha bahçelerinde biraz yazın sıcak günlerinde biraz se- rinlemek ve dinlenmek için bir avuç toprak bile vermemişti. Bir gün, gayet tenha bir kah- veciğin bahçesinde oturuyorduk. Fa- kat sıcak hâlâ bütün şiddetile devam etmekte idi. Dostum yüzüme bakmadan: — “Bu yaz muhakkak mem- dık. Ve beş sene biribirimizi gör- meden geçti. * Yeniden onu gördüğüm zaman dostumu yine aynı adam olarak buldum. Yalnız üzerindeki neza- ket daha yeni, saçı ve sakalı daha ihtimamla taranmıştı. İşleri daha düzelmişe benzi- yordu. Eserlerinde de değişiklik- ler vardı. Başka şeylerin tahtı tesirinde yapılmış şeylerdi. Fakat her zamanki mütereddit zayıf ve korkak ruhunu muhafaza etmişti., — “Nasıl bu beş sene içinde memleketine gittin mi?,, Diye — sordum. — Müteheyyiç gözlerini benden çevirirken yüzü | kızardı. gidemiyorum amma zannediyo- bileceğim... Belki de daha evvel.. Ne zaman mümkün olursa hemen kaçacağım!... Ne zamandır. evimi görmedim... Oranın hatırası git- | gide benden uzaklaşıyor, silini- ziyade | li olmaz, sureti umumiyede itimat | | memleketinin bile yabancısı idi, | ve emniyet telkin edebilir. Yurtdaş ! Yaz ayları bol, bol zeytinyağı yiyelim. Çünkü zeytinyağı, hem sağlık için çok faydalıdır, hem de yurdumuzun korunmağa muh- taç bir mahsulüdür. Akilli iklisat ve tasarrul cemiyeti | hissettiği bu iştiyak beni de sar- yor... Kaç seneler geçti... Beyhu- de gözlerimi kapayıp oralarını gözümün önüne getirmiye uğraşı- yorum... Muhakkak.. muhakkak bu sene oraya gitmekliğim lâzım... Gideceğiml!... ,, Bu sözleri söylerken heyeca- nından sesi titriyordu... Yüzünde | tatlı ve nostaljik bir tebesslüm vardı... Oralarını, vatanını, doğ- duğu ve büyüdüğü evi özlüyordu... Yeşil kırlar, rüzgârlı ve güneşin altında altın gibi ışıldıyan - tarla- lar... Yaldızlı çan kulesile küçü- cük beyaz kilise... Kırmızı yanaklı kocaman gözlü genç kızlar... Ve sonra ilk çocukluk aşkı!... İşte | bunlar hâlâ orada idiler... Ve dostum bunların hasretini | kalbinde — hisseltiği için böyle müteheyyiçti. Bunun için yüzü kızarmış, gözleri — parıldıyor- du... Onun memleketine karşı | mıya başlamıştı. Dostumun üzerine giydiği ce- ket eski ve lekeli idi ve kırmızı sakalı hemen hemen bütün çeh- resini örtüyordu. O bir ressamdı, istidadı, fazla kudreti olmıyan ve her rüzgâra göre dönen... Müte- | 'Yeddit, nostaljik, ne tarafa mey- ledeceğinden bihaber ve bundan muztarip olan bir istidat... Eserleri benim zevkimi tatmin edemiyardu.. Onlar; bir şey söy- | lemek isterken ağzının içinde bir şeyler mırıldanan insanlara ben- ziyorlardı... Bu eserlerinin hiçbiri onun kalbinin, benliğinin malı değil- di. Dostum korkak ve zaif bir ço- cuk gibi idi... Ruhunda bulduğu hislerle güzellikleri meydana çıkar- | miya, herkese göstermiye cesaret edemiyordu. Eserlerine, — Mmemleketinden, nostalgik — ıstırabından — birşey | utanıyordu... Çünkü o daüssılasile muztarip olduğu Orasını iyice tanımıyordu ki onun ifadesini verebilsin! Eserlerini vücude getiren fikir yabancı olduğundan bu eserler | tabiatile yabancı eşerlerdi. Çün- kü dostum'da bütün manısilchn.! di hayatında bir yabancıdan baş- ka birşey değildi. O gün kahvede birkaç saat beraber geçirdikten sonra ayrıl- — * Hayır daha gidemedim,, Diye cevap verdi. Sonra tıpkı beş sene evvelki gibi titrek bir sesle: — “ Bu yaza muhakkak - gi- deceğim, diye ilâve etti. Hemen gidemiyorum amma ayın sonlarına doğru yola çıkabileceğimi Üümit ediyorum. Belkide daha evvel... Eğer ka- bil olursa... Bir bilsen ne zaman- dır memleketime gitmedim... Bü- tün hatıralarım — öyle uzak öyle silik kaldı ki... Oh muhakkak bu defa gideceğim.. muhakkakl,, Dostumun sesinde beş sene evvelki nostalji, gözlerinde o za- manki emiyet ve iştiyak kalmadı- ğanı hayretle gördüm. Hayır o artık “gideceğim?,, derken kendi kendi- | ne inanmıyordu. Bu her halinden anlaşılıyordu. O konuştukaç bu hissimde aldanmadığımı hayretle gördüm: — “ Bir tasavvur et, evvelisi sene sonbaharda yola çıkmak için her şeyi hazırladım. Buradaki küçük —apartımanımı — kapadım, çantalarımı alıp istasyona kadar ittim. Fakat öyle bir halde idim E_. Adeta bir sarhoş gibi idim. Ellerim dizlerim titriyordu. Ba- şim dönüyordu, — sallanıyordum. Gözlerim yaşlı idi. Evet ağlayor- dum, Bu belki sevinçten belki de kederdendi! Tam trene binerken birdenbire geri döndüm. Ne yap- tığımı bilmeden sanki adkamdan harikulâde kudreti olan bir ses beni çağırmıştı. Bilsen ne halde evime döndüm... Bir mücrim gibi başı- mı eğmiştim. Utancımdan kimse- nin yüzüne bakamıyordum. Öyle mahzun öyle kederli idim ki * Akşam geç vakit birbirimizden ayrıldık. Geniş caddede ağır ağır gidişini bir müddet seyrettim. O bir mahpusa benziyordu... Eli aya- gı kuvvetli zincirlerle bağlı, iste- diği hareketi yapmaktan âciz bir zavallı mı 1 Hayır © memlekete gidüniye- cekti! Bu yabancı ve vatansız | yolcu ilelebet rüzgârların önünde uçuşan yapraklar. gibi sürünü, dîırı:ıklı)!'. F'â dıüsıxıluile böy|: | harap olduğu o yeri ancak haya- linde görebilecek, onun iştiyakile | ezilecekli! Çünkü onun bir vatanı, | bir memleketi mevcut değildi! Ömrünün nihayetine kadar, müş- | tak olduğu o sevgili yeri bulmak için dünyayı baştan (başa katet- se de bulamıyacaktı. Çünkü bu yer kalbinde yoktu! O bu dünya yüzünde olduğu gibi kendi haya- tında da bir yabancıdan başka bir şey değildi.