Dünya Hüâdiseleri Petrol Fışkıran Topraklar Bir zamanlar dünyayı altın hırsı bir hastalık gibi sarmıştı. Denilebilir ki şimdi de onun yerini petrol almıştır. Pek eski insan- larca malüm olduğu iddia olunan petrolun ehemmiyeti hakkında fazla söz söylemiye lüzum yok- tur. Yalnız petrol olmasa, ne otomobilden ne de tayyareden islifadeye imkân bulunamıyaca- ğını söylemek, bu maddenin azim ehemmiyetini — ifadeye — kâfidir. Bugünkü insanlar, on dokuzuncu asrın son nısfından itibaren pet- roldan istifade etmiye başlamışlar- dır. Ve ilk gaz kuyusunu, 1859 se- nesinde Amerikanın Pensilvanya eyaletinde, Edvin Drak isminde bir. Amerikalı açtırmıştır. Onu takiben, yer yer yeni madenler keşfolunmuş, bunların etrafında muazzam şehirler türemiş ve de- nilebilir. ki Amerikanın büyük serveti, bu kuyular üzerine ku- rulmuştur. Bu kuyunun açılmasında bazır bulunanlardan şimdi ancak bir tek adam hayattadır. Adı San Şittir ve —Amerikadadır. Bu | adam, kuyunun açılmas nı görmekle kalmamış, bizzat çalış- mış ve petrolun topraktan fışkır- dığını ilk defa görmüştür. Bu kuyuyu açtıran Edvin Drak her- calmeşrep bir adam olduğu için ihtiyatsız hareket etmiş, petrolün çıkması — ihtimalini düşünmemiş, bazırlık yapmamış. O derece ki, açılan kuyudan fışkıran petrolları doldurmak için civar kasabanın | evlerinden yüzlerce kova tedarik etmek mecburiyeti hasıl olmuştur. O gün, bugün Edvin Drak efsanevi bir yet almıştır ve enun açtırdığı bu ilk kuyunun özerine heykeli konmuş, kuyunun kendisi de milli bir âbide olarak itina ile bugüne kadar muhafaza edilmiştir. Kırmızı Derilllerin — Talli Petrol — bulundukça ve hali araziler medenileştikçe Amerika hükümeti, kırmızı derilileri mem- leketin en uzak ve ıssız. köşele- rine sürmüştü. O suretle ki bu biçareler Oklahoma denilen tabii zevginliği — olmuyan, ot bitmiyen bir beyabana atılmış- lardı. Fakat bu adamlar, orada da| petrol keşfettiler. Hem o derece- de ki, Amerikanın en zengin membaları şimdi oradadır ve bu suretle, birdenbire milyonlar ka- zandılar. Yani kahır yüzünden en büyük nimete uğradılar, Avrupanın En Süratli T.ıyyares.. Berlin, 1 — süratli tayyaresi olarak imal edi- Avrupanın en len - tecrübeleri neticelenmiştir. Ekspres - 143 - | Fankon ismindeki bu — Alman tayyaresinin azami sürati 255 kilometredir. muvaffakıyetle -— TAKVİM —— CUMA EYLÜL - 932 kr 120 Arabi Rumt | 20- Rebiillahkar- 1831 . Ağustom-se ve- 1348 40 Güa- 2 Vakit |Ezaal ivasati| Vakit | Ezanl Güneş | 1041 | 5. 26 |Akşam (1X — | Öğle (5. 31|izZ W | Yasa ]ı 36 u'ıı.ıs. dılıs. 55) Imsak | 8 44 20 21 & 55/38 40| toprağında | | halkımı çok bekletmedi. Göğsüne | vazifesi mühim... SON POSTA —emar — BİR SÜNNET DÜĞÜNÜNDE — Cellât geliyor! Koşun cel- lât geliyor! Sünnet çocuğunun maşallah yazılı mavi takkesi altında yüzü kireç gibi oldu. Cellâdın mana- sını herkesten evvel o anlamıştı. Yastıklarına kenarı incili mudiye altınları sıralanan boyaz işlemeli karyola, son defa göz- den geçirildi. Bütün hazırlıklar tamam... Sünnetçiye salındı: ar- hemen — haber — Yukarıya buyursun!. Bir cellâda bu kadar itibar?.. Olur şey değil.. Uzun boyu, pala - bıyıkları, kenlerin canlanmış bir nümunesi İle karşılaşıyoruz: Cellât dedikleri sünnetçi, bu İşte.. Bir zamanlar Selânikte, hat- tâ bütün Rumelide, mehareti ve elinin çabukluğu ile şöhret almış bir adam. İsmini söylesem, kari- lerden bir kısını kendisini derhal tanıyacaklar: Kaymak Hüseyin Efendi! Sünnetçi Kaymak — Hüseyin Efendi, iş başıne geçmiye hanır di. Fakat beklenen birisi daha vardı: Davulcu... Davuicu gelmedikçe, sünnet bir türlü yapılamazmış meğerse... Bereket versin, buzat, düğün astığı haşmetlü davulile merdive- nin başında arzı endam etti. Davulcunun sünnet esnasında Çocuk, bağırıp çağıracak olursa, davulun güm- bürtüsü arasında feryadı boğulup gidecek, sesini kimse işitmiyecek! Boynunda sıra — beşibir yerdeler dizili şal kuşağı, başında elmaslı tal, — «i ile sünnet çocu- ğu, ortaya , clirildi. Artık kom- sıra | plimanların bini bir para... — Gereyim seni, beni dırma ! utan- — Aslandır. maşalinh.. — A... Neme lâzım.. Oğlumu hiç kimseye değişmem.. — Gayret dişini... Kaymak Hüseyin Ef. , çocuğu önüne getirdikleri sırada elile davulcuya işaret etti. Çocuk bağırıyor. ve — davul çalıyor. Haykırma fazlalaştıkça davul da gümbürtüsünü arttırdı, Merdiven başlarında, köşe pen- cerelerinde için için ağlaşmalar: — Allah sana da mürüvyetini Sık yavrum.. göstersin Hatçanımcığım, dirseklerine kadar sıvalı kollarile | yeniçöri kiyilslbanesindeki Tadi> | geldi: | yiz. Pederden Kalma Tamam Kırk Bir Senelik Meşhur Bir Ustura “A.. Nemelazım.. Oglumu Hıç Kimseciklere Değişmem. Bizim Oğlan Aslan Oğlu Aslandır Maşallah...,, lisi Lambros'un — başkâtibi bile elimden — kurtulamadı. Bir gün, kahvede otururken bir jandarma — Seni — valinin — başkâtibi çağırıyor! dedi. Malüm ya, korkulu günlerde- Yüreğim, — başladı — çarp- mıya., acaba bir iftiraya mı | uğradık diye... Ceketi geyip, — jandarmanın | arkasına düştük. Başkâtip, beni | görünce gülümsiyerek — yanına davet etti: Doktorlar, sünnet ol- masını tavsiye etmişler.. Fakat hem fazla para arıyor, hem de kat't? surette iyileşeceğini temin edemiyorlarmış. Ben, istediği teminatı verince: Bir sünnet düğününden manzaralar — Amin!.. inşaallah.. Kaymak Hüseyin Efendi bir- kaç saniye içinde — işini bitir- mişti. Dışarı çıkıp tekrar içe- ri girdiğim zaman baktım: Kar- yolada bir değil, iki sünnet ço- cuğu yatıyor! Bu da kim? diye sordum. Anlattılar: — Tek çocuk sünnet etmek uğurlu sayılmaz.. Mutlaka yanın- da birisi daha olacak. Mahallede bir fakir çocuk bulduk. İkisi de bir çırpıda çıkıverdi. Çocukların alınlarında mavi çizgi gözüme ilişmişti: — Ya, bu nedir ? Cevap verdiler: — Çivit ! — Allahallah.. Bunlar çama- şır mı ki çivitliyorsunuz ? Yooo. Helo buna biç itiraz olmazmış. Çocuk, sünnet olunca onu kem gözlerden korumak lâzımmış. — Kibrit — çöpile ak nnn — ortasına — yazılan — elif işte bu tehlikeyi karşılarmış. Kaymak Hüseyin Efendi ile bir aralık yalnız kalmıştık. Ken- disine sordum: Kaç senelik sünnetçisiniz? Dedi ki: — Tamam 35 sene oldu, bu zanaata başlıyalı... Şimdiye kadar kaç kişiyi sünnet ettiğimi hatır- lamıyorum, gülerek ilâve etti: — Bana sayı ile vermediler ki bileyim.. Önüme geleni kestim!.. Sünnet ettiklerimin içinde yedi günlük yavrudan tut, 56 yaşında pinpona kadar, bepsi var.. Mü- badele başladığı sene, cski ve yeni Yunanistanda 5-6 bin ço- cuk sünnet ettim !.. O zamanki Selânik umum va- Ana ile baba ile | birer | — Bu iş kaç para ile biter? diye sordu. Boynumu büktüm: — Siz ne mlünasip görürse- nİZ verin... — 500 drahmi yeter mi? O zamanlar beş yüz drahmi epeyce para.. — Pazarlıksız razı olduk. Ameliyatı yaptım. Delikanlıyı yürüye yürüye evine gönderdim. Elli altı yaşındaki sünnet ço- cuğu () da İzmirli bir Rumdu. İskemleye oturtarak onu da sün- net ettim. Bizim şark vilâyetleri ahalisi çocuklarını çok — geç — sünnet ettirirler. Ben, bunların arasında (30) luk (35) lik çok adamlara rastladım. Yahudiler ise, bilâkis çocuk —yedi günlük oldu mu, hemen Adeti yerine getirirler! Gelelim — ustura — bahsine... Benim sünnet yaptığım usturala- mın fiati en aşağı iki İngiliz Hirasıdır:Yani yirmi liraya yakın... Vaktile — Kırımın — Bahçesaray usturaları vardı. Bunlarla hiç bilemeden kırk elli çocuğu sün- net ettiğim çok olmuştur. Şim- diki usturalar, eh.. şöyle böyle... Kaymak Hüseyin Efendinin, bu kadar rağbet kazanmasının bir sebebi de temizliği.. Ustura- sını ve diğer aletlerini bol ispirto ile yıkayıp, ondan sonra yine ispirto alevine tutup iyice temiz- ledikten sonra kullanıyor. Kırmızı gaz boyamasına sarılı hediyelerle — süslenen — masadan bir ustura alıp gösterdi: — Tamam kırk bir seneliktir! Merhum pederim Kaymak Meh- met, bunu altı sene kullandıktan sonra bana devretti. Otuz beş | senedenberi kullanırım. Hem ya- digârdır, hem de uğurlu ustura- | Erkek Muallim mektebl Tatl | mından Bilmecemiz Geçen Bilmece- mizi Doğru Halledenler Muhtıra defteri alacaklar: Hoyboliadadan — Bedri İstanbul at kıe- 109 Fikret, K Avukat Şemsoddin Bey — yazıhanesinde AlI Rıza, Cihangir yokuşunda numara 19 Mahmut, Üsküdar 21 inci mektep ta- lebesinden Muzatlfer Oğuz, Ankara latasiyon memuru Kemal Bey Müzaffer, Beyazit Ganci mel düncü — simif — talebesinden M Hüsoyin, Galatasaray lisesi tal İ den 929 Bülent Necdet, Ankara ÜOrta Ticaret mektebi talebesinden 108 Se- miba, Davutpaşa Ortamektebi talebe- sinden 95 Fahri, İstanbul Son Posta Klüp azasından 600 Nuriyo Ali Hanım ve Beyler. Birer adet kart alacaklar : Beyoğlu 11 inol İlkmoktep talebe- sinden Gabi Sason, Balıkesir is-e hak mahallesi — Mustafapaşa — sokak No. 8 Firdeve, Ankara Mukaddem mahallesi istaayon — caddesi No. 78 Akif, Adana Yeniadana matbaasında H. Basri, fatanbul Kız mektebi talçe besinden 69 Nur! a İlhami, Adana Kayalıbağ mahallesinde — No. 21 Kes mal, Heybelladadan Sevim, Bandırma Büyük otol yanında berber Ali oğlu Ahmet, Divanyolu — No. Ayşe Cemali, Beyoğlu 12 inci beşinci sınıftan Ahmet, Ortakö lik sokak No. 60 Conap Şak Aksaray Oerrahpaşa caddesin 48 Asım, Tatanbul 44 üncü mektep talebesinden 48 Sababattin Hâmit, Ortaköy Divanyolu No. Bi Ibrahim, Sandıklı Avukat Zeki B. katibi Mü- nür, Adana Türkiye Ziraat Bankası stajyor Ahmet Refik, Di >re İkmektep — talebesinden — 23 — Facıl, Adana BSasthane elvarında saatçiler ittisalinde No. BT Fikri, Erenköy Kavaklıbağ Cahide Tİbrahim, Adana posta kutusu T1 Kaya Hâmi, Adana Kale kapısında fırıncı Mustafa oğlu (Devami “ uncu sayfada ) -———E dır. Şimdiye kadar bir gün bile körlenmedi. Kaymak Hüseyin Ef. emektar çantası elinde evden çıkarken kimi udunu, kimi kemanımı, kimi defini kapıp düğün evine koşan mahalle delikanlıları, sÜnnet ço- cuklarını eğlendirmiye başlamış- lardı. Kapının önünde düğün şerefine yanan beş yüz mumluk Tâmbanın etrafında konu komşu, pervane gibi dolaşıyorlar. Herbiri kendine düşen hiz- meti görüyor. Ne giren belli, ne çıkan.. Tam düğün evi... Yalnız, kadınlarla erkeklerin ında karagöz — göstermeliği gibi, kafesli bir paravana var: Hâlâ, harem, selâmlık usulü.. kas din erkek bir arada oturuyor amma, bu paravan, nedense orta- dan kalkmıyor. Sünnet çocuğunun babasına taraf taraf kurulan içki sofrala- rından hararetli davetiyeler gell- yor : a — Nazlanma canım... — Bir kadehçik rakı.. İnsanı öldürmez ! — İç bel! Mürüvvetindir yahu. Bu mürüvvet sözü, yüreği garipsiyen babanın en zayıf da» marına dokunmuştu. Dudaklarına kadar uzatılan rakıyı bir hamle- de boşalttı : — Şerefe 1... böyle, tanyeri cıya kadar herkes biribirinin şerefine içti durdu. Sabah gü- neş doğarken, bütün bir maha- leyi dolduracak, gürültülü bir kalabalık, önde davul, zurna, ağır ağır “Ey gaziler yol görün- dü.. , türküsünü söyliyerek evle- rine dağıldılar. Haf ağarın-