Türk Gibi Kuvvetli * Türk gibi kuvvetli! , Dün- yanın her tarafında İşitilen maruf sözlerden biridir. Fakat nedense biz kuvvetimizi boks sahasında “gösteremiyoruz. Dünya boks şam- piyonunun Türk olmasını çok temenni ediyorum. Bizim kan ve ırk itibarile çok kuvvetli olan sporcularımız. muntazam surette çalışsalar muhakkak surette iyi bir derece kazanacaklardır. Mahmut Sadık Tahsil Edilemiyen Bir Para Muteber gazetenizin bugün- kü nüshasımda — icra — daire- leri tarafından kesilmek üzere gönderilen emirler hakkında bir fıkra var, Müddeiumuzmilik — ma- kamı bu gibi emirlere riayet et- miyenler — hakkında — takibata başlamıştır. : Geçen sene evimde ikamet eden ve bedeli icarı vermeden mecuru terkeden bir müstecir hakkında zimmetinde kalan mü- terakim bedelâtı icarenin tahsili talebile İstanbul 8 inci İcra Da- iresine 931 - 6284 No. ile 12-9- 931 tarihinde müracaat ettim. Borçlunun — hâlen — çalıştığı ma- balle haciz — yolile — tebligat yapıldı ve kanun! muamelesi de ifa edildiği dosya takip tahsilâta verildiği ve iş tahsil memuru ta- rafından da belki meşgul olundu- gu balde yedi sekiz aydanberi alacağa mahsuben on para almak nasip olmadı. Bütün müracaatla- nm da akim kalmaktadır. Borç- Tunun mensup olduğu ve munta- zaman Üücretini aldığı cemiyete keyfiyet tebliğ olundu. Fakat ic- ra emri bir türlü infaz olunamı- yor. Alacaklılar alacağını borçlu- larından nasıl alabilecekler, sora- bilir miyiz efendim. Beşiktaş Kıhcali Sernamis Ülviye Bir Mnallimin Arzusu 1-3- 931 tarihinden itibaren Orhaneli ilkmektep muallimliğin- de çalışıyordum, Orhaneli sathı bahırdan mürtefi olduğundan ve mektep yokuşlu bir yerde bulun- duğundan sıhhatim çok sarsıldı. Sahil mevkilerden - birine nakil *e tayinim hakkında Bursa Ma- arif Müdürlüğüne bir istida ver- dim. Müstafi addolundum. Hem manen hem maddeten mutazarrır eldum. Mağduriyetime nihayet verilmesini ve sahil mekteplerden birine tayinimi Maarif Vekâletin- den rica ediyorum. Bursada Tayakadın mahallerinde marasgoz Ahmet efondinin 2 u- maralı haneslade muallları Selâmi Tahir, ı Karı iVlektuptları ı | Cevaplarımız Unkapanında M. Nadi Beye: Bahsettiğiniz. memurun saati mesai dahilinde makamında bu- lunması şüphesiz vazifesi icabı- dır. Sizin akşama kadar bekle- diğiniz. gün ©o memurun belki vazifeden mütevellit hariçte bir işi çıkmış olabilir. Eğer böyle bir vaziyet yoksa, sinirlenmekte haklısınız. * Akhisarda Turan Otelinde ih- | tiyat zabiti Hüseyin Beye: Uğradığınız muamele cidden l çirkindir. Ait olduğu vekâlete va- | ziyeti bildirebilirsiniz. A AWDU M LLITIA Bütün Dünyayı Diz Çöktüren Koca Kumandan Bağırdı: İleri! Bu Emir, Bir Anda Yıldırım Sür'atile Her Tarafa Yayıldı gL Köprü kurulmuştu. Büyük su, göğsüne asılan bu ağırlığı par- çalamak ister gibi homurdan- yordu. Timurlenk, yaya olarak çadırından çıktı, köprünün başı- na kadar geldi, ellerini göğsüne kavuşturdu. Uzun bir lâhza suya birçok Şşeyler haykıran “Sint,, nehrine baktı, sonra başmı geri | çevirdi, ordusuna göz gezdirdi. Yüz bin mızrak, çelikten bir or- man gibi —gökyözüne — doğru uzanıyordu. Atlar bu heybetli orman içim de alacalı bir sürüye benziyordu. Çelik arman da, büyük at sürüsü de sakindi, âdeta cansız görünü- yordu. Heyecan, derin bir heye- can insanları ve hayvanları garip bir hareketsizliğe bürümüştü. Timurun mağrur gözleri ordu- nun üzerinden aştı, dalgın da- gin gerilere düştü, arkada kalan büyük gölge hayalinde canlandı. Müteakıben, nihayetsiz gümüş bir satır gibi önünde kıvrılan geniş nehrin geçilmesile önünde açıla- cak yeni ve engin ufukları dü- şündü, birdenbire gururu şahlan- dı, gözleri parladı ve emir verdi. — Yere yüz sürüp Taarıyı analım, kalkıp atlanalım. Biraz sonra o çelikten orman müthiş bir gürültü ile eğildi. Kuv- vetli bir rüzgâra tutulan buğday başakları gibi yere serildi. Yüz bin baş toprağa sürünerek Ulu Tanrıyı yadediyöf, ondün yardım diliyordu. Atlar, bu manzara kar- şısında başlarını - iyerek rüküa varıyorlardı. Sint nehri, sesini kısmıştı ve şaşkınlıktan - akışını bırakmışa benziyordu. Önünde bütün dünyayi” diz çöktürmek istiyen Timur, o bü- yöük kumandan, birkaç dakika yüzünü toprağa sürdü. Azametine hayraniyet — taşıdığı, — küdretine iman beslediği Tanrıya hararetli hararetli yalvardı. ve iradesi on kat fazlalaşmış, bakışı biraz daha sertleşmiş olarak kalktı, yanıba- şında yere uzanıp dua edenlere haykırdı : — İleri! Bu kemir, büyük davulların göürültülü yardımile ve berki bir süratle safları dolaştı, lemhatülba- sar denilecek kadar kısa bir an içinde süvariler allandı, piyade- ler yürüyüş nizamına girdi. Ti- mur da atına binmişti, askerin geçişini seyre hazırlanmıştı. Man- zara heybetli idi, temaşaya (â- | yıktı. İşte o sırada köprünün öbür başında bir adam, hayır, bir adam değil, bir gölge belirdi. Yüz binlik Türk ordusunun Sint nehri kenarına — geldiği — gündenberi öbür yaka, henüz tekevvün eden bir yer gibi ıssızlaşmıştı. Toprak bakir bir sükün içinde uyuklu- “yordu. Bu uykuyu bozacak tek bir ayak sesi, tek bir hareket yoktu. Büyük ve kalabalık Hint ülke- sinin bu uç noktasında kuşlar ile uçmuyordu! Timur, işte bu mutlak sükün içinde Sint nehrini geçecek, Hint topraklarına adım atacaktı. Bu hareketin başlaması ânında, köp- rünün öbür ucunda bir gölgenin belirmesi kudretli cihangiri şa- şirtti, orduyüu da Sâdeta yerinde mıhladı. Süvariler durmuştu ve | yüz bin çift göz, köprü başında teressüm eden hayalete dikilmişti. O hayâl veya hayalet, coşkun bir nehrin önüne dikilen bir ça- hyı andırıyordu. Fakat bu çalı, bütün cılızlığile beraber, 0 coş- kun suyu cereyandan alakoyuyor- du. Âdet ve an'ane, orduların önünden —berşeyin — çekilmesini âmirdi. Hint ölkesinin Sint nehri kıyıları, bu an'aneye en vâsi mik- yasta riayet etmiş, günlerdenberi ıpıssız bir hale gelmişti. Fakat şimdi, tek bir adam, müstehzi Bir gölge gibi büyük ordunun yolu Üstünde dikilip duruyordu. Timur — askerlerinden — evvel hayretini giderdi. Orduyu küs- tahça göğüslemek ister gibi gö- rönen bu uğursuz gölgeyi yok elmek için elini yanına attı, el- maslı sadağından ( mahfaza de- mektir ) bir ok çikararak nişan aldı, gölgemsi mahlükun alnına ç gönderdi. Hayretl.. Okunu yüzük deli- ğinden geçirebilen, ayni silâh ile uçan kuşları vuran Timur, iki yüz metre mesafedeki heyulâyı devirememişti. Bu alelâda bir ni- şan hatası sayılmaktan çok yük- sek bir beceriksizlikti, orduya karşı düpedüz. küçük düşmekti. Timur, bu —vaziyet önünde sarardı. Hint topraklarını tek ba- şına müdafaa için yerin ta altın- dan çıkarak köprü başına dikil- miş görünen o gölge kılıklı vü- cude ikinci bir ok daha yolladı. Yüz bin çift gözün merakını da beraber sürükliyen bu kahir he- diye de hedefini bulmadı, gölge yibe ayakta kaldı. Timur — çıldıracaktı. Gözleri kararmıştı, dudakları kireç kesil- mişti. Coşkun ırmakların, kor- kunç uçurumların, başlarını güne- şe dayar görünen dağların bile yolundan alakoyamadığı bu hey- betli orduyu şu ince, ip ince gölgenin tevkif elmesi ona bir inhizamdan, hatta sille yemekten daha ağır geliyordu. Şimdiye kadar hedefini şaşırmıyan okla- rınin, bu kadar sefil bir sersem- liğe uğraması aklına dokunu- yordu. Ordu, Timur gibi mütehevvir değildi, yalnız mütehayyirdi. Ne- reden çıktığı malâm olmıyan bu adam, onların gözlerinde fevkat- tabia bir mevcudiyet halini al- mıya başlamıştı. Sint nehrinin öbür yakasını, gözlerin alabildiği mesafelere — kadar — issızlaştıran büyük ordu, © yakanın şu biricik mahlükunu hayretle temaşa edi- yordu. Atıcılığı da kahramanlığı kadar meşhur olan Timurun,kuv- vetli ve kudretli emirin okların- daki isabetsizliği ise mânevi se- beplere, o mahlükun kılıç kes- mez ve ok işlemez bir aziz ol- duğuna hamletmek ıstırarını dü- yuyordu. Fakat Timur, küçük düşmi- ye ve küçük kalmıya tahammül edemezdi. Nehri geçmek : üzere bulunan ordusunu bir cılız göl- geden dolayı hareketten alako- yamazdı. Müsellem ve müsbet olan nişancılığına rağmen onu vuramamak gibi bir aczi de ı FUuhRaj Pakralar Iı avuşun i Cezası î ( Matbuat Gleminin en '!ı emekdarlarından ci Fazlı Ne B. aramızdan ebediyen ı!'* Onu göryaşlarile ebedi fenine terkettik. Fakat sev! pek çok olan bu mziz ölünü9 batıralarını — daima hnnl(“; anmıya - vesile olur diye osüü binlerce kıymetli .ıuld'm birini de bugün şuraya î", zıyoruz : ) cü Mustafa vakit arzu ettikçe Haşmeti celbe Haşmet, Koca Ragıp Paşa ve sonra hünkâr ile lâubali muştu. — Hususiyet — âlemleri! onlara başı açık fıkralar, ler nakleder, — şiirler, — hiciv* okur, güldürür, eğlendirirdi. Hünkâr Haşmeti gece arıyacak olursa onu alıp yor, ona karşı n muamelesi gösteriyordu. Ve hayet bir defa Haşmeti sarayd? evine götürürken mağrur ve *" şin bir tavırla: V — Ben seni her defa ..â götürdükçe hünkârdan ihsanif ahyorsun. Halbuki ben sendt” ziyade zahmet çekiyorum. Sarğ gidip gelmek için sen bu y ikâ defa katettiğin halde btf dört defa yol tepiyorum. Aıdıd ihsanın hiç olmazsa yarısını vermelisin... dedi. Haşmet bu teklife itiraz medi. İhsanım yarısını ça verdi. Bu suretle emri infaz man çavuşun azameti artmıştı. Diğer defa huzura davet narak evine avdet edeceği vi hüönkâr bermutat atiyye verilm? sini emretti. Haşmet : İ — Şevketmeabım, bu bana ihsan olarak kırk de yurulmasını ferman buyurm istirham ederim... dedi. Mustafa hayretle baktı. O izeb — Kulunuza her defa buyurulan atiyyenin yarısını buraya getirip götürmiye m çavuş alıyor. Bakalım bu vurulacak kırk deyneğin ya! da hak dava edecek mi? Hünkâr kahkahalarla gt!€ Haşmete iki kat atiyye veri ni, çavuşa da kırk deynek masını emretti... | Fazlı NeciP / | hazmetmek elinden gelem Binaenaleyh çılgın bir tehali? | ona üçüncü bir ok daha * .n gölgenin yıkılmadığını | yünce baykırdı : d5 | — Bütün ordu, şu ııim', oka tutsun ! Yüz bin ok, yüz bin 20 yıldırım gibi köprüyü geçli- bu geçişin sinir bozan uğultus” » sında gözünü kapamışlı. ':lı! acze ve hicaba düşüren £ bir kıyma yığım gibi b uçuştuğunu tahayyül ederek | reğini serinlendiriyordu. Bu Vp rah ile gözlerini açtı ve â lanan gölgenin zerrelerini h'ı“u aradı. Hayret eııleılıl!"_l A A gölge tarümar olmamıştı. l:l" mir yağmuru gibi üzerine oklardan — kurtulmuştu, — P* yüzüyordu! y (ÇArkası VAY