SON POSTA Bir İlim Meselesi Antrpoloji Bahsinde Ali Rıza Beyin Cevabı Türk ırkının antrpolojisi hak- kında Son Posta sütunlarında bazı neşriyat çıktı. Bu neşriyat, doktor Ali Rıza Bey namındaki zatin ilmi — itirazlarına — istinat ediyordu. Ali Rıza Bey, bize gönderdiği bir mektupla fikirle- rini daha ziyade tavazih — etmiş- tir. Bu mektubu. neşrediyoruz: Muhterem efendim, 19 Mart 932 tarihli muhterem gazetenizde “Atsız Mecmua,, nın 6, 7 ve 11 mumaralı nüshalarında “ Türk — Antrpolojisine methal ,, başlığı altında yazdığım bir seri makaleden heyecanla bahsedildi- gini gördüm. Bu husustaki alâkamızı şük- anla karşılamakla beraber hemen bütün — itirazlarım Şevket Aziz Beye matuf gibi görülmüştür. Davamın esas unsurlarını teş- kil eden maddeleri aşağıya sıra- hyorum: 1 — Henüz ırkımızın ölçüle- rini tesbit ve ilân edecek dere- cede etraflı ve şümullü tetkikat yapılmamıştır. 1927 de gelen mütehassıs M. ( Pittard ) m hükümleri de alız ve hele tarihimiz ve rkamız bakkındaki fikirleri yanlış ve fena kasıtlıdır. 2 — Türk antrpoloji lâbora- tuvarındaki — tetkikat — neticeleri 199 senesinde Milliyet gazete- sinde M. Muşe ile doktor Ham- za Bey namında iki zatın resim- lerini de ihtiva ettiği — halde basılmış ve tetkikat neticesinde Türklerin — dolikosefal oldukları ilân edilmiştir. Ben sağlam vesaika ve tetki- kata istinat etmiyen bu hükmün zararlı ihtilâtlarını söyledim ve M. :Pittardın nazariyelerini ispat yolunda olduğunu bilhassa kay- dettim. 3 — Ş. Aziz Beye karşı olan itirazım da şudur: Daha Türklerin hakiki ölçüleri objektif bir suret- te ve zengin İstatistiklerle ispat edilmemiş olduğu halde Anadolu ve Rumeli Türkleri arasında mi- limetre farkı bulmıya çalışmanın zararlı olduğuna kanüm. Bu, en hafif manasile bir gaflettir, dedim. Nitekim 100 —Anadolu Türkü ile 100 Rumeli Türkü ölçüp fark- lar bulmiya çalışmak, — sanırım, pek hayırlı bir iş olmasa gerek- tir. Kaldı ki, daha ırkımızın ölçülerinin — vasatilerini bulmak gibi esas saha geniş. boş ve tetkikata muhtaç iken böyle | mikrometotla çıkarılacak küçük neticeli ve fakat büyük ihtilâtlı hükümlerin milletime zararlı ol- duğuna kaniim. 4 — Ş. Aziz Beyin M. Pit- tard'la dost olmalarına bir diye- ceğim yoktur. Ancak, bu dostlu- ğun hissi olmasını ve fikirlerine ostluk etmemelerini temenniden de kendimi alamam. Çünki bu zat bizi Yunanlıların bakayası telâkki etmektedir. 5 — MPittard İsviçrede otu- rabilir, fakat Fransız kültürü — ile yetişmiş, tam bir Fransızdır. Ni- tekim bütün bize dair olan eser- lerini de Fransız — kütüpaneleri neşretmiştir. Bilhassa son ese- ri gibi siyasi bir seyahatna- me yazan bu mösyönün — zarar- sız bir. İsviçlrei ilim âşıkı ol- duğunu — ve Anadoluda da mak- satsız bir seyahat yaptığını ka- bulde maruzum. 6 —'Ş. Aziz Bey, beni tanı- madıklarını söylüyorlar. Buna bir lüzum görmüyorum. Esasen şa- bısların ne kıiymeti var? İşte fi- kirler ortada, davamız meydan- dadır. efendim. AHMET RIZA Bitpazarında ğır Saat Yüksek iktısat Politikasını Gidip Orada Görünüz! 450 Sene Evvel Kurulan Bitpazarında İlk Mezada Çıkarılan Şey Zamane Padişahının Eski Bir Hırkasıdır S Bitpazarı bugün İstanbulun eski bir eşya borsasıdır Büyük kemerin üstünde güzel bir yazı ile şu Arapça cümleyi okudum: Elkâsibi Habibullah... Uzaktan bir kuyu ıtıı gibi görünen karanlık içinde bir kay- naşmadır gidiyor: — Liraya — pantlon.. pantalon.. liraya — Haydi takım elbise veri- i'&nıı... 'endi, görmeden gitme.. lepir mal bu.. — Markasına bak ta öyle fiat kes... Safi gümüş Omega saati... Alkşamım pazarı iki buçuk kâğıda bıraktık... Ne o?.. Bu ucuzluğa hayret mi ettiniz? Adı üstünde Bitpa- zarındasınız. Genç, ihtiyar, kadın, erkek, kiminin omuzunda bir eski pan- tolon, kiminin koltuğu altında bakır bir mangal, kiminin elinde kırık bir saat, durmadan dola- şıyorlar. Kalabalığı, güçlükle aralıya- rak göz gözü görmez karanlıkta el yordamile birkaç adım atabil- dim. Köşeye semaverini kurmuş, bir çaycı, beni kırk yıllık lınıâlıı( gibi karşıladı: — Perapalasa çay bulamazsınız!. rup bir çayımızı için... Zaten ben de böyle arıyordum: — Siz Bitpazarının eskilerin- densiniz galiba... — Siz burada yeni aramayın.. Bardakları gıcir gicir. ovarak taze deminden yaptığı çayı önüme sürdü : — Âlem beğendi çayhanesi mabhsulü... Sonra beni tepeden tırnağa | kadar süzerek ilâve etti : — Bizde lâf peşin... Dedi, es- nafa üç buçuk, yabancıya beş kuruş... Sonradan kavga etmiye- lim... Malüm ya, sizin gibi müş- teriler, yılda bir düşer... orkma kavga etmeyiz... Sen, yalnız bana şu bitpazarına dair birar malümat ver... Çaycı, açık güz bir adamdı. Sözümü yarıda bırakarak sordu: — Siz galiba gazete muhar- riri olacaksınız? — Son Posta! İsmini verince, sevindi : — Tamam öyle ise.. Dedi, gıtıen'u böyle sedire otu- birini Bey.. — Ondan almam.. Sonra, etrafında toplananlara bararetli hararetli bir şeyler anla- tan aksakallı bir ihtiyara ses- lendi: — Hakkı baba... Az gelsene... Hakkı bLaba, yanımıza gelince bizi biribirimize tamttı: başka — gazetc ! Bitpazarında bir teilâl — Bey, gazeteci... Bitpaza- rının içini dışını öğrenmek istiyor. Hakkı . baba, görgülü bir adama benziyordu. Aşağı yukarı otuz senelik emektarı imiş bu çarşının.. Ben soruyorum, o anlatıyor: — Efendim, Bitpazarı, bir rivayete göre ünci Beyazıdın binasıdır. Bu padişaha malüm ya evliyalık isnat ederlerdi. Beyazıt, çarşı açılmadan bir gün evvel, tebdili kıyafetle geliyor, sırtından eski hırkasımı çıkarıp - tellâla ves veriyor : —Al bunu.. Haraç — mezat sat... Parasını esnafa dağıt! Di- yor. O gün bugün, Bitpazarına yeni — mal girmez. Niçin Bitpazar mı denmiş? Elfendim, malum ya guürbetten gelenlerin üstünde bit filân bulunur. Eski ismi bitli pazarmış burasmın... Gitgide Bitpazarı olmuş, Aslı Bayat pazarıdır, — diyenler var amma, doğru değil... Bayat paza- rı başkadır, Fatihtedir o pazar... Bitpazarı eskiden kâhya ile ida- re olunurdu. Yusuf çavuş derler bir kâhyası vardı. Bu kâhyalar esnafla ortak olur, gelen malları ucuzca kapa- tıp aralarında paylaşırlardı. Tek- Kâllar hep bu kâhyaya bağlı idi- | ler. Tellâliın birisi, kâhyadan ha- | bersiz bir mali kapatacak - olsa, bizim gazete! Allah inandırsın | | bir ay hemen “yolsuz,, edilirdi. Yolsuz — edilen — tellâl, işine göre bir hafta, on gün, hatta tellâllik edemezdi. Şu gördüğünüz sokağın ismi, Hacı- hasan sokağıdır.. Burada Dua meydanı — vardır.. Bütün esşnaf, sabahları bu mevdanda taoplanır, el açıp işlerin bereketi için “'dua ederlerdi. Dua yapıtmadan kimse dükkânını açmazdı., Biz, Hakkı baba ile kom- şurken sarı benizli bir genç iı“ıııımıı.ı :!:luld:ıkı. ıl;lıkkı rıbının ağ gileri ir şeyler s kdi.gıâılüylerkeı Hakkı lıı:r, gencin arkasındaki paltoya gözü- nü dikmiş, yiyecek gibi Llnynı— du. Genç, bir aralık paltoyu karıp dellâlin eline verdi. Hıkî; baba, paltonun her tarafımı dik- katli muayene ettikten sonra fiat verirlerse hiç durma... Kolunda iki tane güve | yeıı'gi var.. Kumaşı da e gittikten — sonra, Hakkı ı baba, başını salladı — İşte böyle... dedi, kış üstü, paltolarını satıp ayazda titreşir, dururlar.. Yorganlarına göre ayak uzat- salar ya... Hakkaı Babanın anlattığına gö- re Bitpazarında bu mevsim, o kadar iş olmazmış. Palto, fanilâ Sibi kışlık eşya satışı asıl yaza oğru çoğalırmış. Teşrinisani or- talarında yazlık elbiselerin, keten ayakkapların, eski mangalların piyasası başlarmış. İhtiyar — tellâl, içini çekerek sözüne :;vım etti: kıyafetine bakarsan nın sütkardeşi sanırsın... Bir ça- hım, bir eda, bir azamet... Fakat bir kere bu kapıdan girdi mi, olur mintarafillah boynuzsuz bir ko- yun.. Ağzına vur, lokmasını al... ceket demez, satar, pantolon demez satar, çorap demez satar, yatak demez satar, yorgan demez satar.. — Bitpazarına — gelenlerin çoğu, aklını pazara verir de buraya — öyle rrüıı:rler.. Zaruret başka — şeye. — Sefahet — yine başka şey... Ben, ne kumar tut- kunu delikanlılar bilirim ki ana- larının kefenlik bezlerine varıncı- ya kadar burada sattılar. Hidirelleze doğrü, Bit pazarı- na bir akındır başlar. Kap kacak | ne varsa çarşıya dökülür. Eh.. Kolay mı ya.. Kâğıthane safası yapılacak. Elde para olmayınca gelsin bakır mangal, gelsin gü- güm, gelsin tencere, gelsin sahan. Bu gördüğünüz eski elbise- lerin çoğu, ahudi — eskicilerin kapı kapı ” dolaşıp — topladığı şeylerdir.. « O sırada, önümüzdeki kala- balık arasında, yüksek — sesle konuşmalar oluyordu: | — İmşa m — dedin? neden imşa oluyorsun? — Elbette imşayım.. T | | tersg yüzüne — Haydi ordan.. Senin ruhun bile duymadı. — Şimdi böyle olduk demekl.. — Rüsteme soralım.. bakalım, Kari Mektupları 'Madenlerden İstifade Etmeliyiz Gazetenizin — ciddi neşriyatı ve bilhassa memleket hbaberleri halkı yakından alâkadar etmek- tedir. Ezcümle 1 Mart 932 tarih- Ki nüshanızda — Bolu - vilâyetinin Mengen nahiyesinde — külliyetli miktarda — gaz, benzin, mazot membaları bulunup — Ahmet Bey isminde bir zat imtk yazını almak — teşebbüsünde bulanmuş isede bizzat hükümet tarafından işletileceği mevzubahs edilerek imtiyazı verilmemiş imiş, Hükümetin hakikaten böyle bir teşebbüsü varsa bir an evvel faaliyete geçilmesi candan te- menni olunur. Zira Türkiyede gaz hariç olmak üzere gerek otomobillerde ve gerek bazı sınai müesseseler- de yevmiye bir milyon liralık benzin istihlâk edilmektedir ki bütün bu paralar ecnebilere ne- bir gibi akıp gidiyor. sııehd: ::ı );)ıhd okuürken Hasankalede de böyle menbalar bulunduğunu ve tasfiye görme- den bazı kimseler tarafımndan toplanarak lâmbalarda yakıldığını hatırladım." Bu ve emsali define» lerin metrük kalması memleketi- miz için bir ziyandır. Türkiyenin — her — köşesinde böyle zengin hazine membaları» nın mevcudiyeti tahakkuk etmişı tir. Milleti fakirlikten kurmak için bu madenlerin işletilmesi lânme dır. Sermayedarların teşviki ve hükümetin nazarı dikkatini ceh biçin nerşiyatmızm bu vadide temadisi şayanı arzudur. Merzifon: YAKUP ne der... Münakaşa gittikçe alevlenis yordu. Merak ederek sordum: ne demek? — Hakkı baba gülümsedi: — Bitpazarı lisanında i ortağa derler. Meselâ ben malhı alacak — olurum. l’ıı.= girerken siz Le'llnlnh. Ben tan küçük bir işaret çakanraş çekilirken kulağıma eğilirsiniz: — Sonra inkâra kalkma, im- şayım.. Dersiniz. Ben, pazarlığı uydurup malı aldiktan sonra kârı paylaşırız. Esnaf malı kaça — aldığıı müşteriye duyurmak istemezse aralarında parola ile konuşurlar, Meselâ, birisi : — Kaça? Diye sorunca - öle- kinden şu cevabı alır: — Bir evlek üç adım... Evlek, on liralık bir. banl- nottur. Adım, tek lirodır. Şu halde bir evlek üç adım, on üç lira demektir. Hakkı baba biraz düşündü, gülümsedi ve başını salladı: — Şimdi, bu parolaları her< kes biliyor. Alıcı da, satıcı da gözünü açtı. Hakkı babanın en büyük şi- kâyeti, kapının dışında bekliyen kaparozculardır. Bunlar,koltuğun- da bohçası gelen acemi, satıcıları hemen çevirirlermiş: — Hammefledi.. Beyefendi.. Aç bohçayı görelim.. Bizden iyi fiat veren bulamazsın! dermiş Satıcı da bir an evvel ma- hnı paraya tebdil etmek - için önüne çıkan ilk adama kapılır, ucuz bahalı ne verirlerse satıp dönermiş. * Eskiye rağbet olsa, Bitpaza- rına nur yağar, derlerdi. Bitpa- zarına nur yağdığını zannetmem, fakat bu züğürtlük günlerinde ee- kiye yeniden fazla rağbel oldu ğuna, hiç şüphe etmiyorum!..