A ABPULHAMİDİN A SOnN GÜNLERİ — Fuat Paşanın Yüzü Kireç Gibi Madamın Bird Olmuştu.l enbire Öldüğünü Söyledi' Zavallı Mozoros Paşa Karısının Ölümünden Bihaberdi NAKlLI — ZİYA ŞAKİR Her hekkı mahfuzdur — 214 — Abdülhamit, — elile çenesini okşadı. ( Aspirin ) aldıktan sonra tamamen rail olduğunu ağrının töyledi. Şöhreddin Ağaya tekrar | kahve ü i emretti. Ha- Enden, M&q—em fazlaca ko- nuşmak — istediği — anlaşılıyordu. Kürkünün eteğini kavuşturarak koltuğa iyice yerleştikten sonra #öze tekrar başladı: — Şimdiki kralın — babası, SLYA F m:;dk lmazdı. bamm Ma 0 Tütün ı..j:ıı'îo beline asardı. İkide bir pipeoya doldurar dok durur içer, avurtlarına toplanan havaya savururdu. :—::..:mım bir adamdı. Hiç tmam, — biz (Londra) da iken çok acınacak bir vak'a ob günkü gibi aklımdadır. :l_::, Mın:ı önüne geldik- çe, daha hâlâ müteessir oluyo- rum.. Bakınız, ne oldu?.. Bir gün bize resmi bir ziyafet veri- liyordu. O esnada bizim Londra Sefirimiz, ( Mozoros Paşa) idi. Gerek — Paşa, — gerek mada- a0i , kendilerini herkese sevdirmişler ve bütün İngiliz büyüklerinin hürmetini — celbet- mişlerdi. O zamanlar, (Devleti iye ) ile İngilterenin arasındaki :"_“’. te gayet yolunda idi. Mah- za bize ve sefirimize hürmet ol- sun diye veliaht ( Prens Dögal ) Mozoros paşanın — madamasını koluna takmış, üstkattaki ziyafet salonuna çıkarıyordu. Kadıncağız kısaca — boylu gayet şişmandı. Dekolte elbise giymiş ve korsa- gını da iyice sıkmıştı. — Âdeta güç nefes alabiliyordu. — Prens Dögal, uzun boylu. Madamı ko- funa öyle — bir takış, — takmış, öyle — bir hızla — sürüklüye- rek Mmerdivenden — çıkarıyor ki, zavallı kadının âdeta ayakları yerden kesiliyor. Halbuki, Prensin biç umurunda bile değil... Ben de arkalarından gidiyorum. Ko- lumda da Kralın kızlarından bir prenses var, Prenses, gayet dik ber. Okadar şekfaf bir - cildi var ki, çıplak kolunu kolur mün — üzerine — koy man, Allah bilir, o rakik cik dinin altında damarları görünü- yordu. Ben de o vakit gencim. Başladı benim de kanım kayna- mıya.. Biraderler, hem yan gözle bana bakıyorlar, hem de prens sesi işaret ederek : — Nasıl?.. Diye soruyorlardı.. Neyse, bir- Matbuat Balosu 9 Şubat 932 MAKSİMDE I birimizin arkasından çifter çifter yukarı çıktık. Yemek salonuna ı girdik. Sofraye oturduk. Madam Mozoros Paşa, benim sağ tara- tıma tesadüf etmişti. Kadmcağız mütemadiyen sık sık nefes alıyor, çıplak göğsü bir körük gibi kal- f kıp iniyordu sağ tarafıma eğildim: — Rahatsız mısınız Madam. Diye sordum. O da, benim iald ğildi: — Aman, kimse duymasın, biraz kalbimden rahatsızım! Dedi. Yüzüne dikkat ettim, yavaş yavaş morarıyordu. Herkes yanındakile olduğu için bu halin kimse farkına varam- yordu. Ben, yanımdaki prensesi bıra- kıp kalkamıyacağım için karşım- da oturan Fuat Paşaya usulcacık seslendim : — Paşa.. Paşal.. Madam ga- liba biraz rahatsız. Kimseye hiş- settirmeden dışarıya çıkarınız da kendisine bakınız. Dedim. Madama da Paşa ile beraber biraz çıkıp hava almasını söyledim. Madam — yanındaki Prens Dögalden — usulcacık izin aldı. Fakat yürürken, ar- tık söz söyliyecek hali kalma- mıştı. Ben, onun adeta sendeler gibi gidişini — gözlerimle takip ediyordum. — Kapıdan çıkacağı zaman adeta düşecek hale gel- mişti. Hemen Fuat Paşa koluna girdi. Ben, kapının tamam kar- şısında oturduğum — için kısmen dışarıyı da görüyordum. Kadın- cağız kaçıdan çıkar çıkmaz, pat diye yere düştü. Ben herhalde bayıldığına hükmettim. Çünki hiçbir ses seda çıkmadı. Beş on dakika sonra Fuat Pş. geldi. Yerine oturdu. Benzi, kireç gibi kesilmişti. Gözümün ucile, ne olduğunu sordum. Usullacık ce- vap verdi: ü - ve hicap du- yarr. Derbederlikten hoşlanmaz, intizam içinde titizlik gösterir. H 76 MASUME H. ; ( Fotoğrafının dercini istemiyor ) Mağrurdur. Temayülleri hakkında muhit ve muhatabına renk vermek istemez. Daima varlık icinda kibar ve ca- Resminizi Bize Gönderiniz, * * Size Tabiatinizi Söyliyelim... den Bikaberdi | uyuyamamıştım. İşte bu vak'ayı, bir türlü ynutamam. Gelelim Mozoros Paşaya.. Rumların içinde bu adam kadar devlete sadık bir. memur, ne gelmiştir, ne de gelecektir. Hatta, bize karşı olan bu (fartı sadakat)inden — dolayı bir suikaste de marcı kalnaştır. ( Arkası var ) I Sinema Ve Tiyatrolar l ALKAZAR — — Ham Murat ALEMDAR — — Beltler mübareki ARTİSTİK — Çanakkale ASRİ — Buu AKLER — Şekerlim KLHAMRA — — Şen mülüsüm BUUVAL — Haydut şarlam FERAH — Parlak bir reve FRANSIZ TİYATROSU — Zenciler turupu GLORYA — Tünus haydutları KBİLÂL — Kanlı venedik KEMAL . — Yaşasın hayat MAJİK — Boyalı meles BLLEK — Aşçı güreli MİLLİ T Aşk Basretlati OVERA ” Çanakkala şıK — Küçük daktile ÜSKÜDAR HALE — Şarlatan KADIKÖY SÜREYYA—Parla damları altında hazzeder. Fotoğraf Tahlil Kuponunu Hi inciSayfamızda bulacaksınız. DAKTİLO m Bugünün Romanı E—— a : BAA Yazn: Z. Şekb 24 Temmuz 1928 Yepyeni bir yazıhane... Mo- bilyacıdan yeni gelen eşyanın bir kısım henüz koridorda, Lâv- hası bile daha asılmamış. — Sen misin Hasan? Girsene.. Anlaşıldı. - İçerideki sesin sa- “bibi, bir yabancı geldiğini anla- mamıştı. Ben, kapıya tekrar iki darbe vurdum. İçerden gelen © yayvan ses, bir derece kabardı: — Girsene ulaaan. Gülmemek için dudaklarımı ısırarak bir daha vurdum. Bu defa, bir sandalye g- cırdadı. Masanın üstüne bir. kar — Beni yerimden — kaldırdı, soybha. Diye mırıldanan © yayvan kapı açıldı. Gözlerim, bir çift bulanık gözle karşılaştı. — Affedersiniz efendim. Mü- teahhit Cavalak zade Sait Beyin yazıhancsi burası değil mi efen- dim. Ben söylerken, — karşımdaki ablak Ççehrenin bütün hatları dalgalandı. — Sırıtmanın — verdiği bir gerginlikle, o, bulanık gözler biraz ufaldı. Birdenbire, İstanbul lehçesini taklit etmiye yeltenen ve nazikleşen bir ifade ile bu efendi cevap verdi: —Evet efendim.. Burasidır.. Buyurunuz efendim., Buyurunuz... — Sait Beyefendiyi görmek istiyordum. Karşımdaki sima, bütün bü- tün yılışarak tehalükle — cevap verdi : — Bendeniz efendim.. Buyu- runuz.. İçeri buyurunuz. Ben kapının aralığından ya- vaşca içeri süzülürken ©, müte- madiyen söylüyordu : — Uşak bendeniz bir yere kadar gitti de.. Kusura bakmayın efendim.. Buyurun.. - Şöyle bu- yurun... Ben, bu fazlaca ikramın ma- nasını anlanakta pek geçikme; dim. Sebebi müracaatim anlaşıl- dıktan sonra hakiki mevkiime düşmemek için vaziyeti peşinen kurtarmak istedim. Ve Sait Be- yib israr ile gösterdiği gıcır g- cır yeni maroken koltuğu görme- miş gibi hareket ederek: — Sizi fazla rahalsız etmiye- ylıicı&ı:cneuııluıhı_. arzedeyim. Bir daktiloya ihtiyacımız var mış. Beni mühendis Saliim Bey — gönderdi, dedim. Ben bunları söyler söylemez, Sait Bey bir denbire mütereddit bir mevkie düştü. Yüzündeki yılışık tebessümü muhafara etmekle beraber he men yazıhanesinin arkasına geçti. Bir patron tavrı takmarak : — Buyurunuz efendim.. Gö Tüşelim. Dedi. Yazıhanenin karşısın daki küçük sandalyaya oturdum. ©O da, mil üzerinde dönen koltu. guna oturdu. Söze nereden baş- lamak lâzımgeldiğini düşünüyor du. Birdenbire, hiç beklemediğim bir sual sordu : — Kahve, çay, bir şey arzmı eder misiniz efendim?.. — Teşekkür ederim efendim. Âdetim değildir. Küçük bir düşünceden sonra: — İçelim canım.. İçelim.. Bi- rer kahve içelim.. Sade mi, şe- kerli mi? Ben, birdenbire bu teklifsiliğe hayret etmekle — beraber yine ağır görünmek istiyerek — cevap verdim: — Rica ederim efendim.. Be- nim için üzülmeyiniz.. O, Hemen yerinden - sıçradı. | Kollarını iki tarafa açarak: — Estağfurullah efendim.. Siz, bizim için buralara kadar zahcel edip gelmişsiniz de... Dedi. Dışarı çıktı. Her halde öyle tahmin ediyorum ki asam sörün tel örgülü kapısına ağzım dayıyarak sılma görmemiş bir sesle aşağı seslendi: : — Kahveci., — Kahveci... — İki tane gekerli — kahve... Üçüncü kata.. Müteahhit Sait — Beyin yazıhanesine... Bu kahvelerin — ısmarlanma- sından, pazarlığın uzunca süre- ceğini anlamıştım. İlk işim ve ilk müracaatim olduğu için müm- kün olduğu kadar işi kaçırma- mak istiyordum. Buna binaen vaziyeti idareye karar verdim. Sait Bey, evvelâ Mühendis Salim Beyle akrabalığımız olup olmadığımı sordu. Sadece kom- şumuz olduğunu söyledim. Sonra konuşmağa başladık: Arkası var) Kaçak et almayınız. Parça et almayınız Çünki hastalıklıdır. 4