Xe DK —Adğa Bu münasebetle bir noktanin daha tavzih olunması icap eder. Hırafelere inanmak, yalnız Şarka munhasır bir zâf değildir. Yakın zamanlara kadar Garp âlemi de efsanelerin esiri idi. Hâlâ da bu esareti taşıyan Avrupa kafası vardır. Fakat meselenin garip | ciheti, Şarkla Garbın birçok hı- rafeleri müştereken muhafaza ve tenmiye etmesindedir. Bu, beşe- riyetin bazı emellerde, ihtiraslar- da tam bir iştirak taşıdığımı gös- terir. Misal olarak “Abuhayat,, efsanesini ele alalımı Malüm ol- duğu —üzere Şarklılar — xulmet içinde bir hayat çeşmesi bulun- 'duğuna, Hızırla İlyasın o çeşme- den su İçtikleri için ölümden ma- sun kaldıklarına inanırlardı. Şiir« lerinde abuhayat mazmunu teren- (nüm etmiyen Acem ve Türk şa- ri yoktur. Bugün bile iyi bir su Hçerken, yahut ferah verici bir ymeşrup alırken “Abuhayat,, gibi bderiz. Halbuki ayni efsane Garp- ita da yaşamıştır. Fransızların |Fontaine de jouvence dedikleri muhayyel çeşme, Şarkın abu- | Ibayat akıtan mübarek — pına- irından başka bir şey midir?... İDanimarkalı “Ojye, namındaki | muharririn beş altı yüz sene ev- | wel yazdığı Fransızca bir roman- da bu gençlik çeşmesi uzun uza- dıya tasrir olunmuştur, bu tarife göre mubarek pınar bir çöl için- 'dedir. Bir katresi her hastalığa İşifa verir. Yine bir katresi dok- sanlık ihtiyar erkeklera otuz ya- şının güzelliğini ve acuze kadın- lara bikir taraveti getirir!,, Şu izahtan anlaşılıyor ki Edirneli Eşbehlerin hızır efsanesine vücut wermelerinde hiçbir fevkalâdelik veya — gayritabiilik yoktur. Eski Gevirlerde bir İspanya kıralı me- selâ Pierre Pbilosophale (Felsefal taş) masalına nasıl inanıyorsa bi- zim kabadayılar da Hızır efsane- sine öylece inanıyorlardı. Yalnız, yazdığımız — veçhile, *Yeniçeri Baki, hırafeperverlikte ibiraz geriydi. Gerçi o da, bir WHızırın — mevcudiyetine — kanidi. (Fakat karşılarındaki cılız adamın WHızır olmasına imkân veremiyor- idu. Maamafih zihni teşevvüşten 'hali değildi. Gülsümün bahçede gördüğü — dervişle — karşılarında Oturan şahsın ayni adam olduğu- u söylemesi, bu dürüst düşün- yeeli kabadayıya da bir tereddüt weriyordu. Kabadayılar meclisi işte bu iç karışıklığı ile dalgalanıp gi- derken Sipahi Ahmet, biribirini müteakıp Üüç dolu kadeh içti, bütün| zekâsını toplıyarak vaziyeti işöyle bir gözden geçirdi, şu veya bu düşüncelerle vakit zayi etmektense derviş ile temas ça- releri aramayı muvafık gördü, “usta Bohora seslendi, evvelce de yaptığı gibi bir tabak — meze Ayırdı: — Al, dedi, bunu Dede El. Sadir , Şâdol, devlet işlerinl sana verdiler. Hünkâr tağrası ismine uygun olacak ye götür. Hepimiz ayağının türa- bıyız, ellerini öperiz, hayır dua- sını dileriz. Vo sesini yavaşlatarak ilâve etti: — Akdlını başına al çıfıt, küs- tahlık etme. Musanın huzuruna çıkar gibi edepli ol, öyle yürü! Koca bir testiyi devirmiş olan derviş, gönderilen mezeyi de bir çırpıda silip süpürdü, elinin tersile ağzıni sildi ve bir nebze düşün- dükten sonra ayağa kalktı, kaba- dayıların sofrasına geldi. Altı babayiğititin bu geliş üzerine gösterdikleri telâşı tarife lüzum görmüyoruz, Onlar, şu ça- kırkeyif demlerinde — yanlarına hbünkâr gelse bu telâşı göster- mezlerdi. Belki kötü kötü güler- ler, teklif ve tekellüfe lüzum görmeden “gel, otur!,, Derlerdi. Fakat dervişin gelişi, — gökten nür iniyormuş veya yerden güneş doğuyormuş gibi onları sersem- leştirdi, dilsizleştirdi. Ayağa kalk- mak istiyorlardı, beceremiyorlar- dı, bir şeyler söylemek istiyor- lardı, muktedir olamıyorlardı. Yine Yeniçeri Baki, arkadaş- larından evvel kendini topladı, diline sahip oldu: Buyurun — erenler, hoş geldin, safa geldin ! Derviş ona değil, Sipahl Ah- mede bakarak cevap verdi: — Kimse ile ihtilâtımız yok- tur, meclişlerde oturmaktan mem- nuuz ! Ve kollarını kırçıl kılları gö- rünen yarı çıplak göğsüne kavuş- turdu : — Yarın, dedi, Edirneden gideriz. Birkaç gündür - sizinle tanıştık. Dille değil gönülle gö- rüştük, nimetinizi yedik. Şimdi mükâfat lâzımgeldi. Her biriniz bir murat talep edin, Allahın ihsan kapısı açıktır, istediğinize nail olursunuz. O, her istediğini yapmak ve her İstenileni vermek kudretine bir şehinşah gibi konuşuyordu. Sesinde — inandırıcı bir — eda, tavrında düşündürücü bir ciddi- yet vardı. Elini şöyle uzatsa ha- zineler avuçlıyacak, — parmağile minimini bir işaret verse orada saraylar, kâşaneler peyda - oluve- recekmiş gibi davranıyordu. Ye- niçeri Baki, yırtık bir hırka ve çıplak bir vücut üöstünde tecelli eden bu muazzam nümayişkârlı- ğa, bu havat azamete karşı da- dedi, s İKAMIZ yanamadı, gülümsedi. Fakat Si- pahi Ahmet, Allahın vekilile, hazinedarile — görüşüyormuş gibi mutekit bir vaziyet aldı, derin bir | hürmet ve derin bir samimiyetle boyun kırdı: — Hay hay Sultanım, dedi, emir senin. İstiyelim, Ve Zubde Beye döndü: — İçimizde en genç sensin. İlkin sen dile! O bir müddet düşündü. Kuv- vetli ve cür'etli bir delikanlı ol- duğu için sıhhat istemek aklına gelmedi, eceli gelmiyenlerin çar- mıha gerilseler ölmiyeceklerine imanı vardı, bu sebeple de uzun ömür istemedi, gönül işlerinde kolaylık ve bolluk dilemeyi hatı- rına getirmedi, para istemekten çekindi. O dakikada emelsiz bir yürek gibi bomboş kalan ka- fasını zorladı, zorladı, birşey bu- lup istiyemedi. Malbuki derviş bekliyordu ve bütün kabadayılar, gözlerini kendisinin ağzına dik- mişlerdi. BUGÜN — 7 teşrinisani 931, Cumartesi, Rumt 25 teşrinievel 1347, 25 Cemaziyelâhir 1350. * HAŞİM EFENDİ: (Fotoğrafı- nin dercini istemiyor) Sokulgan ve alaycıdır. Teklif ve merasime riayet elmez, tanıdığı ve tanıma- dığı kimselere olgun bir lâübali- likle hulül eder ve ahbaplığını kazanır. Meclislerde Ihmal edik- mez. Etrafına neşe saçmasını | bilir, * HİKMET BEY: Müdekkik ve - ihtiyatkârdır. Herkese açıl- maz, çabuk ahbap olmaz, şarlatan lıktan hoşlanmarz, sessizliği ter- cih eder. Fay- dasız meşga- lelerden müç- T teniptir. Mih- net ve meşakkate tahammül et- mesini bilir. Rahatine fazla düş- kün değildir. * SAFFET HANIM: (Fotoğra- fının dercini istemiyor) Girgin voe beceriklidir. İyi konuşmasını bilir. Ev işlerinden ziyade erkek- ler gibi harici vazifeden zevk alır. Tok sözlüdür. Methü tak- dirden hoşlanır. Teşvika kapılır. * ALİ BEDRİ EFENDİ: (Fo- toğrafının — dercini — istemiyor) Amelt işlerde girgin ve işgüzar- dır. Gürültülü konuşur, münaka- şa ile anlaşamadığı zaman işi yumrukla mücadele safhasına in- tikal ettirir. Sözü tok ve gözü pektir. * H. S. M. Hanım: (Fotoğrafı- nın dercini istemiyor) Hassas ve içlidir. Küçük bir şeyl büyültür, tesir altında kalır, teşvika kapı- hr. Daima " dertleşmek - ihtiyacımı duymaktadır. * NAİL BEY: Atılgan ve kı- men acuüldür. GÜNEŞ — Doğuşu 6,38 Batışı Sözünü Reiıir— . gemer. iya, NAMAZ VAKİTLERİ — Sa- tabasbus ve bah 4,58, öğle 11,58, ikindi 14,42, :ı.::_ı:; u::ı- akşam 17, yatsı 18,34. eeeij ALKAZAR )— Manuelâ yet ve istik- ALl;_îı%M - BA.:.I: ve para lâline fazla ARTİSTİK — — ASRİ — Kanlı pusa '_h'mmİ!G' ve- EKLER S rir, tahakkti- ELHAMRA — — Milyon poşlade Ai :;::"AL A ::::'_: :::ı:: eder kini .de ihmal etmex. GLORYA — Bazkın xn;ıı:(ı. B. - Kl'dın parmağı is “GFENDİ: Zeki ve MA, MELEK — Milyon p eşinde L'İn"'l Hd';;mılîl MİLLİ — Kurt şarkısı :,I:, Bğre: OPERA — Plia el - ŞIK — Çilgın macera mek ve taklit Üsküdar HALE — CeogizEvlatları DARÜLBEDAYİ — Kalbin sesi Z Gaip Çocuk Edirneden Üç gün evvel gelen 8 yaşında siyah pantalon ve kır- mızı fanilâlı, kestane renginde saç ve gözleri bulunan İzak Sü- rüyan İsmindeki çocuk Sirkecide Demirkapı arkasında T No. ev önünde oynarken kaybolmuştur. Gören ve bilenlerin mezkür ha- mede Berla Mağrisoya haber verildiğinde memnun edilecektir. AŞKA TÖVBE LİLİAN HAYVER - ANDRE ROANNE-ARMAND BERNARD — Bar kızı | | etmek istida- dındadır. Hie- nü muamele- den takdir ve teveccühten fazla haz du- yar, Kendini i ve sokulmasını bilir. sevdi * CENAL BEY: * Fotoğrafı dercedilmiyecektir , Neşeli ve şakacıdır. Muamelâtın- da uysallığa temayül eder, mlş- külpesent olmaktan hazetmerz, in- zivadan ziyade hep bir arada biu- lunmaktan sobbetten ve samimi- yetten hazeder, muhitini men- faatlerinden istifade ettirmek is- ter, kadın mevzularını ihmal etmez. Resminizi Bize x Size Tabiatinizi Na n n — . S YUŞ ."r.._ Gönderiniz, * Söyliyelim... ı RUHİ SERVET BEY: Şen, şyakacı ve ko- suşkandır. Ar- kadaşlığı sıkı- a değildir. Gamlı ve ke- derli — şeyler- den uzak bu- hanmak - ister, m en faatlerin! yalnız nefsine hasretmer, yo- meşgalelerden V W rTuUCcu ve üÜzücü çabuk sıkılır, * “OSMAN BEYı Neşell ve alaycıdır. Söz- BK leri batmaz, çabuk — konu- şur. İşlerinde | #cul olur. Ra- | hatını, boğa- | zını sever, | Hiddeti gelip | geçer, olur ol- | maz şeye al- Ü dırmaz, e İZMİR, H. Ş. BEY: Hayal! mevzularla faz. | la meşgul olur, macerayı — ca- zip bulur, şöh- ret ve alâyiş- bâdiselere lâ- kayt kalmaz. Kendine ehem: miyet verilmesini ister, * Y. SAHİR BEY: Müdekkik- tir, herkere itimadını ibzal etmez, yalnız- lığı ve sadeli- ği tercih eder, Hürriyetine Fazla düşkün- dür, Kendini ihmal edebilir, fakat eşya ve manazır — Üze- rindeki İntizam “ve heyecandan zavk alır. ŞEKİP BE* ssas ve alın- gandır. Sokul- gan olmak ve girginlik gös- termek — İster, müşkülât kar- şısında filt mücadelede bulunmaz da- 3 ha ziyade an- — İ laşmak taraf- tarıdır. Müa- hatırşınaslık gösterir, melâtında Tehl: e mes'uliyetten İctinap eder. R TAHLİL KUPONU 8 veya Tahlil kuponu mumarası. İaral, — meslek van'ati ? Hangi suallere cevap almak İstiyor ? Fotoğrafı intişar ede- cek mi?