No. 2309—524 hatinden sonra bambaşka bir hüviyet halini al- mış, hürmet edilecek bir insan olmuştu. Kasabaya indiği bir gün postahaneye kendi nğradı, köyün kutusuna baktı. Adına taahhütlü bir mektub makbuzu vardı. Gişeden mektubunu istedi. Daha zarfı eline almadan Nurandan gel- diğini anladı. Sevgilisi, merakından baksediyor, gideliberi bir şey yazmamasına hayret ediyor : — «Acaba farkında olmadan seni kırdım mı? diyordu, eğer böyle ise sebebini, mahiyetini bil- mediğim halde beni affetmeni diliyorum. Ya- nıldığımı okadar istiyorum ki.. «Dün Aliyeye gitmiştim. Senden mektub alıp almadığını sordum : «Bende alamıyorum |» dedi. O, günlerdir duyduğu ızdırab ve endişlerden tamamile habersizdi. Mektubu okuyup bitirdiği zaman Nuranın hassasiyetinden bile şüphelen- meğe başladı: — Daha ne olsun!. Hassas bir sevgilinin kırılması için ona muhakkak ihanet mi edilmesi, yüzüne karşı: «Seni sevmiyorum |» diye haykt- rılması mı lâzım|.. Sevgilisinin ataması üzerine tekrar mektub- laşmağa başlamışlardı. Ağustos gelmişti. Macid bir türlü müsbet veya menfi bir karar vermiyordu. Ne bir daha aramamak üzere Nurana <Allaha ısmarladık!» diyebiliyor, ne de mektub yazmaktan kendini alabiliyordu. Hisleril& fikirleri mücadele halindeydi : Sev- gisi ona günden güne sevgilisine yaklaştırıyor, düşüncesini uzaklaştırıyordu. 'Tesadüfün ve zamanın kör gidişine sığın- maktan başka çare bulamadı. IX Sonbahardı. Macid, Nuranla tanışalı, sevişeli aşağı yukarı bir sene oluyordu. Zamanla şüpheleri durulmuş, sevgisi ilk şaf- faflığını almıştı. Nurana âteşin mektublar yazıyor; ayni hararette, avni safiyette cevablar alıyordu. Arada sırada Aliye ile de mektublaşıyordu. Artık ne şuna, nebuna, ne hayata.. hiçbir şeye karşı kin, nefret, bezginlik hissetmiyordu. Şu sırada Nuranın cevabı on beş gün geç .kalmasaydı gönlündeki cennetin semasını daha UYANIŞ 19 parlak görecekti. Bu sükütun sebebi neydi ? Aliyenin son mektubu içini ferahlandırdı. Süt kardeşi kalb ağrılarına Aşina bir insan gibi yolunu aydınlatıyordu. Mektubuna bir müjde olacağı kanaatile yazılmış hissini veren bir cümle ile başlamıştı : «Bir hafta kalmak üzere Nuran dün ağabey- sile İstanbula gitti. Şehzadebaşında amcalarının evinde kalacaklar. Adresini aşağıda bulacaksıu.» Aliyenin bunu yazmaktan maksadı neydi ? Hemen git, onu gör! den başka bir şey olabilir miydi?. Zaten bu haberi değil Aliyeden, her hangi bir kimseden işitmiş de olsa yapacağı ilk iş o- nun bulunduğu yere koşmak olacaktı. Nuranı görmek, dedikodu korkusunu düşün- meden başbaşa birkaç saat konuştuktan sonra kat'i evlenme kararını söylemek ve ağabeysine bizzat açmak emelile İstanbula gitmeğe karar verdi. O gün Cumertesiydi. Aliyenin müjdesini akşam postasında almıştı. Nahiyesi kasabaile İstanbul şosesi arasınday- dı. Telefonla bir taksi istedi ve ortalık enikonu karardıktan sonra İstanbul yolunu tuttu. Elbisesi buruşmuş; üstü başı toz içinde Sir- kecide otomobilden indiği zaman birkaç dakika elleri cebinde ne yapacağımı, nereye gideceğini düşündü. Vakit gece yarısına yaklaşıyordu. Bu saatte Şehzade başında oturan Nuranın amcasının evini aramak ve bulmak çılgınca bir hareketti. Geceyi otelde geçirdikten sonra sabah erkenden aramağa karar verdi. Karnının açlığını ve yorgunluğunu unutmu» tu. Birahanelerden birine uğrıyarak ayak üzeri birkaç bardrk bira içti; 'Tepebaşında geçenlerde kaldığı otele doğru yürümeğe başladı. Hiç uykusu yoktu. Geceyi sabaha kadar 80- kaklarda dolaşarak geçirecek kadar asabı ger- gindi. Yollarda sık sık telâşlı telâşlı veya yalpa- lıyarak, sendeliyerek derbederce gidenlere rast- lıyordu, Onları bu saatte ayakta tutan sebebleri zihninde araştırıyordu : Bunların birçoğu belki bir eğlenceden, bir bardan dönerken bir kısmı da hayatını kazan- mağa kâfi gelmiyen gündüzünü gecesine katarak çalışmaktan, didinmekten geliyordu. Rastladığı açık yerler kahveler, meyhaneler ve nöbetçi eczahaneleriydi, Vakit geçirten, eğ-