No, 2056—37| okşamıştı.. Sevgiden çırpınan kı- yılarda dalgaların gülmeleri duyu- layor, yeşilliklerden süzülüp gelen kuğ cıvıltıları sevginin geçiciliğini şakıyordu. O, bu güzelliği Avrupa nın hiçbir yerinde görmemişti.. Bu Adaların eşsiz gün doğuları ve ba- taları, çamlarının içi bayıltıcı tatlı tatlı kokusu, ölmez kıyıları, ay ol- madığı zaman yıldızlı geceleri, ba- $ının överek anlattıkları ülkelerin- de eksikti, Heybeliye içli içli bak- tı. Öyle bir duyguyla ürpermişti, ki bu görünüşü Almanyanın fabrikalı ormanlarında, Fransanın şamatalı yollarında, İngilterenin sisli düman: 'lı geçen günlerinde, İspanyanın dik kıyılarında, İtalyanın Vezuv yanar- dağının heybetli görünüşünde bu- Yamamıştı... İçlen gelen bir #öz, dudakla- rında kımıldadı: “ — İstanbul yeryüzünün inei- idir ! Bu gönül işlerinin ne ânlaşıl- mez kılığı vur. İnsanın mikrobik olduğuna bayağı lnanası geliyor. Bakıyorsunuz bir iç yanmesiyle başlıyor, gittikçe ilerliyor. Size her şeyi unutturuyor. Sonra birden a6i- latı dindi sanıyorsunuz. Küçük bir duyguyla o eski yaralar yeniden deşiliyor. Bunlara dayanamıyanla- rın ciğerlerini kemirmeğe başlıyor. Bu zavallılara tüberküloz denili- yor. Böylece Sanatoryomları doldu- ran birçok içli insanlar genç çağ- larında toprak oluyorlar, Acundu genel bir kural. var: Duygusuzlar gün bilmede; Duygulular eksilmede... Düşünün biraz, sevgiden daha ağlgın hangi ağrıklığı biliyorsunuz 1.. Bu küçükken pek çoklarının çıkar: dığı kızamık, suçiçeği gibi her a- damın başından, geçen bir iş. Sev- meden ne oluyor ki... Önce ken- dinizi düşünürsünüz, hepiniz bir sevginin verimisiniz. Göze görülen her şey bir türlü sevgiden doğmu- yor mu. Derin düşünecek olur- Bânız, acun sevdiği için dönüyor, güneş sevdiği için yanıyor, yıldız sevgilisi için parlıyor. Sevgi yerde gökte, suda, canda, her şeyde ol- duktan sonra bunun Tanrı olmadı- gına inanmıyanınız kaldı mı? Eğer inanmıyorsanız O Sizi çarpacaktır. Önümüzü gördükten sonra geriye UYANIŞ bir bakarsak adları saymakla bit- mez uluslar, bunların hepsi bir sevginin arkasından koşmuş Yıkı- lan Gönül değil midir :... Bayrak nedir1.. diye hiç kendi kendinize sordunuz mu 9.. Bayrak bir ulus kuran insanların yurduna olan sev- gisinin, birliğinin sembolidir. Sevgi yalnız bir Bayın Bayana günül ver» mesile olmaz. Para düşkünü, bilgi düşkünü, süs düşkünü, içki düşkü- nü, büyüklük düşkünü, ...... .. olanlar da az değildir. Nasıl insan yüreksiz yaşamıyorsa, sevgisiz de öyle yaşıyamaz. Oğuzun da önce İnciye olan sevgisi yarıda kalmış, artık buluşamıyacağını da anladık- tan sonra bilgiye olan sevgisi art- mağa başlamış ve İleri biçimi al- muştı. Oğuz, yıllardır özlediği çam- lığa derin derin baktı. Ayaklar, onu sevgisini gömdüğü yere doğ- ru sürüklediler. Eski yara, yüreğin- de gene kanamıya başladı. İnelyle ortalık kararıncıya ka- dar oturdukları büyük çam kesil- mişti de yefine küçük filizler bile sürüyordu. Bir ölümün başucunda gibi yavaş yavaş çömeldi. Yıllar- dır kuru kalan gözlerinden &kân yaşları silmedi. Onlar, ölmüş kütü- ğün üzerine damladılâr. Boğazına tıkılan hıçkırıklar arasında «İnci» diyebilmişti ! XXXI Profesör Oğuzuu bakım günle- rinden biriydi. Hasekinin iç ağrık- lıklar bakımı koğuşlarında aşağı, yukarı kanter içinde asistanlar, şvesterler koşup duruyorlardı Dok- toran titizliğini herkes bilirdi. Ba- kıma gelen ağrıklar bekleme oda- larından taşıyordu. 10 da otomobil durdu. İki Doçent ile Oğuz girdi. ler. Önce koğuşlarda yatan ağrık- ları dolaştılar.. Arkadan gelenlere bakmağa başladılar. Profegörün dışarıda bakım yeri olmadığından zengin veya düşkün yaşayışlı olanlar, hep erkenden ağ» rık evlerine koşuşurlar, numara almağa davranırlardı. Oğuzun en öfkelendiği şey sırası gelmeden ta- nış diyerek birinin bakılmasıydı. Bir gün Kumral güzeli subay, yaşlı annesini bakılmağa getirmişti de numaraya yetişemediği için boşuna bekleyip bekleyip gitmişti. Öğle, epice geçmişti. Doktor 127 kan ter içinde ardı kesilmiyen ağ” rıklarna bakıyordu. Çok yorulmuş- tu. kapıcıya: — Bu numarayı da al da gerisi öğleden sonraya kalsın, dedi. Saçaz yaşlı bir Bayla kolunda orsa bir Bayan içeri girdiler. Kı- lıklarından yüksek yaşayışlı olduk- ları okunuyordu, Onlar girerken Oğuz, bir önceki ağrıka reçete ya- zıyordu. Döndü, yer göstermek ü- zere başını kaldırmıştı ki baka kal- dıl. Yaşlı adamın kolundaki kadın İnciydi!.... Zavallı kız okadar çok çekmiş olacaktı ki geçkin bir yüz bağla: mıştı.. Güzel gözleri çökmüş alını buruşmıyağ yüz tutmuştu. İnci, uzun günler çalkalanıp hırpaladık- tan #onra, durulan bir deniziu kı- yıları gibi yıpranmıştı. Oğuzu ta nımamış olacaktı, ki sert seft ba- kıyordu. Oğuz, çenesinin ucundaki sivri sakalı düştinceli düşünceli tu- terken: — Oturunuk... Dedi. Sonra duruşundan âğrık olduğunu anladığı yaşlı Baya dö- nerek: -——- Nerenizden zorunuz 9... Adam derin bir soluk aldi. Son- ra hırıltılı bir sesle elini göğsüne koydu: — Göğüs darlığı doktor, solu- yamıyorum,.. Beni çok aikıştınıyor. nce bir bakımdan sonra adam: da eskimiş bir hafkan buldu, Yü- reği de çok aşınmıştı. Reçeteyi bi- tirdikten sonra: — Bu yazdıklarımı kullanıp bi- tirdikten sonra gene gelirsiniz, dedi. Kalkıyorlardı... Odada kimse kalmamıştı. Kapıda yığılanlar da- gılmıştı. Doktor, içten gelen bir bağrışı dudaklariyle tutamadı. On sene öbcekt gibi arkalarından : — İncil... Diye haykırdı, İkisi de döndü ler. Eliyle çağırarak yer gösterdi; oturdular,. İnel, Oğuzun gözlerinin içine bkıyordu. Şimdi gözlerinde dumanlı gözlük te yoktu, Ams gene tanıyamamıştı. Oğuz gülerek: -— 'Tanıyamadınız mı benif,. İnci temiz bir söyleyişle: -- Evet, tanıyamadım! — On dene önce adadaki Oğuzu bir düşünün bakelım.. Bu kadar unutkanlık !