No. 2054—309 . SESİN ÇIKMIYOR. Büyük Hikâye LZ Yazan; Enver Naci ml e mk ii — Matbaada bundan büyük punto kalmamışta ondan hep- sini böyle dizmişler.. — Ya!. Şu halde netutu- yor bizim yazının değeri?. — Mademki bir sahifedir. Bir lira.. Gülseren gene derin derin içini çekti. Fakat gözleri ya- şarmadı. Dişlerini sıktı. Patro- nun uzattığı lirayı aldı. Kapı- ya doğru ilerliyordu. Direktör arkasından seslendi : — Bayan Gülseren! başka yazı bırakmıyacak mısınız? O, hiç arkasına o bile . Dedi ve çıktı. Akşam üstü Gülseren Bey- lerbeyindeki evlerine dönerken vapurda dalmış düşünüyordu: «Kafanın ve fikrin bir ko- yun başı kadar para etmediği, bir kaç acı çeşmesinden başka hayırlı bir şeyi bulunmayan bu yokuşta dilenmekdense gi- dip rejide elli kuruş gündelik- İe çalışırım daha iyit.» Bozulan sinirlerinin buruş- turup paçavraya çevirdiği elin- deki öykülerini birden bire denize fırlattı ve gene düşün- cesile baş başa kaldı: «Zavallı san'at! o yokuş senin ölünün değil, hortlağının mezarı olmuş. Orada fikir ve kafa ile değil, göz ve ağızla iş görülüyor...» UYANIŞ Hayatı ve hadiseleri oldu- gu gibi alan, düstur ve for- müllerle sosyetenin idare edil- miyeceğine inanan Gülseren şu bir hafta içinde bu yokuşta gördüklerine hiç üzülmüyordu. Yalnız açlığa karşı koyacak bir çare bulamadığına yanıyordu. Ertesi gün, annesine gene bir iş aramağa gideceğini söy» liyerek evden çıktı. Kuzgun- cuktaki tütün mağazasına gel- di, bir iş istedi. Ona elli ku- ruş gündelikle bir yamaklık verdiler. Gülseren, bu rejide tam i- ki ay çalıştı. Bu zaman içinde öteki kızlardan çok başka bir hayat geçirmişti o.. Paydos- larda bütün kızlar bahçede, kapı önünde gezip dururlarken Gülseren, yardımcılık ettiği sandıkçı kızın sandığının dibi- ne oturur, derin derin içini çekerken tütün zerrelerini yuta yuta bir şeyler Yazar dururdu. Yanındakilerle pek az konu- şür, konuşurken gülimeğe çalı- şır, fakat muvaffak olamazdı, dudakları gerilir kalırdı. Mağazaya ilk gittiği zaman bu durgunluğunu, çekingenliğini görerek ona «Mağrur» demiş- lerdi. Fakat gün geçtikçe Gül- serende derin bir iç sızısı ve acısı oolduğunu (o sezmişlerdi. Kızcağız günden güne sarari- yor ve etiyordu... Bir zamandanberi mağazaya gelmiyordu. Bu gelmeyiş on beş günü geçmişti. Bir gün kızlar arasında ağızdan ağıza: «Gülseren verem olmuş, Gül- seren verem Olmuş!» fısıltısı dolaşmaya başladı. * « # Günlerin birinde, Gülsereni yardım ettiği sandıkçı kız, san- dığının dibinde bir deste yazılı kâğıt buldu. Gülserenden kal mış olacaktı. Kızcağız eski harflerden anlamadığı için bun- ları okuyamadı, Belki lüzumlu” dur diye reji direktörüne tes- lim etti. Direktör, Gülserenin yazi- larını okuduktan sonra yabana atılacak şeyler olmadığını, her öyküde sosyetenin gizli kalmış taraflarının, şimdiye kadar kim- senin göremediği bir görüş ve duyuşla yazıldığını gördü. Ar- kadaşlarından edebiyat öğret- meni ve tanınmış bir gazeteci olan Hidayet Engine yazıların hepsini gönderdi. Ayrıca yaz- dığı mektupta da Gülserenin adını ve mağaza hayatındaki hususiyetlerini ilâve etti. a - # Bay Hidayet Engin bu ya- zıyı, yazılardaki coşkun ruhu ve yazının sahibini hemen ta- nımıştı. Demek beş sene önce kendisine öğretmenlik ettiği Gülserendi bu. Kızın başina büyük bir felâket geldiğini sezdi, hiç vakit geçirmelen reji direktörü olan arkadaşına bir gektup yazdı: g« < ,.. Ben de kaç zaman- dır Gülsereni arıyordum. Çün- kü: Daha talebem iken ona armağan ettiğim bir kitabı ar- kadaşlarımdan biri bir kitap- çıdan satın almış, sonra üstün- de imzamı görünce bana gös- termeğe getirmiş. Düşündüm, taşındım; bu kitap, kitapçıya ancak satılmak suretile gelebi- lirdi. Bü kitabı başka birisinin Gülserenden çalıpta satmasına imkân yoktu. Zira o, kitapla- rına gözü gibi bakar.. Çocuk- cağız çok sıkılmış olacaktı ki arimağan ettiğim bir kitabi sat- mıştı. Bu gün Üniversiteye gi- den onun bir çok arkadaşların- dan adresini sordum, bilmiyor- lardı. Bir buçuk sene önce Kandilliden taşınmışlar. Nere-