- No.1890—205 ları ilk zamanki bu tuhaf keli muhakkak siz de ha- tırlıyabilirsiniz. Fakat bunları böyle eskileri harırlata- bilecek bir şekilde ntuvaffakiyetle yazmak ancak Ahmet Rasime mahsustur. Edebiyatımızda onun yerini biç bir kimse doldu- ramiyacaktır, İhtifalde Ali Kâmi beyin dediği gibi «Ahmet Rasim öldü, yerine kim Ahmet Rasim olacak?» Size şimdi “onun Kavon isimli yazısından bir parça okuyacağım. Bu yazı bizdeki esnaf ruhunu öyle güzel anlatır, müşahede ve tesbit okadar güzel görülmüş ve öyle güzel yazılmıştır ki insanın hayret etmemesi imkânı yoktur. Bu püsağikı bilhassa muha- vereleri Rasimin bir şaheseri «Sokağın içine saldırır Gltüönei me birdenbire gür, kalın, alabildiğine yüksek. acı bir seda ile; atlı kavunlar! diye bağırarak bin ninni, bin nazü işve ile uyudul- muş çocuğu beşiğinden fırlatan, mama dadıya karnı yarıklık patlıcanı ikiye böldüren, hanım nineye ke- meli heleğanla: — Hay! dedirten, karşıdaki bakkalı, henüz ağzına attığı lok- mayı çiğnemeden yutturup boğulmadığına teşekkürle yan yan baktıran satıcıyı çağırın da pazarlık edin. İnsan küfenin altında ezilecekmiş gibi ter içinde kalmış olan bu tacire acır. Biraz tetkik edilecek olursa terlemesi küfenin ağırlığından olmayıp mut- tasıl bağırmadan ileri geldiği anlaşılır. Çünkü siz: — Kavuncu! diyerek bagırsanız da duyan kim$ O bir kere adımını küfenin gıcırtısına uydurmuş, dilile de: -— Tatlı kavunlar! ezgişini tutturmuş, gidiyor. Şayet duyurdunuz da kapının önüne geldi mi işportadaki kavunlar nazi rinda büyür, — Kaça? — Alacak mısın? — Ne demek? Elbette alacağım ki çağırdım. — Yok, Allah ömürler versin, alacaksım'a, Diy- begimki alırsan bu kâvunlardan al. — Allah! Allahi Bu kavunlardan alacağım işte, — Mübarekler topatanın da bal akıdanı. — Anladık, kaça! — Olmşunu mu istersin? — Elbette. Hamını ne yapacağım! Bir tanesini elinde tartıp, çevirerek: — Sana üçer kuruşa olur. — Nel Balıkpazarında altmış paraya, hem daha iyisi, — Altmış paraya mı? Bulsam on küfe daha alırdım. — Öyle ise pazarlık ola. — Ben ne vereceksin? — Dedik'a, altmış para... — Vay, vay! Ama az ha.. Bizde mi topatalım? — Yok üçe alayım da ben atayım. — Sende atma, ben de. — Ne yapacağız! vo mıyız, pazarlık mı edeceğiz! — Hem konüşürük, ini pazarlık ederük, SERVETİFÜNUN Ni 359 — Ay içime sıkıntı il lan beri hrlm. — Yüzlüğe de almaz mısın? — On paraya da almam. — Veren kim ki! Fakat kavuneu pencerenih önünden aymlmaz. İşportanı düzeltmek bahtnesile durur. Arada: — Doksana da almaz mısın Ses yok.. — Eyvah! Efendi bu sene de kavun yiyemiyecek..» Ahmet Rasim tam bir İstanbul muharriri idi. İçinde doğup büyüdüğü bu şehrin her tarafını o tam yarım asır ve tam bir salahiyetle yazılarında canlan- dırdı. İstanbulun Râmi'den Şişli'ye, Ada'dan Büyük- dere'ye kadar her yerini ve her yerinin âdetini ayrı ayrı anlattı. Fakat Hakkı Tarık beyin dediği gibi Ahmet Rasim hakkındaki bu telekki «Konstantaniye surları arasında mahsur kaldığı takdirdeçok yanlış olur.» Yusuf Ziya onun için «Ahmet Rasim öldü, İstanbulun elli senelik sesi- nl toplamış yegâne plak kırıldı demek, İstanbulun elli senelik renklerini. ananelerini, hatıralarını topla» mış yegâne filim yandı demek.» diyordu. Hakikaten öyle oldu. Refik Ahmedin dediği gibi «Türk edebiyatı bir inhidam karşısındadır.» Ve bu inhidam karşısında içimizde birşey sızlıyor. Kayaların görünmeyen yerlerinden sızan sular gibi içimizde bir şey sızlıyor. Ve biz ağlıyoruz. Saçlarına, uzün senelerin kondurdugu beyaz teller taşıyan en ibtiyarımızdan, mektep sıralarındaki en gencimize ve kadınımızdan erkegimize kadar hepimiz gönlümüzde unulmak bilmiyen bir acı ile ağlıyoruz. Bu gözyaşları sadece fani bir vücudün arkasından döktüğümüz şeyler değildir. Bu gözyaşları menbaını bizi kendisine râmeden, ve kendisini bir mahbup kadar sevdiğimiz bir vücütten alıyor. Bu ayrılık bize bir evlât acısı gibi çöktü. Gönlümüzün yabanci eli değmiyecek çok derin bir yerinde bir şey sızlıyor, Ve sanki yeşil yapraklı ağaçların kuytulaştırdığı bir yerde yavru bir ceylan iç çekiyor. Ve biz ağlıyoruz.. Rasim, sen neden öldün, ve biz neden senin için ÜN Sehap Nafiz