354 SERVETİFÜNUN No.1890—205 Karadenizin incisi Ordu kasabasında tatlı günler Bence büyük bir bahtiyarlık eseri olarak mebus- ları bulunduğum Ordu kasabasında tatlı günler ge- çirdim. Karadeniz'de nadiren görülen parlak, mavi sakin sular üzerinde yürüyen karadeniz vapurile bir sabah şafak sökerken Ordu'ya' varmıştım. Gün, açık denizin uzak ufukları üstünden doguyor, ışıklarını Ordu kasabasının yaslandığı zümrüt gibi yeşil dağ- lara, o dağların kıyılarına sıralanmış beyaz, güzel Ordu evlerine dağıtıyordu. Gök mavi, deniz mavi dağlar yeşil, evler beyaz, her taraf parlak idi, Va- purun güvertesinde bu çok yüce manzaraların kar şısında sevinç içinde kalmıştım, bakmağa doyamıyor- dum. RBindiğimiz taka bizi kasabanın iskelesine gö- türürken iskelenin iki tarafında uzanıp gitmiş kum- luk kıyılara onun arkasındaki güzel evlere ve yeşil bahçelere keyifle bakıyordum, nihayet iskeleye ya- naştık. İskele caddesine çıkınca kaldırımları güzel yapıl- mış düzgün, geniş, temiz bir yolun üstünde yürüdü- gümüz zaman tabiatın buraya verdiği güzelliklere burasını idare edenlerin çok kıymetli yardımları do- kunmuş olduğu kuvvetle göze çarpıyordu. Mecliste Ordu arkadaşlarımdan bir itanesinin z8- rif, temiz, modern ve ufacik yalısna beni misafir ettiler. Bu sevgili arkadaşım Ordu da bulunmadığı halde büyük bir nezaket göstererek beni evine misa- fir etmişti. Bu çok sevimli ve gönül ısıtan ufak ya- lının balkonunda sabah güneşinin &ıcak ışıklarını alarak durduğum zaman, karşımdaki açık depizin sakin ve parlak yüzüne baktıkça yaramaz, hırçın diye adı çıkan Karadeniz acaba bumudur ? diyordum. Üç gün denizde giderken, beş gün Orduda bulunur- ken, sonrâ tekrar üç gün yine dönme yolculuğu ya- parken karadeniz hep bu uslu ve güzel halini mu- hafaza ederek beni sevindirdi. Ordu'da bulunduğum beş gün bu güzel ve par- lak sinema tabloları seyreder gibi gözlerimi kamaş- tırdı, yüreğimi genişletti, beynimi parlatfı. Bunu uzun anlatmaya girecek değilim. Sade Ordu kasabasına yeniden can veren bir işten bahse- deceğlm. Makaleme bağlanan resimler de bu işe aittir. Dediğim iş Ordu'ya Akobuz tepesinden akıtı- Iacak ak, berrak, tatlı suyun gelmesidir. Vali Nazif Beyefendi ile belediye reisi bey Akobuz kaynağına gideceklerdi. Ordu'ya bir saat kadar motörlü taka ile gitmek, sonra iki saat kader hayvanla yürümek, daha sonra yarım saat kadar yayan çıkmak lâzım geliyor. du. Tereddüt etmeden bu meraklı yolculuğa karıştım. Belediye dairesinin önünde yığılı gördüğüm su bo: ruları bir hafta sonra çıkacağımız tapeden Ordu'ya kadar döşenerek Akobuz'un tatlı suyunu akıtacaktı Boruların yığılmış, hazırlıkların tamamlanmış olması bana kuvvet verd. Yolculuğun sarsıntılarını düşün- medim, beraber çıktık. Motörlü takada bir saat, uslu, parlak Karadeniz'in üzerinde akarak gittik. Turna vadisinin denize ulaştığı kıyıda ipek gibi yumuşak ve beyaz ince kumluk üzerine atladık. Hayvanlar hazırdı. Kervan olduk, vali, belediye re- isi, mühendisler, fen memurları bir arada zümrüt gibi yeşil büyük ağaçların gölgelemle donanmış vadi içinde ilerliyor ve yavaş yavaş sol taraf yamacındaki patika üstünde yükseliyorduk. Oradaki bir köyün muhtarı önümüzdeki patika yolunu gösteriyor ve bu çevik yaşlı adam keklik gibi patikanın sarp yerle- rinde sışmıyordu. Ne güzel manzaralar idi, bir tane- sini resimlerin arasında görüyorsunuz, Bu manzara su kaynağının alt başından bütün turna vadisi üs- tünden Karadeniz kıyılarına kadar sürer. Atların hizmeti de bitti, Artık yayan yola düzül- dük. Dar patıkanın iki tarafında yeşillikler içinde İsviçre'nin dağ yolcuları gibi birbirimizden uzaklaş- madan yürüyorduk. Nihayet içerisi «u şakırdılarile türküler söyleyen bir korunun arkasına gizlenmiş Akobuz köyüne geldik. Oradaki tahta çatılı; tahta kiremitli köy evlerinin arasından fışkırıp dört direk üzerine yükseğe kurulmuş zahire amberlarının yanın- dan çıkan ve berrak suyu ile ileride ufak bir deği- men çeviren .Akobuz suyunu bulduk. Herkesin elin- deki bardaklar suyun içine dalıyor ve'içmekle doya- mıyorduk. Ne güzel bir eser olacak. ( 250) metre kadar yüksekteki sarp tepe üstünden fışkıran su on altı kilometre borular içinde akıp Ordu kasabasına girecek, kasabanın halkını sevindirecek, Bu hayırlı işi düşünen, hazırlayan ve başaran çalışkan valiyi, belediye reisini ve arkadâşlarını sevgi ile, hürmetle selâmladım. Su kaynağının yâ- nındaki yeşil çayırlık bir meydan var, etrafı bahçeler, ağaçlarla dolu. Çayır tam manasile yeşil ipekle iş lenmiş balıya benziyordu. Onun üstünde gezerken yüksek tepeyi saran akşam gerinliğinin havasile ci- gerlerimizi dolduruyorduk. Ben kendimde ziyade çeviklik hissediyordum. Yokuş aşağı döverken yayan yoleuluğu vadinin en alt kısmına kadar devam et- tirdik. Ark patika yollarda atla inmeğe lüzum gör- memiştik. Biz inerken fen memurları demir borula- rın nerelere gömüleceğini ve nerelerden geçeceğini bize anlatıyorlardı. Etrafımıza toplanan köylüler bu hayırlı için yü- reklerine verdiği sevinç ile etrafımıza toplanmışlar koşuşuyorlardı. Bu &atırları yazarken belki ilk dö- şenen boruların içinde güzergâhın birinci kısmında nl Ahmet İhsan -