e mmm | ay — a —— 338 | SERVETİFÜNUN No. 1889—204 Ahmet Rasim Büyükada'daki yeşillikler üzerine bakan Heybeli- ada'nın Çamlimanı yakınındaki yamaçı üzerine ku- rulmuş mezarlıkta, yüksek çam gölgeleri altına Ahmet Rasim'i ebedi olarak yatırdık, elli yıl durma- dan çalışmış, yi olan bu sevgili. Elli yıllık arka daşımdan ayrılık bana çok acıklı gelmişti. İyi düşünen İsviçre'li bir yaşlı arkadaşım vardır. Son defa kendisini gördüğüm vakit bana şöyle de- mişti: Uzun yaşamak, afiyet yerinde olmak çartile fena değildir. Bir acı yeri vardır; dostları birer birer kaybedip gittikçe dünyada öksüz kalma! İsvigre'li dostumun bu gözündeki yakıcı doğruluğu Ahmet Rasim'id mezarı üstünde bir kerre daha çok derin duydum. Bu öz İstanbul çocuğu ile Şehzade- beşı'ndan Vefa tarafıua giden su kemerinin iki tara fında komşu idik. Babamın kışlık evi su kemerinin Haliç tarafında idi, ORasimin ana evi Kemerin öbür tarafında idi. O Darüşşafaka'da okurdu, ben Mülkiye mektebinde okurdum. İkimiz de mekteple- rimizin &on 8ınıf imtihanlarını veriyorduk. Bu dedi- Kim 1301 tarihi olan 1885 tir. Ahmet Rasim mek- tepte derslerini okurken edebiyata, şiire, musikiye merak sarmıştı. Sesi güzeldi, yaradılışile musiki bi- lirdi, keyfined üşkündü, hazırcevaptı, zeki idi. Neş'eli idi, hepsinin üstünde olarak öz, temiz, cevelek İstan- bul çocuğu idi, Mahalle lehçelerini, kabadayı tabir. lerini, cinasları iyi bilirdi. O tarihte Aksaray'ın meşhur on ikileri denilen kabadayılarının hepsinin atla rini, huylarını tanırdı. 1301 den 1307 yani 1891 GServetifünun'un tesis tarihine kadar Ahmet Rasim ile, mekteplerimizi bi- tirdikten sonra Babıâli yokuşu arkadaşı olmuştuk. benden üç yaş büyük olduğu için daha cesaretle Babıâli yokuşu gazete idarelerine ve kitapçılarına girer çıkardı. Ben onun arkasından bakıp yaşça ben- den biraz büyük olması itibarile kendisine imrenirdim. Ahmet Mitat Efendi'yi Rasim benden evvel tanılı. Tarik gazetesinin Filip Efendisini, Saadet gazetesinin sahibini, kitapçı, Arekel'i, Karabet'i Kaspar'ı, Alek- san'ı, Kirkor'u Ohannes'i benden evvel tanıdı ve bu kitapçılara on altı sabifelik koca forması, otuz gümüş kuruştan romun tercümesine benden evvel başlamıştı. Ahmet Rasim Jorj One'nin meşhur De- mirhane Müdürü romanını kitapçı Arakel'e bu fiata tercümeden usanmış olduğu için ben ilk heves olarak o romanın dördüncü formadan sonrasını Arakele ter- ceme ettim ve roman ortaya çıkmıştı. Demirhane Müdürünün üzerinde ikimizin ismi vardır. 1307/1891 de Servetifünun'u kurduğum vakit yazıcı arkadaş olarak yanımda Mahmut Sadık, Ahmet Rasim, Nabi zade Nazim vardı. Nabi zadeden çok genç yaşında ayrıldık. Mahmut Sadık'ı iki sene evvel toprağa verdik. Bu yaz kıymetli Ahmet Rasim'den de ayrıldım. Dört ayaklı ızgaradan şimdi ayakta bir ben varım. İşte bundan dolayıdır ki İsvipye'li ihtiyar dostumun «5 ve iğ acılığı ve do u daha derin duydum .. 5 Ahmet Rasim için hatıralarımı karıştırarak yazılar yazmak istesem ciltler doldurmalıdır. Sade şukadarını söyleyim ki ömrümde tanıdığım adamlar arasında onun kadar geniş yürekli, temiz ruhlu, hayatın her türlü derdine, acısına dayanıklı bir adam daha gör- medim. Ahmet Rasim tam manasile ve eski tabirle derya- dil idi, rindmeşrep idi, hoşsohbet idi. Servetifünunun ilk cildini şöyle bir karıştırdım. 11 Nisan 1307 terihli ve 5 numaralı nüshamızda eşi eşi içinde cihan) isimli bir makalesini gördüm, e düşündüm, Ahmet Rasim'in dimağı bir ciban idi. Hinihizdiei bir kaç satırı asağıya naklediyorum. Dimağ içinde cihan Bazan (namütenahi) fikri azimini tahayyül ederim. Ademi tenahi, azamet ve haşmeli mehabetile dima- gım içinde cevelâna başlar. Milyonlarca güneş, sey- yare sabite, bu fezayt ruhani içinde devreder, yeni yeni cihanlar doğar, avalimi atika mahvolur, husyilar, küsuflar vukua gelir, şahabı sakıplar' haceri semavi- ler düşer, mevaddı semsviye bir mihveri deveran etrafında ye tahassüsatımda bir garabeti mahsusa husule gelir Bazan fezada tecerrüt halinde bulunurum. Bu hâkdanı fenayı gözetlerim.- Gâh bir noktai muzie halinde görünerek yavaş yavaş tekarrübe başlar, zira anın sür'üi sür'atı namütenahiye nisbetle asgarı namütenahidir, nazarı temaşa önünde gittikçe büyür, hacmı asgarile pişigâbı tetebbüümden geçer. Gâh cihanda hükmeden şeraiti maişeti düşünürüm, Bin velvelei fikraşap peyda olur. Ateşin saikelar, ziyadar barikalar görünür, Kavanini tebiiyel ezeliyenin intizamı hayretferm- ası beni i'cap eder. Kendimin namütenahi bir surette her tarafa düşmek kabiliyeti olan bir girdabı hayat içinde olduğuma inanırım. Lâkin cihan namütenahi mi? İşte ku fikri elim Me > ediyor. Ademi mahdudiyeb ademi tenahi ir # * 9 Mayıs 1307 Tarihli nüshamızda, benim ilk Avrw- pa'ya gittiğim vakit İstanbul müsahabesini Rasim yazmış, orada da İstanbul'un halâ devam edens&u ve terkos derdinin bir parçası var! onuda aşağıda okur- sunuz: Şehrimizin eyyamı sayfta terkos kumpanyeası te rafından sulandırılacağı havadisi mucibi mennimesar olmuştur. Hafif bir rüzgârın şoselerimize temasını müteakip havaya yükselen sehabı gubarın hıfzisihha noktai nazarından ne derecelerde muzir olduğu varestel iştibahtır. Hele en dar sokaklara kadar su borularının fer- şile sulanmak içi videlerinin takılması bu menfaa*ı bir diğeri için dahi tevsi eylemiş oluyor ki oda harik esnasında birdenbire su tedarikinin kesbi suhulet etmesidir. i