N0.1887 —202 306 SERVETİFÜNUN Dil Kurultayında Ahmet İhsan Beyin 14 Birinci Teşrinde kürsüde söyledikleri Ulu Gazi, Hanımefendiler, Beyefendiler: Dil Kurultayının Dalmabahçe sarayı kubbesi al- tında, türklüğün büyük kurtarıcısı ulu Mustafa Ke- malin himayesinde çalışması Türk milleti, Türk irfanı için çok mühim, çok tarihi bir vak'adır. Dolmabahçe sarayı, Türk Cümhuriyeti kurulu- şuna kadar türklüğün yükselmesile, Türk dilinin değerile hiç uğraşmadı. Bunu düşününce, kurultayın burada toplanmasındaki parlaklık daha iyi anlaşılır. Cümhuriyetimizin başlangıcına kadar bu sarayın içindekiler, bütün milli varlıkların yabancısı idiler. Onlar varlıklarımızı asla benimsemezlerdi. Padişahlar devrinin resmi maljfillerinde ve yazı âleminde, öz Türkçe kullanmak ayıp sayılırdı. Hanımlar, Beyler, Yürekler sızlatan bu geçmişi görmüş bir yaşlı yurtdaşınızım; o zaman arapça, İarsça kelimeleri bol kullanmak, bu dillerin kaidelerile tumtıraklı, müsec- ca izafetler ve mutabakatlar yapmak, eski tabirle, ayınlar çatlatmak en büyük hüner idi. Bu yolda okadar ilerilgitmişlerdi ki türklüğü tezyif için etraki bi idrak tabirini kullanmaktan, yazmaktan utanma mışlardı. Bu azgınlıkların ana kaynağı, o vaktin tabirince sarayı humayunu meymenet makrun idi. GSerkâtip, serkarin makamlarından yazılan kâğıtların içinde, öz türkçe söz bulmak çok zor idi. Çünkü onların hepsi kendilerine Bendeidirine, abdıkemler, abdamemlük sıfatlarını takarak yine kendi tebirlerince v6/iyyi nime- # biminnetlerine köle olmuşlardı. Türk dilinin yüksek mahfillerde fena görülerek uzak tutuluşu sürerken, milli dilin millet içinde aşıkları vardı. Bilgi varlığı: mızın yürüyüşüne 1885 tarihindenberi karışmış onun içinde elli yıl yuvarlanmış ve elime kalem aldığım ilk gündenberi bir türlü arapçalı, farsçalı yazılarla başı hoşlanmamış bir eski yazıcı olmak dolayısile eskiden olup bitenleri, sinema şeridi gibi gözümün önünden geçirebiliyorum. Müsaadenizle bu olup bit- mişlerin bir takımını 8ize anlatayım; göreceksiniz ki o zamanlar bile ana türk dilimizin aşıkları, bütün engellere bakmadan uğraşırlardı. 1300 yılına raslayan 1884te, eski Babiâli yokuşu yine eğipler, şairler uğrağı idi. Bunların çoğu bir türklük olduğunu anmak istemezlerdi. Ozaman çıkan gazetelerde bir didişme açılmıştı. Tercümanı Hakikat ile Tarik gazetesi bu didişme yazılarile dolu idi. Tercümanı Hakikat'te yazanlar temiz bir türk dili istiyor, bunun için çabalıyordu. Bu gazete matbaası- nın adı Kırkanbar idi. Tercümanı Hakikat evine böyle türkçe at konulmasile bile ona karşı gelenler eğleniyordu. Devam eden didişmeye, Asmai isminde Türkistan'dan gelme bir bilgi adamı karışmıştı. Didişmeler ateşli sürüp gidiyor, teknik sözlerin türkçesini bulmak kolay iken arapçasını aramak doğru olmadığı Haykırılıyordu. #akat günün birinde birdenbire bu yazı didişmesi gazetelerde durdu! Çünkü, saraydan iradesi seniye çıkmıştı başkâtibin emri mucibince türk dili etrafında (zinhar) yazı yazıl- maması, onların tabirince karihai ilham şabihadan ferman buyurulmuştu. Türklerin kuvvetile, yardımile kurulduğu halde, kozmopolit, renksiz, istiklâlsiz şe- kilde yürüyen bir devletin başına geçen Osman oğul- ları, kendilerinin türklük ile uğraştıklarını göster- mekten korkarlardı. Onlarea türk dilile, türk işile uğraşmak saltanat aleyhinde bulunmaktı. Evet, bu sarayların içinde, o kubbelerin altında yaşayanlar, milleti idare ediyoruz zannında bulunan- lar pek çok defalar türklüğü, türk irfanını boğan böyle sayısız fermanlar çıkarmışlardı. Dediğim dil didişmesini yasak eden irâdeden bir yıl evvel, milli türk piyesleri de ortadan kaldırılıp o piyeslerin oy- nanmakta olduğu Kedikpaşa tiyatrosu, bir gece için- de yıktırılmış, sabahleyin kalkanlar irfanımızda epi rolu olan, bu eski tiyatronun yerinde bir yığın yı- kıntı görmüşlerdi, Yurtdaşlar: Bugünkü cümhuriyetin sahipleri olan türkler, bunu korkuuç bir masal gibi dinlerler. Fakat dediğim olmuştur, ben yıkıntı yığınını gözlerimle gördüm. Vaktile rticalikiram denilen güruh, türklüğün ve türkçenin okadar yabancısı olmuşlardı ki, Topkapı sarayı içinde yüz yıl evvel kurulan, tap evinin adı yarım türkçe olarak Basmahane olduğu halde yaban- cı dillerin düşkünü olan bu zavallılar, yarım türkçeye bile dayanamamışlar, başmahane tabirini kaldırıp kapısının üstüne (darüttabaatülamire) levhasını hâk ettirmişlerdi. Şimdi buna bir şey daha ilâve edeyim: İlk adı Basmahane, sonra Matbaai Amire nihayet Darüttabaatülamire olan ve bilği hayatımızda çok iş görmüş olan bu müessesenin yaşamasına bile sarayı humayun katlanamamıştı. Padişahların adının yal- dızla basılmış bir sahifesinin devlet yıllık kitabına ters yapıştırılmış olması bahane edilerek Basmahane dahi 1902 de bir gecede kapatılmış, kapısı mühür- lenmişti. Dil ve edebiyat hakkında fikri böyle olan sasayın güzel gan'atlerle de hiç alâkası yoktu. Bundan dola- yıdır ki arasıra sarayda komik işler de yaparlardı. İçinde bulunduğumuz bu sarayın ortasındaki büyük #alonda, bir bayram günü, muayede alayı seyrediyor- dum, sırmalı sarık ve kavuklarile, renkli cübbelerile ve papuçlarile sıralanan, göğüsleri türlü türlü nişan- latla dolu ülema, etek ve saçak öpmeye gidiyorlardı. Bu anda mabeyni humayun müzikası Madam Angonun hoplama parçasını çalıyordu. Ovaktin sarayı huma- yunu saadet meşhun bendeleri bunun bile farkında değillerdi.