© mili a METE | "No. 1887—202 e e o kadar çok sarsmıştı ki bir türlü kendime gelemiyordum. Vaz'iyyetim yolda arabacının bile dikkatini çelpetmiş. — Nedir beyim ? diyordu. Galiba büyük bir has- talık atlattınız? — Sorma hemşerim Gedim, başımdan: büyük bir felâket geçti. Sâf adam, o kadar iyi kalpli bir insandı ki mu. hakkak derdimi öğrenmek istiyordu. Ona anlattım. Gözlerimi kapadım, içimi çeke, çeke her şeyi, onu ne kadar sevdiğimi, onsuz bu gurbet ellere nâ- ml gelebildiğimi, onu ne hasretle beklediğimi ve ni- hayet ondan aldığım mektubu gösterdim. * Ben mi çok hezin anlatmıştım yoksa arabacı mı gok içli bir adamdı, bilmiyorum. Yalnız gözlerinden iki damla yâş aktı. Ellerimi tuttu: : — Allah inandırsın beyim dedi. Derdin beni de üzdü. Fakat sakın keder etme. İnşallah geçer. Ve beni öyle teselli ettiki ” ferahladı. Şimdi bir az daha iyi düşünebiliyordum Olabilirdi; ehemmiyetsiz, küçük bir hastalık ola bilirdi ve doktorlar şüpliesiz bir yoleluğa müsâde etımeyebilirlerdi. Araba, köyün ortasında küçük bir kahvenin önün- de durdu. İndik. Üstüne hasır serilmiş sedirlerin üzerinde karşı karşıya oturduk. Çaylarımızı içiyor ve şuradan buradan konuşuyorduk. Arabacı ; — Beyim, dedi. Sen bu köyü tanımazsın, sana bu rada güzel temiz bir oda buldurayım. Gitti, Bütün tanıdığı insanlara sordu. Hele bana güzel, mini, mini bir odacık bulmak istiyor, bilhassa havadar olmasına itina ediyordu. Fazla oğraşmamasını, muvakkat bir zaman için perde olsa kalabileceğimi söyleyordum. Beni kat'iyen dinlemeyor : — Olmaz beyim diyordu. Bizim köylerimiz mem- leketimizin en güzel yerlerinde kurulmuştur, fakat nedense ev içlerine hiç aldırış etmeyiz. Odalarımız karanlık, izbe gibi olur. Böyle yerden memnun kal- mazsınız beyim. Sana kuş kafesi gibi küçük hoş manzaralı bir oda bulmak isterim, Degiğini yaptı. Köyün bir kenarında bütün du- varlarını hanım elleri kaplamış, ağaçlar arasında mini mini bir evcik buldu. İçinde oturan ihtiyar dul kadın, ben orada kaldığın müddetçe başka bir evde geceleyecek, gündüzleri de benim işime baka- caktı. Arabacı ile konuşa, konuşa tekrar kahveye gel- dik. Artık akşam oluyor kahvenin hemen karşısında duran beyaz mini mini bir eğmiin şadırvanında bir kaç köylü abdest alıyorlardı. Ona tekrar oturmasını teklif ettim, kabul etmedi. — Müsade et beyim diyordu. Ben de kasabaya döneceğim, gece olmadan evime gideyim dönmek istediğin zaman bana haber yolla, seni yine ben ge- lip buradan alırım. Bu sâf, temiz kalpli adama bir şeyler ikram ede- mediğimden dolayı o kadar müteessir oluyordum ki... Boyuna benden af diliyor: — Kabil olsaydı, bu gece yatacagınıza kadar sizi bırakmazdım. Fakat yol uzak, ancak gece yarısı SERVETİFÜNUN 319 eve varırım. Çoluğum paliğymeiei var, merak ederler iyordu. Yaptığı iyilikten dolayı kendisine çok teşekkür ettim. Hiç olmazta bu iyiinsanı biraz para ile memnun edeyim dedim. Araba parasından on para fazla almadı, israrıma, üzülüyor: — Ben bu parayı hak edecek bir şey yapmadım, dünyada almam diyordu. Xvı Yarabbi! dünyada ne hoş, ne yaşanacak yerler varmış. Nedir o şehirlerin gürültüsü. Şimdi anlayorum. Yaşadığımı, yer yüzünde bir mahluk olduğumu şimdi hissediyorum. Bunu tabiatla başbaşa kalmadan anlamak kabil değilmiş.. Oh.. düşüneeek zaman var. Hayatın Sırrını tabiatın felsefesini, temiz ve güzel şeyi görmek için mutlaka buralarda, bu çizgisiz, şekilsiz fakat renkli ve ruhlu bir âlem içinde yaşamak behemehal bu üçra köylerin, sâkin, mütevekkil insanları arasında, yaşar zım, Bahçelerde dallarının üzerinde kurumuş yaban gülleri, su kenarlarında süsünler, katır tırnakları var. Bir köylü söylüyor : Burasının en güzel zamanı baharmış. Şimdi bu mevsimin &on günlerini yaşıyo. ruz. Başaklar diz boyu, ağaçlarda çağlalar bâdem olmuş yalnız her taraf yeşil, her taraf yumuşak ve berrak bir renkte. Bu yeşillik bana bir sihir âlemini canlandırıyor. Gözümün Te kıyafetler, kırmızı cepkenli, ko- yu mor şalvarlı bu insanlar, bu sessiz, sâkin tarla- lardan evlere, evlerinden camie ve bazan köyün biricik EM giden köylüler de bu sihir ve efsane âleminin periler Benim kim iiğeğni ve niçin bu köye geldiğimi, bütün köylünün bilmeşine ve anlamasına yarım #aat kâfi geldi. Artık yüzüme hiç bir şüpheli nazar çarp- mayor. İlk görüşte biraz yabancı biraz soğuk duranlar şimdi her tesadüfümde yüzlerindeki âşinalık izlerini saklamıyorlar. Pek kısa bir zaman içinde hemen hepsile tanış- tim. Yolda selâmlaşıyorum. Bazen, bilhassa tarlalarında çalışırlarken yanlarına sokuluyorum. Onların işleri hakkında saatlerce konu- şüyorum. Onlara hoş sözler söylüyor, hoş ümitler veriyorum. Tıpkı insan eli değmemiş büyük ormanlar gibi bu adamların kalpleri de o derece fenalıktan, âdilik- ten uzak. Daima iyi düşünen, kat'iyen başkasının işine re kendi âlemlerinde insanlar. Birgün bir tanesi Ea epin demişti. İşittik ki hastalıktan yeni kalkmışsın, Halbuki maşallah hiç hastaya benzemi- — Allaha şükür hasta değilim dedim. Yalnız bir az içim sıkılıyor. Yavasçacık güldü ve bana belli etmemek için başını öbür tarafa çevirdi, şu gülüşün sebebini öğre- neyim dedim. Bakalım aralarında ne diyorlar. — Devamı var —