a EU m ği hik, ağır ağır anlatmıpa başladı: No.1873—184 SERVETİFÜNUN 85 Neler Dediler Orhan Seyfi B. Diyor ki « Eğer Nâzım Hikmet bey nazım tarzını izah etmiş olsaydı kendisini daha çok anlamak, eserile maksadı arasındaki mu- vaffakiyetini ölçmek ve kat'i bir hüküm vermek mümküm olabilirdi. » Yarın edebiyatımız beynelmilel olacak- Gönülden sesler şairinden o gün için randevu almıştım, Orhan Bey hanının karanlık merdivenini çıkınca hemen oradaki odaya girdim. Burası küçük bir odadır. Pencerenin yanında üzeri mecmuâ, gazete ve kitaplarla dolu bir masa, Bu mecmua ve ga- zeteler arasında o haftanın Serve- tifünun'u görünüyor. En üstte de daha yeni çıkan bir Akşam. Odanın bütün eşyası bu masa ile birkaç koltuktan ibaret. Ben koltuk- İrilnm birine oturdum. Orlran Seyfi '* dikte ettiriyormuş gibi yavaş — San'at hayatınızda ne yapmak isliyordunuz ve istiyorsunuz? . — Ben şiir yazmıya başladığım zaman Edebiyatı Cedide lisanı hâ- kimdi. En yeni ve en mütekâmil bir lisan nümunesi Rebab: Şikeste vardı. Az çok nazımla ülfet ettiğim ve bazı dostlarımın hoşuna gidecek manzumeler yazabildiğim bir sırada muazzam bir mesele ortaya çıktı: terkipleri atmak, türkçeyi arapça ve acemcenin tahakkümünden kur- termak, Bu benim için tahmin edeceğinizden daha güç bir iş ol- muştur. Esasen pek te kolay değildi. Edebiyatı Cedide lisanından vevkalan, o lisanla eserlerini yazan ve biraz da muvaffak olan bir şair için bütün bunları bir hemlede atmak, nümunesi olmayan ve hiç tecrübe il bir lisanla yazmıya bağlamak oldukça yorucu bir işti. Hâlâ o lisandan uyrılmamış bazı meşhur simaların bulunması bu zevk ve itiyadın bir san'atkârın kal- binde ne kadar derin bir surette kökleşmiş olduğunu österir. İlk önce bu lisan meselesinde yapılacak şey ter- kipleri atmaktı, Yani terkipsiz lisanla yazmak, w ve acemceden alınan lüzumsuz kelime- lerle vezne dokunmak hatıra gelmiyordu. Bir müddet Orhan Seyfi Bey bu yolda muvaffak olmak içiu uğraştım, Fertena ve kar ismindeki manzume bu senelerin mahsulüdür. Galiba bu şiirde muvaffak ta olmuştum, bir çok dostlarım samimiyetle beğendiklerini söylemişlerdi. Bu ikinci itiyadı aldıktan sonra yeni ve daha güç bir san'at mese- lesi ortaya çıktı: Hece vezni ve ğüzel tiirkçe. (Buna öz türkçe, yahut İstanbul lehçesi de diyebiliriz.) Bunu mevzuu bahseden Ziya Gök Alp idi. Tekrar benim için yeni bir yolda çalışmak icap etti. Eski halk ve tekke şiirleri gibi koşmalar yaz- mak şartile vezni değiştirmek bir derece kolaydı. Fakat ben eski örneklere göre giir yazmak istemiyordum, Gayem bu vezinle yeni şiir yazmaktı. İşte bunun nümünesi yoktu. Lisana gelince o da mevcuttü, fakat mektüp değildi. Yani sadırdan satıra geçmemiş bulunuyordu. İşte benim san'atteki eu büyük hede- tim bunlar olmuştur Şiirde &a- mimiyet, güzel türkçe ve hece vezni, Bugün samimiyet meselesi bir tarafa bırakılacak olursa diğerleri çok kolay bir yazı işidir. Çünkü pek çok örnekleri vardır. Fakat benim zamanımda böyle değildi. Bundan sonrası için ne istediğimi soruyorsunuz. Bir şair bunu eserlerile göstermeli ve anlatmalı, Eğer yeni bir kitap daha neşredersem o zaman bu sualin cevabını benden daha doğru olarak &iz verebilirsiniz. — Bizdeki edebi mektepler hakkında fikriniz? — Bizde bir Divan edebiyatı vardır. Bugün devamına imkân olmamâkla beraber bu edebiyat zannettiğinizden daha ince, daha derin ve daha kıymetlidir. Türk lisanının en büyük dehaları henüz bu saha içinde bulunuyor.