Ne. 1852—107 lenmesi için az bir zamandır. Fakat benim için böyle olmadı. Onu ilk defa, mekteplerinin verdiği bir çaylı dansta görmüş ve tanımıştım. O akşam o kız bende ifadesi imkânsiz bir tesir yaptı. Ona karşı duyduğum alâka her hangi bir genç kıza karşı duyduğum alâka değildi. Aradan altı ay geçti. Bu zaman onu ilk akşam gördüğüm dakikada uyunan sevgimden daha fazla bir şey ilâve etmedi, Onu her zaman ayni hararetle sevdim. Ö günkü çaydan sonra Rânayı bulmak, konuşmak, ona her şeyi itiraf etmek pek kolay olmadı. Üç ay bana selâm bile vermedi. Çünkü çayın ertesi günü onun yolunu beklemiş, hislerimi açık açık itiraf etmiştim. Adeta benimle alay etti. Bana: — Siz bir çöl gencine benziyorsunuz.. Bu kadar göliyet.. İlk gördüğünüz kıza âşık olnyorsunuz.. dedi. Ve.. dediğimi gibi, aradan üç ay geçti, başka birşey de söylemedi. Onu gördüğüm yörde başını çevirdi, kendisini piâtonik bir aşkla sevdiğimi anlatmak, buna inandırmak bir türlü kabil olmuyordu. Matba- adan bir ay, senelik iznimi aldım. Sabah akşam yo- lunn bekledim. Hiç.. hiç.. Bir gündü, bana; — Israr ediyorsunuz, size bayır diyorum, dedi. Bunu o söylemişti. Demek benimle konuşabiliyordu. Bu ret cevabı sanki bana en büyük bir iltifat gibi gelmişti. İhtimal buna acıyordu. Bütün vaktimi ona hasrediyordum. Bu vasiyette bir insan için iki gey olmasına imkân verilebilirdi: Ya deli olmak, yahut hakiki Aşık.. Sözlerimi ciddi telâkki edebilir mi idif, Kendisi de ihtimal günlerce kafasında bunu muha- keme ediyordu. Bir gün, beş dakika kaydile bir yerde oturup konuşmamıza muvafakat etti. Bu beş dakikalık ko- nuşmayı ben yarım saate çıkarmıştım. Bütün hisleri- mi açıkça söyledim. Beni dinledi, dinledi. Aynlırken: Peki dedi.. Evet, Fikret bana inanmıştı. «Peki demişti. O gün deli gibi olmuştum, Beyoğlu caddesinde onun «Peki» diyişini gözlerimin önüne getiriyor, mecnun gibi, sebepsiz, serseri, bir aşağı bir yukarı dolaşıyor- dum. Bir kaç gün sonra buluşmuş, bir sinemaya git- migtik. Onun da kalbinde bana kasşı bir küçük köşenin ayrılmış olduğunu anlıyordum. Buluşmalarımız sıklaştı. O da beni çılgınca sev- meğe başladı.. Bir gün başbaşa tam dört saat konuş tuk, ağlaştık.. Evlenmeğe karar verdik.. Bana her fedakârlığı yapacağını söyledi. Evinin adresini verdi. Ailesinden resmen istettim. Fakat, Fikret aldığım cevap şk oldu: Kızımız henüz küçük, ve bir mektep talebesidir. Velisi de Almanyada tahsilde bulunan ağabeysidir. Ondan habersiz hiç bir şey olamaz. Kızı da şöyle tehdit ediyorlardı: Kendi başına bir iş yaptığın gün, bir daha bu «ve gelme. Fikret, bütün bunlar altı ay içinde oluyor. Ve ben hâl& yaşıyorum. Râna, zavallı Râna, en temiz kalpli kız.. Bacit bunları anlatırken gözü hemlenmiş, bulut- lanmışta. Hıçkırır gibi mırıldandı: SERVETİFÜNUN 175 — Senden ayrıldığım gece, onların kapısının önünden geçtim. Sözleşmiştik. Râna apartımanın kapısında beklemişti. Ağabeşsinim bir hafta evvel Almanyadan geldiğini Şöyledi.. İçimde en inee bir damarın kanadığını acı acı duyuyordum. Sacidin ıstırabı, bütün benligimi kapla- rışti, Onu acımaktan başka ne yapabilirdimt. Zavallı Sacit.. Kim bilir kızcağız dn ne buhranlı geceler geçiriyordu. Sordum: — Bunlar nerede oturuyorlar, Sacitf. — Nişantaşında... Bizlin iurafta.. — Kız kaç yaşındai. —i8,. — Babası yok mu imisf. — Hayır. Beş sene evvel kalp sektesindan yazı- hanesinde ölen büyük bir avukatmış.. Yerimde doğtulmuştum. Sacidin cevapları beni alâkadar etmişti: Acele acele sordun: — Ağabeyisinin ismi ne imigt. Sacit güldü: — Neo..sen de 10 gün evvel Almanyadan geldin.. Acaba tanır mıyım, diye mi düşünüyorsan? Biülmi yorum.. Bern boyunu göruyordum: — Kız hangi mektabe gidiyorf. — İngiliz kolejine.. -— Ne... Ben öyle bir lal alınıştını ki, Sacit bu vaziyetten ürkmüştü. Gözlerim büyümüş, her tarafını titremeğe başlamıştı. Yerimden kalkmış, ona doğru iğilmiştim. Söylenmeğe başladım: — Râne.. Nişmataşı.. Baba kalp sektesinden ölen avukat.. 18 yaş. İngiliz koleji.. Almanyadan gelen ağabey. Kafamın içinde bütün bunlar bir tayyare pervanesi kadar sür'atle dönüyordu. Yerime oturu: şumla: — Hım diyişim bir oldu. Aradan ne kadar geçti, bilmiyorum. Sacidin seai kulağıma geldi: i — Ne var Fikretf. Ne oldun?. Yavaş yavaş başımı kaldırdım. Arkadaşımın yü- züne baktım, Sapsarı idi, Elem ve acı yüz çizgilerinde gatır satır okunuyordu. Onu baktım, baktım. İçimin bütün acımak, şefkat ve merhamet damarları harekete gelmişti Yüzümün şiddetli tekallüsü durdu. Kenet- lenen dudaklarım çözüldü. Bilmiyorum, nasıl bir tesir altınde, gülümsemiştim. Kafamıo içindeki dü- şünceler, sakin bir liman gibi durgunlaşmışlı, Gayri iradi dudaklarından şu kelime çıktı: — Al... Sacit, benim bu ani değişen hâlini karşisinnda şaşırmıştı, Bön Bön yüzüme baktı.. — Neyi Kükret, dedi.. İki elimi masanın üstüne koydum. Koltuğa yas- landım, teker teker şu kelimeleri söyledim: — Râna benim kız kardeğim.. Onu şana veriyo- rum.. — Devamı 178 inci sayfada —