174 SERVETİFÜNUN No. 1859—167 Boa Eau A nz BBENESEEEEENEENEENEEENENENEEMESEEEE u g 1 m : 3 Bn İZ B es Zafer Kalplerindir. © BESEE nEoan m Bo BESE ESEGEEENEEEEENEEEEEESEEEEEE E BENSEE P BESEN — Bir gün görüşelim, Sacit.. — Ne günü!. — Onu sen tayin eti.. — Sen ne günü istersen.. Tramvay, gelmiş gidiyordu. Sacit acele: — Oşövar, dedi ve tramvaya atladı. Sahanlıktarı eğilmiş bağırıyordu: — Perşembeye, Pikret.. Elimi sallayarak: — Peki, dedim. Mütbiş hir soğuk vardı. Paltomun yakasını kal- dırdım, ellerimi cebime soktum. Taksim iştasyonun- dan Sıraservilere doğru yürüdüm. Eve gidinceye kadar Sacidi, onun halini düşünü- yordum. Arkadaşıma &cyor, kelimenin bütün manasile acıyordum. Bu akşam, bu hadisenin içimde bir üzüntü yomağiı halinde gittikçe çözüldüğünü, usadığını hissediyordum. Sacidin, o boynu bükük vaziyeti hiç gözümün önünden gitmiyor, bütün asabıma damla damla $81zı akıtıyordu. Gece, yemek yedim ve sanki akşama kadar yük taşımış, yorulmuş insanlar gibi hemen yattım. Perşembe akşamı Sacidi matbaada aramağa gittim. Geçen üç gün içinde, bana biraz anlattığı hadise kafamda daha büyümüş, üzerimdeki tazyik ve ağır- lağını daha çok artırmıştı. Şimdi onu nasıl göreceğimi düşünüyordum. Hasta olup, yatıp evde kalmak, gözeteye gelmemek ihtimali vardı, Merdivenleri âdeta sendeleye sendeleye çıktım, Kapının önünde hademeye: — Sacit burada mıf diyecektim. Odadan, onun sesini işittim. Telelonla konuşuyordu : — Evet efendim, vaziyetin normal bir şekilde devam etmesi... Sonra efendim... Ta masasının yanına kadar gitmişim. O kadar dalgındı ki, beni görmedi, belki de ayak seslerinden içeriye birisinin girdiğini bile farketmedi. Dağınık saçlı başını telefona dayamış, önünde bloknot müte- madiyen yazıyor, yüzündeki damarlar asabi asabi inip kalkıyor, geriliyordu. Belki beş dakika ayakta bekledim. Telefon bitmişti, Ahizeyi sertçe yerine takarken kendikendine: — Öt. dedi ne sağır adam bu karşımdaki de,, Sonra yanında beni görünce seyinç ve hayretle: — Ol. senmi sin, Fikret, dedi.. Monşer bu Ankars telefonu o kadar berbatlaştı ki, her akşam İnsanın kanını kurutuyor. Ve ilâve etti; — Otur, bir dakika, Fikret, şunların serlâvhalarını yapayım, hemen çıkan:z.. Zile bastı: — Ha.. bir kabve veya çay içermi &in?.. Sacidin yanındaki koltuğa otururken cevap verdim ; — Vallahi Sacit, daha yemek yemedim. Şimdi bir şey içmek âdetim değildir.. Secit elindeki yazıları okurken bana soruyordu : — E.. o gündenberi nasılisın?.. Acı bir tebessümle ilâve etti: — Mesele mühim değil mif.. — Tabit.. — Şimdi konuşacağız.. ya... Göreceksin ne intri- kalar dönüyor.. İçini çekerek tabakasını uzattı: — İç, iç bir cıgara... Sacit teselli ve hatta himaye edilesek bir çocuktu, Istırabı onu değiştirmiş, başka düşünüşte, haleti ruhiyesi bozuk bir adam yapmıştı. — O kadar üzülme, Sacit, dedim.. Elbette bir kolayını buluruz., On dakika sonra Sacit işini bitirmiş, matbaadan çıkmıştık.. Dışarıda sulu bir kar ilânı harbediyordu. Bir oto- mobil bizi on dakika sonra Tokatlının önünde bırak- mıştı. Pasajın içindeki yan kapıdan içeri girdik. Sol taraftaki köşede, kuytu bir masaya oturduk. Garson biralarımızı getirinceye kadar, o meseleye dair hiç bir şey konuşmamıştık. — İşin hayırlı olması şerefine.. diyerek biraları- mızdan ilk yudumu aldıktan sonra, sordum: — Anlat bakalım Sacit.. Saeit, derin düşüncelerden bir anda ayrılmış in- sanlara mahsus dalgınlıkin: — Ha.. dedi., İşte vaziyet böyle. — Nasıl?. Bana baştan başa, mufaasalen anlatma- dın ki... Arkadaşım yüzünü buruşturdu, önüne bakarak içini çekti; sonra yavaş bir sesle; — Fikret, dedi, bu hadise beni hayatımda ilk ve en çok muztarip eden bir şey oldu. — Istarabı bir tarafa bırak, kendine hâkim olarak şunu baştan sonuna kader anlat, dedim., Secit, derinden bakan gözlerini bir müddet yü- zümde gezdirdi. Birasından bir yudnm daha aldıktan sonra anlatmağa başladı: — Ben Rânayı altı aydır, seviyorum, Belki bu altı ay başkaları için hakiki aşkın doğması ve ateş-