WANTK Nasıl yürürmüşüz ? Tramvayda, zikreden uzun sikkeli mevleviler gibi, bir ileri bir geri, öne arkaya sallanarak gidiyoruz... Vatman, sarhoş mu- dur nedir, çanile kıyametler kopararak arabayı delicesine sürüyor: « Dan dadadandan.. » « Çekilin yolumdan. » Ha şimdi bir otombille yahut bir araba ile toslaşacağız, ha şimdi bir dükkâna gireceğiz diye helecandan çarpıntılar geçiriyor, oturduğum yerde ispazmoza tutulmuş gibi sapır sapır titriyor- Olan şeyler çünkü... Birdenbire arkamdan bir ses çatlak zurna gibi öttü. Kulak imibağirfiğişi severim. Ne yalan söyliyeyim, hatta bayılırım bile... Hem zaten hatip o kadar yüksek sesle söy- yi ki... Bu söyleyişte « Beni dinleyin! « der gibide bir eda - Yanimdakine anlatıyor mumi öüdüeleriinise bak, göreceksin: kimimiz rahvan, kimimiz tırıs, kimimiz dörtnal sallapata yörürüz. Amma, birinin ayağına basıp nasırını sızlatacak, diğerinin kaburgalarını zedeliye- cek, ” çay göbeğini deşecekmişiz... Bu da düşünülecek şey mi?!... mii. .. Dedim, mesele mühim, ve en doğru tabirile ku- lak kesildim.. Hatip anlatıyor: — Meselâ, diyordu, kalabalık bir caddede —faraza İstiklal Cadde- sinde — «erenlerin sağı solu olmaz« düsturuna uyarak, yaya kal- dırımın herhangi bir tarafında, rahvandan tırısa, tırıstan dört na- la kaldırarak sallapata yürüyorsun - Estağfurullah, dedi Şarımlakiı hayvanlardaki sür'at ölçüsü- nü bende kullanmana diyecek yok ! - Canim, meselâsı var bunun.. Ne diyordum?.. Ha! sallapata yürüyorsun Tam Bi) sirada yanı başında bir çığlık! Müthiş şey! Birde bakiyorsun ki narin bir kadının mini mini ayağı çamur içinde.. Az kalsın «ramazan pidesisne döndürecekmişsin. «Kaza» diye düşünürsün. Zavallı kadın, canının acısına mı, o güzel şek- lini kaybederek çarığa dönen iskarpinine mi, baştan başa yırtılan ipek çorabına mı yanacağını bilmiyerek yaşlı gözlerle yü- züne bakarken sen sadece — Pardon! Der, yörür geçersin.. Ne kolay değil mi? Böyle nezakete can kurban!.. Yürümemizin bir ikinci tarzı daha var: Bazılarımız en kalabalık yollarda bile sağına soluna bakarak, gâh durup gâh yü rüyerek aheste beste gider. Aceleye ne lüzum var: «Erişir menzili maksuduna aheste giden.. «Tiz reftar olanın payine damen dolaşır. - Amma, gelip geçenleri rahatsız liye İlâhi, bu da düşünülür mü?,. Maamafih bunlar ekseriyetle, caddenin kalabalı- ğına mecburen uyarak, itile kakıla sürüklenirler.. Ya o yaya kaldırımlarında birbirine ali selâm sabahla iktifa etmeyip, edebiyattan, içtimaiyattan, siyasetten, falandan fi- landan dem vurarak saatlarce çene çalanlara ne dersin? Ömürdür, azizim, vallahi ömürdür Umumi caddelere, bilhassa köprüye kuş bakışı bak: bir orada, bir burada beliren insan yığınları karmakarışık bir hâlde ve ya- pişkan bir madde gibi ağır ağır akar Çok yüksekten, faraza bir tayyareden, caddelerimizi gören bir yabancının, bu kargaşalığı korkuyla mütevellit telâş ve heye- cana hamletmemesi gayrikabildir... Bir de yolları panayıra döndü- ren seyyar satıcılarm kalabalığını bu kargaşalığa ilâve et... » FİK Bir az sustu, kısılan sesini öksürerek âkorda çalıştı. Yangöz- le bir arkama m: Başı kasketli, kırçıl saçlı, kırpık bıyıklı, çok şişman babayani kılıklı bir adamdı. Kanepenin hemen yarı- sından fazlasına yayılmıştı. Yanındaki melon şapkalı sıska arka- daşı kanepenin boş kalan ufacık köşesine ancak şöylece ilişiver- mişti... Gâh duruyoruz... Tek tük inenler binenler oluyor. Sonra gene baş döndüren bir hızla yokuşlar tirmanıyor, inişler iniyor, dönemeçler dönüyoruz... Ahmet İhsan Matbaası Limitet Şirketi 854 UYANIŞ No, 1737—52 vakıa laği tamamladı: Tramvayda, nadir görülen bir tenhalık ve sessizlik vardı. Mevcut olan beş on yulcunuu kulakları kirişte, gözleri belli belir- siz bu yüksek sesle söyliyen babayani hatibin üzerinde idi... O, bu fevkalâdeliğe aldırış bile etmedi. Renkli geniş eni uzun gürültülerle sümkürdükten sonra tekrar başladı.. Azizim, dedi, ol, p yürümesini bkm ileri geliyor... Tehlikesi bizim memlekete göre nispeten az olan yaya kaldırımını bırakırız da ulu orta yürürüz. Meselâ tam bu sırada arkamızda bir feryat: Öüöüüüü..... Tüylerimiz diken diken olur. Telaş ve korku ile etrafımıza baka- rız: Eyvah! bir otomobil bütün sür'atile üzerimize geliyor. Oldu- umuz yerde durmak hatırımiza gelmez: şöför bizi ezmemek için direksiyonu sağa döndürürken can hevlile kendimizi sağa atarız. Bu, adeta intihar denilebilecek budalalğıımızı gören zavvallı adain, makinesini sola alır, Üzerimize geliyor diye haydi bizde sola Bir sağa bir sola .Kovalamaca oynar gibi. Nihayet ya altına giderek «diyarı ademe!> yollanır, yahut bir mucize kabilinden: kazayı atlatırız.. Bu bakar körlüğümüzü görüp gazaba gelerek: — Çüş! pi lâtifile (!) suratımıza tüküren şöför haksız mi- dır, sorarım sana? Melon şapkalı sıska arkadaşı söze karıştı: — Peki ama monşer, dedi, sen hep yürümesini bilmediğimizden bahsediyorsun da yürümemizi tanzim etmekle mükellef olanları unutuyorsun. Avrupa memleketlerinde herkes yaya kaldırımının sağ tarafını takip eder. Her sokağın başında karşına bir tabele çıkar: «Daima sağdan.. daima sağdan..» Bilmeden soldan yürüyenler halkın hakaretine maruz kalmakla beraber bir belediye memurunun şiddetli ihtarıle karşılaşır. izde olduğu gibi, hiç kimse yaya kaldirimını birakıp ta ulu orta yürüyemez, hiç kimse, kaldırım üzerinde saatlerce değil bir lahze bile « ayak üstü > sohpeti yapamaz... Medeni memle- ket belediyeleri şiddetle tatbik ettikleri usul ve nizamlarla halk üzerinde bir itiyat husule getirmiştir Babayani zat : — Durrrr, durrrr, dedi, vaktile şehremanetinin, köprünün muayyen yerlerine « sağdan -yürüyünüz » diye tabelelar koyduğu- nu hatırlıyor gibiyim... Fakat bizde hangi « memnuiyet » devam- W olarak tatbik edilebilmiştir azizim 2... O tabelelerda belediyenin lâkaytliği yüzünden haftasına varmadan bütün kiymetini kaybet- mişti... bu ihmâl ve lâkaytlik, yazık ki, bizim üzerimizde < mv ya tabelalarına aldırmamak itiyadını husule getirmiş- tir « Cigara içilemez » tabelası olan yerlerde fosur fosur cıgara içeriz. Vapur kamarası, bekleme salonu gibi « yatılamaz » levhalı mahallerde horul horul uyuruz... « Yerlere tükürmeyiniz » memnuiyeti bize vız gelir. Bir kö- mür yahut kiremit oparçasile « eşeklere mahsustur » yazılı duvar diplerine....... Hulâsa saymakla bitmez vesselâm.. Melon şapkalı sıska zat dedi ki: erlere tükürmekten bahsettin de hatırıma geldi: Vaktile bir ehrtitei, sokaklara tükürmek memnuiyetini ve tükürenlerden cezayi nakti alınması nizamını çıkarmıştı da........ Babayani zat, sıska arkadaşının lâfını ağzına tıkadı : — Memnuiyet kararından sonra, ilk cezayı veren de kendi olmuştu değilmi ?... Artık düşün azizim : imam bilmem ne yapınca ( açık söyledi). cemaat ne yapsın ?! kah kah Ve hatibi dinleyen bütün yolcular da kahıkahalarını tutama- dılar... Reşat Enis Mex'ul müdürü: MAHMUT SADIK