412 UYANIŞ No. 1711—26 na bu müslüman şapkaları gördükten sonra Şaş- mamak kabil olmaz; dinle başa, sırta giyilen şeylerin ne gibi bir münasebeti olabileceğini bu koyu cahillere ne dimeli bilmeni!... Beheyhte tuhaf bir şey geçti: misafirhane sahibi kadına “halâ» yı sordum; hiç hatırıma gelmeyen bir cevap verdi: «Eyte ma teştehi!»...dedi; yanisher neresini istersen!» bu cevap o kadar hoşuma gitti ki kahkaha ile uzun müttet güldüm; ben aynı za- man kendi sualime de güldüm... Öyle ya onbeş yirmi kamış insan küme sinden ibaret bir köy- de «halâ» aramk hakikaten gülünçtü!... * * # —3- 1-129 — Beheyhten Osele köyüne çıkmak için, nahiye merkezi olan Hucceyle köyüne oğramak, orada da bir mola vermek icap ediyordu; çünkü Seb'adan sa: 8 de esterle, yolda — durmak üzere — Obal köyünden geçerek, tam 11 30 da Hucceyleye varmıştır. Molamizı verdik ve öğle yemeğini de yedik. 'Tabii, bir lokanta olamaz ya, bir aşa, yahut parasıyla yemek verecek bir ev ve dükân da değil, bunların hiç biri yok o hâlde böyle köy yollarında müemmen, hem de en sıhhi yiyecek hâlis sütle tâze yumurta... Ben de o kaideyi tutmğa mecburdum; öyle yaptım; adamım bun- ları kolayca tedarik etti. Bu gün Hucceylenin pazarı imiş; bir çok köylüler toplanmış, bir harıltı, bir gürültüdür gidiyor.. sordum: — Ne alış verişi ediyorlar?... — Hayvan, tavuk, yumurta, turp ve bazı hububat... dediler. Bulunduğum oda yuksekce olduğundan pa- zarcıların toplandıkları yer, penceresinden gö- dürbünümle seyrettim; o, tarif kadınlar rünüyordu; ettiğim şapkalı görünüyordu!... Barametroma baktım; Hudceylenin irtifaını 640 metro gösteriyordu. Bu yüksekliğe hiç farkına varmadau çıkmışız!... Obalden itibaren artık küçük ve seyrek dağlar arasına girmiş bulunuyorduk; büsbütün daha sık dağlar doğrusu hayli zaman süren bir vadiden geçiliyor. Biz Hudceydeden ve 1330 metro irtifaında bulunan Osel mevkine tam 4 saatta vasıl olduk... gözüme me garip vakla Hucceyleden sonra ise arasından, daha Ama nasıl?. onu hiç sormayın... Azim bir vadiyi iki saatta bitirip ve, kim bilir hanği zaman dağdan -koparak vadiyi kapadiığından 19 sene evvelki gelişimde hasıl ettiği tunelden geçmiş olduğumuz müthiş kayanın önüne geldik. Şimdi bu tuneli sellerin sürüklediği taşlar kapamış; onun için kenarındaki dar geçitten geçtik. Bu kayanın yakınında bir ımağra vardı; içindeki kuyudan o vakıt bir ihtiyar fakir su getirir ve yolculara verir, sebeplenirdi; şimdi o kuyunun da, ihtiyarın da yerinde yeller esiyor, taşlar o mağrayı da örtmüş!... Vadiyi bitirdikten sonra artık dolambaçlı yollardan, döne dolaşı yükselmeğe başladık. O ne mehip yüce dağlar, ne korkunç azim kayalar... İnsan yükseldikçe bir aşağıya bir oraları ihataeden dağlara bakınca başı dönüyor, gözleri kararıyor. Asıl insana dehşet veren manzaralardan biri de: o sakin sessiz görünen dağların, hep insanlarla meskün, köyler bezeli oluşudur. Hayret edersiniz: o yalçın, sarp dağların yük- sek zirvelerinde, birer kartal yuvası gibi kâğir evler kondurulmuş?... bunlara nasıl çıkıla bildiğini anlamanın imkânı yok. En sarp tepelerin üzerlerine kondurulmuş bir takım köyler var ki bunlara çıka bilmek için mutlaka tayyrre lâzım; ne bir yol, ne bir geçit görünmiyor!... Khalisi, keçi gibi oralara öyle sühuletle tırmanıyor ki hayret edersiniz. Misâl: Hüdeyde Amilinin beraberimize verdiği iki asker neferini, Sukul - Hamiste yemek ye- meğe bırakmış, adamımla yola çıkmıştım; epeyi yol almış, bir çok vadiler, dağlar aşmıştık; adamıma dedim ki: — Ayol, bu zavallı neferler geç kaldılar; bu çetin yollardan nasıl yetişecekler?.. Keşki bekleseydik.. Kendisi de Yemenli olan, bu iniş yokuşları o da yayan aşan adam şu cevabı verdi: — Ffendim, onları birazdan karşınızda bulacaksınız; çünkü onlar kestirmelerden tır- manır, daha az zemanda daha uzak yerlere varırlar; kolayca tırmanmağa alışkındırlar. Hakikaten aradan on dakıka geçmedi, bir baktın ki askerler gelmişler, bizi bekliyorlar!.. İşte Yemenin çekirge hafifliğinde adamları... Pİ * # Osele vardığımızda güneş batmış karanlık basmıştı. Osel denilen yer bir ağıl, bir kaç oda, bir ev, bir küçücük dükândan ibaret. O geceyi geçirmek için bir oda sorduk... «yok!» almayalım mı!... o Felâket 1330 metro yüksekliğinde bir dağ tepesi üzerinde açıkta kalmak !... haylı müşkül bir mesele... cevabını