106 UYANIŞ şendi.. Dudaklarının müstehsi büklümleri ara- sından kin ve neş'e karışık kalıkahalar dökü- Idu, sonra güzel fakat hain kumral kaşlarının küçük bir kavsiyle Semendil kızıl ateş rengi tüller içerisinde ışıkların altına atıldı ve son defa ta içinden coştu. Raksının en güzelibir yerinde Se- mendil ince beyaz kollariyle kızıl ateş rengi tüller sarılırken gözleri son bir defa şehzadenin göz- lerinde dinlendi. O zaman... bilmem... bana ne yaptılar?... Hangi hain el zincirlerimi kopardı?.. Birden ta içimden sarsıldım.. ve Semendilin bir yasemin kadr saf, beyaz küçük vücudunun üstüne düş- tüm. Ondan sonra neler rum.. Şimdi... oOuzun nihayetinde İnizim.. olduğunü hiç bilmiyo- karanlık odehlizlerin harap bir saray odasında o yvapya- Artık o eski ihtişamdan eser yokl!.. Bazan odama, için uğrayan dum ki: bir sevinçle gülerken çok deli kahkahalarla Semendilin altımda ezilen küçük ölüsü ö- unutulmuş bir eşya almak cariyelerin fısıltılarından o duy- Semendilin öldüğü raks gecesi sultan gizli şehzade de çok çılgın, gülmüş. nünde ona tekrar hayatını verecekmiş gibi saat- lerce rübabını çalmış.. Ve gün ufuklarda ağı- rirken rübabını asabi parmaklariyle parçala- mış... İztirabını zehirli bir şarabın son yudum- larında dindirmiş. Nur Tahsin Deliler hekimi -«Edgar Po» dan- - Geçen nüshadan mabat - Hasılı burada bir garabet vardı.Evela, elbi- silerin tuhaflığı bana ( mulayimetle tedavi ) usulünü hatırlatıp ve delilerle otorup yemek ver- ken bir takım müz'iç fikirlerle rahatsız olabile- ceğimi düşünen Monsenyör(Meylard)ın yemekten sonraya kadar beni avutmak istediğini düşün- dürdü. Fakat Pariste öğrendiğim bir şeyi hatırladım ki bu da cenup vilayetlerindeki ehalinin bir takım hayalperest, bilhassa acaip kimseler oldukları merkezinde idi. Bunu düşü- nürek ben de mükâlemeye karıştım, ve endişe- lerim heman dağıldı. Hernekadar yemek salonu kâfi derecede rahat ve büyük ise de okadar Meselâ: verde halı yoktu. Fra- Sonra zari değildi nsada ekseriya halıdan sarfınazar edilir. No.1692—7 pençereler de perdesizdi. Kapalı pancurlar kutrani demir çubuklarla emniyete alınmıştı. Bulundu- gumuz kısım Şatonun bir cenahını teşkil ediyor- du ve bu suretle pençereler bir mütevaziül'atlaın uç tarafında, kapı diğer tarafında bulunuyordu. TTekimil pençerelerin adedi ondan aşağı değildi. Yemek imasası fevkalâde idi. Tabaklar: ve çerezlerle dolu.. Her tarafta göz alıcı bir imeb- sulivet vardı.. Ve ortaya bir file ziyafet çekme- ye kifayet edecek kadar et konmuştu. Ben omrümde böyle güzel şeylerin israfla, bol bol görmemiştim. İTertibatta pekaz Sakin aşıklara alışık olan gözlerim şimdi sayısız mumların müthiş parıltıları ile fena halde kamaşıyordu; masanın sarfedildiğini bir zevk olduğu görülüyordu. bu mumlar gümüş şamdanlar içinde üstüne ve odanın mümkün olan her yerine kon- muştu. İş gören birçok hizmetçi vardı. müntehasındaki geniş bir masa üstün deyedi sekiz kişi kemançeler, düdükler, borular ve trampetlerile beraber oturmuşlardı. Yemekte bitmez tükenmez bir velvele tenevvüyle guya müzik yaptıklarına zahip olarak zeman, zeman çalan ve benden başka bütün hazurunu fazlaca eğlendirdikleri zannedilen bu çalgıcılar fena halde canımı sıkımıştı. Salonun Bütün bunlara karşı ben gördüğüm herşey- deki fazla garabeti düşünmekten kendimi ala- mayor, fakat dünyanın muhtelif fikirli, muhtelif âdetli, muhtelif eşhastan mürekkep olduğunu da göz önünde bulunduruyordum. Böyle ziyafetlerde tamamen bir üstad olacak kadar çok hem, pek çok seyahat etmiştim; bu maharetimden dolayı ev sahibinin sağına pek lakaydane bir surette oturdum, ve çok iştiham geldiği için ben de neş'eye karıştım. Bu esnade mübahase heyecanlı ve umumi idi. Kadınlar bermutat bir hayli konuştular.. Der- hal anladım ki buradakilerin heman kâfesi iyi tahsıl görmüşlerdi. Bizim ev sahibi ise kendi başına mizahi bir âlemdi. Bir sıhhat yurdunun müdürü bulunması itibarile vazıyeti hakkında söz söylemek iste- diği görülüyordu. Ve filhakika benim çok hay- celpeden «delilik» mevzuu burada en münasip bir mevzudu. retimi Hastaların saçmalarına dair müteaddit eğle- nceli hikâyeler söyleniyordu. Sağımda oturan küçük, şişman bir 'zat;- Bir zaman, dedi, burada bir adam vardı... Kendisini çaydanlık zanneden bir adam. Deli- nin aklına giren bu vehim münferit bir