A B î Her hakkı mahfuzdur. Suriye için İttihatçılar Arapla- rın istedikleri lisan meselesini ve ldarei hususiye teşkilâtını kabul *mişlerdi. Mahkemelerde ve mek- teplerde arapça başlamıştı. Yalnız | (Halep) bir istisna teşkil ediyordu. Çünkü Halep vilâyetinin mülhaka- tı ekseriyetle Türklerle meskün ol- duğundan halk ta orada böyle bir şey istemiyordu. Vaziyet, daha et- raflı görülebilmek için şöyle tarif edilebilir: Ingilizlerden, Fransız- lardan, İtalyanlardan para alarak Osmanlı hükümeti aleyhine hare- ket eden muhtelif — Arap rüesası wardır. Bunlar Sultan Hamit zama- nırd beri, Arabist htelif mıntakalarında çalışmaktadırlar. | İik zamanlar ortada (istiklâl) lâf- — zı yoktu, (Arapların hukuku) hat- tâ daha evvel, (Osmanlıların hu- kuku) mevzuubahisti. Yavaş ya- vaş iş başka bir renk âlmağa baş- ladı. Zulümden, istipdattan şikâ- yet, —nihayet Harbi umumide (Türk hükümetinden şikâyet) şek Hine girdi. Kukla gibi oynayan ba- zı Arap rüesası ne istiyeceklerini, ne yapacaklarını hocaları ve us- taları olan ecnebilerden sorup öğrenirlerdi, bunlar, bazan kendi- liklerinden bir iş yapmağa kalkış- salar, öteden hemen dizginler çe- — kilirdi. — Araplık için, istiklâl için çalıştı- ğını iddia edenlerin çoğu, pek ço- ğu, kesesini — doldurmak, yahut ayni yola çıkan bir neticeye varmak ve bir memuriyet koparmaktan başka bir şey düşünmezlerdi. Bu (çok)un içinde bilhassa fransız- cayı bildikleri için — fransızca bir gok eserler okuyarak, milliyet ve — 'vatan aşkile sarhoş olmuş, kendi- — ni bir ideale kaptırmış olanlar da — yok değildi. İtiraf etmek lâzımdir — 'ki, pek az olmakla beraber o za- man idealist bazı Arap gençleri vardı. Bunlar, bir sürü halindeki paraya tapanların içyüzlerini bel- ki bilmezlerdi bile. Bu gençler bize daima uzak kdmlçlı'r, hattâ Yazan: Son Yemen valisi Mahmut NEDİM | Arap vatanperverleri davalarında samimi mi idiler? j —— 3>-man—— — Rir çokları Vatanseverlik perdesi arkasında menfaatlerini korumak için çalışıyorlardı raplık davası güdenlerin çoğu pa- raya tapanlardan başkaları değil- lerdi. Gene Âliye divanı harbinin asdığı meşhur rüesadan ve âyan âzasından Abdülhamit Zühraviyi meşrutiyetin ilk günlerinde İstan- bulda iken bir gün mecliste sıkış- tırmıştım. Emirgânda bir dostu- muzun - ziyafetinde bulunduktan sonra İstanbula dönerken onunla başbaşa bir hayli — Arabistandan bahsettik, ıslahat meselelerini ko- şmuştuk. O, mü diyen: — Islahat deyip duruyordu. — Ben de sizinle beraberim, de- dim, hükümete bu lüzumu anlat- mak, ve Arabistanda mutlaka 15- lahat yapmak lâzımdır. Ancak bu- nu tehdit ile değil, ikna ile yap- mak icabeder. — Biz tehdit etmiyoruz ki... — Fakat öyle bir vaziyet hasıl oldu ki, artık hükümetin karşısın da bir kuvvet halini alır gibi olu- yorsunuz. Ve hükümet bu hali gö- rünce çekinmekte haksız sayılmaz. — Anlayamadım? — Siz, hükümetten bir şey ister- ken, bir kuvvete dayanarak :s.er gibi bir hal alıyorsunuz. Suriyeli- İere dayanıyor gibi görünüyorsu- nuz. Bu suretle ikilik çıkıyor. Ben- ce Arabistanda ve nerede olursa olsun bir ıslahat isterken bunu bir vatandaş gibi istemek lâzımdır. — Anlamıyorlar ki... — Anlatıncaya kadar uğraşmak lâzımdır. — Vakit yok... — Başka çare de yok. Vakit yok diye memleketin başına bir i- kilik çıkartmak nihayet bir gaile ihdas etmek günahtır. Vakit yok diye vatanı parçalamak mı lâzım- dır. Bu başka türlü izah edilebilir mi? Sonra söz İstanbuldaki Arap te- şekküllerine geldi, Abdülhamit Zühravi bu husustaki fikrimi so- runca ona şöyle cevap verdim: — Açık söylüyorum, böyle ko- k daha iyi, ben bu teşekkül- türkçeyi bile öğr şler, va- tan topraklarında tamamile Fran- sız harsı, Fransız terbiyesi almış- lardı. Fransızların Suriyedeki bü- tün gayretleri, mektepleri, neşri- yatı, propagandaları da zaten bu * noktaya matuf değil mi idi? Hat- tâ bütün Osmanlı imparatorluğun- den hoşlanmıyorum burada her çeşit adam var. Temizi de kirlisi de... ne istediğini bilmiyenler ise ekseriyeti teşkil ediyor, maksat bir kalabalık toplamaksa, bunun ne faydası var, Sonra anlayanla- rın bir kısmı bence samimi değil- da kapitülâ lara day k ke- | ler, korkuyorum ki fena bir yola selerini açmış çalış bi dev- parak, hiç istenmiyen bir âkibe- te sürükleneceksiniz. letler, hep ayni peşinde de- ğgiller mi idi? l,ım içinde bile nice gençler vardı ki, öz dillerini tmuş gibi f l ş ğı tercih ederler, 4 Bir Fransız gibi düşünürler ve böylece kendi kendilerini tanı- mazlardı. Suriyedekiler bu hale geldikleri zaman kulaklarına fıs- lanan hürriyet neşidelerinin cazi- besine kapıldılar. Ve Harbi umu- mi patlayınca, — artık (kurtuluş) gününün geldiğine inandılar. Âliye divanı harbinin asdığı A- rap iftirakçıları arasında bu genç- lerden de vardı. Falih Rıfkı Atay bunlardan biri hakkında, idam sehpaları önünde duyduğunu şöy- le anlatıyor: “O gece fikir uğrunda ölen bir gencin ruhundaki kuvvetin ne ol- duğunu gözümle gördüm. Bu ru- hun kudretinde öyle baş döndürü- cü bir cazibe vardı ki ölüme do- kunduğu zaman bu müthiş haile- ye bile bir ünsiyet veriyor. Hâlâ o hisdeyim ki — eğer o dakika da ölmek için bir sebep olsaydı, bu a- sil gencin karşısında ölümü, haya- tım en basit af'alinden biri gibi kabul edebilirdim. O güne kadar bana itibar ve nüfuzlarını satılığa çıkaran bir ta- kım kimselerin oyunu gibi görü- nen Arap milliyetperverliğine, bu fedainin ölümü dakikasımda inan- dım. Ve heyhat... belki o dakika- dadır ki (bizim için Suriyenin kaybolmuş olduğunu gördüm. E- minim ki Suriye emperyalistler i- çin deo dakikadanberi kaybol- muştur.) Ancak, bilhassa o zaman ve on- dan evvel bu gibi gençlerin pek az olduğunu tekrar etmek icap eder. Harbı umumiden evvel, ve daha evvel Sultan . i mda A Çiğel Bir müddet durdum, hiç unut- mam, Abdülhamit Zühravi gözle- rini denize dikmiş dalgın dalgın düşünüyordu, onun neler düşün- düğünü keşfedebilmek çok güç bir iş değildi, onu zaten iyi bilir- dimı A L L P ŞN SS vtıe gizlediğini zanneden bu Osmanlı h N | » : > na y ğını bildiğimi hissettimek de iste- miyordum. Tekrar söze başladım: — Ayakiştı her d öşesi a. birçok menfaatlerin çarpıştığını benim tekrar etmeme elbette lü- zum yok. Yemen, Hicaz, Irak, Su- riye, Filistin, Necid... her tarafta bir başka devletin gözü var, her köşede bir başka intrika dönüyor. Halk günahkâr — değildir. Vakıâ devlet birçok noktalarda suçludur. Fakat bu suç bilerek, istenerek iş- lenmiyor. Binaenaleyh işin başın- da olanların yani Arap milletleri- ni temsil eder vaziyette olanların vazifesi büyük bir samimiyet ve hüsnü niyetle hükümeti ikaz et- mek, mütemadi bir çalışma ile hü- kümeti doğru yola sevkederek A- rabistanda yapılması lâzım olan ıslahatı ıgıpmniı muvaffak ol- maktır. Fakat dediğim gibi büyük bir samimiyet ve — hüsnü niyetle. Yoksa tehdit ile ve ikilik ihdas e- derek değil. Abdülhamit Zühravi dalgın dal- gın dinliyordu. Devam ettim: — Sizin en büyük kusurlarını- zı sayıyorum: Bir kere meselâ Su- riyede gözü olan ve orayı bir müs- temleke yapmak istiyenlerin doğ- rudan doğruya yahut perde arka- sından yaptıkları propagandalara kapılıyorsunuz. Burada, Abdülhamit Zühravi dayanamadı: U MANN A v v MİLLİYET CUMA 29 MART 1935 x Gününe göre Kafes arkasında ve muhallebici dükkânında Eski âşıkdaşlar neler yaparlardı ? Bir muhallebicinin hatıraları Bir muhallebici dükkânında o- turuyordum. Önüme getirdikleri sütlâçdan ilk kaşığı alırken, yanı- başımda yeşil boyaları yer yer do- külmüş kirli bir parmaklık gözü- me ilişti. Dikkatli bakınca, bunun bir “kafes,, parmaklığı olduğunu an- ladım. Üzerinde, eski arapça ta- lik harfle “hanımlara — mahsus,, sözlerini okuduğum bu tozlu ka- fesin ardından tabak ve bardak şı- kırtıları geliyordu. Masalar arasında hizmet için dolaşan garsona sordum: — Bu kafesin ardında ne yapı- yorler? B'-az sıkılarak cevap verdi: — Bulaşık yıkıyorlar!.. Kendi kendime düşündüm: — Eskiden de orada — bundan farklı bir iş görülmezdi. Bugün, bulaşık yıkanan yerde, bir zaman- lar kirli çamaşırlarımız dururdu. Garsonla konuşmama devam et- tim: — Bu kafesin arkasında, “ha- nımlar,, otururlardı, değil mi? Bıyık altından belli belirsiz sı- rıttı: — Bazı bazı beyler de gelirdi!.. Hani, kim ki istemezdi, meydan- da oturmak, çekilirdi bu kafesin içinde... Boyaları yer yer dökülmüş, toz- lu kafese, bir daha baktım. Kadı- nin esir pazarlarında satılık mal gibi elden ele geçtiği devirlerde, bu “kafes,;in ne acıklı, ne zelil bir mânâsı vardı. Erkeği, nikâhlı karısından, ba- bayı kızından, dedeyi yetişkin to- runundan ayıran bu yeşil duvar, bizim yıllarca yarı — uyuşuk gi - bi yaşamamıza sebep olmuştu. Garsonla 1 âh akrabadan bir hanrm var, içerde... Dükkân için muhallebi unu çe- kiyor. Zaptiye; — homurdanarak geri döndü. Tam bu aralık, yeşil gron çarşaflı bir hanrm, başını kapıdan uzatmaz mı? Şimdi buyurun cenaze namazı- na... Kadını, içeri alsam, kafes ar- kasında sütlâç atıştıran — babayı görecek. Almasam, zaptiyeye na- sıl meram anlatacağım? Neyse ki, zaptiye, kadını görün- ce, hemen dışarı fırladı. O önde, yeşil çarşaflı kadın arkada; çekip gittiler. Ben de geniş bir nefes al- dım. Bir gün de, gene bu yeşil ka- fesin arkasında dehşetli bir kavga olmuştu. Üç hanım, bir masada o- tururken,aralarında atışmağa baş- ladıilar. Meğerse üçü de; bir erke- ğe tutkunmuşlar. raza başladı. Ne tabak kaldı, ne bardak.. .Hanımların zor ayırdık- tı. Birtaktm beyler, — sinek kaydı tıraş, gözde gözlük, elde incecik baston; iki dirhem — bir çekirdek süslenip püslenerek, dükkâna gi- rer, kafesin ta yanında otururlar- dı. Derken çok geçmez, kafes ar- dından kakaka — kikiki başlardı. Biribirlerine muhallebi, tavuk göğ- sü ısmarladılar... kafesin parmak- lar... yanılıp yakılmalar, ayılıp ba- yılmalar... neler olurdu. Sözde kaç göç vardı ama bun- lar hep göz boyamaktan ibaretti. sızlar olurdu. başından dinliyen ihtiyar muhalle- bici bu arada söze karıştı: — Bu kafeslerden şükür ki kur- tulduk. Yoksam, ne çekerdik biz bilirdik! Dedim ki: — Anlat da, biz de öğrenelim.. Arkada kalan uzun lerin İstanbulun eski çapkınları bir zamanlar, muhallebici dükkânla- rınımn önünden ayrılmazlardı. Sevda alış verişinin çoğu, kafes arkasında başlardı. Muhallebiciye sordum: sisleri içine karışmış hatıralarını toplamağa çalışıyordu. Nihayet, Aanlatmağa başladı: — 303 tarihinde; bir — bektaşı dervişi, Ramazan — ortasında bir gün, dükkâna geldi. Sağına solu- na bakınarak, kendine bir yer arı- yordu. O devirlerin ramazanlarında ma lüm ya, kimse apaçık oruç yiye- mezdi. Yiyenleri polis görürse ya- kalayıp karakola götürürdü. | Terkos u haklı, Halk mı? Şundan bundan konuşurken, ma- Irkları arasından nameler yollama- Gizli gizli, el altından nye ahlâk- MILLİYET : Bu sorgusu ile şehir halkının dilek beraberliğine tercüman oluyor Bugün Profesör Bay Haşim Refetin dediklerini Belediye Sular idaresinin fazla su parası tahsil için tatbik ettiği u- sulün sakatlığı etrafında anketi - mize devam ediyoruz. Bugün de profesör Bay Hâşim Refetin bize verdiği cevapları neşrediyoruz. Neler sormuştuk ? I — Terkos Şirketi kurulurken yani 1889 tarihinde yapılıp bu şir- ketin İstanbul belediyesine intikali üzerine aynen onun üzerine geç - miş olan “abonelerle idare arasın- daki mukavele,,nin 4üncü mad- desinde: (Şayet sarfolunan su abone se - nedinde muayyen miktarı yevmisi bilhesap, bir seneye isabet eden mecmu miktarı — tecavüz ederse beher metre mikâbı — fazlasının derhal ödemeğe abone mecbur tu- tulacaktır) deniliyor. Bu sarahate nazaran terkos idaresi henüz se- nelik asgari su miktarını bitirme- miş bir aboneden senelik asgari miktara değil de üç aylık taksitler ile birlikte fazla su bedeli alabilir mi? I1 — Terkos Idaresinin bu mu- kavele harici olarak istediği üç ay- lık fazla su bedelini vermeyen bir ab in suyunu k i halinde idareye ne gibi mes'uliyetler dü- şer? Na cevap aldık ? 1 — Okuduğunuz madde en u- fak bir tereddüde yer vermiyecek kadar açıktır. İstanbul belediyesi Terkos suyu idaresi ile bir abone arasiındaki hesaplaşmada ölçü, iş- bu maddenin açık hükümlerine gö neşrediyoruz Profesör AvukatıBay Hâşim Refet re, yıllık su mikdarıdır. Yılın her- bir ab i A hangi bir günü kull ş olduğu su dd hik su mikdarını aşmış ol ç Terkos suyu idresinin fazla sarfi - yat KO ile bu âb den bir santim almağa hakkı yoktur. 2 — Şayet Terkos suyu idaresi bir aboneye karşı böyle haksız bir dilekte bulunur ve bu haksız dile- ği reddeden abonenin suyunu ke- serse kanunun yasak etmiş olduğu haksız bir fiil işlemiş olur. Bu hak- sızlığa uğrayan ve suyu kesilen a- bonenin takip edeceği yol, Borç - lar kanununa tevfikan Terkos su - yu idaresi aleyhine- tazminat davası açmaktır. yapılacak Trakyada göçmenler için köy evleri .Bunlar nasıl yapılmalı? Pr. Mimarlarımız bu büyük inşaat diyorlar? lamrya vakit bulamazlar, Bütün bunlardan başka mimar, nu--; — Kafeslerin kalkmasından Ai ? için ne — Dedim ya, bayım, ş Istanbul Hall Kolomalı Türk hergün belâda idi, bu kafeslerin Mmimarları arasında yeni bir müsabaka yf çınıştır. Bu müsabaka Islanbul civarı | kümet yüzüden... Herif, kafayı çeker | 43 Trakyada yapılacak köy evleri çeker gelir, y daki kadınla bir- lerine aittir. Mal ve teknik nok- likte, kafes içi âşıkdaşlık et- dan köylünün kendi bileceği takip ettiği köycülük poli « tikasını da bilmelidir. / -Bunu bilen ve evler hakkında da meğe kalkışırdı. Razı olmayınca, vur tut bir kavga... Şimdi, kadın kadın; erkek er- kek., .kim gelirse kapımız açık.. Ne gizli yere çekilmek — kaldı, ne çarşaf altından göz kaş işareti.. . Ki ER Te İRSĞİEZ AÇ Salâhaddin GÜNGÖR — Kafes arkasında — yerimiz ÇAGIRIŞLAR var baba.. İstersen, geç oraya... de- dim. Bektaşi, gülümsiyerek, göğsüne dı: — Eyvallah... erenler... Fakir, seferiyim de... küçük bir fr la elini Hilâliahmer Eminönü kaza toplantısı Hilâllahmer Eminönü kaza şubesin- deni ile bir kâse sütlâç yiyeceğim... de- di. ! Salih vardır, — çırağım... Ona seslendim: — Babaya kafesin arkasını gös- ter... Biraz francala, — bir kâse de sütlâç al, götür.. . Baba, korka korka, kafesin içi- ne çekildi. Sütlâcı, — francalasına katık ederek yemeğe başladı. Tam © sırada, bir zabtiye memuru içeri girmesin mi? Benim elim ayağım, birden buz kesti. Babayı, kafes arkasında gö- rürse, sürün artık işin yoksa, ka- rakollarda... Bereket versin, zabti- ye memuru, oralarda olmadı. Tez- gâha aşarak kulağıma iğildi: — ya yeşil çarşaflı bir ha- nım girdi mi? — Hayır ! Siz aksiliğe bakın ki, kafes için- de arkası bize dönük oturan bek- taşı dervişinin arkasında da bir yeşil cübbe var. Ben hayır, deyin- ce zaptiye kaşlarını çattı. Kafesi elile işaret ederek: — Niçin benden saklıyorsun.. dedi, nah içerde oturuyor. Ben, hık mık ettim ama, herif yutmadı. Kafese doğru yürümeğe başladı. Brraksam, yı göre- cek, yakaladığı gibi — götürecek. Üstelik, ben de ceza göreceğim. Önüne geçtim: — Orada “namehrem,, var! 3 Z_aptiye durakladı. Ben, sesimi gittikçe yü'lııolşimdım: a e n, bizim K 935 yılı umumi meclisi 31-3-935 pazar günü saat 14 de Yeni - üri e gerlüğekS Üanei İ A ee Sından üvel yelerimizin gel - ıııleı—iui dileriz. Avcılar kurumu yıllık toplantısı| Avcdar kurumundan: bir şekilde olmak, ucuz olmak, İstan - bul ve Trakya iklimine, bilhassa köylü- mün yaşayışma uygun olmak gibi bir çok şartları ihtiva etmektedir . Güzel Sanatlar Akademisi — inşaat profesörü (Bay Sedat Hakkı Eldem) bu hususta kendisile görüşen bir mu - barelinile. denislir Ve «— Böyle bir müsabakanın yapıl - ması, Türk mimarları için sevindirici ve lll Va bundan sa0xa SADAĞ olan evlerin de bu zevklere' :ıygıııu m SLRELİ n EeR mimarlardır ki hü « kümetin programını ıslah veya ıslah de ğilse bile ona uyar makul ve fenni tip- ler, plânlar vücuda getirebilirler. b Meselâ şimdiye kadar — Anadoluya yerleştirilmiş ve köyleri meydana goti. blmada -Gllena' biği t ae lecün b güne nazaran verdiği yaşama ve iskân neticeleri hakkımda etütler yapılıp mi - marlara verilmiş olsaydı, bu neticelere göre bugün daha yeni yeni fikirler ve köy evleri tipleri çıkarmak çok kolay ve çok verimli olurdu. — y>— Halkevi AR B -. F mizin arzu ettiğimiz şeydir. Trakyayı, ora köylüsünü veya oraya iskân — edilecek yerlinin, köylünün a- lıştığı yaşayış ve oturuş, istirahat hal- leri hakkında — malümat verilse çok ye- rinde ve isabetli — olur. Hiç köy görmemiş, köye gitmemiş bir mimar ne kadar mütehassıs ve ne kadar iyi bir mimar olursa olsun ken - disindi beklenilen vazifeyi lâyikile getirilecek köylüyü çok iyi — lanıyan lâhi aöt Ğİ | tertip etmesi çok iyi olur. Bir Türk köylüsünü; — birdenbire en modern bir Avrupa köy evine sok « mak fayda vermez. Bunun için yapıla- cak tipin, bu yolda atılacak ilk adımı teşkil etmesi lâzımdır ve eski köylü « nün alışmış — olduğu ev ile irtibatını güzel ve isteğe uygun y Ha möl bi EFEB') bilip ar- zusuna düşenler ise; müdde- iteeel y “Köylünün, oturacağı evi kendi elile tinin az bir zaman ile tahdit edilmiş ol- e el PEÇİLYE t n ile diriniz, bunun talihe komanda etmek ve insanın kendi gemisini istediği hedefe yürülebi mektir. Sağlam sinirler müthiş hayat mücadelesinde muvaffakiyetin en iyi teminatıdır. Binaenaleyh sinirlerinizi Bromural .«Knoli. — * ve mukavvi tesiri her İşte görülür Hiç bir zararı yoktur ve alışıklık vermez. 10 ve 20 komprimeyi havi tüpe lerde eczanelerde reçete ile satılik, yapı ve kolaylıkla işlenebilecek çok lığa lüzum gösterilmiy M ve yapı tarzı çok iyi — bir düşüncedir. Bu hem mümkün ve hem de bugünkü hayat şartlarına göre mecburidir. Hattâ diyebilirim ki bunun aksi gayri - tabii- Fiyat meselesine gelince: Tabii bu şekilde olursa ucuz olacaktır. Ancak hiy bir etüt — yapmadan bunun en az kaça mal olduğunu bulup çıkarmak imkân- sızdır. * Evlerin Türk zevk ve karakterine uygun olması meselesi şüphe yoktur ki düşünülmesi en başta gelen bir sa- ve bozulmamış, iptidai Türk sanat ve zevki yalnız köylüde kalmıştır. Şehir « de oturanlar Avrupai tesir altındadır « lar. Bunun için, biz yeni evlerimizin ü kinde yapılmış olmal, Tebüük! ken düşünülecek mühim bir noklaya işaret etmek icap eder: Bu Türk zevkini yaratabilmek ve ta« natabilmek vazifesi — şehirliden köylüye doğru mu; köylüden şehirliye doğru mu ? — Tabidir ki bu zevkin henüz yaşamakta bulunduğu köylerden | L g KA | ç P &nm i. y ve çin de ıclıı-luıın köylere ve'_köyliinki:ı'