“4 Oylar ve kişiler Vur abalıya Son günlerde Fransız edebiyat- çıları arasında bir Victor Hugo kav- gâsıdır gidiyor: Claude Farrâre, hani şu bizim Claude Farrâre, k. kıp ondokuzuncu yüzyılın en ünlü Fransız ozanma “budala” diyiver- miş, şimdide etraftan sapartayı yiyor; bem de ne azar... Doğrusu bu iş Victor Hugo'nun başına ilk defa olarak gelmiyor; hattâ bundan birkaç yıl önce,onun mısralarındaki makla beraber f dan, çocukça ve aykırı bulmak bir âdet olmuştu. On dokuzuncu yüz- yılın en büyük Fransız şairi kim- dir sualine: “Hugo, hâlas!,, diye cevap veren Andr& Gide, onun ya- şadığı çağdan “avanaklar çağı, diye bahseden L&on Daudet, ro - mantismanın çekilmez bir delilik olduğunu söyliyenler, | bunların hepsi - belki kelimeyi kullanmadı- larsa da - Hugo'nun bir budala ol- duğu fikrini ortaya yaydılar. An- drâ Gide'in cevabı tahlil edilince ne çıkar?, “Hugo, hâlas “O şairde bizim bugünkü ince, na- ance arıyan kafamızı tatmin ede- cek fikirler yoktur; karmakarışık bir düşüncesi vardır, çocuk gibidir. Bir Baudelaire, bir Mallarm& key- fiyetçe ondan üstündür ama ne yapalım? o daha velüttu, daha us- ta idi,, demek değil midir? Hatti Hugo'nun yüceliğini bilmekle be raber Leconte de Lisle'i fikir, ince- enge hayran ol- irlerine pek su - yen Jules Lemaitre... , bü bunlar Hugo'yu budalaca bulduk- larımı ima etmek değil miydi? Bugün ise Claude Farrârs: “Bi zim gibi küçük adamlar, Hugo gi bi dâhilere ancak hayran olur; o- nun karşısında söz söyliyemez. diyorlar. Paul Claudel Voltaire” Hugo'ya “infâme” diyip eserlerini sübreye attığı, Goethe'nin “debde- be ve daratlı bir eşek,, (âne solen- pel) olduğunu söylediği zaman dâ- hiler karşısında ancak susmağa hakkımız olduğu niçin ihtar edil - medi? bilmiyorum. Doğrusu, bence, şu ki Victor Hu- go'nun kitapları bir zamandan beri - hiç olmazsa muharrirler tarafın- | dan - pek dikkatle okunmuyordu; ondan bahsedenler eskiden kalma bir intiba ile iktifa ediyor ve ya - hut sağ taraflı münekkitlerin bü - kümlerini benimsiyorlardı. Son bir iki yıl içinde ise sağ taraf kuvve - #ini haylı kaybetti, Action Fran- çaise eskisi kadar adam çekemiyor; bunun için Charles Maurras'ın Hu- go ve romantikler hakkındaki söz- leri de birer nas olmaktan çıkir. Bu dan başka pek yakında - zannede- i ıl sonra - Hugo'nun ölümü- ayramları yapıla « cak, şairin eserleri “domaine pub. lic” e düşecek, yani telif hakkı ve- rilmeden basılacak; bu münasebet. le muharrirler ona dair makaleler, ; kitaplar yazacak. Halkevleri “Halkevleri” kuruluşunun üçün | cü yıldönümüne eriştik. Yeniden açılanlarla yurddaki Halkevleri - nin (103) ü bulduğunu bildiren du yumlar, içimizde sevinç uyandırı - | yor. Bu sayıyı her yıl arttırarak beş yüze ve daha çoğa çıkarmak hepi- mizin isteğidir, Halkevlerini, bugünkü rejim'in ana ülküsine giden yolun üstünde birer ileri karakol sayabiliriz. Varlığını halktan alan sıyasal kurumumuz, halktan olanları içi - ne alan bu ocaklardan halkı uyan- dırma, ışıklandırma işini bekliyor. Yurdun en uzak bacaklarına ka- dar yayılan Halkevlerinden üzer - lerine aldıkları bu çetin işi, çarça- buk başarmalarını isteyemeyiz. Aradan geçen üç uzun çalışma yılı, Halkevlerinin verimi gittikçe artacağına bizi inandiırmıştır. Halkın özü ile kaynaşma ve an- alşma yoluna giren bu ocakların bağrındaki ateşi, ardını arasını kes | meden körüklemek ister. Halkevlerini yalnız halkın va - kit geçirmek için toplandığı yerler olmaktan çıkararak, onları, uyanık gençler için birer düşünük ve sa - nat kaynakları yapmak gerekliği üzerinde durmak istiyoruz. Halkevlerinin başına geçenler, yurdda bu bakımdan en büyük boş- luğu doldurmağa 8öz vermiş bulu- nuyoralr, Verilen bu sözün yerini bulması için, bütün yurddaşların Halkev - lerine karşı olan özenlerini artır. maları gerektir. Salâhaddin GUNGOR —— ——— ——— Tanıyor, yani şairin eserini okuyor- lar. Birkaç yıl önce ettikleri hak- sızlıklardan utandılar. İ Hani La Fontaine'in “Vebaya tutulan hayvanlar,, isimli bir ma- salı vardır: Hayvanla, ında ve-! ba çıkıyor; bunun, ettikleri kaba- hatlerin cezası olduğuna hükme- derler, en kabahatliyi kurban et - mek için arslanın - reisliği altında toplanırlar. Kaplan, kurt, v.s. gibi azılı hayvanlara toz kondurmaz. Bütün kabahat, bir papasın çayı - rından bir parça ot yediği için eşe- ğe yükletilir ve o zavallı kurban e- dilir. Bunun gibi bugünkü muhar- tirler de, Hugo'ya karşı olan gü - | nahlarını affettirmek için, Maur - ras, Daudet gibi, Gide gibi aslan, kaplan soyu kimselere çatamıyor, Claude Farröre'e çullanıyorlar.Oh! olsun. O da ne kişi olduğunu bil- seydi de kalkıp o sözü söylemese idi. Hem Hugo'ya budala demek te ne oluyor? Gide'in, Dâudet'nin, Maurras'ın bükümleri de belki o söze irca edilebilir; ama bin bir “nuance” ları vardır. Claude Far- röre, La Fontaine'in eşeği gibi,“'nu- ance” sız konuşmuş olmanın ceza- sını çekiyor. Nurullah ATAÇ Mi a İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Hurik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Telefon : “MİM tefrika: 111 Uyumuştu... Jandarma bir köy havası tuttur- muş, avaz avaz bağırıyordu. Araba cı Kayserili idi ve bu sesi pek doku- naklı buluyordu galiba... ki ikide bir, kırbaçladığı beygirlere; Dehi. çüş! Derken gözlerini yumarak bir- den nâra atıyordu: — Yaşa be imanım. ask: laaah! | Ve, araba gidiyordu. Biraz daha ilerleyince jandar- manın da gözleri kapanmağa baş- ladr. Şarkının kesilmesine cant sr- kılan arabacı hiddetini beygirler- den aldı. Kamçı birkaç kere şak- ladr. Sonra o da hafiften kestirme- ğe başladı. Şimdi taşı bol, toprağı kıt bir 0. yada, kâh hızlanan, kâh yavaşla- 4.4887 «> 314 Nazmi Şaha, keyfine kalan pos- ta arabası, büyük ve seyyar bir be- şik gibi sallanarak, altından sarkan ir zincirini şıngırdatarak ilerliyor- du. O Çrugırak ve nal seslerinden ürkerek kâh şu çalının, kâh bir fundanm altından fırlayan tavşan- lar, tilkiler yirmi otuz adım ötede açılınca kaçmaktan vazgeçiyorlar ve; — Ulan! bunlardan da ürkü- lür mü ? Gibilerden kulaklarını dikib, te- kerlekleri çakıllara çarptıkça zıp. layıb hoplayan bu arabanın gidi. şine âdeta hayretle bakakalıyorlar , Bu beygirler kimbilir kaç yüz MILLIYET CUMARTESİ 23 BAT 1935 iniz, ta ed canınızı sigor ei geleceğini öncedenbildirmez E NB pi mizi GE > Gi N.E or sağ >» & g nf S3 v e Felâk defa bu yolu gidib gelmişlerdi... ki iki üç saat sonra, Eti medeniyetin- den değilse mutlaka Roma devrin- den miras kalmış ve artık her taşi isyan etmiş bir kaldırım istünde, araba, pek büyük yalpalarla sarsı- İirken uyanan aralesacı, sevinç ile kıçlarmı okşayarak haykırmıştı; — Hay yaşayasınız be arslan- lar! Ve herhalde onları mükâfatlan- dırmak için olacak, nasılsa elinden düşmeyen kamçısını birkeç defa sırtlarında şaklatt, Jandarmada uyanmıştı. Nazmi hâlâ uyuyordu. Onu on dakika sonra, bir tarafın. daki iki büyük yalaktan taşan su- larla yarısı göle yarısı bataklığa dönmüş, çarşıya benzer bir meyda- nın ortasında durdukları zaman u- yandırdılar, — Geldik mi? neresi burası? Jandarma göğsünü iliklemiş, a- rabadan inmeğe hazırlanıyordu: — Kayseriye daha çok var.. — dedi — buraya Mocur derler. Genç, gözlerini oğuşturarak et. rafa bakımdı ve o anda ölçüsüz bir hayretle bağırdı: —Aaaa., çıldırmış mı bu kadın? Arabacı tabakasını çıkarmış bir- ıı, EN diya ri Zorla yemek yedir. miyorlar ki... Ahbablardan birinin zayıf, çe- z çocuğu, geçen gün annesinin ilenciye sadaka verdiğini gö- lim Bir rünce sormuş? — Anne, bu adam kim? — Bir fakir ... — Fakir ne demek? — Ekmek satın alacak parası ol- mayana “fakir, derler çocuğum. Çocuk, bu cevabı alınca hiç sesi- ni çıkarmaz. Bir mekteb şarkısını dudakları arasından mırıldanarak yürür, Çocuğun fakirlere karşı bu alâ kasızlığı annenin hoşuna gitmez: — Sen acımadın mı bu zavallı ya? diye sorar . Çocuk gülümser : — Acımadım ya.. O benden da- ha talili!.. — Neden çocuğum? — Baksana, anneciğim... isteği ölduğu zaman, ekmek alıb yiyor. Benim gibi ona da zorla yemek ye- dirmiyorlar ki... Kulakmisafiri Oz Türkçe ile Bilmecemiz karşılıklarını yazdeğımı türkçe mukabillerini 4 hanelerine yerler kelime- illiyet Bilmece mamurluğun Bilmecemizi doğru balledenler ai çekiyor ve karananlara hediyeler âi akşamına kadardır. Yeni tilmecemiz 12245678 97011 SOLDAN SAĞA ; 1 — Bir vekllimisin soyadı 5, bir general mazı soyadı $, 2 — Kamer 2, bir meyva 3, eli karalıçanı 3. Sudan çıkandn ölmiyen böyük bir ba k 2. il 4, br çk 4 rinden tren giden yel $ mahfazası 3, ahreden & geniş değ 3, # yak ir vey 3. YUKARDAN AŞAĞI Vekâlet 8, mola 2. Kamer 2, 5 3, Zararın arkada 4 — Rusyada bir deniz & Cari 4 rften arkasına da getirin ya kalbolur 2, parmakla “2 Tenvirat ve muharrik kuvvet Tesisatını veresiye yapar. sigara sarıyordu. — Neye bağrıyon efendi.. — Baksan a.. şu kadına bak. Gösterdiği tarafta kömür yüklü bir kervan duruyordu ve beyaz çar- şaflı bir kadın, kaşanan bir dişi de. venin apış arasına ellerini uzatmış sidikle abdest alıyordu. Buna hay- ret edilmez miydi? Anrabacı hemen o tarafa seğirt- ti. Ve kadını omuzile dürterek de- veden uzaklaştırdı, Nazmi; — Aferin! — diye < bağırdı — pis karı! Fakat bir saniye sonra daha bü- yük bir hayret belirdi gözlerinde... ve âdeta dili tutulmuşa döndü. Çün kü devenin apışları arasından akan sularla bu sefer arabacı (elelrini ıslatmağa başlamışı. Üste üstelik kendisini de çağırıyordu: Efendi! ne duruyon? gelsen e? mayasıla birebirdir. Kötü inanışın bu derçesine söyle- yecek söz bulamadı. Arabacr şim- di ellerini kuşağına silerek kurut. mağa çalışıyordu. Tikşinerek başı- nr çevirdi. Bu çarşıda da ne çok kadın var- dı! Hem hepsi de beyaz hassadan çarşaflar giymişlerdi. Bu halile Me-| Hani benim oğlum | hurslandı vallahi Gülsern abla... Oğlan Bayan Gülsera, minderinin üzerinde oturan oğlu küçük odaya girerek boy Yılmaza seslendi: — Yılmaz, ne yaptın oğlum?.. Sana im; hap yapacak mısın? On bir aylık çocuk, güya bu lâk elindeki ladı. Dudaklarından hafif bir gülüşme uçtuz — Hü, dı. ları anlamış gibi oyuncağı sal. | hili... dedi, Annesi mama tabağını yanına yaklaş- turdı. Küçük oğlunu - kuci mini mini bir kaşıkla tabağı dığı mamayı yavaş yavaş a rek yedirmeğe başladı. O sırada kapı çıldı. İçeriye komşunun kızı Şükran gir- — Vay... benim Yılmazım, oyum, ne yapıyorsun yavrum? Mammalar mt yi- benim cicim... Ulan ben seni sevme ğe geldim. Ulan keyata... Gülsern, bu sefer oğlunun ağzından — Ya abacığım, mammayı hap hap e Ben kerata Türk çocukları diyorum de Yılmaz oğlum. , ben arslanı lan olur de yavrum... Şükran ahlanın © yüzünde hafif bir pembelik gezdi, baltayı taşa vurduğunu anlamış gibi sözünü tamire girişti: — A... tayii.. Arsşan benim Yimia- zim, tayii, * Tekrar kapı açıldı. Ve elinde çanta- sile Yılmazın ağabeyisi © Aydın girdi. Çocuk çantasını sandığın üzerine bıra- Karak annesziin yanma koştu: — Anneciğim Yilmaz ne yapıyor, ma- masını yiyor değil mi? Anne, bana Yıl mazın bisküvisinden bir tane versene... Küçük çocuğunun karnını doyuran öne bu sefer de diğer yavrusunun gön- Tümü almak istedi: — Evlüdim Aydın, şimdi yermek vak- w. Bisküviyi ne yapacaksın? dedi. Ve kücağındaki bebeği Şükrana uza- tarak konsola doğru ilerledi. Ust gözü çekerek çıkardığı bir kutudan oğluna bisküvi verdi. Sonra komşu kığma gü- lerek haltı — A... dödi, Bizim canımız yok mu? Iki üç tane kendisi aldı. Birkaç tane de Şükrana uzattı. Gülerek, çocuğun birküvilerini dişlerile kıtırdatarak yer - lerken Yılmaz ağlamağa, hırslanmış bir kedi gibi sesler çıkarmağa başladı: — Hihili,, Kikillinaa., Mij Şükran, kucağındakini sallayarak sus turmağa çalışıyor, bir taraftan da şöyle söyleniyordu: n bisküvilerini yediğimize Yılmaz, sas yavuu, sus evvadım, boğa» zamnda bırakma işte... Çocuğun annesi, birçok zaman oğlunu oyalamak gibi bir © zahmete katlanan komşu kızının gönlünü almak imaksa - dile — Şükran, dedi. Senin kucağına ço- cuk yakışıyor, hem de avutmasını iyi bi- Hiyorsun. Kuzum biran evvel evlen de gocuğunu sevelim. Bu söz, genç kız ruhundaki gizli ar- zuların birden taşmasına kâfi geldi: — Ah... hain Fikret... bu sene bana evleneceğiz diye söz verdiği halde sö- zünde durmadı, Bana türlü türlü şeyler 1381 cur ölüleri hep birlikte hortlamış bir mezarlığa benziyordu.Veyahud insan o velme düşüyordu ki Fas Sultanı ak bornozlu maiyetile gel- miş, uzaktan “Ercivaş,, 1 gören bu öz Türk kasabasında karargâh kur- muştur. Erciyaş... Arabacı Kayseri kışlasınm önün- den geçerken kamçısmı ufka doğ- ru uzattı; — Tese... en tepede bir yarık var... görüyorsun ya efendi?.. vet, — Nuhun gemisi tufandan sonra orada oturmuş kalmış. — Yana! Jandarma da, arabacı da bulut- lara ve göke kafa tutan (o karataş yığmına gözlerini (— daldırmışlar, bu sarb gövdeye hayran hayran ba- kıyorlardı. Nazmi de gözlerini on- dan ayıramayordu. Sanki tabiat büyüklüğüne bir ölçü olsun diye onu buraya dikmişti. Bu gövdenin her ihtirasını durduran, dudaklara kilit vuran bir azameti vardı, * ZE Pi Bugünkü program ISTANBUL, 4 17,30: İnkılâp dereleri, Üniversiieiği Hikmet. 18,30 “tün dünyada buğday meselesi, 20900 yan Tüzin Demircaz. 21,15: Son bl ler. 21,30: Radyo orkestrası. 228 tango ve caz orkestrası. Sör tra, 4 iyame, © Kerman.) 23 Rekli — Sözler, 24,38: Dans (L9” 52 Kis. MOSKOVA, ri 1825: Opera temsilini maki sikini, 2; İssenyolen mepriyat, $45 Kh BUDAPEŞTE,Sİ0m. 8 | 18: Casband. 18,50: Hafta haberleri, Sünni) 36 Das e Cheriy Ga 550 Khr. 17 Karışık orkestra, 19 Sözler, 19.20 lar, 1950 Haftanrsi programına dair, 2Ü, Yarınkı program İSTANBUL : 17,30 İnkılâp dersleri, Manisa se Hikmet, 18,30 Jimnastik, Bayan 19,50 Dans musikisi plâk, 19,30 HZ. ler, 19,35 Havayen kitar orkestrn/£ keriya ve arkadaşları, 20 Ziraat a l lığı namına konferans, tohum H. Mirza, 20,20 Mi kestrası, söyledi, öyle vastlar verdi ki, özi dızlı lâkardılar eti ki ax daha evle, den ânne olacaktım. Ah.. ablacığım dim büyük... Sorma.. Anne olmayı #İ) mın meyvesi olan bir yavruyu gö”) basmayı ben istiyordum. Bu Yılı” emin ol ki bir türlü doğmayan çe mun yerine seviyor, o öpüp hakiki bir anne şefkati duyuyoru$”, O arada odamın kapan gene SENİ Bayan Gülsern'in kocası Bay Şefik girdi. Şapkasmı duvardaki bir çivi #arak küçük oğluna koştu, Dudakl”" rasmdan üflediği hava İle şu geri? * | dayı çıkardı: 1 — Bürçer... burr... burun Gülsern: — A. Bağ Şefik haberin var #8? Yılmazı satıyorum. Kocası çocuğu okşamak maksi Şüksonn yanına yaklaşmış, elleri! nun başımı, yüzümü; omuzların! yor, bu saretle arasıra da. geni” yg) göğsüne, omuzlarma, çenesine ai sine dokunmuş oluyordu. Adam, Kg eni bu sözüne sevinmiş gibi altın enalı pırıl parıl dişlerini göstererek dü: — Kime veriyorsun benim Benim şekerimi şekerciden satmam... Hem altın isterim altın” Çf Karısı yan gözle Şükraha bakt” kız yanaklarını çukurlaştıran bir le fıkırdıyordu. Gülsern: — Onu yabancıya vermiyoru>” “gf | ran ablasına veriyorum, Artık Pİ sonra onun annesi © olacak. © | Şelik: — Söyle oğlarn. Yılmaz, ŞU” İl lann çocuğu olur musun? if Bebek; bisküvi meselesinden pılan haksızlıkları anlamış gibi *Ö ay Si " İn benimsemiş gibi bağrına > kiki bir ana gibi şöyle ayayorgi — Hani benim oğlum, hani b“ 4) kerim?.. Yok yok ağlama. yoo avlâdımı kimseye vermem .) babası de de de don > — İİ Neden sonra, şehrin heP taşlardan yapılmış Yani na dalarlarken genç alay" söylenebildi. gif — Peki be birader... Bu pesi neden öyle bembeya?” Yorgun beygirlere, be “deh, deh, deh!,, diyen j — Kardan... - diye ho cak oldu - orada yaz kış dır, fi) — Desene ki Nuh pey8*”, fandan sonra epey ayaz Vah zavallı Nuh!.. nr Bu cevap arabacıyı “eri mişti, Kaşları çatıldı, ve * << ginlere asılarak hiddi h edi” — Haydi bakalım... de beni günaha sokmad başımdan... Kayserili arabacı Türk den taraflarında binlere? Sa vel yaşadığı rivayet ol9 ii oğlu Nuh ile alay edilm hammül edememişti. — İşte burası po "