BENCE Edebiyata karşı alakasızlık Bizde son zamanlarda edebiya- ta karşı olan alâkasızlık hemen hiç bir devirde görülmemiş bir derece- ye varmıştır desek yanılmış olma- yız. Biliyoruz dert evrenseldir. Her ölkeden ayni s'kâyet yükseliyor. Hemen her istikametten edebiya- tım ve umumiyetle sanatın S.O.S. işaretleri geliyor. Bununla beraber, ileri kültü. ölkeleri pek çok olan okurlarından bir kısmını kaybetse- ler de, kendilerine kalanlarla bir dereceye kadar tehlikeye göğüs ge- rebiliyorlar. Halbuki bizde okur sayısı, en fazla olduğu çağlarda bile geniş bir edebiyat havası ya» ratacak derecede değildi. Bugün ise elde kalan beş on okuyucuyla, hususi veya resmi yardımlara gü- venmeden neşriyat yapmak hemen imkânsız bir bale gelmiştir. Ve her şeyden kötüsü, edebi eserlerin, sa- tılmamasından başka, münevzerler kütlesince bir süküt ve kayıtsız- lıkla karşılanmasıdır. Bu yüzden, edebi © çalışmalarından maddi ve manevi bir menfaat ümidi kalma- yan muharrirler de günden güne bu sahadan çekiliyorlar, Geçenlerde Bay Peyami Safa, Varlık imecmuasmın açtığı bir an- ketteki altı o sorgunun her birine mecmualar dolusu cevapfar vermek icap edeseğini ileri sürerek, bir an- kete bu kadar fazla sual sıkıştırıl. masını doğru bulmayordu. Halbu- ki mecmua müracaat ettiklerinin çoğundan hiç bir cevap alamadığı gibi bu zahmete katlanan bir kaç yazıcının altı suale verdikleri ce- vapların topu birden mecmuanmn bir sayfasını dolduracak uzunluk- ta değildi. Bu ömek te gösteriyor 'ki, mecmua, edebiyatçılar arasın. da hüküm süren dipsiz alâkasızlık karşısmda #tallerinin sayıtanı ço ğaltmakla değil, daha fazla çoğalt mamakla hata etmiştir. Tanılmış edebiyatçılarımızdan pek çokları son zamanlarda sns- mayı tercih ettiler. Haklıydılar, çün kü kimin için ve ne için yazacak- larını bilemiyorlardı. Son yıllarm mahsulleri arasında gerçek bir sa- nat değeri olan roman, piyes ve tetkik yok gibidir. Muharrirler u- zun eserlere girişmekten son dere- ce çekinir görünüyorlar. Sırf yazı- cılığı meslek edinmiş oldukları i- çin gazetelerin tefrika sütunlarını doldurmak üzere yazanların roman ları ve hikâyeleri o arasında edebi değerde bir tanesinin çıkması âde- ta bir hâdise olacaktır. Nurullah Ataç, Son Posta gazete sade Varlık'ın niçin ölkenin tek e- debiyat mecmuası kaldığını araştı. rırken bir mecmua (başına geçen edebiyatçıların, edebiyat hareket- leri yaratmak için ellerine geçen bu fırsat ve vastından faydalarıma- dıklarından şikâyet ediyor. Hak buki beş on yıl içinde biribiri ar- dından çıkıp batmış nice mecmua- ların âkibeti bence bu düşünceye en kestirme cevaptır. Bugün bütün edebiyat okurlarımız memlekette bir edebiyat mecmuasısını bile ya- şatacak çoklukta değildir. Şu hal de bir ikincisinin veya üçüncüsü- nün çıkması topunun birden ziyan ederek kapanmasından başka bir netice veremez. Bir o muharririn memurluk, bir diğerinin muallzmlik yapmanı kabilinden, Bay Peyami Safa da, hayatını kazanmak için Milli tefrika: 38 Müddeiumumi muavini, — Bir defa komisere sorunuz. Diyerek arkasından gidince taş lıkta kapısma ser o komiser yazılı bir levha taklımış odaya doğru yü- rüdü. Kafileyi mukayyitlerin odasma sokmuşlardı. Onlarla beraber gelen polislerden biri bu kapının önünde- duruyordu; ona yaklaştı. Müddei- umumi muavinile konuştuğunu gör- düğü için polis onu bir sivil memur zannetmişti galiba ki gülümsedi ve meslekten bir arkadaşa karşı göste- rilen lâubalilikle; — Karacaahmet “selvi,, si Neza- hetle kumpanyasını yakaladık. — dedi — kaltak az kalsın içimiz- den bir ikirini harcayacaktı. Nazmi kulakla:ına inanamamış- ti; — Şimdi getirdiğiniz kül rengi sarsaflı kı-dananı sediyorsu- | edebiyatla alâkası Oolmayan bir mecmua çıkarıyorsa, kendisi sanr- rım, Nurullah Ataç'm iddia ettiği gibi, bundan mes'ul tutulamaz. Kültür savaşma girişmiş ve ba yolda alınacak pek çok yolu bulu- ir ölkede, bilhassa yeni dil inde edebiyatm oyna- rol gözönünde tutu- lunca, edebiyatı bu korkulu hare- ketsizlikten kurtarmak için karşı- dan seyirci kalmamız doğru olma- egg kendiliğinden meydana çı- Dert meydandadır, çarelerini a- ramak gerek. Her şeyden önce, e debi mecmuaların ve kitapların o- kunması için şöyle veya böyle ol. maları gerektiği yolundaki akıl öğ- retmelerden vazgeçmeliyiz. Çünkü alâkasızlık sanatin şu veya bu şek- line ka'şr değil, doğrudan doğruya sanatedir ve alâka ancak sanattan uzaklaşılmak nisbeti içimde arttırı- labilir. Bu çareye baş vurmayı tav- siye edemeyeceğimizse aşikârdır. Edebi neşriyat büsbütün okun- mayor mu? hayır okunuyor, fakat parasız olmak şartile. Resmi kütüp- hanelerde, halkevlerinde, mektep- lerde böyle eserlerin pek çok oku- yucuları vardır. Bizde sanat eseri- nin ancak bedava olursa okunabi- leceği kanaati yeretmiş, ve bu ka- naat ökonomik krizle mütenasip bir şekilde artmıştır. Şu halde ede- biyat okurlarmı arttırmak, edebi hareketler uyandırmak, edebi neş- riyatın büsbütün sönmesinin önü- ne geçmek için şimdilik bir tek ça- re vardır. Okuyucuların arzusuna uyarak bedava okutmak. Bu da, an- cak, kültür bakanlığınm değeri tas dik edilmiş olan mecmua ve eserle- ri satın alarak ölkenin bütün ki- taphanelerine, mekteplerine, umu- mi okuma yerlerine geniş ölçüler- de yaymasile temin edilebilir. Ba- | kanlık hesabıma okuyan talebeler- le, muallimler ve bir kısım memur- | larm değerli görülen meğmualara | ve yılda muayyen bir nisbeti geç- miyecek kitaplara abone olmaları mecburiyetinin konulması da; neş- riyata bakanlık bütçesinden çıkma- yacak ayrı bir yardım kaynağı bul. mak bakımından batıra gelen bir çaredir. Her halde kültür bakanlığınm ölkenin bu mühim meselesini de- ğerli olduğu © özenle ele almasını bekliyoruz. Yaşar Nabi NAYIR TEPEBAŞINDA ŞEHİR EY ATROSU , Tetsndi Nİ akşama ŞehirTiyatrota Sant (20) de KU zi w. ŞEKSPER Tercüme eden: Ertuğrul Muhsin 9778 ... Eski Fransız süiyatrosunda ŞEHİR TİYATROSU ÖPERET KISMI Bu akşam saat 20 de BU BIR RUYA Operet 3 perde Pek yakın DELİ DOLU yük opereti Müellifi: Nazmi Şehap nuz? — diye sordu — peki ama ne yapmış bu kız? Polis “nasrl oluyorda sen bilmi- yorsun,, gibilerden hayretle ona ba- karken, başımı uzattı. Şeker san- dıklarından yapılmış bir bank üze- rinde oturan kül rengi çarşaflı ka- dımı gördü. Ellerine kelepçe takmış lardı, Kıyafeti yanındaki adamla- rın sefaletile hiç te uygun değildi. Çok şık giyirimişti, Fakat yüzü o- kadar değişmişti ki... Gözlerinde bir parmak, kuyruk- Iu, kuyruklu sürmeler vardı. Biran Nazmi ile gözgöze gelince yüzü kı. zarır gibi oldu. Fakat bu kızarıklık işte o kadar, ancak biran sürebil. di, başını başka tarafa çevirdi: — Hayret! — diye ( mırıldandı genç — Hayret! kim ümit ederdi... beni tanımak istemiyor. Polis; — Evet beyim — dedi — kim ü- mit edebilir ki Karacaahmetteki o MİLLİYET PAZAR 9 KANUNEVVEL KULAK zi EEE bla PA RE Toprak! Maarif kütüphanesi sahibi Bay Naci Kasım'la konuşuyorduk. Bir aralık bana dedi ki: — Ne dersin, toprağı soyadı al dun! — Toprak mı? — Beğenmedin, sanırsam.. — Beğenmedim değil ama şeye Toprak, biraz ölümü (hatırlatıyor da... — Yanlışlığın var...Hayat, toprak tadır. Topraktı, ölümü değil, haya- tı hatırlatmalıdır.Topraktan geldik, toprağa gidecekiz. Kökümüz, özü- müz toprak... Her şey toprakta bi- ter, her şey toprakla birlikte biter. Bunu söyledikten sonra, cebin- den bir kâğıt çıkardı: — Şunu oku bakalım... Okudum: Biz, ne demir, ne taşız, Ne de çelikten başız, Bildiğimiz toprağız! Bir takımı diyor ki : —“ Bizim babamız toprak, Öyle ise deyin ki : Biz, ta kökten toprağız! Bir takımı diyor ki : “— Bizim dedemiz maymun,, Öyleyse deriz ki: — Mademki bütün acun, Ergeç toprak olacak, Demek sonumuz toprak, Biz, şimdiden toprağız! Sordu: — Nasıl buldan? — Güzel, dedim, yalnız kafiye ler o kadar kuvvetli değil! Güldü: — Biz kafiyeyi gökyüzünde do- layan şairlere bıraktık. Toprak şa- irinin şiiri bu kadar olur.. Bugünkü program ISTANBUL, 18: Çay anat: Otel Tokatiyendam nakil, 1 Jimunstik: Selim Sırrı Bey. 19,30 Dünya har berleri. 19,40: wayam kitar takımı, 20,10 Konferans: Salmenniı çocuklar hakkında dok- tor Ali Şükrü bey tarafından.) 20,45: Plâk. se musikisi, 21,151 Anadolu ajansı: Borsalar, Zi” 30: Örkesira 22; Radyo orkestrası tax ve tam go orkestrası. 545 Khz. BUDAPEŞTE, 550 m. 17501 Saksofem, 18,20: Konfarama, | 18,50: Budapsşta Salon orkestrası. 20: Spar haberi leri. 20,101 Stldye tiyatrosu. 21,45: Son habar ler. 77: Şarkılar ve 27,00 Orkestra, Zin Hela mana caz takımı. 686 Khz. BELGRAT, GT m. 134 Kilise arkaları. 205. Sözler, 2040 20,20: Plâk, 20,30: Mülki neşriyat 223 Kh. VARŞOVA, 1348 m. 18: Popüler havalar, — Muhtelif sözler, 205 Hafif musiki, 20,45: Sözler. 21; Senfonik kom set — Sözler 22: Şen program. — Haberler. Ze Konesrli reklimlar venin, 2406: dana mn roi LEİPZIĞ, 382 m. 19: Ev hayvanları re 20: Romantik 16: İki perdelik “Baiser, çe pm, 15,184 Konferans. — Diuajkili almanca neşriyat. — baberler, 20,30 Öperet Zi: Haberler. — Plâk. 23,25: Sözler, Z3;30ı Harmana or kestrast. MOSKOVA, (Stalin) 361 m. 8: “Geçici kuşlar, o isimli piyes, 18,284 Bir —— 1230 Düne masikisi ve kar Fişek semsiki, Khz, STOKHOLM, 430 ve. 18,30: Sözler. 19; Muhtelif, 20,302 kanseri, (2 piymne ile) 20,45; iŞ ini 184 Mozartın eserlerinden harp ve flüt — konsasi 23: Radyo orkesiraaz. ROMO - NAPOLİ - BARI 18: Senfonik konsar. — Plâk. — ve sözleri 3145: Bande mrsıka, 24 Varyota Die Son har baris. 841 Kim. BERLİN 357 m. 4 skeş wiki, 2230 5 insi şaheserler konseri, 2015 Habarlar 2 7340 Dana melis. soygunculukları yaptıran bu olsun! | Evvelce çok (o güzel bir kızdı. İki sene evveline gelinceye kadar ona avuç dolusu para verenler vandı. Hasta olduğu anlaşıldı. Hattâ ra- porunu ben kendi elimle aldım, gö- türdüm. Hastahaneye ( yatırdım. Sonra bir gizli ev işletmeğe kalkış tı, söktüremeyince bir Oeyyamizi kaybolmuştu. Geçen kış Karacaah- met soygunculukları başlayınca bir adam onun eşkâlini vermiş, tevkif edihmişti, fakat bir şey tutturulama- dı. Şahit yok, isbat yok.. hâkim ne- yapım? Polis işini bitirmiş olacaktı ki pa- laskasnı düzelterek kapıya doğru yollandı. Bir taraftan da hâlâ söy- leniyordu: — Ama bu sefer.. Güç kalkar bu yükün altından. Beş seneden aşağı kurtulursa öpsün başına kosun! Nazminin kafası allak bullak ol- muştu. Dört sene... dört ( senecik bir insanı bu kadar nasıl değiştire- bilmişti.? Fikir tepesinden zivera- ğa ya doğru insanı çıldırtacak bir tatlılıkla şarkı söyleyen — o güzel Nezahet bu hale düşecekti ha? Başını bir defa daha, kapıdan uzatlı, Simdi o, yanında oturan po- i Sevimli paralar Eniştem Hüdai'nin daveti üzerine İz- mire gittiğim zaman kendisi do Memx- rez de beni cv emi şakıyan kuşlar #ibi sevimli karşıladılar. Hüdai yaman €niştelerdendir. Kendisini pek sa“ tar, pek kurulur ama hâlâ karantine memurluğundan kurtulup terfi edeme- işti. Bizim ili üç senedir bir mesele- miz vardı: Kordenboyundaki eski evi satmak. Evde — hemşire de hisedardı. İzalei şüyu davası açıp beni kırmak iste- miyorlardı. Nihayet sözlerine kandım. Evi bin sekiz yüz biraya satacaktık. Ha- heye talip olan Süreyya bey isminde bir mütekaitti. o Pey akçesi olarak üç yüz Hira aldık, Ve hemen © vergi dairelerine tapuya koşarak o musmeleyi bitirdik. Ben, çok o yufka yürekli bir adamım. Anadan kalma bu eski, harap ovi bir za-| manlar sıhhiye müdürüyetine kiralamış» tık. Bir aralık ön evkaf dairesi olmuştu. Bu eski batıra elden gidiyordu. Onun i- şin son olarak evi bir akşam ziyaret ct- tim: Eleketrikleri yakarak odalarda, s0- falarda dolaştım, Ah... şu küçük oda... Benim çocukluk hayatım burada geçmiş- Wi. Derslerimi burada okur, vazifelerimi Şu asmalı pencerenin yanına konulmuş masada yazardım. Hiç unutmam, annem bazı bana yün dittirir, sebze ayıklatır, geceleri çeşmeden su taşıttırırdı. Hele bir gece ertesi günü çamaşır yıkzyaca- Ğ: içim tam yirmi dört teneke su getir. miş, sonra. lanmış O şam pestili gibi yatağa serilmiştim. Ah... Onlar da bir gündü. Nadir am- cam, Seniha ablam haftada bir gece ge- lir, bizde misafir kalırlardı. O gece ut- Hattâ bazan beni kışkırtırlar: — Haydi Hikmet, bir çifte telli oyna derlerdi. O zaman gecelik entarimin e- teklerini belime sokarak coşar, mükcun- mel göbek kıvırırdan. Şu kiler odasında ben ve kadar reçel yedim. Sabahleyin mektebe gitmeden dadımın yaptığı kuru köfteleri tel do- laptan aşirarak tıkmmırdam. Hele anamı kızdırılmış bir o maşa ile dağlandığını, kabahet yaptığı için ağıma biber sürül- müş çocuklar gibi gözlerimden yaşlar akacağını sanıyordum. Anacaığmı, benim kınalı saçlı, şeker anacığım. Doğrumu ya, ben dadamı da severdim. O da benim bir anam demek- 8; fakat annemin saçları hamama gidip boyadığı zaman düğün zerdesi gibi par rıkdardı. Dadımenkiler ise bilâkiş ıslatı- hp tarandıkça biribirine dolaşır, Adeta | palo yakası (o asirgan gibi avar kvır krvralardı. Bumun için, bey gidi çocukluk hey... Annemin saçları düz, dadımın dolaşık kavırcık, diye annemi daha Şok severdim. Benim &on ton enmcciğim. Hâlâ da seni çok seviyorum; çünkü başında kör dö- ğüm gibi dolaşmış saçlarla içinin karası | dışma vurmuş bu Arap arısı yanımda püsküllü bir beli gibi dolaşır, vara yo- ğa haykırır, sebepsiz yere beni paylar, babaları OZAN OPERETİ (Eski Süreyya opereti) Şehzadebaşı Ferah tiyatrosunda mazanda her gece Muhlis (Sabahattin Fabri Gülünç, Temsil Dünbüllü, Bu gece DİLEYİNE ERENLER lis kıyafetli bir adama en ağza alm | Sırtınm terlediğini hissetti, İğ- renerek geriledi. Başı önde, sağa sola bakmadan deli gibi karakol dan çıktı. Deniz (kenarına doğru yürürken, sinirli sinirli; — Evvelâ kendi kendini satıyor- muş — diye söylendi — şimdi de ları onu satıyor... Ne hayat! Çengelde bir et gibi yaşıyor.. zaval. Ir.. zavallı Nezahet! Sandalcılar kahvesinden bisikle- tini aldı; bahçenin önünde duran a- rabalardan birine soktu, kendi de girce ; — Çek bakalım babalık! — de di — Divanyoluna.. Hâdiselerin ne tuhaf bir seyri o- luyordu. Bazan bir tesadüf insanı yakasından kavrıyor, birden yers vuruyordu. Vücudunu yemyeşil e- den bir ölüm, imdadına yetişmezse saçlarımın bir dokunuşu senelerce hatıralarda tatlı ürperişler uyandı. ran bir genç kız, eli kelepçeli bir Kara soyguncusu olabili yordu . Acaba Cavidin korkunç âkibeti bir hafta daha gecikmiş olsaydı, bu mehtaplı gecelerden birinde bir başka A yn neimie arka- cebindeki corkunç vazi- yüzümü gören Munzzez sordu! — Ne © ağabey. dedi. bir şeyemi ce nım sıkılıyor? — Hiç... ev meselesi. O sırada Hüdai içeri girdi : — Çocuklar size © müjde. Maaşıma beş yüz kuruş zamla İstanbula sıhhiye müdüriyetine tayin edildim, Eniştenim bu müjdesi beni sevindir. me O geceyi hemşiremle beraber İe- #anbula gideceğimi düşünerek rahat ge- girdim. Artık İzmirle alâkarız bütün bütün kresilecekti, Ertesi sabah tapu dairesinde takrir werdik. Paraları cebimize indirdik. Bir kaç gün sonra İstanbula gelmiş ve para- harı bankaya istif etmiştik. Lnsanın ban- kada parası olması ne kadar iyi... Hem İniz alıyor, hem de emniyet altında bu- hanuyor, Sonra ev gibi yakerlmması, dökül. mesi, tamiri vergisi vesairesi yok. Doğ- rusu çok o üzümtüsüz bir iş. Enişte ile canmız sıkıldıkça ufak tefek çıkarıp bar âlemleri yapıyoruz. Kâlir Muazzezin pa- ralarını o de kendi o namına koymuş. Şimdi, ban evden bahsedip üzüldükçe o, dadımın zulmünü ortaya koyuyor vet — Hüilemet.. paralar... sevimli pağa- im.. diye beni oyalıyor, tilki berif. YENİ NEŞRİYAT. Moda Albümü Memleketimizde birinci defa olarak kadını çok yakından alikadar eden bu eser, içi dışı renidi olarak 40 zengin sayfa ile çıkmıştır. Idenl Türk kadınına yeni modanın çizgilerini aalatacak o- lan bu eserde, Fagara, Emilia, Cemal, Marimet gibi büyük terzilerimizin man letlerin patronları ve daha bir çok zem gin münderecatla çıkmıştır. Okurları" meza lavalya ederiz. Büyük gazete Büyük gazetenin 7 ci sayım bugün çok zengin yazılar ve gürel resimlerle çıkınıştır. 24 sahife olan Büyük Gazüte- nin kapağı, iki taraflı, hekiki O #wer tablodur. Bu sayıda, cihihi güreş şam- piyonu Kara Ahmedin £ Paristeki aşk maceralarma dair olan yazı ve resim ler kayda şayandır. Bundan başka, ba sayıda muhtelif müsabakalar, bilmece ler, merek o defrikalar, kadm, tvde, #por, sinema sahifeleri, dümya vukunta. na dair eriressan v e Deniz yolları İŞLETMESİ Aceni : Karaköy Köprübaşı Tel, 42362 — Sirkeci Mübürdarzade Han, Tek 22740 ISKENDERİYE YOLU EGE vapuru 11 Birinci Kânun SALI LI de İskenderiye'ye ka- dar. (8384) Harik Hayat Sigortalı UNYON Kaza larınızı Galatada Ünyon SIGORTASINA yaptırmız. Öz Türkçe ile Bilmecemiz Osmanlıca karşılıklarını kelimelerin çekiyoruz ve kazananlara veriyoruz, Bilmecemizin müddeti: günü akşamma kadardır. Bilmecamiz 1254 567 R ODA an 1 — Fahr, haz, mesruriyet mer (2). 2 —Ak şaret sıfatı (2). 3 — Pena, ateş tütmağa m 7— daa etmek (5). 8 — Genişlik (2). Mayi ( 9 — Tenha, üzmekten emir mer (2). Bey (3). 2 — Farikm, karekter, (3), bir (3). 2 A (6) 9 — Dahi (2), Pipe (5). 10 — Asena 6) Beyaz (2). u— il vazife, yet (5). His (5). sallliy Asrın wndesi “MİLLİYE ABONE ÜCRETLE ve Otemob Hanmda Kâin Türkiyede bilâfasıla icrayı muamele etmekte olan ÜNYON eee bir re eğme yine fesini hatırlatmayacak mıydı? Mavzerin ucundan hızla fırla- sa, kanı kaynayan, tecrübesiz bir genç te ber halde, ileriye doğru « tıldığı hızla yanlış O yola sapıyor, belki de süratini gitgide arttırarak düşüyordu. Kim bilir o güzel, o tatlı, o sakin, o rüya için- de yaşar gibi gözleri hayalle dolu Nezaheti tesadüf hangi ota çarpmış tı! Beyni uğuldayordu. Araba sarsıl dıkça sallanan bisiklet ( dizlerine vuruyordu. Körükle arabacının sir tı arasındaki boşluktan kâh bir ev bir dükkân kâh bir sokak başı bir insan gözüne çarpıyordu. Bir ara- lık Beşiktaşa geldiklerini farkeder gibi oldu. Sonra gözkapakları ya- yaş yavaş kapandı. Arabanın yaylı ve yumuşak kanapesi hünerini we ie Mey . — Hiçe. Bayt beri — Hizal Ammada uyayor bel Bey! Bey! — Irnh! Arabacı, Fındıklı sarayım önün de gemleri kasmış, arkasına dön- müş, sesleniyordu. Öyle bir yerde — Heey... Bey! Uyan bı istiyorlar, e gözlerini oğuşturarak — Ne var be? Diye homurdanmca gene sile üç dört metre ötede, a kamete doğru giderken dur laşılan bir arabayı sezdi: — Onlara sor... günah | gitti. Öbür arabadan “Nazm 1şil,, diye muttasıl sesleniy bakınca Ulviyi tanıdı. İçin küfün savurarak; — Şimdi gidiyorum... O diyorum... — diye bağırdı. ma daha vaktimiz var. Ulvinin yüzünde bir rah neşe vardı: Lüzum kalmadı! Lüz madr.. — dedi — gel buraj Bisikleti dizlerinden itti ye istemiye arabadan indi. İuktan dizler tutulmuştu. A aksaya yürüdü; — Ne va — Bak! Arabanın içinde fıkır fık dayan mavi çarşaflı bir ka termişti. Bitmes