TU A Kai AUA MİLLİYET. CUMARTESİ 8 KANUNEVVEL — 1934 Z arusan Öz Türkçe ile ' Konuşma | © | r Öz dilimizle 1 Bîlmecelîıîl 3 «D; iebı Osnanl, Yine “Divan edebıyatı,, Avrupada (9000) 1ca karşılıklarını Bugünkü program “ Demokrasiye doğru,._ ıdıli' Iıır yıîııım- şünce üzerine kurulmuş değildir. Bütün da Ağaoğlu Ahmed â edebiyat derslerinden şikâyet ediyor. Lise sınıflarında tuy:kn:;dbe; ):ışmdı kızı akşam evde, büyü leşinin yar- dımı ile, Fuzuli'nin «Kıldı zülfün tek perişan halimi halin senin,, manzume- sini sökmeğe çalışıyormuş; bundan son- ra da Nedim'in : “Servi nazım! kim büyüttü böyle biperva seni,, gazelini ha- zırlıyacakmış... — Ağaoğlu Ahmed şaşı- yor ve Cumhuriyet çocukları böyle şiir- lerle mi yetiştirilir? çocuklara böyle çapkınlar ağzma yakışacak sözler öğreti- lir mi ? diye soruyor. Ağaoğlu Ahmed'in bu yönde bütün söylediklerini anlatacak değilim; ancak hocamın saydığı mahzurlara ben de be- nim aklıma gelenleri katacağım; — daha doğrusu, kaç defalar söylediğimi bu ve- sile ile bir kere daha söyliyeceğim. Mekteblerde edebiyat dersinin vazife- dillerini öğ r divan y iki üç yüz dan übarettir. Fikir değil, mazmun. Bun- ları öğretmekte ne fayda vardır? Mah- zur meydanda: İi d. bir fikir olduğu zannımı yetiştirir. yandırmaz; çünkü zaten kendi kendile- rine bir bütün kurmazlar. Onlarla bera- ber Arabın, Iranlının edebiyatımı öğ- renmelidir; kökler oradadır. Hem bizim divan şairlerinin Arap, İran edebiyatla- rını anladıkları da pek ispat edilmiş de- ğildir; Araplarla çok uğraşmamışlar, I- ranlıların da Firdevsi, Sadi gibi destan- cılarından, hakimlerinden pek hoşlan- mamışlardır. Yalnız küçük - taraflara ü- işlerdir. Divan edebiy (halk,, tekke edebiyatları da öyle) pek bir buut- ludur; kimseye sanat zevki veremez. Divan edebiyatı çocuklarımıza, içinde dıkları ortanın istediği — duyguları, si nedir? Çocukl. illerini öğ ek, onları düşündürmeğe alıştırmak, onlarda sanat zevkini uyandırmak ve bir taraftan da onlara, içinde yaşadıkları ortanın (muhit, milieu) istediği duygular, dü- şünceleri, itikatları, v. s. vermek değil midir ? Ağaoğlu'nun gösterdiği ve her- hangi birimizin çoğaltabileceğimiz misal- ler bu vazifeyi görebilir mi ? ç Bü işi düşünürken kendi zevkimizi mi- yar saymamız doğru olmaz. Ben Fu- zuli'nin de, Nedim'in de, öteki Osmanlı divan şairlerinin de mısralarını, manzu- melerini severim. Baki'nin Sultan Süley- man için yazdığı mersiyeyi okurken, hani şu bedii zevk denilen şeyin en son, benim için varılması mümkün — olan en son derecesini duyarım. Evet, çok za- man Homeros'tan, Shakespeare'den, Racine'den dem vururum; fakat elbette ki onların hiç bir parçası beni Naili'nin: “ Biziz o mesti temaşa ki lali sakiden — gönülde neşvei sehba sebu — sebu taze,, beyti kadar coşturmaz. Niçin? Çünkü ben Osmanlı doğdum, Osmanlı bir or- ta içinde büyüdüm, bugün zevkimin fik- ri kontroluma bağlanamıyan tarafı Os- manlı havası içinde teşekkül etti. Bu- nun içindir ki Ağaoğlu — ile, onun gibi düşünenlerle beraber, gençlere Fuzuli'yi, Nedim'i, Baki'yi okutmanm — şaşılacak bir şey, hattâ bir “monstruosit&., o'Ay. sun! Ne yapalım/ insan kendisina: vu- . ğini bildiğini zevkle- ünü, — yanlışlığımı anlayınca yine onları müdafaa mı ede- cek? onların kötülüğünü bağırmıyacak mı? Hayır, Fuzuli'nin, Nedim'in bütün Os- manlı şairlerinin eserleri — kendi ken- dimize kaldığımız zaman onları okumak- tm. dı:ş_duğu.mluz haf ne olursa olsun — lıdır, çünkü lll gzl deenlüründer öinlarti Çkkerrti fayda beklenemez. Onlar dili ö; 'e yaramaz; çün- kü onların dili çoktanberi — yazımızdan da kalkmıştır. “Kıldı zülfün tek perişan halimi halin senin!,, Bundaki kelimeleri, cinası öğretmekte ne fayda vardır? Za- rarı ise meydanda, cinasın, akıl için do- dan ve peçiçten bile daha değersi: olan bu oyunun bir zarafet, bir güzel- lik olduğu kanaafini — aşılamak. Ulusal kültüzümüzün bu cinas ve buna benzer “sanayii lafziye,, yüzünden uğradığı ge- rilik anlatılmakla bitmez .Edebiyat zevkini bunlardan alan ki ün sonra gerçek edebi ae sEdMğ Cü te çektiği güçlüğü, başrmızdan geçtiği âüşüncelerî, v. s. verebilir. mi?.. Bu suale cevap vermeğe kalkışmak gülünç olur, Divan edebiyatı ancak Türk tarihinin Osmanlı devrinin soysal müesseseleri a- rasında çocuklara — anlatılabilir; — yani şimdiki gibi bir buçuk, iki — yıllık ders zamanını değil, bir iki saatı — doldurur. Bundan çoğu fazladır. Bunları şimdiye kadar çok söyledim; her vesile, hattâ vesile bulamazsam ken- Hiyeceğim. Doğru söz söylenmekle a- Şınmaz. Mekteblerimizd. deki: Divan yatı ni- çin çıkamıyor? Çünkü o çıkarılınca ede- biyat tarihimiz kalmaz; Osmanlılardan evelki edebiyatımız hem çocuklara oku- tulacak kadar iyi ve sırası — ile bilinmi- yor, hem © da, divan edebiyatı — gibi, edebiyat dersinden beklenenleri veremez. Halbuki edebiyat tarihimizi — okutmak da lâzmdır... Neye lâzım olsun? Oteki ülkelerde o- kutuluyor da... Onlarm edebiyatları var; bizim onların ki gibi edebiyatımız yok. Ne yapalım? Yoktur diye elimiz- de bulunan faydasız — şeye edebiyat mı diyelim? On beşinci, on altıncı kurun- larda Ingilizlerin, Fransızların, Alman- ların da öyle parlak bir edebiyat tarih- leni yoktu; bulunan edebiyatları — doğ- rusu bizim divan edebiyatından üstün- dür. (Chaucer, Villon, Chevalier roman- ları v.s.), fakat tam, bütün bir edebiyat değildi. Bu on altıncı asırda Fransız e- debiyatının ve Ingiliz edebiyatının belki en büyük adamlarınım (Montaigne, Ra- belais, Shakespeare) yetişmesine engel olmadı. Biz de bugün, birçok yönler- den, Avrupalıların Yeniden"doğuş (Re- naissance) dedikleri yıllara benzer gün- ler yaşıyoruz ; edebiyatımız bundan sonra tarihi de bundan sonra okutulacaktır. Bence beklediğimiz edebiyatm gel- mesi için de eskisinin kaldırılması ge- rektir. Nurullah ATAÇ Eklenti.— Çarşamba günkü (5. XII) * 'Tanrılık yolunda ,, adlı yazımın söz- lüğünde: “Üm-remiz, timsal,, demiştim, “remiz,, sözü “Venüs,, diye dizilmiş; okurlarımın bağışlamasını dilerim. İRTİHAL Ankara Askeri fabrikalar muhasebe müdürü Bay Mehmet Nuri uzun çabuk da işler; çünkü kolaydır. “Edebi- at mediz?. öönnerli 5 * Kendisine sorduğu suale bu kadar ko- lay .hir cevap bulmuş adamı bundan vaz- geçirmek, o sual üzerinde tekrar düşün- meğe razı etmek kolay mı? Osmanlı şairlerinin — yazıları düşün- i ip olduğu hasta- dürmeğe alıştıramaz; çünkü onlar dü- Merkezi idaresi : Galı İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Herik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir F d. EZEMED 'Telefon : Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. 4.4887 Ünyon H: B9502? — Milli tefrika: 37 z ormaenmer A — Yeni aldığım arabayı.. Rüya- da mısın nesin? At kafandan artık şu hâdiseyi canım? — Ölenle ölün- mez... Nasıl buldun araba mı? Pırıl pırıl parlayan koşumlarını şıkırdatarak kafalarını oynatan, yerlerinde duramayan, tepinen iki yağız atı üniformalı bir arabacı güçlükle zaptediyordu. Faytonun içi koyu mavi bir ipekli kumaşla kaplanmıştı. Ayak ucuna bol tüylü bir ayı postu serilmişti. Yaldızlı te- kerlekleri, yayları ve biçimi enfes bir Viyana yapısı olduğunu gösteri- yordu. — Kaça alsam iyi? — Vallahi, hiç bir fikrim yok beyefendi... — İki bin lira verdim. Müsilif: Nazmi Şehap — Çok değil mi? — Söokağa atsan dö:t bin lira e- der. Şu atlara baksan a... Ordunun eline geçseler derhal binek hay- vanı olurlar.. — Pekiama nasıl oluyor da bun- larr orduya almıyorlar? — © cihetten yana — korkumuz qu. Bunlar Şehzade Farük ile e- mirberinin binekleridir. Soran ol du mu.., Acaba cıda vesika var,der hal gösteriyor. — Demek atları şehzadeden al- dmız? — Yok canım.., Vesikayı ondan aldık. Hem pahalıya da malolma- dı. Yüz liraya sulh olduk. Calibenin babası hem konuşuyor, dim icad ederek, yine birçok defalar söy- |N hem de genci kolundan çekerek a- A BIR TELEFON KAFIDIR Sigortasız Bırakmayınız Malınızı rabanın etrafında dolaştırıyor, elile Ötesini berisini gösteriyordu. Bir aralık Nazmi durakladı. Kafasını toplamak ister gibi başını salladı; — 153 ,.. 153... — diye- mırıl- dandı — Arab belası g ilişmiş ü Yüz elli üç? hemen güderi kaplı deftemi çıkardı. Boş bir sayfanın or- tasına yazılr bir rakama baktı. Evet, evet. Bu araba olacaktı. Si- vil memurun takip ettiği — araba... ılıîefîka hanımefindiyi götüren ara- Üree Beyninden şimşek gibi bir fikir geçti: “Eğer Refika hanımı dün takip eden takma kravatlı adam, haki- katen bir sivil memur idise, bu numarayı o da tıpkı kendisi gibi defterine kaydetmiş olacaktı.O hal de? Calibe ile annesini de günün bi rinde bu arabada gördüğü zaman o sivil memur,yahut onun bu numara yı verdiği her memur kokotlarla şgul şube ile alâkadar bulmaya cak mıydı.? *Peki ama, bu Refika hanım kim oluyordu. Aşağı vukarı bir. buçuk kilometre.. Yazan: Ahmet Şükrü ESMER Bay Ahmet Şükrü Esmer, geçen yaz, kendi — otomobilile Avru- pada uzun bir yolculuğa çıktı. İlkin buradan Edirneye gitti. Oradan, Filibe, Sofya, Niş yoliyle Adriya- tik kıyılarına geçti. Karadağ, Çeti- ne, Kotor, Ragos, Split, Fiume, Tri- yeste üzerinden yukarı İtalyayı do- laşark Brenner geçidinden Avustur- yaya girdi, — oradan da İsviçre ve Almanyaya... Almanyada yirmi gün kalıp bü- tün Ren ölkesini, — orta, aşağı Al- manyayı dolaşıp gene Avusturya yoliyle Macaristana, Romanyaya, Bulgaristana uğrayarak Rusçuk, Tırnova, Harmanlı, Edirne yoliyle İstanbula döndü. Saydığım yerleri, kapalı gözle harita üzerinde dolaşmak bile alış- mayan kimseyi ürkütebilir. Ölkeleri biribirine bağlayan u- zun dağ yollarını otomobille aş- mak, pek kolay olmasa gerektir. Ancak, böyle - yolculuklar, içten gelen derin bir istekle — yapılırsa Yorgunluğu da duyülmaz. * İstanbula döndükten sonra Bay Ahmet Şükrü Esmer, geçtiği yolları okuyucularına tanıtmak, dolaştığı yerlerde gördüklerini anlatmak i- çin (Milliyet) te birkaç yazı yazdı. Bu yazılar, “Avrupada otomobil- le 9 bin kilometre,, adını taşıyan gü zel bir kap içinde çıktı. Yazıları, gazetede tadına doya- mayarak okumuştum, bitiğde top- landıktan sonra, bir daha okudum. Bitiyi bitirince, Avrupayı otomo- bille dolaşan benmişim gibi oldum. Gözlerimi kapayarak, bütün o Pod- goriçelere, Çetinelere, Adriyatik kı yılarına kafamın — içinde bir geçit Yaptırdım. Bende kalan iz şu oldu: Avrupa- da 9 bin kilometreyi okumak, on parasız, bütün Avrupayı dolasmak demektir. İnsan bı yazıları okurken, yazı- ct ile birlikte, —yorgunluk nedir, duymadan Edirneden Almanyaya, İsviçreye kadar gider gelir. Hem öyle tatli bir yol arkadaşı ile gider, gelir ki yolculuğun 9000 değil, neden 19000 kilometre uzamadığına canı sıkılır. M. Salâhaddin GÜNGÖR DOKTOR Rusçuklu Hakkı /Gal da Kanzuk h . karşısında Sahne sokağında 3 numa- ralı apartrmanda 1 numara. 9558 Göz Hekimi yazdığımız kelimelerin öz türkçe illerini bularak şeklimizin boş hanelerine yer- leştirip kesiniz ve “Milliyet: bilmece memurluğuna gönder'niz”, Bilmecemi zi doğru halledenler arasında kur'a çekiyoruz ve kazananlara hediyeler veriyoruz. Bilmecemizin müddeti: Pazartesi günü akşamına kadardır. Bilmecemiz 12 3. 46535 671 -8 91011 a ESİİ | MA CT 20 | (6 (B ' ( 3 | l (ma| 4 | (GİBE| AM SİSİ | L | (| 6 Si m| (Si | (i (B ıi LN D g| ( s)i (m (E LI (ZT S URLICIRRLIR u HEAMMELIM LI ülz T İmM İ D Soldan sağa 1 — Fahr, haz, mesruriyet (6), ka- mer (2). 2 — Alâ, mavera, meşakkat - (2), I- şaret sıfatı (2). 3 — Pens, ateş tutmağa mahsus alet (4), Hane, sakaf (3). 4 — Cezire (3). ç 5 — Sonradan ilâve olunan şey (7) ye mek (2). 6 — Fiil (2). 7 — Idam etmek (5). 8 — Genişlik (2). Mayi (4). 9 — Tenha, üzmekten emir )2). Ka- mer (2). Bey (3). 10 — Ham, olmamış üzüm (5), Uyu- maktan emir (3). 11 — Nota (2), acele etmek (5). Yukardan aşağı 1 — Halk, Hepsi (4). Berrak, ha- Hs, musaffa (5). &. Farika, karakter, (3), güç, ce- bir (3). 3 — Alkıştan çıkan ses (6) Nota (2). 4 — Cet (3). B — Büluğ, idrak, vusul (4). Rabıt edatı (2). 6 — Cıkmaktan emir (3) Valide (3). 7 — Cevval (4). Yummakıtan emir (3) 8 — Genişlik (2), dendan (3), ye- mekten emir (2). 9 — Dahi (2), Pipo (5). 10 — Amca (3,) Beyaz (2). Nota (2) 11 — Emir, hizmet, vazife, memuri- yet (5). His (5). TEPEBAŞINDA ŞEHİR : TİYATROSU ' Bugün matine 14,30 da İstanbul Betediğesi Bu akşam !hİI'Tl'qafm;u Saat (20) de y AM E 7 Dİ | » Yazan: W. ŞEKSPER uu" Tercüme eden: Ertuğrul Muhsin 9778 * * Eski Fransız Tiyatrosunda ŞEHIR TIYATROSU OPERET KISMI Bugün matine 14,30 da Bu akşam saat 20 de ve ev 22398 yazlık ikametgâh telefonu: Kandilli 38, Beylerbeyi gğso uay senedenberi gelip gittiği bu evde ona ancak on saat evvel tesadüf e- debilmesindeki keramet ne idi? Ca- libenin “teyzeciğim!,, diye boynu na, sarıldığı bir kadınım nasıl olu- yor da sivil memurlar — bir kokot gibi peşinde dolaşryorlardı.? Yok- sa bu kadınım polisi alâkadar eden bir başka hüviyeti vandı da Cali- belerin evinde bunu bilmiyorlar- mıydı? Onun, kendini gene daldırdığını görünce beyefendi; — Yavrum.., — dedi — hayran hayran bakışından anlayorum ki. arabamızı sen de çok beğendin... — Harikulâde doğrusu... Fakat.. — Neye durakladım? Bir eksiği varsa söyle de... tamamlayalım yok.. Yalnız hor kullanılmasa di- ye düşündüm de. Ve gülümseyerek ilâve etti: — Sizin ev malüm... Haftada üç düzüne tabak kırıyorlar. Buna da her önüne gelen binerse iki ay son- ra hayrını görürsünüz. İş adamının ciddi suratında da bir gülümseme belirdi: — Doğru ama.. sağlık olsun ne olacak? Dr. Süleyman Şükrü BU BIR RUYA Birinci sınıf mütehassıs Pek î:ugaî[wg.bı_u (Bâbrali) Ankara caddesi No. 60 ç Büyük opereti > 8041 - Satılik Dr. Hafız Cemal | — <. sucer çaşmda 1700 ae © iye Mmütehassil arazi üzerinde fabrikaya d'wıqi, ka- Dahili Z yu, sarnıç, havagazı, terkos, garajı ha- Cumadan başka günlerde saat vi her iki sokağa nazır büyü (2,30 dan 6ya) kadar İstanbul | Hi on odalı ve mobilyalı bir ViHâ: Divanyolu No. 118. Şişlide terkos havuzu duvarı yanm- h telef, da cephesi iki sokağa nazır 2250 met- relik bir arsa kısmen veya tamamen satılılkctır. 42238 numaraya telefon. 9561 evdekilere hasretseniz... taallükat, gelen giden binmese... — Olmayor ki.. Nihayet bir e- vin de kendisine mahsus bir salta- natı vardır. Ve acele acele saatini çıkarıp baktı: — Ooo... dokuza geliyor. Benim yapacak bir sürü işim var. Haydi bin! Bin! binsen e! Nazminin kafası gene bir yere saplanmıştı. Kendisini arabaya sok- mak isteyen tüccarın elinden, yavaş ça kolunu kurtardı. — Bana müsaade ediniz. — de- di—'Sandalcının parasını verme- ği unutmuşum. Hem onda bir şey brrakmıştım, iç etmesin! Acaba bisikletini mi bırakmaktan korkmuştu? Calibenin babasi ısrar etmedi. Bir dakika sonra yağız atlar, dâ'ârt bidesim tol Kak Bi dal 18: Fransızca ders. 18,30: Jimnasi _t'_*. Bayan Azade 18,50: Plâk, dans musikisi ve neşeli musiki, 19,30: Dünya haberleri 19,40: Taganni: Mehmet Münir, Bari- ton 20: spor konuşması. Eşref 20,30: Macar havaları. 21,15: Anadolu ajansı, borsalar. 21,30: Türkçe sözlü ba valar Bayan Bedriye Rasim not (balk şarkıları.) 22: — Radyo caz ve tango 0 kestrası. 823 Khz. BÜKREŞ, 364 m. » 13: Plâk. 13,45: Plâk. 14,15: Haberler. 14 Plâk. 16: Mektep neşriyatı. 18: Dans musi” kisi, 19: Haberler. 19,15: Corologos caz mı. 20: Konferans. 20,20: — Plâk. 21: nıd!;_ orkestrası. 22: Konferans. 22,15: Konserin vamı. 23: Haberler, 23,25: Kahvehane konst”- ri. 223 Khz. VARŞOVA, 1345 m. 18: Dans musikisi, 18,50: — Konferans. 19? Föytön. 19,15: Viyolonsel ile parçalar. 19,45! Tıbbi tavsiyeler. 20: Piyano refakatile şarkılar 20,20: Konferans. 20,30: Konser, 20,45: sııl-'öı 21: Popüler senfonik orkestra !(nnıır,;.s Zi 23,401 Fuberlle'dür ZEĞI ler. 23: Reklâmlı konser, 23,15: Plâk. Plâk ile dans, — Sözler, — 24,05: Konferalt 24,35: Dans musikisi. Khz. LEİPZİG, 382 m. 18: Hafif musiki. 18,30: Düşünülmüş sözler: 18,45: Gençlere. 19,10: Günün — Tügati, 19,257 Dans plâkları. 20,05: ü 20,40: Deni; i 21,10: “Die Maedele von Biberach,, isimli mif' sikili temsil. 23: Haberler. 23,20: Cece konserk 545 Khz. BUDAPEŞTE, 550 m. 17,45: Konservatuvardan makil. 19,45: Plük 20,30: Neşeli sözler. 21: Arzuya bağlı konset 22,30: Spor haberleri 22,30: haberleri: 22,50: Pertis çingene orkestrası, 23,40: Postâ memurları takımı. tarafından konser. 1195 Khz. FRANKFURT, 251 m. 19,45: Hafif musiki. 20,30: Saar halk şarlı: lart, 21: Haberler ve saara dair sözler, 21,18 Şarkılar. 21,30: Beethovenin eserlerinden 609" fonik konser, 23,20: Haberler. 23,30: Haberlef" 24: Dans musikisi, 1 den 3 çe kadar gece mi” sikisi, 175 Khz. MOSKOVA, 1714 m. 18,30: Kızılordu için neşriyat, 19,30: Kolkof neşriyatı. 21: Senfonik konser. 22; yabancı di lerle neşriyat, 832 Khz, MOSKOVA, (Stalin) 361 m. 21: Radyo temsili. 22: Dans ve hafif musi” ki, 686 Khz! BELGRAT, 43 7m. 18: Keman konseri. 19: Koro konseri. 20601 Reklâmlar. 21: Haberler. 21,10: Milli neşriy&& 21,40: Opera musikisi 23; — Haberler. 23,201! Plâk, ROMA - NAPOLİ - BARİ 18,10: Orkestra. — Sözler. — Plâk. 21,486 Verdinin “RİGOLETTO,, operası. — Sonra haberler. 841 Khz. BERLİN, 357 m. 18: Hafif orkestra konseri. 19,20: Radyo teffi sili. 20: Cembal ve keman konseri. 20,25: Şar” kılar. 20,40: Aktüalite. 214 — Haberler. 21,101 Marşlardan plâklar, 21,30: Millki Plâk konseri, 23: Haberler. 23,30: HER ŞEY KAZANANIN Fransızca sözlü gençlik filmi FERAH TİYATROSUNDA Muhlis Sabahattin San'atbaşı Ozan Opereti Büyük kadro - Balet Bu gece birinci Operet OZAN OPERETİ ' Şehzadebaşı üyıhvıuıü. mazanda her Muhlis - Sabahattim gece : " Fahri Gülünç, Dünbüllü Ismail. Bu gece TELEFONCU KIZ Operet 3 perde Asrın umdesi “ MİLLİYET” tix, “ABONE ÜCRETLERİ : — Hiç olmazsa faytonu yalnız gibi gözüken bir polis, en arkasım” da sol kolunum altına kocaman bif defter sıkıştırmış bir - ikinci poli* bulunan beşmltı köşilik kücük bi kafilenin önünde gidiyordu. Bur ların arasında kül rengi iuek çarşaâf giymiş uzun boylu bir de kadın yar dı. İşte Nazmi bu kadına bakarak söyleniyordu. — Acaba — yanlış mı gördüm? Yok, odur... muhakkak - odur, belki de onlarla beraber değil.....-. Hayır hayır onlarla beraber... iki- şer ikişer olmuşlar... Tuhaf şey! Kafile, bir dönemeçte — gözdef kaybolan çifte romorklu bir B& bek'tramvayı gibi karakola dalin ca, seri ve geniş adımlarla yüfüdf" karakola girdi. Bu sırada müddei” ? muavini ile dokton işlerit! nala Bebel çesi ş lanıyorlardı. (153) numaralı — hususi araba gözden kaybolurken, Nazmi; — Tuhaf şey! İşte bu tuhaf şey! -— diye söylendi — ne kadar da de- İ ğişmiş, harpbu kafile i-imde ne işi bitirmişler, gidiyorlardı. — Ne var? — dediler — bir $e mi söyleyeceksiniz.. . ç — Yook... haytr... mürekkepli lemimi düşürmüşüm de... - — Bitmedi — d U, Ütak V İ göz ü inti A Bi