“ Demokrasiye doğru,, seli bir yazısın- da Ağaoğlu Ahmed mekteblerimizdeki edebiyat derslerinden şikâyet ediyor. Lise sınıflarında okuyan on beş yaşında kızı akşam evde, büyük kardeşinin yar- deme ile, Fuzulünin «Kıldı zülfün tek perişan halimi halin senin. manzume. sini ami salışıyormuş; bundan son- ledim'in : “Servi nazım! kim böyle biperva seni, gazelini ha- zırlıyacakmış... Ağ yor ve Cumhuriyet çocukları böyle şüir- İerle mi yetiştirilir? U çocuklara böyle gapkınlar ağzıma yakışacak sözler öğreti- lir mü ? diye soruyor. Ağaoğlu Ahmed'in bu yönde bütün söylediklerini anlatacak değilim; sancak hocamın saydığı mahzurlara ben de be- nim aklıma gelenleri katacağım; daha doğrusu, kaç defalar söylediğimi bu ve- sile ile bir kare daha söyliyeceğim. Mekteblerde edebiyat dersinin vazife- si nedir? Çocuklara dillerini öğretmek, onları düşündürmeğe alıştırmak, onlarda sanat zevkini uyandırmak ve bir taraftan da onlara, içinde yaşadıkları ortanın (muhit, milieu) İstediği duygular, dü- şünceleri, itikatları, v.s vermek değil midir 7 Ağaoğlu'nun gösterdiği hangi birimizin çoğaltabilece ler bu vazifeyi görebilir mi ? Bü işi düşünürken kendi zevkimiz mi- yar saymamız doğru olmaz. Ben Fu- zuli'nin de, Nedim'in de, öteki Osmanlı divan şairlerinin da mısralarmı, manı melerini severim. Baki'nin Sultan Süley- san için yazdığı mersiyeyi okurken, hani şa bedi zevk denilen şeyin en son, benim için varılması mümkün olan en son derecesini duyarım. Evet, çek za- man Homeros'tan, Shakespeare'den, Racine'den dem vururum; fakat elbette ki onların hiç bir parçası beni Naili'nin: “ Biziz o mesti temaşa ki lali sakiden — gönülde neşvei sehba sebu — sebu taze, beyti kadar er Niçin? Çünkü ben Osmanlı doğdum, Osmanlı bir or- ta içinde büyüdüm, bugün zevkimin fik» nun içindir ki Ağaoğlu ie onun gibi düşünenlerle beraber, gençlere Fuzuli'yi, | Nedimfi, Baki'yi okutmanm şanlacak | bir şey, hattâ bir “monsuruositi., yanlışlığını anlaymen yine onları müdafan mı ede <ek? onların kötülüğünü bağırmıyacak Hayır, Fuzuli'nin, Nedim'in bütün Os- mani: şairlerinin eserleri — kendi ken- dimize kaldığımız zaman oüları okumak- goktanberi “Kıldı zülfün tek peri balimi halin senin!,, Bundaki kelimeleri, cinası öğretmekte ne fayda vardır? Za- rarı İse meydanda, cinasın, akıl için do- minodan ve peçiçten bile daha Eral gin bu oyunun bir zarafet, bir güzel ik olduğu kanaatini — aşılamak. Ulusal kün müzün bu cinas ve buna benzer “sanayii lafziye, yüzünden uğradığı go rilik anlatılmakla zevkini bunlardan alan öerçük eğibiyilsi sö ollağeik siklini te çektiği güçlüğü, başmızdan geçtiği be Çocuğun bitmez die Aİ da mısın nesin? At kafandan artık şu hâdiseyi canım? — Ölenle ölün mez... Nasıl buldun araba mı? Pırıl pırıl parlayan koşumlarını şıkırdatarak kafalarını oynatan, yerlerinde duramayan, tepinen iki yağız atı üniformalı bir arabacı güçlükle zaptediyordu. Faytonun içi koyu mavi ipekli o kumaşla kaplanmıştı. Ayak ucuna bol tüylü bir ayı postu serilmişti. Yaldızlı te- kerlekleri, yayları ve biçimi enfes bir Viyana yapısı olduğunu gösteri- yordu. — Kaça alsam iyi? — Vallahi, hiç bir fikrim yok beyefendi... — İki bin lira verdim. — Yeni aldığım arabayı.. Rüya- | | | | | Türk Sigorta Şirketi Herik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Yine “Divan edebiyatı,, şünce üzerine kurulmuş değildir. Bütün divan edebiyatımız iki üç yüz mazmun dan ibarettir. Fikir değil, mazmun. Bum- ları öğretmekte ne fayda vardır? Mah- zur meydanda: insanda mazmunun bir fikir olduğu zannını yetiştirir. Bunlar insanda sanat zevkini de w yandırmaz; çünkü zalen kendi kendile- rine bir bütün kurmazlar. Onlarla bera- ber Araba, Iranlımın edebiyatını öğ- renmelidir; kökler oradadır. Hem bizim divan şairlerinin Arap, Iran edebiyatla rma anladıkları da pek ispat edilmiş de- zenmişlerdir. Divan edebiyatmız (balk, tekke edebiyatları da öyle) pek bir butt. ludur; kimseye sanat zevki veremez. Divan edebiyatı çocuklarımıza, içinde yaşadıkları ortanın istediği duyguları, düşünceleri, v. 8, verebilir mi7... Bu suale cevap vermeğe kalkışmak gülünç olur, Divan edebiyalı anesk Türk tarihinin Osmanlı devrinin soysal mücsseseleri a- rasında çocuklara anlatılabilir; yani şimdili gibi bir buçuk, iki yıllık ders zamanını değil, bir iki saatı doldurur. Bundan çoğu fazladır. Bunları şimdiye kadar çok söyledim; her vesile, hatti vesile bulamazsam ken- düm icad ederek, Yine birçok defalar söy- : ş liyeceğim. Doğru söz £ söylenmekle a- şammaz. Mekteblerimize vo edebiyatı ni- çim çıkarmı; lmca ede | Biyak tarihimiz kalisa; Ormanlardan evelki edebiyatımız hem çocuklara olu- tulacak kadar iyi ve arası ile bilinmi- yor, hem © da, divan edebiyalı gibi, edebiyat dersinden beklenenleri veremez. Halbuki edebiyat tarihimizi — okutmak da lâzemdir... Neye kizim olsun? Oteki ülkelerde o- kutuluyor da... Onlarm £ edebiyatları var; bizim onların ki gibi edebiyatımız yok. Ne yapalım? Yoktur diye elimiz- de bulunan faydasız şeye edebiyat mr diyelim? On beşinci, on altıncı kurun- larda İngilizlerin, Fransızların, Alman- ların da öyle parlak bir edebiyat tarih- leri yoktu; bulunan edebiynları doğ- rusu bizim divan edebiyatmdan üstün- dür. (Chaucer, Villon, Chevalier roman- arı v.), fakat tam, bütün bir edebiyat ğildi. Bu on altıncı asırda Fransız €- nn ve İngiliz edebiyatının belki adamlarının (Montaigne, Ra- belais, Shakespeare) yetişmesine engel olmadı. Biz de bugün, birçok yönler. den, Avrupalıların Yeniden-doğuş (Re- maissance) dedikleri yıllara benzer gün- ler yaşıyoruz ; edebiyatımız bundan sonra kurulacak, tarihi de bundan sonra okutulacaktır. Bence beklediğimiz edebiyatm gel. mesi için de eskisinin kaldırılması ge- reketir. Nurullah ATAÇ Eklenti — Çarşamba günkü (8. XII) “ Tanrılek yolunda ,, adir yazımın söz- Tüğünde: “Ür-remiz, tmsal,, demiştim, “remiz,, sözü “Venüs, diye dizilmiş; okurların. bağışlamasını dilerim. İRTİHAL Ankara Askeri fabrikalar. muhasebe müdürü Bay Mehmet Nuri uzun ı Milli Unyon Hanında a BIR TELEFON KAFIDIR Sigortasız Br ükmi d Kalınızı Avrupada (9000) kilometre.. Yazan: Ahmet Şükrü ESMER Bay Ahmet Şükrü Esmer, geçen yaz, kendi (otomobilile Avru pada uzun bir yolculuğa çıktı. İlkin buradan Edirneye gitti. o Oradan, Filibe, Sofya, Niş yoliyle Adriya- tik kıyılarına geçti. Karadağ, Çeti- ne, Kotor, Ragos, Split, Fiame, Tri- yeste üzerinden yukarı İtalyayı do- laşark Brenner geçidinden Avustur. yaya girdi, ooradan da İsviçre ve Almanyaya... Almanyada yirmi gün kalıp bü- tün Ren ölkesini, (orta, aşağı Al. mânyayı dolaşıp gene Avusturya yoliyle Macaristana, Romanyaya, Bulgaristana uğrayarak Rusçuk, Tırnova, Harmanlı, Edirne yoliyle İstanbula döndü. Saydığım yerleri, kapalı gözle harita üzerinde dolaşmak bile alış- mayan kimseyi ürkütebilir. Ölkeleri biribirine bağlayan w- zun dağ yollarını otomobille aş- mak, pek kolay olmasa gerektir. Ancak, böyle . yolculuklar, içten gelen derin bir istekle © yapılırsa yorgunluğu da duyülmaz. * İstanbula döndükten sonra Bay Ahmet Şükrü Esmer, geçtiği yolları okuyucularına tanıtmak, dolaştığı yerlerde gördüklerini anlatmak i- gin (Milliyet) te birkaç yazı yazdı. Bu yazılar, “Avrupüda otomobil. le 9 bin kilometre,, adını taşıyan gü zel bir kap içinde çıktı. Yazıları, gazetede tadına doya- mayarak okumuştum, bitiğde top- landıktan sonra, bir daha okudum. Bitiyi bitirince, Avrupayı otomo- bille dolaşan benmişim gibi oldum. Gözlerimi kapayarak, bütün o Pod. goriçelere, Çetinelere, Adriyatik kı yılarına kafamın — içinde bir geçit yaptırdım. Bönde kalan iz şu oldu: Avrupa. da 9 bin kilometreyi okumak, on parasız, bütün Avrupayı dolaşmak demektir, İnsan bır yazıları okurken, yazı- &c ile birlikte, | yorgunluk nedir, duymadan Edirneden Almanyaya, İsviçreye kadar gider gelir. Hem öyle tatlı bir yol arkadaşı ile gider, gelir ki yolculuğun 9000 değil, neden 19000 kilometre uzamadığına canı sıkılır, M. Salâhaddin GÜNGÖR DOKTOR Rusçukla Hakkı Galatazarayda Kanzüık eczahanesi karşısında Sahne sokağında 3 numa- ralı apartmanda 1 numara. 9558 Göz Hekimi Dr. Süleyman Şükrü (Böbeali) Ankara caddesi No. 60 8041 Dr. Hafız Cemal Dahiliye mütehassısı Cumadan başka günlerde saat (230 dan 6 ya) kadar İstanbul Divanyolu No. 118. Muayenehane ve ev telefonu: 22398 yazlık ikametgâh telefonu: Kandilli 38, Beylerbeyi — Öz Türkçe ile Bilmecemiz Çaznanlıca karşılıklarını yazdığımız kelimelerin öz türkçe bularak şeklimizin boş hanelerine yer. leştirip kesiniz ve “Milliyet: bilmece memurluğuna gönderiniz”. Bilmecemi xi doğru halledenler arasında kur'a çekiyoruz ve kazananlara hediyeler veriyoruz. Bilmecemizin müddeti: Pazartesi günü akşamma kadardır. Bilmecemiz 1234567891011 Soldan sağa 1 — Fahr, haz, mesruriyet mavera, meşakkat (2), 1- şaret sıfatı (2), 3 — Pens, ateş tulmağa mahsus alet (4), Hane, sahaf (3). 4 — Cezire (3). 5 — Sonradan ilâve olunan şey m ye mek (2). 6 — Fül (2). 7 — Idam etmek (5). 8 — Genişlik (2). Mayi (4). 9 — Tenha, üzmekten emir )2). Ka- mer (2). Bey (3). 10 — Ham, olmamış üzüm (5), Uya- maktan emir (3), 11 — Nota (2), acele etmek (5). Yukardan aşağı 1 — Halk, Hepsi (4), Berrak, ha- is, musaffa (5). 24. Farika, karakter, (3), bir (3). 3 — Allkıştan çıkan ses (6) Nota (2). 4— Cet 13) 5 — Büleğ, idrak, vusul (4). Rabt edatı (2). 6 — Cıkmaktan emir (3) Valide (3). 7 — Cevval (4). Yummaktan emir (3) 8 — Genişlik (2), dendan (3), ye mekten emir (2). 9 — Dahi (2), Pipo (5). 10 — Amca (3,) Beyaz (2). Nota (2) (6), kas Güç, ee- TEPEBAŞINDA ŞEHİR * TİYATROSU , Bugün matine 14,30 da şel Beliğişii Bu akşam ŞehirTiyafrasu Saat (20) de Ti bei W. ŞEKSPER Tercüme eden: Ertuğrul e 9778 - Eski Fokal? Ti iyatrosunda ŞEHİR TIYATROSU ÖPERET KISMI Bugün matine 14,30 da Bu akşam sant 20 de BU le RUYA 3 perde Pek ay DELİ DOLU Büyük opereti Müsilifi: Nazmi Şahap — Çok değil mi? — Sokağa atsan dö:t bin lira e- der. Şu atlara baksan a... Ordunun eline geçseler derhal binek hay- yanı olurlar.. — Pekiama nasıl oluyor da bun- ları orduya almıyorlar? — O cihetten yana “korkumuz yok. Bunlar Şehzade Faruk ile e- mirberinin binekleridir. Soran ol du mu... Acaba cıda vesika var,der hal gösteriyor. atları şehzadeden al. dımız? — Yok canım... Vesikayı ondan aldık. Hem pahalıya da malolma- dı. Yüz liraya sulh olduk. Calibenin babası hem konuşuyor, hem de genci kolundan çekerek a- rabanm sirafında doluştarıyor, çile ötesini berisini gösteriyordu. aralık Nazmi durakladı. Kiram toplamak ister gibi başını salladı; —153...153.. — diye. mırıl- dandı — Arabanı tabelası gözüne ilişmiş “Yaz elli üç? hemen güderi kaplı defteni çıkardı. Boş bir sayfanm or- tasına yazılı bir rakama baktı, Evet, evet, Bu araba Klan Si- vil memurun takip ettiği oaraba... Refika hanımefindiyi götüren a ba... Beyninden şimşek gibi bir fikir g “Ezer Refika hanımı dün takip eden takma kravatlı adam, haki- katen bir sivil memur idise, bu numarayı o da tıpkı kendisi gibi defterine kaydetmiş olacaktı.O hal de? Calibe ile ann. günün bi rinde bu arabada gö: zaman o sivil memur,yahut onun bu numara yı verdiği her memur kokotlarla meşgul şube ile alâkadar bulmaya cak mıydı.? “Peki ama, bu Refika hanım kim oluzordu. Aşağı vukarı bir buçuk senedenberi gelip gittiği bu evde ona ancak on saat evvel tesadüf &- debilmesindeki keramet ne idi? Ca- Wbenin “teyzi m!,, diye boynu na sarıldığı bir kadının nasıl olu- yor da sivil memurlâr ( bir kokot gibi peşinde dolaşıyorlardı.? Yok- sa bu kadınm polisi alâkadar eden bir başka hüviyeti vandı da Cali. belerin evinde bunu bilmiyorlar- mıydı? Onun, kendini gene daldırdığıı | görünce beyefendi; az, Yavrum... — dedi — hayran yran bakışından anlayorum ki. arabamızı sen de çok beğendin... — Harikulâde doğrusu... Fakat... — Neye durakladın? Bir eksiği varsa söyle de... tamamlayalım Yalnız hor kullanılmasa di- düm de. ümseyerek ilâve etti: Sizin ev malüm... Haftada üç ine tabak kırıyorlar. Bunada her önüne gelen binerse iki ay son- ra hayrını görürsünüz. İş adamının ciddi suratında da bir gülümseme belirdi: — Doğru ama... sağlık oleua De olacak? — Hiç olmazsa faytonu yalnız evdekilere hasretseniz... Akraba, tanllökat, gelen giden binmese... — Olmayor ki.. Nihayet bir e vin de kendisine mahsus bir salta- natı vardır. Ve acele acele saatini baktı: — Ooo... dokuza geliyor. Benim yapacak bir sürü işim var, Haydi bin! Bin! binsen e! Nazminin kafası gene bir yere çıkarıp | saplanmıştı. Kendisini arabaya sok» mak isteyen tüccarın elinden, yavaş ça kolunu kurtardı. — Bana müsaade ediniz. — de- di— Sandalcının parasını verme ği unutmuşum. Hem onda bir şey bırakmıştım, iç etmesin! Acaba bisikletini mi sandalcıya bırakmaktan korkmuştu? Calibenin babasi ısrar etmedi. Bir dakika sonra yağız atlar, dört nala Bebek bahçesinin köşesini do- lanıyorlardı. (153) numaralı (o hususi araba gözden Yy Nazmi; — Tuhaf şey! İşte bu tuhaf agi di; Bugünkü program 18: Fransızca ders, 18,30; Jimnastik Bayan Azade 18,50: Plak, dans musiki ve neşeli musiki. 19,30: Dünya haberleri 19,40: Taganni: Mehmet Münir, Beri” ton 20: spor konuşması. Eşref 20,30: Macar havaları, 21,15: Anadoli ajansı, borsalar. 21,30: Türleçe sözlü P valar Bayan Bedriye Rasim not (balk şarkıları.) 22: o Radyo caz ve tango 9” kestrası, vamı, 23; Haberler. 23,25: Kahvehane kom#e” a 225 Khz. VARŞOVA, 1445 m. 18: Danş musikisi, 1850: Kenferane 18 Viyolonsel ila parçalar, 1048 fakatil li sikili temsil. 73; Haberler, 21,20: Gece 845 Khz. BUDAPEŞTE, 550 m. 11,45: Konsarsatuvardan makil, 19,45: Pik li sözler, 21: Araya bağlı kons 1105 Ki. FRANKFURT, 281 m. 19,48, Hafif musiki, Mi Sanr balk şarki” Ke inle vicdan, KİA la saerlale Gİ 33,20, Haberler: 23,30: Haberlafi 2 Bar Dan Öüeikii 1 den 3 çe karar gece me SİN lek y 175 Khz. MOSKOVA, 1714 m akra 1830: Kımılordu için meyriyat. 19,301 Kelke* kO 2 meşriyatı Zi: Sendesik konan 55 yakan GENİ en / 852 Kız, MOSKOVA, (Silin) 361 m. |, 31: Radye temali 22, Dane ve hafi asi Kk? BELGRAT, 43 Tem. Koman konur. 19: Koro kanas DOE Pik. ROMA - NAPOLİ - BARİ 18,10: Orkestra. — Sörler. — Plâk, YAAM Verdinin "RİGOLETTO,, operas — Sesri haber 841 Kim. BERLİN, 387 m 15: Hafif orkestra konseri. 19,0: Radyo te “il 'smbal ve kaman konseri, 2051 gar” kılar. 20,40: Ahtünlite. Zi: Haberler, Zi,l05 Marılardan plâklar. 21,30: Mülk meşriymâ, ZE Plâk konseri. 23: Haberler. 2130 Dama mer sikini. HER ŞEY KAZANANIN Fransızca sözlü gençlik filmi FERAH TİYATROSUNDA Muhlis Sabahattin San'atbaşı Ozan Opereti Büyük kadro - Balet Ba gece birinci Operet OZAN OPERETİ Fabri Gülünç, Dünbüllü Ismail, Bu gere TELEFONCU KIZ Operet 3 perde kafilenin önünde gidiyordu. Bum ların arasında kül rengi ivek çarsf giymiş uzun boylu bir de kadın v8" dı. İşte Nazmi bu kadına söyleniyordu. 7: — Acaba yanlışmı gördüm Yok, odur... muhakkak - odur, am belki de onlarda beraber değil. hayır onlarla beraber... iki” r olmuşlar... Tuhaf şey! * Kafile bir dönemeçte e kaybolan çifte romorklu bir bek'tramvayr gibi Lİ nl ca, seri ve geniş adımlarla yürü: karakola girdi. Bu sırada e umumi muavini ile doktor işle bitirmişler, gidiyorlardı. — Ne var? — dediler — bir #6” mi söyleyeceksiniz... z — Yook... haytr... mürekkepli k” lemimi düşürmüşüm de... — Bitmedi — çimi ii.