Bir nesle dair Anayurt'un beşinci o numarasında human ve sanatkarın ıstırabı» isimli bir rra varui; Faruk masz'ın Gauu- &uwu zannetuğum ve şüphesiz © sozü Uzavmamak arzusu pie bıraz muğuak kamış oan bu yazı fikir ve edebiyat hayasımızın bir ıkı çok mühim nokta sına dokunuyordu. Fıkra, mecmuanın “niçin yalmız bir nesin gazetesi olmadığını soranlara,, cevap vermekle başlıyan ve bundan eveiki nesillerin her hafta hattâ “bir kaç mecmua dolduracak kadar fikir 'dağıttıxlarını söyledikten sonra diyor hir liz, her sahada bin bir saadete 6- imiz hâsde, yalnız bu zevki tat- maklan uzak kaldık. Söylenecek fik- rimiz olmadığından (diye) o düşüm mek, şüphesiz, hansızlıklır. Fakat mü- 'nevverlerimizin fikirlerini saklamakla çok kıskanç oldahuarı da bir hakikat- Gi imem Faruk Ni Tveyahut o fıkrayı yazan muharrir) benim ge çen hafta bu sütunda çıkan yazımı o- kudu mu.ve bilmem bu cevap biraz da bana mı? Bugün yalnız bir edebi nes- Jin “organe” 1 olan bir mecmua çık- mamasından ben de kaç defa şikâyet ettiğim için bu cevapta bana da bir hisse bulunduğunu o zannedebilirim; onun için düşündüklerimi söyliyece- ğim. Bugünkü neslin (en gençlerden de- ğil, Anayurt'un “biz,, derken kasdet- taği muharrirlerden o bahsediyorum) kendinden evvelkilerden, b akal e nı,, ileri sürmek tamamile bir v. fikirlerimiz yok denemez; rimizde dünkülerinkinden çok daha kuvvetli, çok daha zengin fikri | bir faaliyet bulmak kabildir. Fakat bir bütünlük, bir tamamlık yoktur. Dü şündüklerimizi toplıyamadık, En iyilerimizde bile biri- kuynaşamıyan parçalar vardır; kendimizi nak- zettiğimiz nadir deği rum. Çoğumuzda ise böyle yarım ka- lan fikirler de yok.u. o Mütemadiyen bağlanacak bir bedii akide arıyanla" rımız, hiç birinde karar kılafnıyanları- imiz pek çoktur. Bunlar bilha: laylığı aradılar ve meselâ “mi denince koşma, mâni yazmakla; “içti mai edebiyat, denince bir takım ahlâk dersleri vermekle işin olup biteceğini sandı! etmeliyiz ki bizden evelkiler kolaylı- ğa bu kadar teşne değildi Ve fikirle” rinde daha çok insicam vardı. Onlar bazı bedii kanaatler etrafında topla- rdı ve her sözlerini bu esaslara etmek da elbette bir zümre teşkil edebilir. lerdi ve o zümre bir mecmua çıkara- bilirdi. Halbyki onların arasında — yani bizim aramızda — hemen hemen daima münaferete varan (| ibtilâflar, istihfaflar bulunduğu malürdur. Dü- şündüklerimiz bu kadar ayrı mı? biz- . velev ki birer fertle temsil olunan, ar cereyan mı var? Hayır, bi- Hâli iribirimize çok benzeriz; fa- kat vüzuhumuz olmadığı için bu ben- zerliği de anlıyamayız. Bu perişanlık nereden geldi? Bir kere umumi sebepler var, Meşrutiyet- ten sonra maarifimizde bir istikrar. sızlık başladı, or mekteplerimiz iyi demiyorum; fakat ikrar varmış ve bu kafaları bir şekilde yoğurabili. .yormuş, Meşrutiyet ilânından o sonra ise o mzam bozulmsğa mahlümdu; bozuldu ve arama devri başladı. İşte biz o devirde okuduk ve mektepler- den, muhtelif sahalardaki bilgilerimi- zi, düsüncelerimizi birlestiren bir ter- biye alamadık. Zaten umumi harp de, Milliyet'in edebi. romanı: 51 rm ne alem anana alabildiğimiz terbiyeyi bile yarım bi- raktı. Harp seneleri, iktsadi sıkıntı seneleri ruhlarımızda, kafalarımızda bir insicam belirmesine mani oldu. , Fakat iş, bu umumi sebeplerle de Bizim zihni perişanlığımızda bizden evelki nesil'erin akidelerinin de tesiri vardır. Onlar gerek İkinci Abdülhamit İakki tazyikin ne- ticesi olarak, gerek sanatin başlı ba- şma bir faaliyet olduğu itikadı ile bir nevi saf estetik kurmuşlardı. lemlerinde içtimai, siyasi hadiselerin lerin, muharrirlerin siya- adiseler karşısında hiç bir | sey ürünmedilerin idin © etmiyo- rum; bilhassa Edebiyatı - cedide'cile- rin mutlakıyet rejimine karşı duyduk- ları nefreti, onun aleyhindeki az çok çalışmalarını unutmuyorum; fakat bu endişeleri estetiklerine tesir etmemiş” tir). Halbuki onlardan sonra gelenler si- y: böyle şuurlu bir surette bir ideologia- dan ilham alan bir este''k ananemiz- de pek bulunmadığından, bilhassa en yakın seleflerimiz bundan tamamile kaçmış oldukları için biz de şaşırdık. Türkçülük yalnız kelime, o vezin ve mevzu meselelerinde arandı ve onlar» dan ibarettir sanıldı. o Bugündebir inkılâp sanati, bir inkılâp edebiyatı yapmakta olduklarını söyliyenler yine © Gnsten (o hatalara o düşüyorlar. Türkçülük o değildi, inkılâp edebiyatı © değildir. Peki sma ya nedir? İşte bunu söyliyemiyoruz, çünkü hiç biri- miz bunu vuzuhla bilmiyoruz. İdeolo- gia sanatini maziden almadık, onu ru- hu ve tekniği ile kendi kendimize ica- da mecburuz. Bu hususta ecnebiler- den örnek almağa da imkân yoktur, çünkü bu nevi sanatler tamamile top” raktan kopar, Rus romancın Dosto- yevski halka doğru cereyanmın başm- da gelenlerdendi; fakat öbür memle- 'ketlerde ondan örnek almağa kalkan. ün ayrı neticelere vardılar. edilemez. Ruh gibi şekil de, teknik de ideolo- gindan çıkı içindi susta başka den istifadeye imkân yoktur. Sadece fikrin bir oyunundan ibaret olan, ssanat sanat içindir» diyem ede. biyat bir "talent,, işi olabilir; fakat ruhunu da, şeklini de bizzat yaralar cak, bir “bütün, & çen olup onu idare edecek olan edebi; sanat mu- bakkal ki bir deha işidir. Bugün ede air vüzuh kazanmak için bir lerdir, fikirlerinde süzuh yoktur, bol- luk yoktur, onun için ortaya tamami- Te atılamıyorlar. : Yine o fıkrada bir meseleye daha temas edlimişi ücret, para meselesi, Anayurt münevverleri Cünkü büyük himayeler altında cıkıp ücret veren mecmuaların da muharrir bulamamış olduklarını söylüyer, Hayır, bizde — uzun zamandan be- ri — muharrirlik insanı yaşatan bir meslek değildir. Vakıa nisbeten © iyi ücretler veren mecmualar oldu; fakat onlardan alınan para maişeti temin ©- demezdi, ancak birer “extra,, idi.Pek az kimseler müstesna, bugün yevmi gazetelerde yakalan bile her ayın asıl güvenilecek parasını başka bir iş- le temine mecburdur. Muharrir her gün herhangi bir memur, hattâ her. hangi bir amele karlar çok çalışmale şartile dahi geçinemez, evini remez. Yazısını ya asıl isinden, ya is- tirahat zamanından birkaç saat ayır. mak şartile yazar. Ya okuması? Ge rek memleketteki, gerek haricteki fi- kir cereyanlarmı tekip etmesi ne za- man olacak? Ekserimizi he - zn bos olması, ancak kendi kendimiz KIR ÇİÇEĞİ BURHAN CAHİT. (inkılâp Romanı) © — Böyle bir ihtiyaç hissetmek — bile benim için gülünç olur. Şefik Bey. Siz zengin, mes'ut, kibar aile den bir adamsınız. Sizinle meşgul olmak bile küstahlıktır. Müzik durmuştu. Şefik Beyin tekrar söze başlamasına fırsat kal- madan kalabalığı yararak masaya döndüm. Cigara dumanları, lâvanta koku- ları, kahkahalar. Masaya geldiği- © miz zaman Reşit Bey genç uzun — boylu bir adamla konuşuyordu. Biz gelince selâm verdi. Ayakta biraz - daha konuştular. Ayrıldı. Şefik Bey sordu: — Kim bu delikanlı? — Bizim doktor Kadri Beyin oğ- lu.. Mübadele komisyonunda mu- rahhas, — Garip şey.. Daha pek genç. o — Mariciyenin en kıymetli ada- © mi oldu. Çok açıkgöz ve kafalı. i — Adı ne bu delikanlının? — Suat Kadri. fik Be; daha fözla ol km ilani — Çiçek imar miyorsunuz. Haydi bir defa da an patronun şerefine içelim. Reşit Bey güldü: — Teşekkür ederim. Hepimizin saadetine, Şampanya fena bir içki | değil 'endi ile içtiğimiz bira gi- bi ağır değil.. O günkü halimiz gö- zümün önüne geldikçe içkiden nef- ret ediyörum, Fakat geldik geleli üç kadeh şampanya içtiğim halde kendimde o günkü hali hissetmiyo- rum. Müzik gene başladı. Ne olduğunu bilmediğim ve fa- kat temposundan çok güzel bir oy- nak parça olduğunu anladığım mü- zik daha başlarken Sefik Bey: Meme Projektör Başı çıpıak bir dostuma geçen gün berberae traş olurken rasua - | Uimi, Lasesilde MAS Kalan bir tutam saçını büyük bir itina we ö- ne goğru taramıştı. Beroer, sakal traşmı bitirdik. ten sonra makasını tarağını çıka- rarax bu bir tutamsaç üzerinde oynamağa başladı. Arada bır, çok sık bir saçla uğ- raşır gibi, kendine bir takım hare- ketler vererek saçsız müşteriyi 0- yalıyordu. Bu ameliye, yarım saat kadar sürdü. ini bitirince sordu: on yapalım rm efen- Havanın birden bire soğuduğu nu haursamış olacak ki çiplak baş hı ahbap telâşla: ; — Yok, hayir.. Sakın ha!., Frik siyon istemem.. diye haykirdı. Sonra, yavaşca ancak berberin işidebileceği bir sesle: — Tarak kâfi... dedi; Berber o işi de bitirip üç beş tel saçı biraz da briyantinle parlatın- ça saçsız müşleri gülmeğe başladı. iyi parlat... Bizim pro jektörün çoktandır pili bitmişti. Geç vakit eve dönüyorum karan- lıkta yolumu göreyim bari! M.. SALAHATTIN Yeni neşriyat Yurt için Dr. Mustafa Hakkı Bey cümhuri yetin 10 uncu yıldönümü münasebet le Hâkimiyeti Milliye gazetesinde rettiği kıymettar yazıl; taplayarnı «Yurt işküe izznbal vürdüği bir kitap halinde neşretmiştir. e Mustafa Hakkı Bey bu yazılarında nüfus ve çocuk meseleleri gibi içtimai meselele re temas iümekie ve yurdumuz için nazarı alınması lâzım gelen sıhhi ve içtimai ve siyasi meseleler et rafında kıymetli etütler serdetmek - tedir. ——— den bahsetmemiz hep bundan geli. yor. Anayurt'un bahsettiği mecmunlar muharrirlerine yazı ücreti verecekle- rine kendilerini orta - halli (o olarak geçindirebilecek bir aylık bağlıyabil- selerdi belki çok daha iyi neticelere varılırdı. Muharrirlik aylıklı bir Dev- let hizmeti olmalıdır. Maharrirlere işi az vazifeler verilsin ve yahat işlerin- de kendilerine müsamaha edilsin de- miyoruz; bu şekilde iş de aktar, mu- harrir de tembelliğe alıştıriİliiş olur. Hayır, muharrirlik memüriyâli, Her gün şu kadar çalışmak, herrhaftanın veya ayın mecmuasına şu kadar yaz- mak üzere bir maaş. Bu, muharrirle- rimizi ilham beklemek ahmaklığından da kurtarır. .böyle olunca değersizlere de yer verilirmiş! Ne yapalım; birkaç ta- ne olsun değerliyi kurtarmak kabildir ya! Hem bu şekilde büyük muharrir. İer, şairler yetişir de demiyorum, fa- kat çalışan, birtakım fikirler yayan, hiç olmazsa rahat çalışıp tercümeler yapan adamlar çıkar. Değersizlik de ekseriya bir tembellik o mahsulüdür. Goethe dehanın bile nihâyet bir dik- katle çalışma meselesi olduğunu söy“ İemiyor mu? Bittabi bu ideal hir ha! çaresi deği!- dir; asıl ideal şekil muherririn serbest çalışarak geçinebilmesi, yani kitapla- rm satabilmesidir. Fakat bu bizde kabil olmuyor; oluncıya kadar muhar- rirliğin bir Devlet hizmeti addedilme. sine ihtiyaç vardır. Ücretsiz çalışma! iş harrirlik ancak vakit geçi kinci bir meslek; hevestârlik, taz, Tük. Büekm senakimili bü yüz den durgunlaşıyor. Nurullah ATA — Ooo, dedi, tiforti.. Biraz eski ama çok güzel fokstrottür. Aman Çiçek Hanım bunu kaçırmıyalım. Reşit Beyin dudakları, o burnu oynadı. Sinirlendiği zaman böyle yapardı. Ayağa kalkan Şefik Beyi bek- letmemek için acele ettim. Kalabalık o kadar arttı ki çarp- madan dansetmeğe imkân yok. Bu fokstrot hakikaten pek güzel... Mü- zik oynayan çiftleri adeta “dalga- landırıyor. O kadar küvvetli tem- posu var ki insan ibtiyarsız hare- ket ediyor, Uğultu, cazbandın gürültüsü, ci- gara ve podra kokuları içinde artık ilk zamanki ağır, ciddi görünen hal de kalmadı. Herkes gülüyor. Kı ır. Er- kekler harıl harıl ünl Kalede. rm gözlerinden, yüzlerinden boya- ları akıyor. Ve dansedenler, . galiba | kalabalıktan olacak, biribirlerine adeta etle tırnak gibi yapışıyorlar. Bir aralık Şefik Bey de belki de danseden başkalarma | çarptırma- tırmamak için kuvvetle (o kendine doğru çekti ve sonra gevşetmedi.. Sıkıldım. — Rica ederim beyefendi, dim. Rahatsız oluyorum. de Kurbanı Şaka kaldırır mi? Kaldırır. Hiç şikâ- yet etmez, her söze, her ye, her İltifeye güler, oyvallah ! der, sesini çı- karmaz. Fakat. yim? burada bir fakatlik vak'a var- | » Mecburen durmalıyız. Ona, yalnız uz bahsetmeyiniz. İşte o zaman, | © halim, selim, mazik, kibar, Babsâli E- fendisi gibi çelebi, uysal, sa” kin adam; barut, ateş kesili Onun zayıf damarı, mı? Diyeceksi- niz? Hayır, onun damarı, budur. E- vet, her insanın mutlaka bir damarı | vardır; ! Kimine sorarsmız; Çerkes damarım | tutmasın! der... Kimi Arnavut tutmaya görsün! Der... Hele (Fatma | damarı) pek meşhurdur, Lâkin, benim dostumun gençlik da- “marı, üstüne (damar) yoktur. Siperler- de, li atmak veya açmak için barut- ların fitillerini ateşliyen (ateşleme fun- ya) ları vardır. Bir elin bir tek, ani ha- reketi, koskoca bir lâğımı berhava ede- bilir. İşte dostumun damarına dokun- mak ta bu (ateşleme funyası) mı elle Bir gençlik | | mıyorsa, tam on beş senedenberi tanı- rem. Bu on beş sene zarfınua Göl tam üç term değişirmiştir. Yani beş! senede bir! Onu ik tanıdığım zaman kırk seki- zinde vardı, zannederim. Fakat yanıl- maklığım çok muhtemeldi; çünkü ken- disi kırk beşinde olduğunu söylemek- te idi. Ben, dostumun hiddetine kani ve hatırına hürmetkir olduğum için beş #ene kemali sabır ve tevekkülle onun kırk beş yaşını ikmal ini beke ledim. Kırk altı yaşına geldi beş sene sonra itiraf etti. Dostumun kırk altıner yaşını ikma- Bini yene tam beş sene beklemekliğim icap etti Fakat | kırk yedinci erk m ein her görü; yordu. Çünkü on beş senenin son beşinci seneti doş- yen yaş bahâinde hiç te meşeli değil — Kırk yediyi bitiriyorum! — Kırk sekize geliyorum! — Kırk sekizin kapısındayım!" Dostumun hesabına ben de içlenme- ğe başlamıştım. Daha kırk sekize yak- laşırken bu kadar dertlenirse, elliye (1) dayanınca ne yapacaktı! Geçen gün, elinde bir kâğıtla bana geldi: — Burak... Gene vergiden geldi leri — Ne vergisi azizim Dostum, filhakika naziktir, kibârdır, Babsâli efendisi gibi çelebidir , uysal. dır, sessizdir, sakindir, ayni zamanda damarına basılınca barut, ateş kesilir amma maalesef bu kadar sıfatlrma, meziyetlerine rağmen ashabı emlâkten değildir. Bu dar dünyada bir dikili ta- şı yoktur. Ağaca çıksa papucu yerde kalmaz. Dünya evine girmiştir amma, dünyada kendi evi yoktur. Bu misafir- hanei âlemde, bir çok mihnetzedegn gi- bi. kiracı sıfatile misafirdir. , Dostumun vergisi ne olabilirdi? Ka- zanç vergisini, çalıştığı daireden | İcesi- yorlardı. Dostum, içini uzun uzun çekti: 'ol vergisi, Beyefendi... Yarm son günül Ayaklarım suya ermişti: miri için senede beş on lisa vermek te ağrına mı gidiyor? Dostum, ters ters baktı: — Sürte sürte eskittiğim yollar, kaldırımlar hangisi? Hele şu son sene, siyatikten on kere bile evden sokağa çıkamadım. o Adamın gücüne gidiyor val lshi! Hani şeytan aklıma getirmiyor da değil! Git, nüfus idaresine kaydını tas- bih et! Hayretle baka kalmışım: — Nasıl kaydını tashih, azizim? Heyecanlıydı, benim hayretimin pek farkına varamadı; — Altmışından sonra yol vergisi! Çıkar yaşı altmışa, kurtul vergiden! Dayanamadım, söyledim: — İnsaf, azizim, on iki birden Derhal kolunu gevşetti. — Çok sinirlisin Çiçek Hanım, dedi. Fakat bu hallerinle o kadar cana yakınsın ki! Yüzüne bakmadan O cevap ver- dim: — Beni üzmek istemezseniz bun- lardan bahsetmeyiniz Şefik Bey.. Bozuldu. Fakat biraz sonra yavaş bir s€s- le, adeta fısıldar gibi: — Çiçek Hanım, dedi. Seni biraz daha anlamak isterim. Bana emin olursan bir gün baş başa verip ko- nuşalım. Sana ciddi şeylerden bah- setmek isterim. Şefik Bey neler söylemek istiyor- du. Tecrübesiz ve küçük aklımla bunu muhakeme edebildim. Dedim ki: — Ciddi şeylerden bahsetmek i- çin başbaşa kalmağa ne lüzum var efendim. Yazıhanede biz hep ciddi işlerle mesgul oluruz. Dudaklarını ısırdı. — Çok zekisiniz Çiçek Hanım, dedi. Hayatımda ilk defa sizin gibi bir genç kıza tesadüf ettim. — Öyleyse hiç bir genç kızla ar- kadaşlık etmemiş olacaksınız. Şefik Bey adeta sinirleniyordu. YURUYU Tasavvur e'ilebilen en savanı hayret bi” saheser ittihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamel Sigortaları halk için müsait şeraiti Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Beyoğlu : Sağırlar, dilsizler | (Başı 1 inci sahifede) rin neden bu şereften mahrum olduk- larmı sormuş ve İstiklâl harbinde bir çok dilsizlerm büyük (o fedakârliklar gösterdiklerini söylemiş, ve kendileri- nin de askere alınmaları ve bilhassa pilotluğu için büyük istidada malik oldukları söylemiştir. Medeni Bey bundan sonra dilsizle- rin vaziyetinin ne kadar feci olduğu- nu anlatmış, dilsizlerin cemiyetteki mevkiinden bahsetmiş, bundan sonra Taporu okumuştur. Rapora nâzaran bir çok muavenetler yapılmış ve cemi- yet faaliyet sahasında-muvaffak ol - .mak için yapılan teşebbüsler müsbet i iştir. Hiç ses işitilmeyen bu kongrede bu sesisz izahat şiddetli alkışlarla karşılanmış, müteakıben ce miyet reisi Süleyman Sırrı Bey kürsü - rat etmiştir. Süleyman Sırrı Bey Tür- kiyede dört bin dilsiz olduğunu söy - lemiş ve demiştir kiz Bu zavallılar himayesizlik yüzün - den sefil, perişan bir vaziyettedirler. Cemiyetimiz bu ciheti nazarı itibara a larak bunları bir çatı altında, topla mak için teşebbüsata girişecektir. Mil Wi Bankalarla temas ederek 30 binli - ra avans alacağız, bu para ile bir pan- siyon yaptırmak, kız ve erkekleri ev- lendirmek, fikrindeyiz. Süleyman Beyin nutkundan ve bu- gün cemiyet uzasın sevindiren nu- tuktan sonra yeni idare heyeti intiha- batı yapılmış, ve reislikte Süleyman Srerı Boy umumi” kâtiplikte Mi Bey ipka edilmişler, -muhasebeciliğe Mehmet, veznedarlığa Avni, idare mü dürlüğüne Zühtü , muakkıp ve tercü- manlığa da Gani Beyler seçilmişler » dir. Kongreyi müteakıp bütün cemi - yet azası Süleyman Sırrı Beyin boynu ba sarılarak öpmüsler ve muhabbetle rini izhar etmişl, Her sene Avrupada toplanmakta olan beynelmilel dilsizler kongresinin gelecek sene İstanbuda toplanması i- çin teşebbünata girişilmiştir. e — ——— tashih edilir mi? Dostum, gözlerini devirerek, beni ye- yecekmiş gibi baktı, rengi morardı, sa- rardı, kireçleşti ve selim vermeden dön dü, adımları dolaşarak uzaklaştı. Dün, vergi temuru, bana da uğra- mıştır. Benim, yaş hususunda titiz, çe- lebi, nazik dostumun vaziyetini söyle- — Vergi memuru, hazin hazin gül- li: — Kaç kere, kendisine çıtlatacak ol-| dum, ifrit kesildi. — Neden? — Neden olacak, Beyefendi? Tam on beş senedir, bu vergiyi fuzuli olarak ve riyor. Biz, ne yapalım? ip niyordu ki pek hoşuma giden bu fokstrot bitti. Şefik Beye sordum: | — Bunun ismi ne idi beyefendi? — Tiforti. — Çok güzel. — Bir daha dansedelim. Müzik gene başlamıştı. Şefik Bey elini uzatmıştı. Başımı salladım: — Yok, Reşit Beyi yalnız bırak- mıyalım. Şefik Bey buna da kızdı. Masa- ya doğru giderken adeta beni ko- lumdan tutarak çekti. — Bir dakika Çiçek Hanım, de- di. Büfeye kadar gidelim. — Masamızda her şey var beye. fendi. — Bir de viski içeriz. Dudaklarımı bükt — Teşekkür ederim. Siz buyu- run Şefik Bey. Mani olmayayım. geldi. Reşit Bey ikinci defa dansa işti- rak etmeden geldiğimize sevindi. Bana: — Yoruldun galbia, dedi. Hava da sıcak. 4887. Bir şey söylemeden arkamdan | Hayır, yorulmadım. Fakat yalnız kalıyorsunuz, Yeni bir şey söylemeğe hazırla- Reşit Bey güldü. Yüzüme baktı. 8/65 Hariciye Vekilimiz Atinada (Başı 1 inci sahifede) mek üzere yarın saat 18,30 da Atina- dan ayrılacaktır. ATINA, 24 (A.A.) -- Gazeteler Türkiye Hariciye vekili Tevfik Rüştü Beyefendinin yapmağa çıktığı seyaha tin manasını ehemmiyetle kaydetmek tedirler. Ethnos, gazetesi bu münase- betle diyor ki: “Türk - Yugoslav misakı Türkiye, Yugoslavya, Yunanistan ve Romanya nm Balkanlarda vücude getirdikleri sulh silsilesini tamamlayacaktır. E - ğer Bulgaristan da menfaatinin nere- de olduğunu - dilediğimiz veçhile - kavrayacak olursa vaktile Avrupanm barut deposu olan Balkanlar pek ya « kında bir sulh ve sükün vahası şek - linde görünecektir. Eski düşmanlarile candan kardeş gibi yaşamak hususunda önayak olan Yunanistan Balkan sulhü yolunda atı- lacak hızlı ilerleme adrmarından ve tahakkuk ettirien terakkilerden pek büyük bir memnuniyet duymaktadır. Temas'ar ATİNA, 24 (A.A.) — Türkiye Ha- riciye vekili Tevfik Rüştü Bey Atinaya gelmiş, Balkanlarda sulh halinin kı Yetlendirilmesi hakkında hükümet erkâ m evfik Rüştü Bey yarın Bel; gidecek, onda Yuşalarza hükürniz misak imzalayacaktır, m ISTANBUL BELEDİYESİ ehir Ti DE kişili Saat 21 de VOL PON Yazan Fonson Türkçeye çeviren Bedrettin B, 5 Perde Komedi Halk gecesi, CAN 2 jmallıyet Asrın umdesi “MİLLİYET” tir. ABONE ÜCRETLERİ : 3 aylığı A ss , 780 nz. 14 — Gelen evrak geri verilmez üsbalı — Naziktir benim kızım. Şefik Bey birden bire değişmiş- ti. Az konuşuyor, çok içiyor. “aliba bu fokstrot herkesin ho- şuna gidiyor. Bir çok el şakırtısm- dan sonra üçüncü defa başladı. Reşit Beye: — Çok güzel bir fokstrot beye- fendi, dedim. Siz beğenmiyor mu- sunuz? Zeki adam, ne demek istediği- mi anladı. Ayağa kalktı: — Nefis bir şey. Haydi bir defa da benimle datmet. m Kalkarken yan gözle Şefik baktım. Kaşları ei > Reşit Bey bana çok hürmet edi- yor. Dansedişi, el tutuşu, konuşma- sı çok nazik ve samimi. Bugüne kadar ondan tabii olma- yan hiç bir hareket görmediğim i- çin lâübali sözleri bile batmıyor. İstiyerek, rahat rahat dansettim. Reşit Beyin boyu biraz daha orta olsaydı... Masaya döndüğümüz zaman Şe- fik Bey yoktu. Reşit Bey: — Bir yere kaçtı, dedi. Rahat bı- lar. Boş bulunarak sordum: (Bitmedi)