Leh veya Aleyh İstanbul matbuatını son zamanlarda işgal eden mesa'ilden en mühimi, Avrupa hükumetlerine karşı Türk efkar-ı umumiyesinin vaziyetini münakaşa iderken leh veya aleyhden ibaret başlıca cereyanlar mevcud olduğunu farz etmekten mütevellid bir siyaset-i hariciye kapısı aramakdır. Bu farziyat üzerinde biraz tevakkuf itmeyi faydadan hali görmüyoruz. Her devletin olduğu gibi Devlet-i Osmaniye'nin de mütarekeye kadar dahili ve harici iki münasebatı vardı; ve bunu tedver etmek, milletin inzimam-ı itimatıyla mevki-i iktidarda bulunan hükumetlere aid idi. Harbi Umumeden evvel, sakin bir vaziyet içinde, bütün Avrupa devletleriyle hüsn-i münasebete müstenid bir siyaset-i hariciye takip edip giderken, Harb-i Umuminin ilanı üzerine Rus Çarlığı'nın ma'a't teessüf Almanya'ya muhasım olan devletler tarafında bulmuş olması, Almanya ile ittifakı ve İtilaf Devletleriyle muhasematı intac etti. Bunun bir cürüm mahiyetinde, yahut daha başka fikir ve emellere müstenid olub olmadığını münakaşa idecek değiliz. Bu ancak harb mes'uliyetlerinin tedkik ve taharrisi sırasında inkişaf idebilir. Ve buna en ziyade tarih doğru hükmünü verecekdir. Saiki ne olursa olsun, Harb-i Umumi ilan idildikden ve Devlet-i Osmaniye de bu muharebede iyi kötü kendisine en münasib mevkii aldıkdan sonra, siyaset-i hariciye müttefikleri ile sonuna kadar merdane sebat itmeye ma'tuf kaldı. Ve neticede ne gibi esbab ve avamilden tevellüd etmiş olursa olsun, oldukça ağır şeraitle bir mütareke imza iderek sulh konferansının tayin ideceği müsalahaya intizar-ı mecburiyet-i elimesine düştü. Bu vaziyet içinde bulunan bir devletin siyaset-i hariciyesi, sulha intizaren terk-i muhasamat ettiği devletlerle karşı karşıya vakurane bir nezaket muhafaza etmekten ve mütekabilen mütarekename ahkamının hüsn-ü muhafazasına i'tina eylemekten ibaret olabilirdi. Halbuki Devlet-i Osmaniye mütarekename ile her türlü esbab-ı müdafa'asından tecrid idildikden sonra, elindeki mütarekenamenin kuvve-i te'yidiyeden mahrum olmasının verdiği cesaretle, evvela payitahtında ve mühim sevkü'l ceyş limanlarında tazyike başlandı. Milletin haysiyet ve menfa'atini müdrik olmayan, ve mağlub sıfatıyla her zilleti kabul etmekten başka çare görmeyen iz'ansız ve hamiyetsiz hükumetlerin müdafa'asız bırakdığı hukuk-ı milliyeye zerre kadar ehemmiyet verilmeyerek her tarafdan memleket istila idildi. Ve bizimle terk-i muhasamat ettiklerini imzaları altında te'min etmiş olan devletler, müsellah askerlerini vatanımızın en güzel parçaları üzerinde haşin bir vaz'-ı tehdidkar ile ikame ettiler. Bu vaziyet üzerine artık siyaset-i hariciye kalmadı; ve kalamazdı. Müttefikleriyle rabıtası kesilmiş, düşmanlarıyla barışmış, fakat onları, aynı vaz'-ı husumeti muhafaza iderek memleketinin sinesine sokulmaktan men' idememiş bir devletin hariçle münasebeti ne olabilir? Haricden maksad, mesela bitaraf bir iki devlet, İsviçre ve İspanya gibi zaten siyaset-i hariciyemizde mevkileri pek az olan bir iki hükumet midir? Şüphesiz değil. Siyaset-i hariciyemiz olsa olsa İtilaf Devletleriyle olan münasebetimize ta'alluk etmek lazım gelir. Bu devletler ise bugün haricde değildir ki. Bir tarafdan henüz sulh akd edilip i'ade-i münasebat edilmiş olmadığı, diğer tarafdan mütarekenamenin her maddesi def'alarla ayrı ayrı ihlal olunarak memleketimiz parça parça istila edilmekde devam ettiği halde alel'umum Avrupa devletleri meyanında münasebetde bulunabildiğimiz İtilaf Hükumetleri için leh veya aleyh meselesi nasıl mevzu-ı bahis olabilir, bir türlü anlamıyoruz. Bir kısım matbuatımızla cihanın bu emsalsiz herc ü merci arasında başı dönmüş bir kısım rical-i devletimiz, öyle anlaşılıyor ki bugün bulunduğumuz siyasi ve hukuki mevki, mantık ve vuzuh ile düşünemiyorlar. Teşekkür olunur ki Anadolu'da bütün kuvvetlerini ve kabiliyetlerini birleştirmiş olan millet, bu müşevveş hissiyata iştirak etmiş değildir. Bugünkü vaziyetimiz, en hakiki ve en mantıki şekliyle siyaset-i hariciyesiz bir vaziyettir. Dostlarımız ve müttefiklerimizle dostluğumuz ve ittifakımız kalmamıştır; inhilal etmiştir. Düşmanlarımızla düşmanlığımız zail olmuş, silahlarımız ve husumetlerimiz terk edilmiştir. Fazla olarak artık husumet besleyemediğimiz ve binaenaleyh kendilerinden de beklemediğimiz devletler, harben giremedikleri aksam-ı vatanı, bu vaziyet-i müsalemetkaraneden bi'l istifade istila etmişlerdir. Şu halde siyaset-i hariciyeyi kimle yapacağız? Olsa olsa memleketimizdeki harici devletlerle… Zann idiyoruz ki bu bir siyaset meselesi değil, bir siyaset meselesi olsa bile harici bir siyaset meselesi hiç değildir. Çünkü diplomasi münasebatı ya dostluğa, ya bunun zevalinden mütevellid endişelere istinad iderek milletlerin mütekabil menfa'atlerini idare etmekten ibarettir. Memleketimizi istilada devam eden ve imza ettikleri mütarekenameye ri'ayet itmeyen devletlerle dostluğa müstenid münasebat, bu hareketlerini tağyir itmedikleri müddetçe nasıl teessüs idebilir? Dostluğun zevalinden mütevellid endişelerle menafi'imizi te'min için münasebata girişecek isek, bundan da korkuları yokdur. Çünkü düne kadar devam eden düşmanlığımızın ve tehdidlerimizi ika'a kadar olduğumız zamanların galibi mevkiindedirler. Şu halde bugün hiçbir devletle münasebat-ı siyasiyemize mu'ayyen bir siyaseti hariciye denilemez, millet ve hükumet, her gün yeni işgaller ve istilalar üzerine feryadlara, protestolara mecbur olub dururken, birçok zavallı efrad-ı vatan topraklarını ve yurtlarını müdafa'a içün kan ve çamur içinde can verirken, binlerce muhacirler ocaklarından kovularak aç ve sefil ayak altında sürünmeye mahkum idilirken bütün bu feca'atleri ika', teşvik veya terviç eden, ve memleketimizin içinde, başımızın üstünde bulundurmak istediğimiz bütün mukaddesatımızı tazyik ve tehdid iderek hukuk-ı müdafa'amızı boğmaya çalışan devletler hakkında lehtar bir siyaset takip idebilir miyiz? Bu devletlere aleyhdar mı olmalıyız? Bu da gülünç ve ma'nasız olur. Çünkü aleyhdarlığımızı ne ile te'yid ideceğiz? Ve aleyhdar bir siyasetde istinadgahımız ne, hangi kuvvet, hangi müzaheret olabilir? Binaenaleyh, her hakikati olduğu gibi çıplak görmeye ve göstermeye ve bundan asla ürkmemeye, korkmamaya azm iderek bilmeliyiz ki, bugün için ne bir siyaset-i hariciye, ne de herhangi bir ma'na ile Avrupa devletlerinden hiçbirine aid leh veya aleyh meselesi mevzu' bahs olamaz. Bugün muhtac olduğumız şey, ancak Mütareke ile kabul ettiğimiz mağlubane vaziyetimizin avdetidir. Bu vaziyet avdet ettikden sonra akd idilecek bir müsalaha, bütün devletlerle münasebatımızı i'ade idecek ve ancak o zaman leh ve ya aleyh meselesi münakaşa idilebilecekdir. Bugün hangi devlet, evvela hukukumuzu tanır, memleketimizin istila ve işgali tehlikesine karşı bize yardım ider, bizzat istila ve işgal ettiği aksam-ı vatanı tahliye ve i'ade iderek mütarekenamenin çizdiği hukuk ve vazaife en evvel ri'ayet iylerse millet, evvela o devletin lehdarı olacakdır. Leh veya aleyh meselesi Kurun-ı Vustanın kılıç ve işkence tehdidleri altındaki tebdil-i mezhebler kabilinden, cebir ve ikraha müstenid ve memleketin her tarafını birden istila ve işgale mahal vermemek endişesinden mütevellid bir inkiyad-ı mahkumane ile buna mütehammil olmamaktan ibaret huşunet-i vakurane demek ise, millet, perişan ve şerefi mazisini yedi yüz sene sonra telvis itmemek, şimdiye kadar en elim mağlubiyetlerinde bile Plevne, ve Çanakkale gibi çok büyük ve ulu kahramanlık numunelerini esirgemeyen azim ve kabiliyetini ecdad ve ahfadına karşı inkar eylememek ve nihayet, her safha-i ikbal ve idbarında, daima muhafaza ettiği namus-ı millisinin paymal olmasına cevaz vermemek için o huşunet-i vakuraneyi daima tercih ider. Fakat bunu şu veya bu devletin leh veya aleyhinde olmak üzere düşünerek değil, sırf şeref ve mevcudiyetinin kime karşı olursa olsun muhafaza ve müdafa'asını bir zaruret bildiği için yapar. İşte münasebat-ı siyasiyemizde, Avrupa devletlerine karşı leh veya aleyh meselesi etrafında Anadolu'nun düşündükleri budur. Onun bir gayesi vardır: Memleketini mütarekenamede düşman devletlerinin şeref ve namusuyla da tevsik iderek kurtarabilmiş olduğu hudud dahilinde muhafaza etmek, ve yine hududu tecavüz eden zalim ayakların çekildiğini görmek… Bu gayeyi te'min idecek her devlet onun ebedi bir dostudur. Ve bu gayeye vasıl oluncaya kadar, mütarekename ile imzası altında terk-i husumete söz verdiği için hiçbir devletin düşmanı ve aleyhdarı değildir. Memleketi uğrunda ölecek, fakat çarpıştığı zaman karşısındakine husumetinden veya ona aleyhdar olduğundan dolayı değil, hukukunu ve mevcudiyetini başka türlü te'mine yol bulamadığı için hayatını ortaya koymuş olacakdır.