6 Nisan 1939 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 12

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

-.’ ııı|| “îı ”I!HMI*.î HABER'IN TARİHİ ROMANI : 15 Yazan: Muzaffer Muhlittim Genç kızın islak mavi gözleri cilâsını kaybetmemişti — Şeyh Edebali geliyor! 'Zühdütakvası ve ilim ve irfanı halk arasında pek ziyade şöh - ve hürmet kazanan (1İ),, şeyh ebali Ertuğrulu ziyarete geli - rdu, Osman zaten haftalardanbe- soyunmadan yatıyor, uyumak de , dinleniyordu. Hiç babası ölüm, pençeleşirken Osmanm — gözüne küu girer miydi? Fırladı ve şeyhe karşıcı çıktı. E- bali, bu kahraman yiğidi kucak. iken gözlerinden iki damla yaş yaz top sakallarına yuvarlandı: — Üsman, Gazi nasıl? — Emanetini hâlike tevdi üzere, yhim! — Yazık, çok yazık. Ve artık hiç konuşmadan Ertuğ- ilun odasma girdiler, Koca hakan, iyhi görünce doğrulmak İstedi, a. a, mecali olmadı. Edebali hünkâ- n omuzlarından öptü, hünkâr uza an eli öptü, Edebali Osmana dö. erek: — Sen çık! dedi Biz Gazi ile alvet konuşacağız (3). Bir saat kadar sonra yüzü sol- un bir halde çıkan şeyh, kendisi. i bekliyenlere: — Cenabıihak sizlerin ömürlerini fzun etsin. Hakan Firtuğrul Gazi rtihal eyledi. Metin olup, deyvlet imurunu yüzüstü brrakmayınız. Ve bir haykırış, sanki dalga dal- a büyüyerek, artarak, daha kör tunçlaşarak, bir mütenavib core , van gibi evler, dağlar, yurdlar aşa- rak bütün tc memleketlerini sar. . Türk ulusu ağladı bu kahrama- n ölümüne! (4) Şeyh Edebali küçük bir yer is- temlesine yükselerek büyük ölü , dün kapısı Önünde göz yaşlarını taklamağa lüzüm —görmeksizin el- erini açıp dua etti ve dönüp ora, lakilere: — Merhum ve mağfur Gazi Er- 'uğrul Han, kendisine vekil ve u- müruna varis olarak Ösmanı inti , tab eyledi. Ben biat ederim. Siz de imtisal ediniz! Diye haykırdı ve bir saf halinde Gündüz ve Savct ve bütün kahra- manlar, gaziler, sülvariler ve kim varsa, ölüm haberini duyup sokak. ları taşmran halk, boyun büküp biat bttiler. Eski müverrihler Ertuğru! hak- kında “gayet dindar ve namdar ve şecaat iİle maruf kimseydi, Zühdü- lakva ve salâhta ol — zamanın meşahirindendi,, dediler. HABER'in Edebi Romanı YAZA N ı'-_a t)( V vfs Prens Osmanı tanıdığı gündenbe- ri kararı buydu. Prens Osman bü münasebetin nasıl neticeleneceğini bir kere bile düşünmemişti. Hattâ diyebiliriz ki — İclâlin güzel yeya girkin bir kadın olup olmadığının bile farkında değildi. “Onun yanında bulunmaktan fev- kalâde güzel çamaşırlar ve elbiseler 1281 — 1282 Sik dokunmuş bir bürümcük gibi bütün köşkün pencerelerini kapa- yan kafesler yıllar varki biriken tozlar ve örümcek ağlarile büsbütün dolmuş, güneşin odalara girmesine bile mani olmuştu. Ve gene yıllardır köşkün bu oda. sından o odasma giden ve kendisine bu dört duvar arasımnda eğlence ve | neğe arıyan güzel bir genç kızın, he- nüz kaymaklaşan bir sBüt gibi bembe yazlığı, bir damlacık güneşle bile es. merleşip lekelenmemiş, altın saçları kararıp kıvrılmamış, ıslak mavi göz- leri cilâsını kaybetmemişti. Genç kız, ana ve babasının da söy lediğine nazaran, artık mürüvveti görülebilecek bir yaşa ermiş, serilip serpilmiş, daha güzelleşmiş ve hem de daha olğunlaşmış ve pek âlâ bir erkeği, bir evi ve çoluk çocuğu çevi- rebilecek hale gelmişti, Ama, kime vereceklerdi ? Talip çoktu, O istiyor, beriki İsti- yor, İmam İstiyor, tacir İstiyor, es- naf istiyor, asker istiyor. Fakat hiç birisi müşkülpesend babanm gözüne hoş görüumllyordu_ Zengin bir adamın halinden nesil belli olursa, sanki bu köşkün ve sa- kinlerinin halinden de içinde karto- pu gibi göz kamaştiıran bir genç kızım yaşadığı biliniyordu. Her gün kapr çalmdıkça, baba ve anası güler, genç kız utanarak oda sma kaçardı. Öyle ya, kim olabilir? Şeyh Edebaliyi bu vakitte bir görü- cüden başka kim ziyaret edebilir? Ve gene büyük âbani sarığını ba- şima koyup geniş kollü cübbesini geçirip görücüyü atlatmağa giden Şeyh Edebali bir sefer hay. röetler içinde kalrvermişti. Kapınm önünde yüze yakm süva- ri bir hürmet safiı kurmuşlar ve önlerinde pırıl pırıl elbiseleri içinde ihtişamla görünen adamin arkastıma dizilmişlerdi. Edebali bunun bir görücü olmadı- ğmı ve mühimce bir ziyaretle karşı- laşacağını sanarak bayağı Ürkmüştü Öyle bir zaman, öyle bir tarihti ki ne şeyh dinlerler, ne kahraman!, Evde de büyük bir heyecan baş- göstermişti. Harem dairesinden iri. li ufaklı kafalar, ilk defa örümcek tutan kafesleri bir az kaldırarak bu kalabalığı dehşet içinde seyrettiler. Kapt tekrar hızla ve şiddetle vurul- du. Şeyh Edebali dahâa yeni ve daha * resmi sayılabilen elbiselerini giyerek giyen en pahalr lâvantalar sürü- nen, bir çok kadınlardan daha ma- hirane makyaj yapan, çok kıymetli müceyheri ve çok kibar tavırları o- lan bu kadınla beraber bulunmak- tan, mükemmel bir sofrada votka içmekten ve bu sofranın etralında çok kere iyi balalayka çalan güzel memleket şarkıları okuyan — sanat: kârlar görmekten ve buradan ay- rıldığı vakit cebinde, bakarada ra- hat rahat kaybedeceği kadar bol pâ- ra bulmaktan çok memnundu. Saz'noslukla, kumardan — serbest kalan vakti olmadığı için İclâle faz- la ihanet etmezdi. Yalnız çok sarhoş olduğu günler- de Beyoğlunun yan sokaklarının i- çine doğru dururp bekliyen zavallı kızlara mukavemet edemezdi. Onla" rı evine götürür İclâ'den aldığı beş- likleri, onluklarr"onların ortası şiş eski çantalarının içine — doldurur- du. Azie hizmetçi kıza: —. — Tuvalet — bitti, dedi. Kendisi “bitince gel banâ haber ver,, diye tenbih etmişti. ç ler. sararmiş benzindeki korkuyu teski- ne çalışarak ve dudaklarına sahte bir tebessüm sindirmeğe uğraşarak kapıya koştü ve bizzat kendisi açtı. İri yarı bir adam haykırdı, — Şevketlü Eskişehir hâkimi, şeyh ile görüşmek islar !, Şeyh Edebali eğilerek, hürmet gösterip : — Buyursunlar, Fakirhaneme te- nezzülle şeref bahşettiler, Diye cevap Yermiş, fakat bu zi- yaretin manasını halâ kavramadığı İçin dili ve çeneleri titremişti. Hâkim henüz pek genç de değil- di. Yüzündeki kırışıklklar biri sert tabından geliyorsa diğeri de yaştan geliyordu hiç şüphesiz. Şeyh —önde hâkim arkada ve iki izbandut gibi süvari daha arkada yürüdüler. Mer- divenleri çıkıp misafir odasma ğir- diler, Şeyh ikramı seven halük, fazıl bir adamdı. Korkardı, korkmuştu, ama, en büyük korkusu önce allah- tandı ve en çok güvendiği de önce allah ve sonra Ertuğrul oğulları idi. Karşılıklı oturdülar. Şeyh sü- kütu bozdü : — Devletlü Beyin, âcize bir ira- delerimi var ? — Estağfurüllah g#eyh efendi, Bu gün sizin ve kendimin mukadderatı- na taallük eder bir hadise hakkın- da görüşmeğfe Şeldim, — İradenize muntazırım, Hâkim 'yutkundu, Dilinin altında- ki şey, pek korkunç bir iş olmasa ge rekti, çünkü önun da benzine hafif bir kırmizilik yayılmıştı. Zeki şeyh, bunu farkedebilmiş, bir az geniş nefes almiıştr. — Buyrun efendimiz, dedi. Buy- run, (Devamı var) (İ) Tarihi Osmani — encümeni - Osmanlı tarihi, sayfa 572 (8) Tarih bu hâdiseyi gizler. SŞeyh Edebalinin, Kara Os- manı damad etmeği düşündüğü müuhakkaktır. Ertuğrulun ölüm dö- şeğinde yapayalnız kalmağı istiyen şeyh, daha fazla Osmanla kıziınım mukadderatırı. konuşmuş olacaktır diye düşünüyoruz. Müverrihler bunu bir rüyaya ıt federler. Sırasında göreceğiz. (4) Tarihi ali Osman, Behcetüt- tevarih, İbnikemal târihi Ertuğru. lun 93 yaşmda vefatımı yuzarlar. Hayrullah efendi 96 yaşında vefat etti der. Hayati, Karamani, Murad- name, Tenkihüttevarih 687 de, Ni, şani, İbnisalâh tarihi 689 da vefa. tını kaydederler, Çapraz eğlence : a— —— nn —e yaiıs'svs.çıp ğ00 8U WW e Soldan sağa: 1 — Vefa semtinde ismile meşhur Yukardan aşağı: 1 — Doğup büyüdüğümüz yurt - okuyan dini sizler 2 — Dullar - Afrikada Fransızların bir müstem- lekesi, 3 — Sıçan - Evet (almanca) 4 — Emeller “ Bir Türk erkek adı, 5 — Fazla menfaat gözeten bir ne- vi komisyoncu, 6 — Yayın arkada- şı * Elcezirede yaşamış büyük bir Türk ulusu, 7 — Geri kalma - alev, 8 — Çocuk (eski türkçe ve tatar dilinde) - Hedef, 9 — Vakti bildi- ren âlet * vazih (frenkçe), 10 — Sıçan (öz türkçe) - lâmbadan çıkan kokulu duman - Sanat (frenkçe ve öz türkçel, Neden s , — tutulmak mümkünmüş Birçokları cereyanda durduk - ları için nezle olduklarına emindir ler. Yine birçoklafı hava cereya- nının nezle ile hiçbir alışverişi ol- madığını iddia ederler. Bazılatı soğukalğınlığına mikropların se - bep olduğunu ileri sürer ve mik- ropların ciğerlerine gitmesinden korkarlar, Yine bazıları vardır ki, soğuğun ayaktan alındığını iddia ederler ve ayakların sıcak tutul . duğu takdirde nezle olunmıyacağı na inanırlar, Kimisi kat kat fani- lâlarla, kimisi üstüste giydiği ce- ket ve paltolarla nezleden korun - mak ister, Nezlenin perhizle evden uzaklaştırılacağını söyliyenler de çoktur. Bunların acaba hangisi doğ ruduür? Evvelâ hava cereyanlarınadan soğuk alınabilir. Bunu, inanmıyan lara ispat pek kolaydır. Sıcak bir odada otüurup vücudün bir kısmını bir suğukhava cereyanına marur bulundurmakla hemen bilâistisna herkes söğük alabilir. Hele bu so. ğuk hava cereyanı boynun yan ta- rafına çarpıyorsa nezle muhakkak tır. Halbuki insan iHışarda, rüzgâ- rın en fazla estiği bir yerde ötuürür da, ekseriya nezle olmaz, Hattâ içerde bile, vücut soğuksa cereyan da oturulabilir. Bakın bunun sebebi nedir: Vü. cut sıcakken cilt bir dereceye ka- dar terle nemlidir. Cildin bu kıs" mına çarpan hava cereyanı bu ne- min derhal tebahhur etmesini in * taç eder. Nemin böylece tebahhur ediği' de © kıismı söğütür 've dön - durür, Ter, vücudün hararetini tan zim için tabiatin bahşettiği bir lü. tuftur. Terin tebahhur edişi vücu- du serinletir. Hilkaten fazla terle- miyenler bu sebepten sıcaktan çok müteessir olurlar. Bugünkü elektrikle buz yapmak işinde kullanılan usul mayiin âni olarak gaze tahavvülüdür. Naza- riyat bakım ndan, ıslak bir ense - ye mütemadi şekilde esen bir rüz- gâr oradaki eti dondurmağa kâ . fidir. Maamafih tatbikatta böyle sık sıki nezle oluyoruz Pis boğazlık etmemek, fazla tatlı yemek suretile nezleye daha az yahut da burunlarında et bulu * nanlar bu sebepteni en ufak bir mü* dahaleden müteessir olurlar, he - men burunları tıkanrverir, İşte höy lece söğük algınlığı vücücdlle baş göstermiş olur, onu tıkamak için fazla bir tazyik lâztmdır. Onun için bu gibileri da hâ az nezle olurlar. Yine ayni şeyiden bademcikleri olanlar so - lur. Ufak bir tazyik derhal boğaz larındaki asabın normal olarak ça- lışmasına mâni olur. Binnetice ba- demcikler şişer, mikroplar orada toplanıp çoğalmağa başlar, Soğuk alğınlığına mikroplar da sebep olür, Nezle ve grip salgın “ ları ve bu salgınlar sırasında te . sadüf edilen hastalıkların hep bi - ribirine benzeyişleri ancak böyle |izah edilebilir. Filvaki şimdiye ka- dar nezlenin kat'i olarak mikrobu bulunmuş değilse de nezleli bir a- damın burnunda ve boğazında ta - bit bir. adamın burun ve boğazın- dakinden çok daha fazla mikrop ne göre, nezle ve grip mikropları tur., Onlar, ancak teneffüs edilen çe atıl kalmaktadırlar, Cereyanda oturmanın, fazla yemek yemenin veya fazla yorgunluğun neticesi olarak burun delikleri tıkandığı vakrt bu mikropların hava ile te- masları kesilir ve onlar hemen in- kişaf edip çolğalmağa başlarlar. Bazan da bir salgın strasında fa. öyle kuvvet'i bir mikrop olur ki burnun tikanmasına mahal kalma dan, nisbeten normal olan bir kı - sım eti tahrip ederek nezleyi tev- lit eder, Giyinme tarzı da mühim bir me- yirmi sene evvel kadınlar üstüste eteklikler, yelekler, blüzlar giyer- lerdi. Çocuklar yün fanilâlara bü- rünürdü. Buna rağmen bu insan . , ş t 2 3 4 5 6 7? 8 9 10 bir neyvi içecek nesne, 2 — Tahafri «İKTAlLTOİARDi İFTE İR bir esintinin cilt üzerindeki tesiri | larm arasında nezle ve grip eksik etmek - ser, 3 — İciğini cıcığını çı- AlALLİAİK AİDİAİR MA orada adalelerin takallüs — etmesi | değildi. Bugünün kadımları kanu- karma - en iyi, 4 — Pratik - sert, Na M E SlEİT| | ve vücudun o noktayı 1sıtmak için |'nun ve ahlâk kaidelerinin müsaa- 5 — Siz - (frenkçe), G — Hâkim M - oraya fazla kan sevketmesi yü - | de ettiği hududa kadar soyunuyor e : : . GİNJAİMİLİTİEİNİAİHİ| i  aĞi ö : (öz türkçe), 7 — Emeller - bir nevi zünden bir konjesiyon vücüde gel- |lar ve bu çıplaklıkları yüzürllen : SİARİJAİM(|A|KEĞİMİE İK ğ “ uzun çelik ki sporu meşhurdur, 8 eİvlAİN BF ALL HMA mesidir. Bu adale takallüsü ve kan | eski kadınlardan daha fazla nezle — Bir şeyi mazut görme - Lütlet: (AB EEKİA BAA K birikmesi burün ve boğazdaki asa- | olmuyorlar. Muhakkak olan bir me, 9 — ÂAvrupa nehirlerinden biri sİTAİF RERİTİYİAİZİTİ bın tabit olarak çalışmasına mu- | şey varsa o da fazla giyinmenin * Tasarruf edilen nesne, 10 — Ki- o c BT : vakkat bir zaman için müdahdle | soğukalgınlıklarını tevlit ettiğidir. tap sahibi bir peygamber - üçüncü A KİTİN İA DİR "( T e TİA edebilecek bir tazyik vücude geti- | Bilhassa çocukları fazla giydir - işaret zamiri - Erkek, DN rir. Burun deliği küçük olanlar, (Devamı 14 üncüde) KA AMAD AUA 1 — Siz durunuz. * Azize koridorun nihayetinde dur- du. Genç hizmetçi kız ilerledi. Kat şıdaki kapıya vurdu: — Giriniz! Hizmetçi kapıyı açtı. Mavi geniş ve alçak abajur, yalnız solfranın bir kısmımı aydınlatıyor, — gözleri bu kuvvetli ışıktan koruyordu. tin güzel porselenlerin d'ötuvres'lerin kalabalığı yordu. Kapı açılmca, İclâl, küçük hiz metçi kızın omuzunun üstünden A- zizeyi gördü ve onu görünce anladı. — Bitti mi? diye seslendi. — Evet. — Geliyorum. Sonra söfradaki mıaaft'ıne bir yüzle: — Bir dakika bekle, dedi şimd dönerim. Ve dışarıya cıktı. İki kadın birlikte atölyeye girdi- Leylâ —henüz: ütüyü bitir mişti,. Pencerede idi. Avniye: 'şir di geliyorum,, diye anlatmak istiyern görünü tatlı bir işaret veriyordu. Masanın üstünde billül kadehle- | nelis hors | Onların ayak seslerini duyar duy" maz hemen pencereden ayrıldı. Ve veşil tüllerin üstüne parmaklarile fiskeler vurarak güya onü düzeltme- ğe koyuldu. İclâl elbiseyi gördüğü zaman ona samimi bir surette hayran oldu. Bu Tüzel elbisenin kendisine nasıl yakı: şacağını anlâmak istiyen bir kadın merakile elbiseyi ellerine almış, kat sıdaki endam aynasınm önüne koş: müuştu, Şimdi onu göğsü — üzerinde tutarak: — Enfes.. Enfes! diyordu bestaç harika!., Eteklere bakıyor, sağa — sola dö nüyordü! — Azizeciğim, şekerim, bunu sen 'tendi elinle gider Kevsere giydirir |şin? Malüm ya düğündür. Bir ku:* suru vârsa senden başka kimse dü- seltemez. Olur mü canım? Te şiir Azizenin kasları çatıldı. Evve'? vakit çok geçti. Sonra da esvap gö" türen bir terzi çırağı olmak, — terzi “Irağının da böyle en âdisi olmak 'tibrine dokunmustu. Ne de oisa eski maliye — nezareti kâtiplerinden birinin kızıydı. İçti: mat mevkil ve elinde bir sanat mek- tebi diploması vardı. İclâl, genç kızın yüzünde bütün bunları oküdu. O bütün bunları pa- rasız, pulsuz kaldığı günlerde hisset- mişti. O kendi eski » arkadaşlarına para mükahilinde elbise — dikerken Azizenin şu anda kaşlarını çattıran "issi birçok kereler duymüuştu. Bunun için Azizenin itiraz etmesi: me vakit bırakmadan: — Leylâ, dedi. Sen hemen &lbi: seyi kutuya yerleştir. Elbiseyi sen taşırsın, Sen götürürsün, Azize har nım eğer bir küusürüu varsa — orada düzeltir. Anlıyor musun? Malüm va ÂAzizeciğim tek prova ile diktik. Sonra Kevser bugün fazla si nirlidir. Ulak bir küsuru olursa pek üzülür. Kuzum onu bugün üzme: “Pek yakışmış falan,, de olur mu? Zaten geç verdik, Leylânın yüzü değişti mi değişme di mi diye İclâl bakmadı bile. Asıl dekişen çehre TLeylânın çehresi idi. Kalbi burkulmustu. Şimdi ne ya- pacaktı. Âvni resmi nişanlısı olsa açıktan arığa söyler, kapıdan çıkar ken hiç olmazsa bir dakika konuşur du. Şimdi Azize hanımım — yanında onüa söz söylemek hiç de münasebet almıryacaktı. Halbuki bu kadar 16- Büurün nörmal bir vaziyette ise guklardan daha çok müteessir o- bulünmuştur. Doktorların kanati. burun ve boğazda daima mevcut - hava ile temasa geldikleri müddet- al bir mikrop vücuda geçer ve bu — sele teşkil eder, Bundan on beş, | rarla kapının önüntde dolaşan Avni — nin muhakkak ona söyliyecek mü- 'im bir sözü olmalıydı. Şimdi Rebeka buradaydı. Hay melün kız. Ne zaman böyle — orta- dan kaybolacak vakit bulmuştu. İstemiye istemiye: — Peki efendim dedi. Başka bir söz söylemesine imkân yoktu, İclâlin bu tatlı diline rağ- men icabında — fevkalâde — sert ve merhametsiz olduğunu bilirdi, Emirlerine muhalefet edildiği za- man bu hareketi yapmağa — cesaret eden işçisini en ufak bir merhamet bu işçi kendisine en lâzım olan biri yoktu. Şimdiki halde bütün yaptığı ütü yapmaktan ibaret kalryordu. Bunu hangi kız yapmaz! En ace- misi bile bunu becerirdi. (Devamı var) hissetmeden işten çıkarırdı. Hattâ de olsa, Leylânm hiçbir iş becerdiği şey teyel sökmek, teyel dikmek ve 4

Bu sayıdan diğer sayfalar: