8 Temmuz 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 6

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

P. İ | ha ) —K SAKABAŞIM Yazan: Ş. Rober Düma mer D (,/evireıı. F. K. - Duvardaki gizli kapı açılır açılmaz bir lâboratuvara girdiler Fen doktorüu, muhendıs Ernst Veygel- man Berlinin dış mahallelerinde bulu - nan kimyevi maddeler fabrikasının ima- lâta mahsus binalarından uzakça bir yer- de yapılmış ayrı bir binada oturmaktay- dı. Çalışkan ve zeki bir adam olan mü- hendis “kendi kendisini yetiştirmiş,, de- nilen cinsten bir adamdı. Azmi ve ça - İışkanlığı sayesinde şimdiki meyvkiine yükselmişti. Altmışmı bulmuş olmasına rağmen hâlâ dinçti. İki zabiti, fabrikanın bahçesine bakan, yazıhanesinde kabul etti.. Generali gö- rür görmez, Prusyanm sabık bir ihtiyat yüzbaşısı sıfatiyle, askerce karşıladı. Topuklar birbirine bitişik, beli birdenbi- re kırılmış gibi reverans yaptı ve: — Hoş geldiniz, ekselâns, dedi. Ziya- retinizin şerefi beni minnettar ediyor. General koltuğa oturdu, Bir iki keli- meyle hâdiseyi anlattı. Fon Strammer REzimı açmamış, bütün dikkatini Veygel. manımn çehresinde toplamıştı. Hayır, bu adamdan şüphe edilemiyeceği muhak - kaktı. Hayreti samimiydi. — Felâket ekselâns! | General sordu: | — Her doktor, casusluğun burada ya- pılmadığından kat'i surette emin misi- niz? Size memleketin yüksek menfaat- leri namma açıkça cevap vermenizi ric,a ediyorum. Veygelman ayağa kalkarak - generalin önünde askerce vaziyet aldı ve bir I harfi kadar dimdik, kelimeleri tarta tarta cevap verdi: — Casusluğun burada yapılması İm- — Wökânsizdir, ekstelâns, Bürada benden baş. a kimsenin bu gözden ve formülünden haberi yoktur. Gaz hakkında teknik malümat verdi Tecrübeler esnasmda sır siızmaması için ne kadar sıkı tertibat almdığını uzun u- zadıya izah etti. İki zabit bu uzun nutku dikkatle din- lediler. Veygelman sözünü bitirince ge- “neral: — Demek, erkânıharbiyece teşkil e- - dilen askeri teknik komisyon azasm - dan başka kimsenin bu hususta malü - matı yoök, diye sordu. Her hangi bir adam, siz farkında olmadan buraya gi- rip vesikaları aşırmış olamaz mı? Hattâ yalnız görmesine bile imkân yok öyle mi? — İmkânı yok ekselâns. gerefimle temin ederim. Veygelman sözlerini kolaylıkla isbat edebilecek vaziyette bir adamım —emin haliyle ilâve etti: U —— Zaten bu imkânsızlığı şimdi bizzat | siz de müşahede edeceksiniz. BEN Benim: Size bunu — Sabahları sıcak oluyor! demem üzerine düşes gözlerini eğdi. Babam: den önce düğününü yaparız. Ben gayet tabii bir tavırla: — Nasıl arzu ederseniz, dedim. İki saat sonra annem, ben, düşes dö Mofrinyöz ve madam dö VEspard, locanım önüne dört gül gibi dizilmiştik. Ben yan oturmüş, — Artık bu kızı evlendirmeli, dedi; ümid ederim ki hareketim- Mühendis cebinden küçücük ve aca- | yip bir anahtar çıkarıp duvardaki bir e- lektrik prizi şeklindeki yere soktu. Du- varda gizli bir kapı vardı, açıldı. Yazı- hanenin bitişiğinde bir lâboratuvar var- dı. Generalle Strammer, Veygelman'ın peşinden lâboratuvara girdiler. Mühen- dis duvarın içine betonla gömülmüş bir kasanım kilit mekanizmasını kendince malüm bir şifre ile işletti. Kasanm ka- lm kapısı, rezeleri üstünde, — sessizce döndü. Veygelman eliyle işaret etti: — Görüyorsunuz ya, dedi. Mantarının üstü kırmızı mumla kapa- tılıp mühürlenmiş küçük bir Şişeyi gös- teriyordu. — 34 numaralı gazden nümune,, . Sonra bir dosyayı işaret etti: — Bu dosyada da gazin formülünü muhtevi K. F. D, 232d1i işaretli vesika ve projektör plânı var, — Müsaade eder misiniz Her doktor? General elini dosyaya doğru uzatmış- tı. Mühendis hemen dosyayı alıp gene- rale uzattı: — Emredersiniz, ekselâns, Fon Rogviç dosyayı alıp evrakı birer birer ve uzun uzadıya tetkik etti. Stram mer ile Veygelman sessizce ona bak - maktaydılar. General tetkiklerini biti « rince dosyayı kapayarak: — Her şey yolunda filhakika, dedi. Bir müddet sessiz durduktan sonra ilâve etti: — Teşekkür ederim, Her doktör, Mü saadenizle gidelim. Çok vahim bir mese- le... * Veygelman kasayı kaparken içini çe- kerek tasdik etti: — Evet ekselâns, vatan bir kayıp! Lâboratuvardan çıktılar. Mühendis ka pıyı kilitledi. Misafirlerini fabrika ka- pısma kadar uğurladı, Tekrar yazıhanesine döndüğü — vakit masını başıma geçti ve başı ellerinin arasında uzun zaman düşünceli ve dal- gim kaldı. “Pariste bünu kim işaa et- ti acaba?,,.... Birden kapı vuruldu. Dü- şüncelerine dalmış olan Veygelman ye- rinden fırladı. Sonra kendisini toplayıp: — Giriniz! dedi. Geleni gülümsiyerek karşıladı. — Merhaba Brünel. — Hürmetlerim Her doktor. Sizi ra- hatsız ettim, affedersiniz. Gelen otuz beş yaşlarımda kadar, ge- niş omuzlu, azimkâr taviırlr ve sevimli görünüşlü biriydi. — Beni aslâ rahatsız etmediğinizi bi- lirsiniz azizim. için büyük halka yalnız bir omuzumu gösteriyordum. Salonun dibinde, sütun- lar arasında, iki köşeden birini işgal eden bu geniş locada görül- meden her şeyi seyredebiliyordum. Makumer geldi, ayakta dur- du ve bana istediği gibi bakabilmek için dürbününü gözüne götür- . İlk perde arasında, henim hep Oğlanlar Şahr dediğim, kadım Kont Hanri dö Marse locaya gir- diği zaman gözlerinde bir hiciv, dudaklarında bir tebessilm ve bü- Anneme, madam d'Espard'a, düşes dö Mofrinyöz'e, kont d'Egrinyon'a ve müsyö dö Kanalis'e güzelliğinde bir delikanlı geldi. tün çehresinde bir istihza vardı. hürmetlerini arzettikten sonra bana: — Çok hayırlı bir haber aldım, dedi, herkeslerin gıpta ile kar- şılıyacağı bir haber... bilmem sizi ilk tebrik eden ben miyim? — Bir izdivaç haberi, değil mi? dedim. Fakat her sözü edilen -— İzdivacm aslı çıkmaz; bunu benim gibi manastırdan yenı gelmiş bir kıizdan mı öğreneceksiniz? Mösyö dö Marse, Makumer'in kulağına iğildi, sadece dudakla.rı- nm kıpırdamasıma dikkat ettim, ne dediğini anladım: işvebaz kızı ama o sizi kendine âlet etti; mesele bir aşktan ibaret değfil, bir düğünden bahsediliyor; öyle olunca insan İşin İç yüzünü araştırma- — Bâron, dedi, zannederim siz bu h. Makumer o kendini beğenmiş dedikoducuya, zannederim ş%rl_e'_ tirmedi. seviyorsunuz, Çevlrenl: heye düşmemişti. şa çıkarmadı: Mühendisin hususi kâtibi söze başla- di: ' — Her doktor, sizden vazifemden af- fımı ricaya geldim. Müsaadenizle hemen bugün buradan ayrılacağım. — Ne? Gidiyor musunuz? Gülümsiyerek karşisında duran muha tabma hayretle bakıyordu. Devam etti: — Benden müsaade almağa mlihtaç değilsiniz. Fakat bü ani kararınızım se- bebini olsun öğrenemez miyim? — İş icabı Her doktor. Veygelman tekrar masası başma ge- çip koltuğuna oturdu. Bir sual soracak- mış gibi oldu, fakat derhal vazgeçerek bir müddet düşündü. Sonra tereddüdü- nü gösteren bir tavırla: — Pekâlâ, dedi. Gidebilirsiniz, ser- bestsiniz. Demek sebebi hakkında fazla bir şey söylemek istemiyorsunuz? — Söylememe imkân yok. — Şu halde size hayaırlı yolculuklar temenni ederim. Ne zaman döneceksi- hiz ? — Hiç belli olmaz! — Buradan ayrılışınızın rarlarsa nasıl izah edeyim? — Nasıl isterseniz... Veygelman içini çekti. — Güle güle Brünel! — Teşekkür ederim, Veygelmanın hususi kâtibi binanm İ- kinci katındaki odasma çıktı. Ve şimen- düfer tarifesini tetkik etti ve kol saa- tine bakarak mırıldandı: — Bol bol vaktım var. Pencere önüne oturdu. Cebinden çı - kardığı, Berlinin büyük «kşam gazete- lerinden birinin sayfalarını çevirdi ve sekizinci sayfanın alt tarafmdaki bir ilâ- nı Üçüncü defa olarak okudu: “Fransızcayı İyi bilen bir Alman gen- ci, bir Fransız ihracat müecssesesinde kâtip sıfatiyle çalıştırılmak üzere, iste- nilmektedir. Ciddi referans ibrazı lâ - zımdır. Reynuar, direktör, santiye sokağı 23 numarada, Paris adresine tahriren mü- racaat edilmesi...,, Brtünel gazeteyi katlayıp cebine koy- du ve mırıldandı: — Orada bir şeyler olduğu anlaşılı- yor. Nedir acaba? sebebini so- Bir kaç dakika sonra Veygelman'mmı hususi kâtibi Hans Brünel, cebinde Pa- ris için bir bilet olduğu halde, akşam ekspresinin birinci mevki, bir komparti. manma rahatça yerleşmiş, Berlinden ayriliyordu - D (Devamı var) Hi ea bir cevap verdi: — Benim işvebaz kız falan sevdiğim yok! Bunu söylerkenki hali o kadar hoşuma gitti ki babamı görünce eldivenimi çıkardım. Felipe en ufak bir korkuya, en ufak bir şüp- Onun hakkında beslediğim ümitlerin birini bo- yalnız bana inanıyor, kibarlar âlemine de, o âlemin bütün yalanlarına da hiç kapılmıyor. ÖO Arab oğlu hiç aldırmadı, da- marlarındaki asil kan, zeytuni çehresinin rengini bir an bile değiş- İki genç kont gittikten sonra gülerek Makuümer'e: — Mösyö dö Marse beni size hicvetti, değil mi? dedim. — Hiciv değil, sizin için bir düğün kasidesi söyledi, dedi. — Sözlerinizden hiçbir şey anlamıyorum, dedim. Bünu söylerken gülümsüyordum ve ona daima başmı döndüren ve büyük bir mükâfat olan bir bakışla baktım. Babam, madam dö Mofrinyöz'e: — Elbette! dedi. Birtakım alcakça dedikodular Bir genç kız kibarlar âlemine devama başladı mı, hemen onu evlen- dirmeğe kalkıyorlar ve ortaya manasız manasız sözler çıkarıyorlar! Armand'ı ancak kendisinin de istiyeceği bir adama vereceğim, He- Nurullah ATAÇ uydurmuslar. F — Tom! Artık hülyaya ve rü- yaya veda et, harekete geç ! 2 Yaşım ilerledikçe düşünüyordum: bir milyon dolara nasıl kavuşacaktım. Gece gündüz hesapla uğraştım, mua - deleler hallettim, kafa yordum, zihin patlattım, boşa koydum dolmadı, dolu ya koydum almadı, bir türlü milyona sahip olmanın tılısımlı sırrını bulama- dım. Kendi kendime: — Ah bir kere diyordum, milyonu elime geçirebilsem, bağrıma basaca - gım, nadir ve kıymetli bir çiçek gibi koklayacağım ve seveceğim, Dikenleri mi?., Onun lâfı mı olur? Katlanacağım. Evet, evet, ben seni bilirim, şöhre- tini işittim, güler yüzlü halâskâr: — ÂAltm!. Bütün dikenlerinle, iğnelerinle, ne- yin varsa hepsini istiyorum, bana gel!. . * * D * * D * . 'Bir gün bir ses işittim: — Toml!,, Artık hülyaya ve rüyaya veda et, harekete geç.. Seni milyona ulaştıracak yol, çalışmak yoludur. İşittiğim senin sesin mi? bir sevgili- nin sarıları kolları gibi hareket, faali- yet beni kucaklıyor. Beni mi çağırıyorsun?.. Geliycrum. Bekle, muhakkak sana kavuşacağım. Ey tılisimli 1,000,000!. Bir milyon, rüyalarımın gökünde u- çan bir emel bulutu olmuştu. Bu bulu- tu kucaklamak için şu kararı vermiş - tim: Dereleri, uyuklıyan nöbetçinin diz- leri üstündeki kılıç gibi sakin, otları bol, çimenleri taze, havası güzel, alçak bulutuları, genç kız kaşlarının üstün- deki saç yığınları gibi, ağaçlâarın mavi çizgisi üzerinde dinlenen bir memle - kette yâşıyordum, Bunun için, evvelâ sığır yetiştirmek suretile milyoner oöl- mağa teşebbüs etmek, bu yolda çalış- mak lâzımdı. Uzun hesaplardan sonra, sığır tica- retile uğraşanların-hayvan başına altı dolar kâr ettiklerini anlalrm. Böylelik- le bir milyon doları — toplaâamak için 168,66 3-8 büyümüş ve bir kaç yüz de ikişer yaşına girmiş bir hayvan sü- rüsüne ihtiyaç vardı. Teksas ve Oklahoma vilâyetlerinide 60,000 den fazla sığırı olan bir tüccar bilmiyerdum. Hattâ bunun iki misli bile benim işime yaramazdı. Böyle bir sürü elde etsem hangi harada ve na- sıl besliyebilirdim? Yekünlar büyü - dükçe, yaptığım hesaplara da artık aklım yatmaz oldu, ben de bu işten cay dım. Peco'da kampta çalışırken, sığırt - maçlardan “Sağlam gözlü,, Vilyama rastladım. Kendisinden daha atik bir adma, bilardo bilyesiyle Vilyamın gö zünü kör etmişti. O vakayı büsbütün başka türlü anlatıyor; sözde en kaor * kunç sığırtmanlarla yaptığı bir yum - ruk kavgasında tek gözünü kaybetti * ğini söyliyordu: “Sağlam göz,, Meksikaya sıksık ve gayet acele seyahatlar yapan bir adam- dı. Eski polis müdürü değişip — yerine başkası seçilmeden memleketine dön - | mezdi. Serseri miydi?. Şüpheli bir adam mıydı?. Hırsız mıytdı?, Ne idi, nenin nesiydi?. Bu hüsusta hiç bir şey diyemem. Bil diğim - bir şey varsa, “Sağlam Göz, Meksika hakkında bir çok malümata sahipti. Orada iyi ve kötü günler yaşa. mıştı. Bir çok ticaret işlerine karışmış, alım satım yapmıştı. Kazanmış, iflâs et&ıiş, eğlenmiş, sefa- hat âlemlerinde yaşamış, külhanbeyle- riyle düşmüş kalkmış, sefalet çekmiş bir adamdı. Kendi anlatışına göre, korku nedir bilmezdi. Savurduğu bir yumrukla, bir adamın bütün lişlerini döktüğü çok ol- muştu. Tam bir macera adamı ve na- muslu bir kabadayı idi. Sağlamgözün bir çok kabadayılık hi- kâyelerini,kafa yarma, göz patletma maceralarını dinledikten sonra, milyo. na kavuşmak için, kendisi gibi, gözü pek, macera düşkünü, havarda meşrep on beş yirmi delikanlı ile Meksikaya gitmek kararını verdim, Tereldütsüz verdim bu kararı.. Çün- kü ârtık aklım kabul etmişti ki, bir milyon kazanmak için, biraz da macera arkasında koşmak, hareket ve heye- can dolu bir hayat içinde uğraşıp di“ dişmek lâzımdı. Çalışmadan, didişmeden, mücadele etmeden, hayatta müuvaffak olmak, ser« vete kavuşmak kabil miyidi? Bu olsa ol- sa ancak kör bir tesadüfle rastlayacak bir piyangonun yardımiyle olabilirtdi. Piyangol.. Bunun bana çıkması, bu devlet kuşu- nun, benim talisiz başıma konması nt kadar uzaktı. Tali kuşu, beni neredet bulacak, nasıl bulacaktı?. Kararım kati idi,Meksikaya gidecek, çalışacak, uğraşacak, binbir macerayâ — atılacak, para kazanmak için her teh- ! likeyi göze alacaktım, Ölüm..... ' (Devamı var) * le çıkıp fuayede bir dolaşayım, herkes benim bu dedikodulara mali” sus müsaade ettiğimi, sefirin aklma böyle bir izdivacı zorla aokmir istediğimi sanacak... Halbuki Sezarm karısından şüphe etmek calf değilse kızından şüphe etmek büsbütün caiz değildir. | Düşes dö Mofrinyöz ile madam d'Espard bir anneme, bir de b'" rona baktılar; gözleri parlıyordu, alayocr, gözlerinde soramadıkları birtakım sualler okunuyordu. O iki yılan nihayet işi anlar gibi oldular. çabuk yayılanı aşk oluyor; zannederim kadmlar, bir kere sevdilaı Bütün gizli şevler arasımda 3’ , Mi, aşklarmı bir koku gibi neşrediyorlar. Bir kadının muhabbe' kimseye belli etmemesi için herkeslerden başka bir mahlük 011”" sı lâzım. Felipe'yi tam arzu ettiğim şekilde bulmak zevkini, o leziz 53#' ki taddıktan sonra bittabi daha fazlasmı da arzu ettim. Ona, 8"'-' mızda kararlaştırdığımız bir işaretle, şu bildiğin tehlikeli _*,'fald—lııı : penceremin önüne gelmesini istediğimi bildirdim. Birkaç saat | ra baktım duvara tırmanmış, eliyle balkonun kenarma tutunm bir heykel gibi duruyordu, benim dairenin ışıklarını soyrediyofdw — Felipe, dedim, bu akşam tam istediğim gibi hareket ett x"'ı sizin evlenmek üzere olduğunuzu söyleseler ben de tipkı sizin |hareket ederdim. dedi. — Sizin, herkesten önce beni haberdar edeceğinizi bilirim de". — Böyle bir imtiyaz için kendinizde ne gibi bir hak gorlîyor sunuz? — Ben sizin sadık köleniz değil miyim? de rıza gösterirsem... & z — Gerçekten öyle misiniz? — Evet, dedi, hem asla değişmiyeceğim. — Peki, dedim; ya öyle bır izdivaca zaruret hâsıl olursa, bgğıı (Devamı var)_

Bu sayıdan diğer sayfalar: