Yakın ve muhakkak olan ölüm Nozey'i çılgına döndürmüştü Pilot itaat etti. Motör durdu. Ku- mandan başından telefon kulaklığını ve tayyareci başlığını çıkarıp attı. Nozey de onu taklit etti. — Kumandan, ne yapalım? — İrtifa? — 3200. — Plâne uçuşla 16 kilometre me- safeye gidebiliriz. Şimdi neredeyiz?. — Bilmiyorum. Ne yapalım kuman- dan, ne yapalım? — Yapacak bir şey yok. Beş altı dakika sonra öleğeğiz. Fakat adam- akıllı ölmesini bilelim. Cesaret küçük. — Kumandan! Nozey ayağa kalkmıştı. Yakm ve muhakkak olan ölüm onu çılgına dön- dürmüştü. Şefinin göğsüne atıldı, ku cakladı. Benua dn ayağa kalktı, “öl mek istemiyorum,, diye hıçkıran de likanlıyı muhabbetle kucakladı. Son- ra sert bir hareketle itti; — Kumanda başma! Vazifen; 80- nuna kadar vazifeni unutmayacaksın! Tayyare, kumandasız kalmca, baş aşağı inmeğe başlamıştı. Nozey ku- manda ederek düzeltti, Şimdi korku, de Yikanlıyı kumanda âletlerine vidala- mış gibidir. Hayatı, ellerine Ntica etmiş, oraya sarılmıştır, son, fakat çlıgın bir ümit- le tayyareyi idare etmeğe çalışıyor. İrtifa âleti gözlerini ipnotize ediyor. İbre yüz metrede bir ölüme ne kadar yaklaştıklarını işaret odiyor: 2500 metre. 2000 metre,. 1500 met- re 1000 metre, Benua, ayakta, kollarını kavuştur- muş, ademe yuvarlanışlarının Nesabr- na bakıyor: 500 metre,. 300 metre.. 150 metre. Birden, kapkara semaya yükselmek için son bir hamleyi müteakip tayya. Te, başmı yere iğdi. Bir sademe yol Cuları müthiş bir şekilde sarstı. Bir çığlık, büyük bir gürültü, dalların kı. rılışı işitildi, Sonra, etrafı korkunç bir ölüm sessizliği kapladı. İzenştayn- verkeden çalinan tayyarenin düşüp parçalandığı Almanya ormanmda şimdi her şey derin bir uykudadır. 'Tayyareden dışarıya fırlamış olan ku. mandan Benua yüzü koyun yerde ya- tıyor. Nozey ise, pilot mevkiine çivi, lenmiş gibidir, elleri manivelâlarda hareketsiz duruyor. —— KE e — Ba vazifeye kimi memur etmiş. tiniz? — Bn iyi memurlârımızdan Kolonel Althoferi Alsaslıdır, almancayı gâyet iyi bilir. Şimdiye kadar ecnebi memle. İHABERİNİ| EDEBİ — 28 — ketlerde çok muvaffak olmuş bir me- murumuzdur. İzenştaynverke civarında tahkikat yaptı, hattâ fabrikanm işçi, leriyle görüşmeye bile cesaret etti, Fa- kat işçilerin ağızlarını çözmek imkân. sız; bu yüzden hayatı tehlikeye de gir di. Anlaşılan haber vermişler, Alman gizli zabıtasınm elinden güç kurtuldu ve daha bu akşam Parise döndü. Almanyada elde ettiği malümatın hulâsası şudur: “kumandanla İv No. zeyin muayyen gece kaçtıkları mu - hakkak ve kat'idir., Fakat sonra ne oldular? Meçhul... Emniyeti umumiye komiseri sustu. Kolonel Gero, dağgın dalgın, söyelndi: — Evet, kaçtıkları muhakkak. O gece, yani kumandan Benuanın firar için seçtikleri gece, top ve mitralyöz sesleri şitilmiş. Bu, kaçtıklarını ispat eder, Fakat sonra? Aradan tam yedi gün geçti. Hiçbir haber yok. Ne oldular? Ayağa kalktı, komiserin yanma gel di, ellerini dostane bir tavırla, onun omuzuna koyup gözlerinin içine baka. rak sordu: — Rokur, azizim, senin fikrin ne- dir? Ne oldular acaba? Komiser cevab vermedi, kederli bir tavırla başını sallamakla iktifa etti. — Öldüler değil mi? Öldüklerini tahmin ediyorsunuz? — Heyhat! — Benim de aklıma o geliyor, fakat böyle bir ihtimale inanmak istemiyo. rum, Onlar ölmüş olamazlar, Onlar öl- memelidir! Kölonel tekrar koltuğuna dr aüp o. raya adetâ çöktü. Başı önüne üüşmüş- tü; öylece sessiz, bitkin kaldı, Komi- ser Rokur, yanma yaklaştı, onun ma, sa Üstünde takallüs etmiş olan elini tutup sıktı ve: — Affedersiniz kolonel, dedi, Iâu - baliliğimi mazur görünüz. Kumandanı ben de öyle seviyordum ki; kilçilk No. zeyi de öyle... Çok kederliyim kolonel, o kadar çok kederliyim ki... Zaptedilmiş bir hıçkırık, boğazımı gıcıkladı, gözlerinden iki damla yaş yanaklarına süzüldü. Fakat kendini toplamakla gecikmedi, gene geriye çe- kilerek biraz evvelki resmi ve hür . metkâr tavrı aldı. Kolonel: — Teşekkür ederim dostum, dedi. Senin de nekadar müteessir olduğunu bilmiyor değilim. Sonra daha sakin ve resmi ilâve et- ti: — Siz işiniz varsa gidebilirsiniz. LİN — Yavrucuğum, dedi, manastırda ölmektense burada yaşa. Ben yeni bir vaziyet olursa size haber veririm, Eliyle bir veda işareti yaptı, Komi- ser tek kelime söylemeksizin, sessizce, bir ölü odasmı terkedermiş gibi, a . yaklarının ucuna basarak çekildi. * ; s 5 Sabahın seat onu; mülâzim Klerjo kolonelin odasma, bir rüzgâr gibi gir- di. — Kolonel, haber var! Gero, bir hamlede koltuğundan fır. ladı, Mülâzim bir gazete uzatıyordu. — Fena haber, değil mi? — Evet, marlesef kolonel. Gazeteyi kaptı, “Lüneburger Anzei- ger, İsimli bir gazeleydi. Dördüncü sayfasmda etrafı kırmı. zı kalemle çizili satırları okumağa başladı: “İzenştaymverke tayyare meydanın- dan, ayın 11 inci gecesi, bir tecrübe. çuşu için havalanmış olan bir tayyare, şehrimiz civarındaki ormana düşerek parçalanmıştır. Kazayı şafak: vakti tarlasına giden bir köylü haber vermiş, derhal civar köyden imdada koşulmuştur. Fakat tayyaredekilerin ikisi de ölü bulun . muştur. Tayyarenin hereket ettiği mi esaesc direktörlüğünün verdiği malü- mata göre kazasedeler, muvakkaten mücesese hizmetine alınmiş iki ccne- bi mütehasaıstır. Alökadarlar kazanın sebebi etra . fında derhal tahicikata başlamışlar ve bu tahkikatı işkâl etmemek üzere hâ- disenin şimdiye kadar gizli tutulması. nı fensib etmişlerdir. Tahkikata de . vam ediliyor. Şimdiye kadar kazanın sebebi anlaşılamamıştır , Kolonelin yüzünde bir tek adale bi- le oynamadı. Mektubu bir daha başin- dan sonuna kadar okudu, bir şey söy. Jemedi, Sessiz bir müddet durdu ve ni- heyet başmı kaldırdı. Yüzü sapsarı, gözleri sabitti, Halinden öyle müthiş bir keder akıyordu ki Klerjo: — Kolonel, diye haykırmaktan ken. Gero gene bir şey söylemedi, elini kaldırıp yarı Amirane, yari ricakâr bir tavırla Klerjoya kapıyı işaret etti. Bu sessiz matem, mülâzime kendi kederini unutturmuğtu. Teselli vermek istedi: — Kolonel... Yazan: M.S. Koğuşlarda her hal ve hâdisenin, eğlencelerin nâzımı (Dam ağaları) dır yel, Bütün bu saydığım destanların folk- lot itibariyle büyük kıymetleri vardır. Sütunumun kadrosu müsait olsaydı hepsinden böylece birer nümune ver- mekle iktifa ctmiyesek, hepsini #ynen nakledecektim. Fakat ne yapayım ki, hem sütünumun ve hem de yâzımn kadrosu dar. Maamafih . ne olursa öl- sun - mâhpusları tebessüime mecbur €- den ve güldüren meşhut (Cenk desta- nı) Dr aynen nükletmekten kendimi a- lamadım: Cenk destanı —1— Bir gemi yaptırdım ayrık köküyle Bin pare top dizdim taze sovanı Mısır darısından hesapsız gülle, Niyetim fethetmek frengistanı! , m Bin karga götürdüm gemiye bekçi Örümcek ağası bile yedekçi Yüz bin serçe yazdım topçu, tüfekçi Sivri sinek oynar, kılıç kalkanı! me Çıktı kelebekler açtı yelkeni Reis karıncalar dikti sereni Kertenkele orsa etti dümeni İşaret hocamız fmdık sıçanı! —— Emir ördek kaptan, bastıbacaktı Keklik topçu başr, kızıl ayakir Yüz bin karsbatak yalm bıçaklı Martılar uzaktan sezer düşmanı! .. dimi Bs Bulmaldık engini gezdik karayı Yulaf tarlasında yedik borayı Leylek kaptan çekip makarayı Bağdat göllerinde bulduk limanı! , —6— Hind tavuğu ak sakallı: ihtiyar, Eski zamanlardan kaz pehlivan vâr Horoz bey ağzından ateşler çar Güzel tavuk bilmez aman zaman:|, m Oi Ak yavaş kehleler pusuya çekti Çerhacı pireler avcıya çıktı Attığı gülleler dağları yıkt: Attı kör köstebek vurdu nişanı!, siğil Tavşan her işini koymaz ihmale Ne bakarsın tilki ile çakala Kirpi ile sansar gelmez masala Anların ikisi bekler ormanı! , —g Çıktı ayılar geldi divandan Şebek, maymun asker oçekti bir yandan Kurd leşkeri püskürünce ormanla Eşek ah dedi etti fiğanı!, YY ONORE' İDO /B —10— Aslan beyle kavga etmesi müşkül Bin deve gönderdim eyledi dil dil Sıyırınca kılıcın: divane bülbül Tahta kehlesinden saçtı alkanıl, —ıı— Aldı ortalığı şöyle bir korku Ömrümde görmedim böyle bir korku Cengin heybetinden dağıldı uyku Uyandım elime aldm şamdanı, —12— (Hengâms) bu cengin methin eyledim (Hayfa) deryasını gezip belledimi Yalan yanlış bu destani söyledim, Ömrümde demedim böyle yalanı Eski hapisanelerde olduğu gibi, ('des- tan), (mâni), (semai) okuyup, saz çal mak, eğlenceler yapmak, âlemler tertip etmek, bugün imkânsızdır. Hiç bir bapisanede böyle milbolâtste- klar yapılamaz. Her hapisanede eki bir intizam, erki bir kontrol, zapturapt vardır. Eski devirlerde, ohapisaneler bir islâhhane değil, bir haşarat yatağı idi. Biraz azılı olup ta, mahpuslara, idareye kafa tutup kendini saydıran bir mahpus, on parasız dacisa, içerde,-0 İdevrin tabiriyle - bey gibi, paşa gibi ge- çinir, eğlenir, yaşar giderdi. Mahkümi. yetini tamamlayıp çıkarken de, cebin- de bir hayli para bulunurdu, O zamsn- lar esrar satarak, kumar oynatarak, kahveocağı işleterek para Kazanma nın yolları vardr. DAM AĞALARI! Koğuşlarda her hal ve hâdisenin eğlencelerin nâzım: (Dam ağaları) dır, Bunlar, (ağası) bulundukları koğuşun mutlak hâkimleridir. Bilhassa iç vilâ yet hapisanelerinde (Ağalar), mahküme lar üzerinde, hapisane inzibat heyetin« den daha ziyekle müessirdirler. Eski de virlerde de (Dam ağalığı) vazifesi epey« bir para mukabilince tevcih (1) olunur, kazancından mühimce bir kısmı mü » dürle gardiyanbaşıya aynlırdı. İstanbul hapisanesiyle otevkifanede bunlara “meydancı, derler. Meydancı lar ve ağalar, idam mahkümlarından, müebbetliklerden, on beşliklerden seçi Wir, Gözü pekleri, kabadayılam, sözü, sohbeti yerinde olanları tercih etmek teamüldendir. Maamafih sözü, solbeti yerinde olup ta, gözü pek olmuyanlar meydancı, Mamağası olamazlar. Hele hırsızlardan, yankesicilerden ve ilâh hi | ağa, meydancı yoktur. , (Devamı var) UZAK Fakat içimde kıskançlığa benzer hiçbir şey yoktu. manız elbette daha iyidir. Pederinizin de, benim de arzularımız böyle değildi ama, ne yapalım? artık babaya, anaya körükörü- ne uyulan zamanlarda değiliz Mösyö dö Şoliyö de, ben de si. zin hayatmızı hoşça geçirmeniz, etrafı görmeniz için hiçbir şeyi ihmal etmemeye karar verdik. Sizin yaşınızda olsam ben de sizin gibi düşünürdüm; bunun için size hiç sitem etmiyece- ğim: sizden ne beklediğimizi anlıyamazdımız. Size öyle gülünç bir sertlik, bir titizlik gösterecek (değilim. Muhabbetim- den şiiphe ettinizse yanıldığınızı yakında anlıyacaksınız. Gerçi sizi tamamiyle serbest birakmak istiyorum ama ilk zamanlar, sözlerimi, size ancak abla muamelesi edecek olan annenizin söz- lerini dinleseniz daha iyi edersiniz. Düşes tatir bir sesle konuşuyordu, arkama aldığım mektepli pelerinini düzeltti. Doğrusu beni meftun etti. Otuz sekizine gelmiş olduğu halde bir melek kadar güzel; lâciverde çalan ka- ra gözleri, hançer gibi kirpikleri var; alnı kırışıksız; teni öyle beyaz ve öyle penbe ki düzgün sürüyor sanırsm. Omuzları, göğ. sü göz kamaştırıyor; senin gibi fidan boylu; süt gibi beyaz el- leri emsalsiz derecede güzel; tırnakları o kadar parlak ki güneş değince parıl parıl yanıyor; küçük parmağı hafif kalkık, baş parmağı fildişinden bir ziynet mükemmelliğinde. Ayağı da eli gibi, madmazel dö Vandenes'in İspanyol ayağı. Kırk yaşınday. ken böyle olan altmışmda da güzel kalır. Mernleiğim, ben de itaatli bir evlât gibi cevab verdim. Be- nim muamelem de onünkinden aşağı kalmadı, hattâ daha iyi oldu: güzelliği beni hayran etmişti; beni aramamış olmasını bi. Je hoş gördüm ve öyle bir kadınm, kendini bir kraliçe farzede- rek hareket etmiş olmasma hak verdim. Seninle konuşuyormu- gum gibi bunu kendisine de safiyetle söyledim. Kızınm ağzm. dan böyle muhabbetli sözler duyacağını belki de hiç ummuyor- Çeviren: Nurullan ATAÇ teli. du! Hayranlığımın gönüldün geldiğini gösteren sözlerim onun da tâ gönlüne varmış olacak ki tavırları değişti, bir kast daha sevimlileşti; bana “siz, demeyi bıraktı: — Sen iyi bir kızsın, deği, inşallah hep böyle dost oluruz. Bu sözünde pek şirin bir safiyet buldum ama bu düşüncemi kendisine belli etmek istemedim; çünkü onun, kızından çok da. hh zeki, çok daha zarif olduğu kanaatine ilişmemek lâzimgel. diğini anlamıştım. Bunun için kendimi budalaca gösterdim, bana bayıldı. Birkaç defa ellerine sarılıp bu türlü hareketi ile beni bahtiyar ettiğini, arlık bir ruh ferahlığı duyduğumu söy. ledim, hattâ demin geçirdiğim helecanı bile anlattım. Gülümse di, beni tutup çekti ve gayet şefkatli bir eda ile alnımdan öptü. — Yavrucuğum, dedi, bu akşam yemekte misafir var. Ter- zi gelip size münasip elbiseler dikinceye kadar elâlemin yanına çıkmamanız daha iyi olur. Pederiniz ve kardeşinizle konuştuk” *an sonra yukarı çıkıverin, Buna memnuniyetle razt oldum, Annemin arkasındaki tuva- Jet pek hoşuma gitmişti, Hani seninle kibarlar âlemini hayal eder dururduk? O âlem bana ilk defa işte o tuvaletle gözüktü. Babam gelince annem oba; — Mösyö, dedi, bakm: kızınız. Babam bana karşı hemen en şefkatli tavırlar aldı; babalık rolünü o kadar iyi oynuyordu ki kalbinde de babalık hisleri bulunduğunu sandım. Ellerimi avuçlarına alıp bir babadan zi. yade, kadm ruhu okşamasını bilen bir adam haliyle öperek: — Nihâyet gelebildiniz, hain kiz! dedi. Sonra beni kendine doğru çekip belime sarıldı, iki yanağım. dan, alnrmdan öptü. — Rahibe olmak arzunuzun değişmesinden duyduğumuz te- essürü, kibarlar âlemindeki muvaffakıyetlerisizden duyacağı- mız gururla tamir edersniz, deği, Anneme dönüp: — Nekadar da güzel! dedi; doğrusu bir gün Kızımızla iftihar eğeceksiniz. O sırada içeriye giren yakışıklı bir delikanlıyı göstererek: — Kardeşiniz Retore, dedi. Sonra ona döndü: — Alfons, dedi, kilise elbisesini kendine yakıştıramıyan ras hibe kız kardeşiniz. Kardesim öyle pek acele etmeden yanma geldi, elimi siki Dük ona: : — Kardeşinize sarılsanız n! deği, Retore yanaklarımı öptü ve: — Sizi gördüğüme çok memhunum, dedi, ben babama Karşi hep sizin Larafınızı tutmuştum. Kendisine teşekkür ettim; fakat içimden de: “Söylediği doğ“ ru olsa, marki ağabeyimi görmeye giderken bana da uğrardı, dedim, (Devam. Das)