| | Yazan: M.S, Hacı, hudut haricine değil, adem diyarına gittiğini hissetmişti ı Onar, beşer kuruşlukları, yüzer pa- Talıkları ayırdı, dikkatle tekrar teksar taydı. Ve parmaklariyle hesapladı : — Yirmi Hradan çok farla, Beni e- Pey uzaklara götürür! . Onbaşının söylediği saat yaklaşıyor- du. Dakikalas geçtikçe anladım ki, bu adam hiç te mecnun ve meczap değildi. Sözlerinde ittiratsızlık ve hele parasını tayar ve istif ederken ufak bir yanlış- hk bile yapmamıştı. ihayet kani oldum ki, bu herif paraya çok haris bir adam. dir. Kimbilir para hırsı ve tamahı ile Dasıl bir cürüm, bir cinayet işlemiştir. de, onun mukadder akibeti ile karşıla- Şacaktır. Bir kaç gündenberi temadi eden hâ- diselerin ve yorgunlukların verdiği he- yecan ve rahavetten silkinmek ve lenmek istiyordum. Fakat kabi! mi? Bu adam uyumadan, ben nasıl uyuyabilirdim. Esasen mün- ferid hücreye hapsedildiğimin ilk günü bir ölüm yolcusu ile karşılaşmayı u. Gursuz buluyordum, Gerçi bu kabil te- sadüflerin efsanevi münalarına, tefsir- lerine kulak asacak kadar safdil deği- lim, Fakat ne de olsa bu vaziyetten mus- tarip oluyor, ürzülüyordum. Bir taraf. tan da - moruf tabiriyle - kulağım ki- Tişteydi. Vakit gelinciye kadar — bu Meş'um misafiri uyalamak zaruretinde idim. Hapisanenin umumt koğuşlarında ge- Yen hayat tarzından bahs açtık. Öre- İzını bana: v Yı,ıaıuk yerdir! . Diye mmetheden bu adam, caki bir fes içinde sakladığı paraları, köylü mah. pusların mektuplarını yazarak —ve en goğunu da rüyalarını tabir ederek ka- zandığını tatiı tatlı anlatıyor, ikide bir de paraları kuşağının üzerinden ok- Şuyordu. Rüya bahsi üzerinde çok bilgili ve hassas davranıyordu. Hele “rahmant,, Ve “şeytanf,, diye ikiye ayırdığı rüya- ları fiziyolojik ve psikolojik bakımdan Lyıı bir tefsir ve tahlil edişleri vardı Bu sırada, bir otomobil sesi işittim. Derhal vaziyeti kavradım; Bizim hüc- Te arkadaşının yolculuk zamanı yaklaş- Mışti! , Halbuki, o mütemadiyen rüya felse. fesinden bahsediyor ve ben de dinliyor- Muş gibi bir vaziyet alıyordum. Evet, dinliyordum, fâkat rüya bahsini değil, Kittikçe yaklaşan ayak seslerini.. Riülya mütehassısı, pencerenin altına E*len yerde oturmuş ve arkasını duva- Ta dayamış olduğundan dışarıyı görmü- Yordu. Gözüm penceredeydi. Bahçeyi birdenbire bir ziya kapladı. Ve ayni za- Manda büyük demirkapının o yürek pa- ralayıcı gıcırtısı işidildi. Gürültüye ku. lak kabartan odamcağızı biraz daha — Yalayabilmek için: — Erenler! Hücreleri böyle vakitsiz gelip kontrol ederler mi? Diye sorduğum svalin cevabın; alm- ya vakit kalmadan, bizim kapı açıldı. Jandarma zabiti ile hapisane müdürü İçeri girdi Jandarma zabiti: — Hacı, haydi yolculuk vakti geldi. Çabuk olt .. Deyinca, bir eline zembili ile pöste- kisini ötekine de ibrikle nalmını alan hacı, bana: — Allahassmarlarlık! . Demeyi unutmadı, hürriyete kavu- Şacak iİnsanlarda görülen sevinç ve neşe içinde çetekleri zil çalarak dışarı fırla- di Hemen pencereye kostum. İki jan. darmanın elindeki fenerin ıçıkları kü - Çük bahçeyi iyice aydınlatıyordu. Bü- Yük demirkapmın Öönünde sıralanan tüngülü Jandarmalar arasında yolculu. Ba çıkan bu betbahtın bitap bir halde, ayaklarını #ürüyerek müşküldtla yürü- düğünü gördüm, Sendeleyişinden anladım : Jandarma- ların kendisini ortalayışından, hudud haricine değil, adem diyarına gittiğini © da hissetmişti. Para hırsi ve tamahı ile işlediği bü. yük günahm cezasın: canı ile ödeyen bu adamın, nihayet yirmi, otuz liralık para yığınını okşar ken gözlerinin öyle bir parlayığı vardı ki, bu manzara ve vaziyet karşısında, hırsın, tamahın, bu iki uğursuz mefhüumün insanları ne büyük felâketlere sürüklediğine bir de- f daha şahit oldum. Parat.. İnsanlığın varlığına tahaküküm eden cazip mesne l Ne acr ve acıklı cihayet- lerin saiki olmuştur. Geçirdiğim on yıl- lık mahpusluk hayatında pare yüzün - dan öyle feci, öyle müthiş ve canavarca cinayetler işlendiğini öğrendim ki, in- sanın bunları tüyleri Ürpermeden, din. lemesine, okumasına imkân yoktur. Yarım saât, yarım gece kumaç ay- nayabilmek için irili ufaklr altı insanı bir gece yarısı yataklarında karma ile öldüren tanilerden, kasabada pırasa sat- mak için yola çıkan ihtiyar bir baba ile genç oğlunu soyan ,ikisinin Üzerinde buldukları (130) kuruşu alarak, oğlu- nün mezarını babasına kazdırdıktan sonra ikisini e öldürerek çukura gö- men ve çukurun taze ve kabarık topra- ğt üstünde “kahpe,, oynatan canavar ruhlu katillerden sırasiyle bahsedecek, bu kabil daha bir çok faciaları anlata- cağım.. İHTİLÂATTAN MEMNUİYET Hücremde yalnızdım. k çok gey/ var, Fakat bende düşünebilmek kudret ve bassası yektu. Muhakeme kabiliyetim silinmiş, şuurum sönmüş- tü. Açlık gittikçe tesirini gösteriyordu. Gözlerim kararmıya başladı. Bir müd- det tahammül ettim. Fakat nalile., Pen- cereden nöbetçi Jandarmaya sesleridim, aç olduğumu söyledim. Jandarma san- ki sağır ve dilsizdi. Sözlerime cevap bi- le alamıyordum. Nihayet içeri çekilme. ğe mecbur oldum.. Dalmışım. Keskin bir düdük sesi ile uyandım. Kısa bir zaman sonra da ayak sesleri şittim. Gelen adam nöbetçiye soruyordu: — Ne var?. — Üçüncü hücredeki mahpus aç kalmış, söylenip duruyor.. Konuşmanın bana taallükunu anla - yyınca tekrar pencereye koştum, gelen onbaşı İmiş. Onbaşı bana hitâba lüzum görmeksi- zin nöbetçiye cevap verdi: — Kumandan beye haber vereyim. Sonradan anladım ki, ihtilâttan mem- nü olanlarla konuşmamak, lâkırdı et- memek için, kendi aralarında konuş- mak süretiyle cevap vermek âdetmiş!.. Üzüntülü bir intizar devresi başladı. Acaba kumandan ne diyecek? Beni burada açlıktan öldürecek değiller yal.. İhtilâttan memnu dahi olsa, mevkula hâpisane idaresinin bir ekmek vermesi Yâzım.. Aradan bir saat kadar geçti. Traça . da bekliyen nöbetçi, aşağıdaki arkada- şına seslendi? — Nöbetçi dikkat! Kumandan geli- yorlı Geniş bir nefes aldım. Bonjurumu, fantezi pantalonumu elimle süpürdüm , Saçlarımı parmaklarımla taradım. Bi- raz sonra mahut büyük kapı ve erkasın. dan da hülcremin kapısı açıldı. İçeriye güler yüzle giren genç, temiz bir jan - gdarma mülüzimi, etrafa göz gezdirirken sördü: — Geçmiş olsun, bir arzunuz mu vor?, — Evet... İdamei hayata mütcallik bazı ricalar, Sabahtanberi aç oturuyo. rum, Cigaram kolmadı. En tabil ihtiya- cımş defetmeğe imklân ve mahal yok... Hapisane idaresi dündenberi ekmek Milletler Cemiyetî çocuk,, koruyabilecek mi? 1924 de Asamblenin kabul ettiği çocuk fermanı, “istilâ harplerinde ve dahilt harplerde ilk korunacak kıymet çocuktur,, Halbu ki... Yirminci asır çocuklarının, bu vesikanın neşrinden sonra gördükleri zulümleri en iptidait devirlerdeki - çocuklar görmemişler Yazan: Şekip Gündüz Evvelki gün, bu sütunda, Milletler ce- müyetinin sosyal çalışmaları etrafında bazı izahlarda bulunmuş, bu — meyanda fahişeliğe ve kadın ticaretine yakın za- manda ve kolaylıkla nihayet - verilebilip verilemiyeceğini münakaşa etmiştik. Bu. gün de Milletler cemiyetinin ele aldığı l« kinci bir sosyal çalışma üzerinde duraca- Bız: M ! Çocuğun himayesi. 1 Milletler cemiyeti bu — mevzuu 15 yıl önce ele almıştır. Cenevreden akseden ri- vayetlere bakılırsa, on beş yıldanberi bir hayli mühim işlerin başarıldığına inan- mak Vâzımdır. Fakat; *— Neymiş bu mühim işler;. Derseniz verecek müsbet hiçbir cevap bulamıyacağız, Zira Milletler cemiyeti koridorlarından gelen — izahlar, sadece boş lâflardan ibarettir. “Çocuğun hima- yesi,, meselesi on beş yıl evvel ne halde idiyse bugün de tıpkı o haldedir. Mil- letler cemiyetinin bu sahadaki büyük fa- aliyeti en ufak bir amelt fayda doğurama z * “Çocuğun himayesi,, işini sağlam ka- zığa bağlamak için çareler aradığı söyle- nen komisyon, fahişeliği ve kadın tica. retini ortadan kaldırmak için — tetkikata memur edilmiş olan komisyondur. Yani yetin "1924 asamble,sinde kabul edil. miş olan “çocuk fermanı,nm (1) ehem. miyetini bir daha işaret etmiş — bulunu. kuru lâfla peynir gemisi yürütülemiyece- Bini gösteren en büyük vesika olarak da kabul edilebilir. Zira çocuk, 1924 denbe- ri, yani Milletler cemiyetinin büyük ve mühim alâkasma mazhar olduğu gün- denberi uğradığı felâketlere — insanlığın €en iptidal! devrelerinde dahi uğramamış- tar danilebilir. Mançuri harbi, bugünkü Çin - Japon harbi ve İspanyol kardeş kavgaları “ço- wermiyor. Üzerimden alman paraları iade etseler bile sarfetmek imkânı yok. Bu acıklı vaziyeti takdirinize arzediyo- rüme — Bugün size ekmek verirler, Dün vermediklerinin sebebi vardır, mahpusa ilk günü, yani ilk yirmi dört saat tamam Tanmayınca ekmek verilmez, Günde iki defa defihacet imkânını onbaşı temin eder. Yiyecek tedariki için de hapisane Bakkalının çırağı her sabalı nöbetçinin mnezâareti altında siparişlerinizi getirir.. İdareye de söylerim sizinle alükadar o lurlar.. Zabitin her sözl o dakikada bane â- deta hayat müjdecisi gibi geliyordu. Kendisine teşekkür ettim.. Kurtuluş temenni ederek gitti. Kumandan hapisane müdüriyle ko. nuşmuş olacak ki, biraz sonra başgardi- yan geldi. Yanındaki zatr bana tanıttı: — Hesap memuru ve mutemedi.. Pa- ranızın makbuzunu getirdi. Orta yoşlı, güler yüzlü bir adam. Makbüzü verdi, ve para lâzım oldukça makbuzdan tenzilât yapılarak verilece- gini, şimdi de lüzumu kadar alabilece- Kimi söyledi. Düşündüm, her para lâzrm odukça hesap memurunu nasıl ve ne vasıtayla bulduracaktım, , (Devamı var) diyordu. Yirminci asırda çocuk.., cuk fermanı,.nın tatbikatta on bir mana kazanamadığını açıkça göze vurmaktadır. Japon arelerinin de- yamlı hücumları uzak şarkta ve “Franko ile emri altındaki Alman, — İtalyan ve Frankist tayayrecilerin fedakârane gay- retleri,, de garbi Akdeniz kıyılarnda en az bir milyon çocuğun — canma mal ol- muştur. Nerede çocuk — fermanı? Hani harplerde ve dakilt kavgalarda — çocuğu korumak için alınacak tedbirler? Hepsi haya. Milletler cemiyetinin si- yasi tavsiyeleri gibi sosyal tavsiyeleri de hiç bir müsbet netice veremiyor. Bunun- la beraber istişari — komisyonun ortaya attığı bir ik! fikir var ki temiz insan dü- şünceli milletler tarafımdan, sulh zama- nında, tatbik edilebilirse fayda memul- dür, Faraza; K 1 — Çocuklar için husust mahkemeler kurulması ve kurulan memleketlerde bu işe bir kat daha önem verilmesi. 2 — Kimsesiz kalmış çocuklarla ser- seri çocukların ıslah ve terbiye evlerine gönderilmeyip kendilerini evlât odinecek aileler nezdine yerleştirilmeleri. Mütehassıslar, yaptıkları uzun — tetki. kattan sonra, çocuk — terbiyesinde alle ocağının fevkalâde büyük bir tesiri okdu- Bunu bir daha kabul etmiş bulunuyorlar; *çocuğa daima ailesi nezdine kalmak im- kânlarını temin etmek lâzımdır,, diyor- lar. Bunlara göre; Eyvinden kaçmış bir çocuk, mutlaka &- vine iade edilmeli, Kabahatli veya — mücrim çocuk, ço- cuklara mahsus hapishanelere ve ıslah evlerine gönderilmemeli, mutlaka evinde bırakılmalı. Çocuklarını bakamıyacak vaziyette o- ;uralık' lan ailelerin, çocukları öteye beriye da- ğıtmalarına mani olmalı, bu ailelere pa- raca yardım etmeli. Ve ancak anatı ba- bası ve allesi mevcut olmıyan çocuğun bir başka aile nezdinde bulunmasmı ka- bul etmeli. Eğer çocuk bir başka aile nezdine yer- leştirilecek olursa bu ailenin ekonomik, kültürel ve sosyal bütün şartları ve va- sıfları ile mutlaka kendi ailesine benze- Yani komisyon sosyal muhitlerin değiş mesinde de büyük bir terbiye mahzuru görmektedir. Güzel sözler ve nazariyeler. Milletler Cemiyetinin 924 denberi ço- cuk koruması etrafında bulabildiği fikir- ler ve neticeler, işte bu güzel sözlerden i- baret. İspanyada — dahili harp çocuğu mahvediyormuş, uzak şarkta istilâ hare bi Çocuğu mahvediyormuş, Avrupada e- könomik buhran çocuğu mahvediyormuş, vız geliyor istişart komisyona. * « « Cenevre bir müddet sonra bu komis. yon tarafından tetkik edilmiş olan ra- porun metnini bastırıp her tarafa dağı- tacakmış. Rapor elimize — geçince daha dikkatli bir etüd neşretmek fırsatınt bu- Tacağız tabit. Şimdilik, bir çok memleketler için ; — Eyvaah yirminci asırda doğan ço- cuklarımza! Deyip saç baş yolmaktan baska yapa- cak iş yok. Şekip GÜNDÜZ (1) “Charte de Venfant,,, Bunu, dünyo nn çocuk vatandaşına mahsus bir neti teşkilâtı esasiye kanımu suretinde anla- mak da mümkündür.