—Fon Kaş Mühendis, onun bu seferki slaymı da cevapsız bırakmadı: — Tayyarecilikle tenis ayrı ayrı şeylerdir. Tayyarecilikte mahir olan bir adamın teniste müthiş beceriksiz- likler yaptığı görülmiyen — şeylerden oğil — Evet. Kimisi de plânların karşı- sında kendisini havaların hakimi farz eder ama tayyaro ile yükselince sudan çıkarılmış balık gibi çırpmır. Güde mukabele edeceği sırada genç kız araya girdi: — Münakaşayı keselim efendiler; iş başına.. Mülâzim efendi babam sizi bekliyor. Onu çeyrek geçe onunla ya- zahanesinde randevünüz vardı, şimdi onu on geçiyor. Zabit ceketini giyerek ayrılmağa davrandı Genç kız Güdeye döndü: — Size gelince mühendis efendi, bu sabah boş olduğunuza göre hususi lâ- boratuvarıma kadar bana refakat eder misiniz? Yaptığım bazı tecrübe- ler sanırım ki sizi alâkadar eder. — Hay hay, maalmemnuniye! Mülâzim fon Kaşrild genç kızın eli- ni sıkarken mırıldandı: — Dikkat ediniz. Matmazsi, Bu Fransıza fazla itimat göstermeyiniz. Bu sözleri, mühendisin anlamaması için Almanca söylemişti. Kızan cevap vermesini beklemeden, mühendisi el işaretile selâmlayıp uzaklaştı. Mühen dis alaylr bir tavırla askerce selâm vaziyeti almıştı., bağırdı: — Güle güle mülâzim efendi. Gele- cek sefer inşallah daha becerikli olur- Genç kız gülümsiyerek müdahale etti; — Canım ne diye gunu kızdırıyor- sunuz? — Kabahat benim mi? O taarruza geçti, Ah gu askerler! Hüsusi hayat- Tarmda bile hep mesleklerini düşünür- ler, general fon Zekkin tavsiye ettiği tabiye ile ani taarruza geçince ben ne yapabilirdim ? — Niçin askerlerden hoşlanmıyor- sunuz? Mühendis elile müphem bir işaret yaptı, cevap vermedi. Ağır ağır yürüdüler. Tayyare mey- danımdan geçerlerken genç kız bir han garı işaret ederek sordu: — Hangarınız., Tecrilbeler ne âlem de, memnun musunuz? — Evet ve hayir! Umumiyet itiba. rile Mmemnunuz. Fakat teferruatta elân bocalamaktayız. Dünkü tecrübe- miz az kalsın bir kaza ile neticeleni- yordu. Üç yüz metre irtifada iken “stabilizatör” üm birdenbire işlemez oldu. Soğuk kanlılığını kaybetmiyen ü ASK, BUK ei ddik n mülâzim Fon Kaşrild mahirane ve sü.- ratli bir akrobatik hareketle vaziyeti düzeltmese idi yere düşüp yamyassı olacaktık Benim bir şey değil ama onun ölümü Alman tayyareciliğine büyük bir kayıp ölacaktı? —— Zavallıdan bahsederken hep böy le alaylı bir lisan kullanıyorsunuz. -— Mülâzim benden nefret ettiğini açıkca ortaya koyuyor: Ben ise işin alayındayım, Biraz bana nasıl takıl- dığının farkındasınız ya? Dünkü ha- dise esnasında korktuğumu başıma vurmak istedi. Hakkı da var. Ama si- zin gözünüzde beni korkak diye ta- nıtmasını da nazik bir hareket bulma- dım. Maamafih ,kendisini — affodiyo- rTuUM. — Bu ulüvvücenabınız neden? — Böyle yapmasmın sebepleri var da ondan.. — Nedir bu sebepler? Güde, Jetrüdün yüzüne sükünetle bakarak tasrih etti: — Sebepleri dedim, yanlıyi ancak bir tek sebep var: Siz.. Genç kızımn yanakları kıpkirmizi 01- du. Hayret etmiş gibi görünerek sor- du: — Ben mi? Ne demek istiyorsunuz? — Öğrenmek mi istiyorsunuz? Pek âl1â. Açık konuşacağım Zaten size ye- ni bir şey öğreteceğime kani değilim, tabil siz de farkmdasınız: Fon Kaş. rild sizi seviyor ve kıskanıyor, mesele bundan ibaret! Mühendis, genç kızm ifiraz etme- kendi kendisine bir şey sorarmış gibi düşünceli kaldı. Sonra mırıldandı: — Belki de hakkı var! Güde, genç kızin elini tüttu, Jert- rüd onun bir şey söylemesini bekliyor du. Lâkin delikanlı birden geri çekil- di, kızın ellerini bıraktı ve soğuk bir tavırla: — Geç kalıyoruz, dedi, lâboratuva. Ta gilsek.. Yürüdüler. Betondan kâle gibi bir binanm önü- ne gelmişlerdi. Bir kapıdan girdiler, dar bir merdivenden aşağı inmeğe baş ladılar. Genç kızın peşinden giden Güde, arkadan onun zarif, fakat biraz kunt yapılr endamını zevkle seyrediyor, onu zihnen soyuyor, güzel vücudunu, hiç örtüsüz, gözünün önüne getiriyordu. Aylardanberi İzanştaynde bir ma. nastır hayatı yaşamış olmasının tesi- rile şimdi delikanlı sinirlerinin müthiş galeyanile mücadele etmek mecburi- yetinde idi. İçinden çılgin bir his onu, ASA ild sizi seviyor ve kıskanıyor, mesele bu! genç kıza birdenbire hilcum etmeğe, arkadan ellerini göğsüne dolayıp genç kızı ihtirasla öpmeğe teşvik etmektey- di, Genç kiz bu öpücüğü muhakkak ki reddetmiyecekti, çünkü merdivenleri ağır ağır, adeta bir şey beklermiş ve bu beklediği gey gelmediği için te- essüf edermiş gibi yavaş yavaş, tered dütle iniyordu Gude hislerine hakim olabilmek için azami gayret sarfetti. Bereket merdivenden inmişlerdi. Çelikten bir kapıyı açıp kubbeli, garip bir salona girdiler. Duvarlar ve tavan bir ame- liyat odası gibi bembeyazdı. Etajor- ler üzerinde tengârenk mayiler dolu şişeler şuraya buraya bir alâyimisema manzarası vermekteydi. Salonun tam ortasında, uzun bir madeni masa Üze- rine mevzu tekerlekli garip bir âlet, büyük kıtada atelye fotoğraf makine- sine benzer kocaman objektifli bir makine duruyordu. Kalm bir elektrik kablosu, bu makineyi duvardaki elek. trik kablosuna bağlıyordu. Makinenin objektifi, salonun mukabil cephesin- deki gelik bir levhaya tevcih edil- mişti. Jertrüd bir masa üzerinde bulunan telefonun yanına giderek ahizeyi alıp konuştu: — Allo Zigfrid.. Hazır mı? İşletin azamt? kudreti verin. Telefonu kapadı. Bir dolabı açıp kauçok astarlr iki beyaz gömlek ala- rak birini mühendise uzattı ve gayet soğuk bir tavırla: — Şunu lütfen dedi Gude, hiç g06 Çi gömle- Zi giydi. Onun bu sessizliği genç kızı sinirlendirmişti: — Anlatın bakalım, bunlar için ne diyorsunuz? — Ben mi? Hiç, ne diyeyim? Bek- liyorum: Müstehzi bir tavırla ilâye etti: —- Öyle mi? Şimdi göreceksiniz Daha doğrusu evvelâ işiteceksiniz. Duvardaki elektrik tablosuna yak- laştı, bir leviyeye elini uzattı ve ha- teket etlirmeden önce: — Şu masanm üzerinde gördüğünüz ı | âlet, dedi, benim İcadımdır. Tahrip edici bir şua neşreden bu Âlet, şuala- rmın geçtiği saha üzerinde bulunan hayvani veya nebati her türlü hayatı " imha eder, Hücreleri birdenbire ayı- | rır, madenleri bile eriterek mayi ha- || line getirir. Bu şuaın tesirinden yal. ! nız, “Gamma"” dedeğimiz bir made. ni halite masundur. Bu salonda şuam - tesirinden korunmasmı istediğimiz | bütün eşyayı “Gamma,, ile zırlılan- dırdik. (Devamı var) Onsekizinci Lui'nin sürgün hayatı Krala tahsis edilen ev küçüktü ve saray mensupları evin damlarında yatıp kalkıyorlardı Fransa kralı on sekirinci Lüi bundan tamam 114 sene evvel öldü. Onu çok az kimse hatırlar, Çünkü © bir çok krallar gibi hatırlarda iz bırakacak bir şahsiyet değildi. Evvelâ çok — şişman- dı, sonra da ömrünün mühim bir kısmı- nt romatizma sancıları içinde bir malül gibi geçirmişti. O, ne kötü bahtlı kardeşi, on altıncı Lüi gibi romantik, ne de yakışıklı kü- Çük kardeşi kont d'Artois gibi hareket- K idi. Maamafih her iki kardeşinden de daha zeki idi ve kardeşi Şarldan daha gök yaşamış olsaydı ihtimalki bugün Fransayı el'ân Burbonlar idare ede « cekti, Bütün zaaflarına rağımen on seki- zinci Lüi muhterem bir adamdı ve iyi tahsil görmüştü. Fransada ihtilâlin patlamasiyle on sekizinci Lül Avrupanın bir çok yer. lerinde kötü bir sürgün hayatı geçir - mişti. 1807 de İngiltereye gelmiş, ora- da ona ilk el uzatan Buckingham Mar- kisi olmuştu. Marki Kesekedeki mali- kinesini krala tahsis etmişti. Fakat Kral buranın havasiyle imtizaç edeme. miş Hartwelle taşınmıştı. Bu küçük köyde, köylüler arasında on sekizinci Lüinin hâlâ adı geçer. Hartwell'de krala tahsis edilen ev pek büyük değildi. Maamafih rahat ve konforlu idi. Bugün scatılığa çıkarılmış olan bu ev, aynen ön eekizinci Lüi ve maiyeti erkânı tarafından işgal edildi- ği şekli muhafara ediyor « Kralım maiyeti ve saray erkânı bu nişbeten küçük binaya bir türlü gığışa- t1. Kralı netrafında uşaklar- dan ve hizmekârlarklan başka tamam yüz elli kişi vardı ki kraldan yeyip iç- tikten başka ondan cep harçlıklarını dahi alıyordu. Bunlardan ancak bir kaç tanesi ci. varda yatacak yer tedarik etmişlerdi.. Diğerleri Hartwell'deki evden ayrılmı- yorlardı. Her odada derece sırasiyle üç Kört kişi yatıyordu. İzdiham ©o kadar fazla idi ki bir kımım kimseler damda kendilerine taâhta barakalar yapmışlar ve oralarda yatmağa başlamışlardı. Hattâ bu adamların damın bir kıs- mama sebze ektikleri ve orad'a tavuk ye- tiştirdikleri de bir hakikattir. Kralın damdaki patırdılardan uykusu kaçtığ çok vakiydi. Saray hanekllanı ve kralır maiyeti yerinde oturamıyan, kaplarını sığamıyan insanlardı. Biribirleriyle geçinemiyorlar, müte: madiyen aralarında kavga w, dövüş e. diyorlardı. Kralım küçük kardeşi kont d'Artois'ın ömrünün mühim bir kısmı Londrada pek sevdiği metresi madam Polastron ile geçiyordu. Onun uğra- maklığı köy meyhanesi hemen yok gibi idi. 1810 senesinde kraliçe ölmüştü. Bu- na kral pek müteessir gözüktü. Lâkin teessürünün samimiyetinden şüphe e- dilebilir. Çünkü kraliçe bir hayli müz'iç biz kadındı. Ufak tefek ve basitti. Hat. tâ kızkardeşi kontes d'Artois'tan bile basitti. O, içki yüzünden ölmüştü. Bü. yük bir sıkıntı ile kendini içkiye ver- miş, gece gündüz içmişti. Kraliçe ge- celeri sarhoş bir vaziyette yatağına dö- nerken merdivenlerdeki tahta hey- kellerden o kadar korkardı ki, darhoşluk haliyle onlara elindeki bastoniyle sal. dırır ve vururdu. Onun için bir müddet sonra bu tahta heykeller, mankenler kal dırılmış ve evin mahzenine atılmıştı. Bunlara evin mahzeninde el'ân tesadüf olunur , Bu atada Avrupa siyaseti sür'atle de- ğişiyordu. 31 mart 1814 senesinde müttefiklerin askerleri Parise girmiş - lerdi. On sekizinci Lüi bundan ufak bir mektupla haberdar edilmişti. Bu mek. tup Pamtisten o sabah yola çıkarılmış ve ayni günün akşamı kralr eline geçmişti. Bu, o zamana göre mühim bir sür'at rekoru idi, Kral bu haberle pek müteheyyiç ci- muş, tâ gete yarısından sonraya kadar ayanık kalmıştı. Ertesi gün, ona sadık kalan Bordo'dan resmi elbiseler'giyin- miş bir avuç jnsan gelip onu tahta da- vet etmişti. Lül o sıralarda rtomatirmadan pek mustarip olduğu için Fransaya ilk ön. ce kardeşi dönmüş, o ancak haftalarca sonra Parise gidebilmişti. İngiltereden ayrılırken kendisine bir de “dizbağı, nişanı verilmişti. Son çıkan COLUMBİA SS PLAKLARI Bayan RADİFE a s> 17449 ÇÖZMEK ELİMDE DEĞİL (MüzikSadettin Kaynak) SU BOŞANIR SEL OLUR S Bayan RUHAT 17460 DAMLA DAMLA (Müzik Yesari Asim) SENSİZ YAŞAYAN (Müsik Yasari Asım) Bu plâkları tavsiye ederiz. AEKTEEELIR DİLLERE NAKLİ HAKKI MAHFZNGUR : — Pekâlâ! Öyle olsun Ben şimdi, doğru Selim beye uğraya- rak istediklerini sana bildirdiğimi haber vereceğim.. Ben artık sana, ancak yarından sonra uğrayabilirim. Ne istiyorsun? Bir şey söyliyecek misin? — Hiçbir istediğim yok ağabey. Yalnız bana Feriddten ha- ber getir. Doğrusu, içimdeki sıkmtı, bütün temininize rağmen bana Feridin hasta olduğunu anlatıyor. Böyle olmasaydı, hiç olmazsa iki salırla hatırımı sorar, iyiliğini bildirirdi. Sabihanm yine ve birdenbire gözleri yaşarmıştı. Sabri elile kardeşinin arkasımı okşadı: — İnanmıyor musun bana? Sana yalan mt söyliyeceğim? Ferid için üzülme, Sen şimdi kendinle moşgul ol. Yarından sopra buraya yalnız gelmiyeceğim, Yanımda seni müdafaa edecek bir de vekil bulunacak., Kendisi seninle görüşmek isti- yor. — Vekile filân ihtiyacım yok ağabey. Kurtulmak- istemiyo- rTum. Yaptım, cezasını çekmeliyim. — Bırak çocukluğu.. Sabiha, kardeşini odada yalnız bırakarak, başı önünde ko- ridora çıktı. Dalgım, küçük adımlarla, üç kişinin bir havraya çevirdiği kovuşuna girerken, Sabri de tevkifhaneden ayrılmış bulunüyordu. Sultanahmet meydanını geçti ve bir tramvaya atladı. Bel. ki bininci defa yine düşündü: Bu da mır başlarına gelecekti? Dalgımdr. O kadar dalgmdı ki Naci beyin yanma oturduğunun farkcında bile değildi. Onun sesile kendisine gelir gibi oldu: — Maşallah Sabri bey, bu ne dalgınlık! Dönüp baktı, Gözlerini kendisine şeslenen adamın yüzünde HABERİN EDEBİ TEFRIKASI: 7i Yazan: Hasan Rasim Us dolaşlırdığı halde, hâlâ dalgınlıktan kurtulamamış ve bu yüz- den senelerdenberi görmediği bu zatı tanımakta müşkülüta uğ- Tamıştı. Neden sonra: — Siz misiniz Nati bey? - diyebildi. Dalgınmm. Af buyurun birdenbire tanıyamadım. Naci bey: — Haklısm tanıyamamakta.. Senelerdenberi — İstanbuldan elimizi ayağımızı çektik. Ama tamamen de değil ha! Senede bir yine uğrayıp dönüyoruz İzmire, Ne var ne yok bakalım?, İr- fan paşalara tabil artık uğramıyorsun. — ÜUğruyorum, — Ya! Bak buna memnun oldum. Bilirsin ki onlar, bilhassa merhum Paşa seni çok severdi, — Biliyoruüm Naci bey, çok severdi. İşte bu karşılıklı sev. gimiz değil mi ki bizi hergün bir dertten bir derde sürüklüyor! — ÜÖyle öyle.. Maalesef öyle.. Kendilerine kaç defa söyle- dim, yapmayın, etmeyin.. Yaptığınız çocukluktan başka bir şey değil, - diye. Ne yapalım ki sösümüzü dinletemedik. Naci bey sözüne biraz ara venerek, tramvayın penceresin den dışarıya baktıktan sonra devam etli: — Ben de - dedi - daha bugün geldim. Daha çok yalnız on. ları görmek için geldim de diyebilirim. Şurada küçük bir işim gördükten sonra doğru onlara gideceğim. Nedir bu iş Allati aşkma ? Gazetelerde okuyunca kan tepeme sıçradı. Suadın böyl bir cinayet işleyebilmesinden hayret içindeyim. Sizir malüma tmız var mı? — Var... Neyi öğrenmek istiyorsunuz? Size felâketin ne resinden bahsedeyim ? Sabri beyin sualinden sön hadiselerden haberdar olmadığı nı anlamıştı.. Naci bey: —Gazetelerin - dedi. Yazdığından başka bir gey - bilmiyo rum. İzmirden hareket ettiğim gün, Suadin tahliye edildiğini katilin Nazire adında biri olduğunu öğrendim. Bu Nazire del xim? Güyn doktor Nedimle alâkası olan biriymiş. Sabri büyük bir teesslir içinde başmı salladı ve: — Keşke öyle olsaydı Naci bey - dedi. Keşke Nazire adın da, doktor Nedimle alâkası olan birisi olsaydı.. Bu “Nazire” kız kardeşimden başkası değil. — Deme?! — Maalesef.. Naci beyin gözleri açılmış ve adeta heyecana kapılmıştı: — Demek Sabiha bu?. — Evet öyle, (Devamt var)