6,45 treniyle Moskovadan Rasofa gi- diyordum. Kompartiman fazla kalabâ- hık değildi. Ben de bir yer bulup otu- rabildim. Yol arkadaşlarımı tetkik et- meğe koyuldum. Vakit akşamdı.. Fakat henüz orta- lik adamakıllı kararmamıştı. Işıklar da benüz yanmamıştı. Anlaşılar ışıktan ta sorruf etmeğe çalışıyorlardı. Yol arkadaşlarımın hemen hemen hepsi iyi ve hoş insanlardı. Yani sizin anlayacağınız neş'eli ve şen kimseler- di. Burlardan birisi şapkasız, uzun sâÇ- h siyah ceketli bir adamdı. Fakat pa- pas değildi. Münevver bir kimseye ben- ziyordu. Bunün yanında da çizmeli, Tesmi şapkalı birisi oturuyordu. Bıyıklı idi; fakat mühendis değildi. Belki de hay- vanat bahçesinin bekçisiydi; elinde bir Çakı vardı. Çakı ile bir elmayı dilim di lim doğrüyor ve bu dilimleri, yanında oturmaktan olan eltiz bir adama yedi: riyordu. Adımın her iki eli de yoktü.. Zavallı benür çok gençti.. Bir iş malü- luna benziyordu. İnsan ona bakmeğa bile kryamıyordu, Fakat bu elsiz delikanlı ne kadar da iştihalr idit.. Elmaları öyle bir Jerzetle yiyordu ki... Zavallının elleri olmadığı için bryıklı ve çizmeli komuştsu elmü- ları ince ince doğruyor ve çakısının - cuna batırarak onun ağırına sokuyor * de. Bu manzara insanın çok rikkâtine dokunuyordu.. Bunların karşısında da siyah kasket- N, kıranta bir adam oturuyor ve mü- temadiyen gülümsüyordu. Belli de ben gelmeden önce hoş bir şey konuşuyor lartdı. Beni en ziyade alâkadar eden kolsuz adam oldu. Önun ll ebepleri- —a rereeN 5A ni, vaziyetini öğrenmek sonsuz bir merak vardı. un bulmuyordum.. Yavaş yavaş yolcularla ahbap olacak ve nasıl olsa bu kolsuz adamın mocerasını öğrene gektim.. İçlerinde en konuşkan görünen br yıklı ve çirmeli adama sualler sormağa başladım. Fakat bu adam her nedense bana pek soğuk cevaplar verdi.. Halbuki bu tırada en başta oturan şapkasız, yzun saçlı, - şu papasa benzi- yen - adam fa korıştı, Bilmem nasıl ol> du. O bana hitap etti.. Derken şuradan buradan konuşmağa başladık. Lâf ara- şında onların bulunduğu yerde ev buh- ranı olup olmadı; sordum. Konuşkan bir tavırla cevap verdi: — Hayır, dedi, bizde ev — buhranı falan yok.. Biz bir malikânede oturuyo- TU 'Tafailât istedim? « Bari, dedim, başıcızı sokacak bir odanız var miz, Güldü: — Biraz yukarılara çıkın, dedi.. Tek odayı ne yapayım? Hirmetçi odalarını, ahırı, ve diğer ufak tefek yerleri say- mamak şartiyle benim doökuz odam var, — Benirnle alay mr ediyorsunuz? de- dim.. Nerde bu bolluk? Yoksa sizin bü- Tunlduğunuz bir Sovhoz olmasın?. — Hayır, dedi, burası Sovhoz - değil benim öz malımdır. Bu benim bususi köşkümdür. İnanmıyorsanız gelip be- ni ziyaret edebilirsiniz!.. Ben zâamaâ zoman suvareler tertip ediyorum. Köş- kümde fiskiyeli havuzlar, senfonik or- kestralar var.. Danslar falan gırla gi- der. Hayret etmekten kendimi alamadım, sordum ! ŞTETOOA AYOEPECEN EAĞET ÇSOUU TTAĞİ MARRİZ DÖ POMPADUR Tuhaf bir vak'a - * — Peki siz kimsiniz? Yoksa bir dere- beyi misiniz?, Gülerek: — Evet, dedi, iyi keşfettiniz! Ben bir derebeyiyim.. —- Bu :özünüzü nasıl tefsir edeyim?. Siz de bilirsiniz. ki inkılâptaen sonra memleketimizde derebeyi falan kalma- dı. Yani sabık derebeyi olduğunuzu söylemek istiyorsunuz!.. Öyle değil mi? Bugünkü günde bizde derebey- lerinin bulunmasına iİmkân var mı?. — Demek ki varmış işte!.. İşte bu « yurunuz, beni alınız!.. Ben bal gibi bir derebeyiyim?.. Sizin bütün inkılâpları- nız bana vız geldi.. Hem sizin inkılâbı- tuzdan bana ne?. Ben hayretle ona bakryor, ve doğru- sunu isterseniz, hiç bir gey anlamıyor- dum.. O göğük kanlılıkla sözüne devam etti — Bözlerimin doğruluğuna kani ol- manız için ziyaretime geliniz! Hattâ isterseniz şimdi beraber gidelim.. Be- nim köşkümde, muhteşem bir derebeyi hayatı göreceksiniz!.. Gidelim.. Ö 2a- man görürsünüz!.. Kendi kendime düşünmeğe başla- dim? “Gitsem nasıl olur, dedim, İnkılâplara rtağmen bizde derebeyleri nasıl kalır. mış? Yoksa herif atıyor mu?.,, Karşımızda oturan kıranta adam da kıskıs gülüyordu. Ben bunun sebepsiz olarak neye güldüğünü sormak Üzere iken şu elma doğrayan ve kolsuza ve ren uzun biyikli adam bana dönerek: — Yanındaki ile ne diye münakaşa ediyorsun? dedi.. Onun deli olduğunu anlamadın mı? $ Mih. Zoşçenko Bu sözler üzerine şöyle bir etrafıma baktım.. O zaman her şey kafama dank etti. Vagondakilerin hepsi de deliydi.. Bir gardiyan refakatinde gidiyorlardı.. Benimle münakaşa yapan uzun saçlı da, mütemadiyen gülen kıranta adam da, hattâ kolsuz da. — deliydi., Bi- raz daba dikkat edince kolsuzun hakiki bir kolsuz olmadığını, Üzerinde deli gömleği bulunduğunu farkettim.. Uzun bıyıklı, resmi şapkalı, yani şu elmaları dilim dilim kesip kolsuza veren edam bu deliler kafilesinin gardiyan: imiş., Ben bu adamların deli olduklarını öğrenince içimde bir korku duymağa başladım.. Öyle ya Üstüme çullanıp be- ni öldürürlerse ben ne yapabilirdim... Üstelik konunen bunlara ,hiç bir mes'u- liyet te terettüp etmiyordu.. Ben bunları zihnimde geçirirken o zamana kadar dikkatimi celbetmemiş ©- lan ve benim sol tarafımda oturan si- yah salcallı bir delinin yavüş yavaş ça- kıya döğrü uzandığımı ve çakıyı eline aldığını larkettim.. Vücudumdan bir Ürpermenin dolaş- tığını hissettim.. Bir anda yerimden fır- ladım., Uzun sakallr delinin Üüzerine gullanarak elinden çakıyı almağa baş. ladım , Deli şiddetle muburemet ediyor, kör olasıca, dişleriyle her tarafımı rırıyor- dü. Biz bu patırdıda iken birdenbire bi- risinin beni geriye duğru çektiğini duy- dum. Baktım: Bu, uzun bıyıklı gardi- yanklı: — Bü adamın üzerine ne diye çulla- nıyorsun? diya bağırmağa başladı a Bu, adamcağızın kendi çakısı.. Hem bu adam deli değil.. İşte şu Üç kişi benim haştalarım.. Halbuki bu senin — gibi a. N» ada Nn ae b Telâde bir yolcu.. Biz ondan çaktsını ti ca etmiştik.. Bu onun kendi çakısı.. Sende hiç sıkılma, ârlanma yok mu?; Buü arada altımdaki sakallı heriff te dile geldi: Z — Bana ne diye vuruyor, çakımı ne diye alıyorsunuz?, Bu benim kendi ma- lım.. Yoksa siz de deli misiniz? Şu hal- de bekçi: Sen bekçiliğini bil, bu adarar muhafaza etl, Bu senin delilerinden daha tehlikeli bir deli., Bekçi: — Allah bilir, dedi, belki bu da ha- kikaten bir Aelidir. Fakat bu benim de- Blerimden değil,, Ben ona karışmam küe 4 Altımdaki sakallıdan af dilemeğe baş. ladım? — Beni mazur görün, dedim. Ben si- zi de deli zannetmiştim..,; Ben aşağıdan alınca sakallı adam da- ha yüksekten çıkmağa başladı: — Zanla iş olur mu, dedi., Hergele herif, az daha benl! boğuyordun! Onla- rın deli bakışlariyle benim normal ba- kışlarımı ayırd edemedin mi? . — Hayır, dedim, ayırd edemedim.« Sizin bakışlarınız da onların bakışları gibi bulanık.. Sonra bu süpürge sakalı- maz da tam deli sakalı., Kerdisini bana derebeyi diye tanıtan deli de 1âfa karıştı: : — Herifin deli olup olmadığını an. lamak için en İyi usul sakalımı çekmek- tir, dedi. Sakallr adam: “İmdad!.. Can kurta- ren yok mu?,, diye bağırmak üzereydi. Fakat bu sırada tren “İgren,, İstasyo. nuna gelmişti.. Delilerle gardiyan bu- rada indiler. , Kondoktörlün sonradan bize anlattı- (Lütfen sayfayı çevirinis) MARKİZ DÖ POMPADUÜR X eee gü isdiniülenedzeinü n tkidamediş utar beyaz olacaktı.. Araboyı Büsi soküğıma ve oradan da Versaya, Berninin götürmesi takartür etmiş olduğundan mösyö Jak ona beyaz atlr mavi bir araba bulmasını söyledi. Mösyö Jak gider gitmez, şövelye kendi kondinç söyle idemitşi: — Ben sağ kaldıkça, bu araba Ver- sıya varmıyacaktırl.. Karanlıkta — po- l8 müdürüne hücum etmekle nemi teh. likeye koyduğumu bilmiyordum. Belki kafoenı 1. Doğrusu, Janın kralın köl- larında bulunmasından ve buna mâni olamamdan mütevellit korkunç azaha katlanmaktansa, bütün mevcudiyetimi tehlikeye koymayı tercih ederim!.. Saat ona yaklaşıyordu.. ç Şüvalye Sen - Klü köprüsüne gelmiş- &. Yez gayet müsaitti: geçmeğe mecburdu.. Köprüye varmadan, yirmi adım me- safede, sağ tarafta, o devirde ııîlıfd:ı lerin, eğlence ve zevk - işleri için İNi ettirdikleri küçük evlerden biri vardı. Şövalye bu evle köprünün arasında durmağa karar verdi.. Plân . harp vaziyeti » şu idi: —— | Etlerinde tabancaları — olduğu ha!de durecak ve orabacıya durmasını bağı- rTacaktır , O zaman arabacı ya duüracak.. huta ta durmuıyacak.. Arıba buradam Ya- Eğer yoluna devzen ederse, şövalye tabancalarını onun üzerine boşaltacak sonra atların başıma atılacaktı.. O ztrza, araba hareketsiz. dürüncü, şövalye kılıcını çekecek, arabanın ka- pısına yaklaşacak ve şapkasını çıkara- rak şöyle diyecekti: ü ap'ları, sir bir sefilsiniz ve ben sizi, göceleri Soygun cuların öldürdükleri şekilde öldürmeli- idim. Püokat ben size, kargımda kılıç Çek“ mek şerefini bahşediyorum. İsmimn ö valye d'Assasdır. Lütfen derhal yere inip kılıemızı çekin, aksi takdirde, ken- | dinizi müdafaa etmeden ölıc:kıinix.!. Bereyenin bu teklifi kabal edeceğin. den emindi.. O zaman.... O zaman Jan; aşkı unu anlayacaktı! n Şüvaly:’rıkiblni sadece yaralayacık, onu tekrar arabasıta bindirecek, ]ıışı aşağıya indirecek ve arabatıya e!_endı- sini Pariet götürmesini emrnfık::n sonra, dönüp Jana şöyle diyecekti: — Madam, atım emrinize âmadedir., Yalnır bana Iütfen, sizi Parisin hangi yerine götürmemi istediğinizi söyleyin... Atı dizginlerinden tutup götüreceğim.. Şövalye işte böyle düş'inüyor, ayni zamanda, göz kulak kesilmiş olduğu hal- de, e€ gözetliyordu. Her yer karan- lıktı... Ortalarda hiç bir şey görünmü- yordu.. D'Assas yere inerek atını uğaça bağ- ladı.. Sonra, kıltecinm kınından kolaylıkla çıktığına emniyet getirdi. lâbimıllrm.! baktı, mantorunu çıkararak atının eğeri üzerine attı ve yolun ortasında durarak bekledi.. Mevzuu bahsetmiş olduğumuz mas- keli süvariler, şövalyenin attan indiğini görünce durmüuşlardı. D'assa'ın geçmiş olduğu evin bir tarafına kaydılar ve derhal tertibat aldılar. İçlerinden birisi atları alarak, evin arkasındaki çayıra çekildi. Diğer beşi de, çayıra doğru ilerliyerek, yol boyun- ca, yirmi adım geride, durdular ve yü- zükoyun yere yatarak beklediler.. ı neye kadir oldu- Şövülye d'Assas, birdenbire, uzaktan, tekerlek gürültüleri duydu. Hemen akebinde, bir arabanın iki fex ğt içinde belirdi. neri gecenin kâl müthiş bir hızla Şövalye, kalb çarptığını duyd Bu araba, şüphesiz bekli arabay- dı ve bu arabanım içinde Jan vardı!. Şövalye geci ve gayri ihtiyari bir ha- reketle iki tabancasını hazırladı.. Ara- olduğunu — bilmiyorsunuz, öyle Löbon ciddi biz tavırla cevab ver. di: — Hayır, madam... Bu kat'i teminat Janı biraz teskin etti. , — Şu halde dedi, mademki, ben de bunu bilmiyordum, devam edelim.. Belki kâğıtlar bize bunu öğretecek.. Löbon ayni ciddiyetle: — Zannetmiyorum!.. Dedi ve k:ğıtları açmakta devam ede- vek falını anlatmağa başladı: —- Mazı de, güzel gözlerinizde yaşlar görüyorum, madam.. Ne oluyor?. Ha!.. İşte.. Mevzuu bahis kral hastadır.. Siz ağlıyorsunuz.. İşte İyileşiyor.. — Fakat garip şey siz hâlâ oğlıyorsunuz.. He- le lütfen sol elinizle yu kâğıtları kesin bu göz yaşlarının neden ileri geldiğini öğrenelim.. Jan, titriyen eliyle kâğıtları kest Duyduğu şeyler onu hayrete sü; yordu. Falcı devam etti: — Ağlıyordunuz, çünkü kral tarafın. dan sevilmemekten korkuyordunuz.. . Jan, hafif ve boğuk bir. çığlık kopar- dı.. Löbon anlatmakta devam ediyordu: —Sonra bir irdivaç görüyorum.. Bi- risi sizi izdivaca mecbu rediyor. Halbu. ki zevcesi olduğunuz adam bir asilzale- dir ve ona itimat etmeniz lâzungelirdi.. Fakat siz ondan nefret ediyorsunuz. Jan sarararak: — Holihazıra geçelim!.. Dedi, Löbon da kâğıtları karıştırıp kestirdikten sonra devam etti: — Haliharır, maziden daha neş'eli, daha mesuttur. Seviyorsunuz., ve seve- biliyorsunuz.. Bundan eminsiniz.. Bunu Size itiraf ettiler, Lütfen yarılıp — ya. aılmadığımı bana söyler misiniz, madtm? Eğer yanılıyorsam, başka bir oyun tat- Bik etmek lâzımdır, Jan çabucak; — Hayır, hayır!.. dedi.. Esasen ya- z da ehemmiyeti yok., — Şu halde istikbali aramamız kali: yoru — Evet, bana istikbali söyleyin., Ve Jan daha yavaş bir sesle içinden ilâve etti: — İstikbal! Saadet mi, felâket mi?, Bu sırada, salonun saati sekiz buçu- ğa çaliı, Dışarıda, Jan, bir arabanım madam Löbonun pencereleri altında dutduğunu duydu., Falex da bu mtaba gürültüsünü duy- muştu.. Jan, onun kâğıtları karıştıran elleri. ni azap dolu mazarlarla seyrederken, Löbon da, gizlice gülümsedi.. ir koç dakika, müddetle, derin bir düşünceye dalmış gibi sustuktan sonra devam etti; »— Mazi göz yaşları arasında geçmiş olmakla, halihazır da neş'eli geçmekle beraber, istikbal büyük bir saadet, deb- debe ve şaşaa arzediyor, madam.. Kral seviyor,. Kâğıtların kralı haber ver- diğini görüyorum.. Kral sizi bekliyor!. Jan çılgın bir halde mrrıldandı: — Krol beni bekliyor1.. — Kâğıtlar öyle söylüyor, madam... 'Tabii ben bunun doğru olup olmadığını bilmem., Ben sadece kâğıtların sözleri- ni tekrar ediyorum, Ve bu kâğıtlar ba- na, sizin hemen hemen kraliçe olduğu- nuzu söylüyorlar.. Jan ayağa kalkorak, vakur bis tavır. la: — Hayır, madam! dedi.. Falcı kadın pek ileriye gittiğini an- ladı.. Çehresinde bir endişe ifadesi be- Hirdi. . — Madam, diye mırıldandı, eğer size dokunacak bir harekette bulundumaa, bilâhare şunu hatırlayın ki, bunda hiç bir kastim yoktu.. Siz benden, istikba- Hinizi söylememi istediniz.. Ben de size kâğıtların gösterdikleri veçhile, bunu