Hi£gave azanı v Te (Bekâr), nadiren yatarak uyurdu. 'ıııııııı. çamlı bir delik açılmış olan hda, bütün ömrü, hele kişın, dal- Uyku ile geçerdi. tt, bahar geldi de çayırlar yeşer- :'e yarış yerleri hazırlanmağa baş- mı, (Bekâr) m artık uykuları ka- » Sabahlara kadar kişnerdi. Yırı). (Bekür) için yem ve su kabi- eh bir ihtiyaçtı ve onu o kodar se- ki, pazar sabahına varacak olan Mmk değil yatmak, ayakta — bile '.' bütün gece eşinir ve burun "M!riyk solurdu. /3Bekâr) sahibinin hiç bir koşuda yü- kızartmamıştı. Gençliğinde, filha- h'hr iki defa üçüncü, dördüncü, hat- birinde sonuncu gelmişti. Fakat her,, keş biliyordu ki (Bekâr) henüz, bik ve tecrübe için yarışa sokulu. Ordu. Son senelerde (Bekâr) n başına bir musallat etmişlerdi. Bu adam, '“İhlınnu söylemek. lâzim gelirse, İyi bakıyordu. Kendi yemeğini bıra- Rüj (Bekâr) ın yemini saatinde, daki - Nl!lı verirdi. Suyunu dakikasında Yaz gecelerinde bile kırmızı sat. sarı battahiyesini sırtına örtme- (Bekâr) ın yanından ayrılmazdı. t'lıı ile evin arası epeyce uzak oldu- hıldc, Buya giderken dâima yaya İtür, ve düima her firsâtta onun bür- hu okşardı.. hhlhı bu herifin bir fena huyu, çok bir huyu 'vardı: Yarışta, sonlara (Bı'.kâı') en önde bile olsa, habi- l vurur, habire, (Bekâr)âbığı h"I'İıı' ve kanter içinde bırakırdı. Buna neden lüzum gördüğünü bilen “Oktu. Fakat sahibi de dahil olduğu halde, herkes, atm daima birinci gel- mesinin ancak bu sayede mümkün ol- duğunu zannederlerdi. (Bekâr) m yegâne derdi bu- idi. O kadar çalışır, en azgın rakiplerini on metre geride bırakarak koşar, daima en önde gider, fakat gene bu kamçi yağ- | murundan kurtulsmazdı. Halbuki — bu kamçıların hiç bir faydası yoktu. Çün- kü Bekâr (800) Üüncü metrede hangi tempodan koşuyorsa, (1200) üncü met- rede de ayni hızr muhafaza eder, final Çirgisine de ayni hızla girerdi. (1300) füncü metreden sonra başlı- yön dayağı da, her koşuda, bedavadan yemiş olurdu. Bekâr buna çok hiddetleniyordu, Bir kaç defa dayağa muhalif olduğunu, bu- nu istemediğini çifte atarak, kişneye - rek bu idraksiz herile anlatmak istedi. Şimşek gibi giderken bilhassa kişneme- nin ne zorlu bir iş olduğunu bilenler, (Bekâr) ın bu dayağa ne derece kızdı- ğını iyi anlarlar, Fakat cokey anlamadı, inat etti ve dayağı, her koşuda, bir âdet haline ge- tirdi. (Bekâr) geçen yaz, koşudan bir gece evvel, ahırınim sessiz duvarlarr içinde bir karar verdi ve ertesi gün bu kara- rını tatbik etti: Gene en önde koşuyordu. Kırmızı saçları havada —uçuyor, ayakları yere değmiyor ve vücudu, bir. yılan gibi esneyerek yolun — üstüne uzamryor; takamlı direkleri bir parmaklık gibi sayarak kayryordu. Malüm noktada cokey, ilk kamçıyı havaya kaldırdı. (Bekâr) titredi ve a- kabinde kırbaç bir akrep gibi böğrüne yapıştı. (Bekâr) ön ayaklarını toprağa da- yadı ve durdu. Tribünlerde kıyamet koptu, Kamçı- lar biribirinin ardında yağmur gibi ya- fıyordu. Diğer atlar, biribirinin ardın- dan, geçip gittiler. Bekâr inat etti, bir adım daha atma- dı. Etrafına bir sürü adamlar toplandı- lar, ayaklarına, gözlerine, karnına bak- tılar. Bir sürü lâflar edildi. (Bekâr), ne konuşulduğunu - anlamıyor, fakat biliyordu. Sahibinin küçük kızı, (Be- kâr) ın burnunu öperek ağlıyordu. Ertesi hafta, ilk kamçi böğrüne inin- ce, (Bekâr) gene durdu. Gene bir a- dım atmadı ve gene rakipleri, şimşek gibi yanından geçip gittiler. Küçük kız gene ağladı. .. * (Bekâr) n ahırı © günden itibaren bir çok insanların ziyaret yeri oldu. O- ma bin türlü acr ilâçlar içirdiler, Ayak- larmma sıcak bezler sardılar. Sirt üstü yatırarak karnını tartakladılar. Boğa- zmma kadar samana gömüp günlerce beklettiler. Fakat o kararını vermişti: Cokey kamçıyı almadan üstüne bineceği güne kadar, birinci gelmiyecekti. Öne — geç- miyecekti. . Ve ayni noktada mıhlanıp kalacaktı. Sonbahar koşularında, son yarış, bü- yük ikramiıyeli ve satışir bir koşu idi. Bekâr bunu biliyordu ve günlerdenberi kara kara düşünüyordu. Kararından dönmiyecekti. Fakat şu küçük kızın. her saboh gelip yüzüne yaşlı gözlerle uzun uzun bakmasına ve burnundan öpmesine dayanamıyordu . İsterse onu sevincinden - çıldırtabilirdi. Onu tekrar mes'ut edebilirdi. Göğüs - Tüğünün küçücük cebinden küçücük, beyar avuciyle çıkarıp ona uzattığı Atın rüyası kuru üzümleri, yarın, hakederek, yeye- | bilirdi. Fakat bu küçlik kız, neden onun der- dini sormuyor, düşünmüyordu? Niçin anlamıyordu? (Bekâr) in istemiyerek bu işi yaptığı- nı neden bissetmiyor ve niçin © kır | bacı, şu kargşıki çividen alıp dereye at- mıyordu?. (Bekâr) o gece hiç bir şey yemedi.. Bir damla su içmedi. Cokey merakın dan ölüyordu. (Bekâr) bu zalim ve ah mak herifin, karşısına geçip o araba beygirlerininkine benziyen çapaklı göz letiyle yüzüne boktığını gördükçe hid detinden çatlayacak gibi oluyor ve kar nıma bir tekme indirip onu gebertme mek için kendini güç zaptediyordu. Fokat o anda bir şey oldu. Cokey koşa koşa çivinin önüne gitti, kırbacı aldı ve tekrar (Bekâr) ın yanıma gele- rek kırbacı havaya kaldırdı. (Bekâr) korkmuştu. Arka ayakları- nın üstünde şahlaridı. Acr acı kişneme- ğe başladı. Kırbaç durmadan sırtına, kalasına, yüzüne iniyor, her indiği yerde bir ka- ra iz bırakıyordu. Cokey develer gibi bağrıyordu. (Bekâr) şahlandıkça geri geri sıçrıyor, sonra sür'atle yaklaşarak kırbacı şa-'atıyor, tekrar geri firlıyor- du. Gürültüyü işiten ev halkı ahıra do- luştular. Küçük kır çığlıklarla ağlama- ğa başladı. Sahibi fırladı, cokeyin Üs- tüne atıklı. Kırbacı elinden almak iste- di. Fakat herif delirmiş gibi idi. Gözü kimseyi görmüyordu. Nihayet kadınlar ileri atıldılar, (Be- kâr) la cokeyin arasına girdiler. Küçük kız kamçının önüne durdu ve iki uşak, seyisi kollarından tutarak uraklaştırdı Herkes (Bekâr) m etrafına toplan. mıştı. Kimisi boynunda açıları yaraya parmağiyle dokunuyor; kimisi küçük, beyaz merliliyle gözlerini siliyor ve sahibi, sırtını. sıvazlıyordu. Bir kaç saat (Bekâr) ım başından ayrılmadılar, Yere tare saman dökül- dü. Küçük kız elini göğüslüğünün ce bine soktu: (Bekiâr) onu görüyordu.. Fakat her taraf: ağrıyordu. Bilhassa boynundaki yaranın Üstüne koydukları ilâç, derisini cayır csyır yakıyordu. Hatır için, bir kaç tane üzüm yedi.. Cant yatmak istiyordu. Anladılar. Yu- larını gevgettiler ve (Bekâr), ön ba caklarının birdenbire gevşediğini his- setti. Küçük kız üstüne battaniyesini ört- tü.. O sırada Bekârın yüzüne bir kaç sıcak su damlas: düştü. Yarım saat senra Bekâr, gecenin sessizliği içinde, başı toprağa dayalı, horlryarak uyuyordu. ... (Bekâr), hayatında ilk defa olarak, © gece bir rüya gödü: Uzun, beyaz ve dümdüz bir yol üze rinde idiler. Bekâr, cokeyin sırtına bin- mişti. Ön ayaklarının biriyle cokeyin yularını tutuyor ve ötekisinin iki par- mağı arasına sıkıştırdığı o kalm, yağlı kırbacı, durmöadan havada şaklatıyor; herifin kafasına, sırtına, bacaklarını in- diriyordu.. , ... (Bekâr), ertesi gün, gene ayni nok- tada başlıyan kırbaç dayağına aldırma- Gı, dişini sıktı, final çizgisinin Üstünde durarak başını geriye çevirdi ve arka- daşlarının gelmesini bekleği. Hhan TARUS B4 MARKİZ DÖ POMPADUR — sakin ve soğuk bir mezaketle — perde- lenmiş olduğu halde, kolaylıkla fark- ettiği tehditkâr bir istihzayla hitap e- den bu adama dikkatle baktı. Mösyö Jak elli yaşına yakırı görünü- yardu. Orta boyluydu.. Çehresi, çok müdekkik görünebilirdi.. Hemen — her zaman donuk ve inik göz kapaklariyle yarı kapalı olan götleri, bazan gocip: kıvılarmlar saçıyordu. — Elleri oldukça güzeldi. Yalnız olduğu ve kendisine dikkat etmediği zarhân hareketlerinde bir nevi isihfaf dolu haşmet, kuvvetli Ve sakin bir gurur, diğer insonlarım çok fevkinde olan bir insânın istihkarı var- dı. Bu adam şüphesiz, hükümdarların haşmet, kudret ve zaferleriyle alay e- der, istediği zaman kanlı harplet çıka- — Tir ve bir işaretle, dünyaya sulh sâçar- dı.. Bütün bunları, d'Assas anlamâdı, fa- kat hisseder gibi oldu. Hiç öolmazsa şunu anladı ki kuvvetle iktidarın en yüksek şekli olması muh- temel körkünç ve meçbiul bir şey karşı- sında bulunuyordu . Şövalye cesur bir insan olduğu için, belki de kendisine telkin edilmek itte- nen korkuyu değil, fakat kahraman, Mert ve genç bir insanın mücadele kar- Şısında bulunduğu anlarda duyduğu bir nevi sevinci duydu. . — Biz kimsiniz, mösyö?. Diye sordu.. Ziyaretçi de, ağır ağır Hu cevabr verdi; — tsmim Jaktır; hâlk tabakasına Mensubum ve Puasson ailesinin uzak bir akrabosıyım.. O kadar uzak bir ak- Taba ki, bu akrabalıktan — Puassonların da haberi yok.. Her ne olurta olsun, Janı yakından görmek imkân ve fırsat- lazımı buldum; onun güzelliği beni ölâ- kadar etti; onun mes'ut olmadığını tannediyorum ve onun saadetini temin ttmek imkânlarını arıyorum. İşte, kim olduğumu anladınız, delikanlı.. Bu iza- hat kâfi mif, D'Assa, soğuk bir sesle cevap verdi: — Hayır! Çünkü. bu izahat hiç bir şey izah etmiyor.. Bilhassa bana şunu izah etmiyor ki, sizin gibi mütevazi bir halk adamı nasıl oluyor da, kraldan, bir nazırın bile:bin bir müşkülâtla ala- bileceği bir vesikayı, yani derhal tahli« ye edilmem için bana gösterdiğiniz ve- sikayı temin edebiliyor.. — Anlaşmak Üzere bulunuyoruz, ço- cuğum.. Çünkü siz nadir bir zekâya maliksiniz.. Zekâ ise anlaşmayı koluy- laştırır. Demek Benim halk adamı ol duğuma inanmadınız, öyle mi? Garip bir sıkm?ı hissetmeğe başlıyan şövalye d'Assaş cevap' verdi: — Hayır, mösyö !. . — Hakkınız da var.. Görüyorum ki, açıkça ve samimi bir şekilde konuşmak mecburiyetindeyim. . — En iyi şey, bü şekilde konuşmak- tır, mösyü.. — Ayni zamanda, en kısası da, deli- kanlı, kardinal Flöriden bahsedildiğini hiç duydunuz muz, — Kralın mürebbisi, üstadı, hocas: olan zat değil mi? Tabil' duydum!. — İşte ben onun halefiyim, daha doğrusu onun eserini devam ettiriyo- Tüm « »— Demek bir kilise adamiyle konuş- mâk şerefine nâil oluyorum, öyle mi? — Evet, mösyö: Bir kilise adamiyle! Bu defa, mösyö Jakım sesinde öyle derin bir hakikat ifmdesi, tavrında öyle bir haşmet vardı ki, bir an tereddüt e- den d'Assas, derin bir hürmetle eğildi. Bunun üzerin,e mösyö Jak, tekrar tevazu maskesinı takarak devam etti: — Ben, monsenyör Flöri'nin © kadar büyük bir 2&0letle işgal ettiği yüksek: makamı ve vaziyetiişgâl etmiyorum... Bunlara lâyık değilim. Fakat muhak- kak olan bir şey varsa, o da, benim de yüksek ve meşhur selefim — gibi âyni derin imanla mücehhez - bulunduğum- duür: etösen önün bana naklettiği an'a- MARKIZ DO POMPADUR &1 Mösyö Jak yavaşça: — Saçma şeyler söylemeyin, azizim, kont, dedi. Dü Barri de dişlerini gıcırdattı: — Bu adam benim düşmanımdır !.. — Size onun ismini sormuştum.. Mösyö Jakın hâkimane bakışı kar- ypesında sararan könt, soluyarak: — Şövalye d'Assos! .. Diye cevap verdi.. Mösyö Jak ta bir an düşündükten sonra mırıldandı ; — Şövalye d'Assas mı? Evet, bana öyle geliyor ki bu ismi tanıyorum. 'Taşranın çok iyi bir ailesi.. Cesacet, vakar, fakirlik. —Ailenin bütün tarihi bü üç kelimenin içindedir.. Eh!.. İşte bizim işimizi görecek olan delikanlı!. — Fakat size dedim ya: Ondan nef- ret ediyorum! Bütün küvvetimle, bü- tün ruhumla nefret ediyorum! . — Canım, neden bu nefret?, — Beni yaraladı!.. — İyi yat.. Mükemmel bir eskrimci olduğu anlaşılryor, çünkü siz Parisin en iyi dücllocususunuz. .Fakot anlağı- lan ondan sonra gelirsiniz.. — Bana hakaret ettil. . — Canım, ufak bir ağız kıvgııı pek âlâ unutulur, Kont köpürerek bağırdı: — Bu adamı ellerimle boğarım.. — Hayır! Ona elinizi uzatacak, ona gülümsiyecek, onun dostu olacaksınır. — Aslal , — Ben istiyorum!, . Dü Barri — doğruldu. Bir an, hid- detinden kıpkırmızı kesilerek âdefa teh- ditkâr bir tavır takındı. . Fakat, mösyö Jakm nazarları altın- da ürperdi, sarordı ve başını önüne eğ- di. . Heyecan içinde soluyan bir sesle son mukavemet teşebbüsünde bulundu: — Fakat bu âdam Bastiydedir! . — Onu siz yakalattınız. değil mi? Eh! Onu bu defa da serbest biraktı- rın. Natıl istersenir hareket edin; bu benim işim değil.. Burada sizin işiniz başlıyor. Size sekiz gün mühlet veriyo- rum, fazla değil. .Sekiz gün içinde ba- na iki şey getireceksiniz : Evvelâ, mah- pusla şahitsiz görüşebilmem için bana bir müsaade kâğrdı; sonra da mahpu- sun derhal tahliyesine dair bir emirna- me., Ne isterseniz yapın.. Ne isterseniz söyleyin. .Onu yakalatmak için şüphe- siz bir masal uydurmuştunuz, şimdi de onu serbest bıraktırmak için başka bir masal uydurun.. Yanılmış olduğunuzu söyleyin.. Hülâsa ne isterseniz yapın.. Fakat sekiz gün içinde bü olacaktır. Anlaşıldı mı?. — Buna imkân yokt. — İmküân mı yok? İmkân olmadığı- nt bana mr söylüyorsunuz?. — Size yemin ederim ki öyle!.. — Ne üzerine yemin ediyorsunuz?. Yoksa asilzadelik şerefiniz üzerine mi? Kont dü Barri son bir isyan hdssi duytdu.. — Mösyö.. Mösyö!. Mösyö Jak sakin bir tehdit tebessik miyle gülümsedi.. — Anlaşılar mirasa kondunuz ga liba?. — Maatteessüf, hayır!, . — Şu balde, artık paraya ihtiyacını yok?. —Bilâkiş hiç bir zaman bu kadar faz: la ihtiyaç duymamıştım. — Belki, .Paktımızı unutyyorsunuz? — Hiç bir şeyi unutmuyorum. — Eh!.. Şu halde, doğrusu sizi an- İryamıyorum. Bana bu esrarı izah edin! — Mesele gayet basit.. Şövalye d'As- sat, kralırıt tahrik ve ona tecavüz et- mek cesaretini gösterdi. — Krala tecavüz cürmü.. Bu kadar. cık mi2. — Fakat siz. benim ölümümü isti- yorsunuz?.. — Hayır, bilâkis sizin hayatımızı... Mes'ut ve zengin bayatmnızı istiyorum.