| (Baştarafı Dünkü sayımızda) ig gün, küçük Alinin câğına tak an yarı karanlığında kaçtı. İı, Sami önlerinde rastladığı hiç ta- | dığı bir adam onu evlâtlık diye | Mm alr, İlk seneler çok râhat geç- | i ü yılım ortalarında, efendisi. |, keçilerini giltmeğe başlaâr. On bir "daydı. Güzel bir çocuktu. Bir ge- Patlayıncaya kadar İçen sarhoş hı, Sinin hışmına uğradı. Sonra, kö- Mİ, kaldırıma düştüğü sene'on bir iBdan fazla değildi. pare > Demek sonradan, nezarethaneye İp © diye uzandındı ıskaralara ha?! ie kah kah. Sen nezarethanenin ne ğunu sanıyorsun, Kudret? p Baranız, ayazını giren bilir.. Soğuk, m otuz iki dişine mızıka çaldırır , a Anam avradım olsuh varsa Sim. Heh heh heh. Desene ki, az Belmeseydim gittindi gürültüye". gülüyordu. Açlığını da böğ- DA sancısı da, zonkliyan başınm İDE da unutmuştu. Vurgun Aliyi i Yollayan sarki Allahtır. Yalnızlığın en korkusundan sıyrılmıştı. Şim- Mtk candan bir arkadaşı vardı. İh, ; Pantalonunun arka cebinden bir Sıkardı; O Yak bakalım. ağabey. - İS be sende. Kasavet dağıtır. i Bee dumanla hele. r i Gıgara tellendirdiler. Ali, kaş- e? kaldırarak, gözlerini yumarak, ! mor dudakları arasında sıkıştırdığı cı- garasından uzun nefesler alıyordu. Sonra, avurtlarmı şişiren dumanı, - pat Jayam bir İslim borusu gibi - ta ilerile- re kadar püskürtüyor ve gittikçe bü- yüyen helezonlar haliride uzaklaşıp da- gılışmı seyrediyordu. — Ey Kudret. Şimdi ne yapmayı düşünüyorâun bakalım ?. Elinde bir Zanaatın mağantın var mi balim? — Hak getire. Amma okur rım. , — Kaç para eder?!, Bâbâliye kâtip olamazsin ki! Bugüne bugün hükümat kapısma memur olmak için arkan ka- vi olmak lâzım. . İltimasın yok.. Elinde zandatın yok. İşin gücür. yok.. Bakanın yok.. Tuta- nm yok., Amma, vücudunu ayazdan korumak için sırt baş ister. Kardan, rahmetten kurtulmak için çatı lâzım, Boğazsız olmuyor.. E.. Peki.. Ne yar pacakem ? Haaa ?.. Sorarım sana Kud- ret.. Ne yapacaksın?.. yaza- — Namusunu mu feda edeceksin? e. si Pİ — Hırsızlık mi yapacaksın * — Mutlak bu ikisinden biri.. Yoksa, Bit at kendini köprü dubalarından aşa- i i Hızlı hızlı konuşuyordu. Öfkeliydi. Dudağmın kenarına yapıştırdığı cıga- râ . pek tuhaf - bu kadar hızlı ve hid- detli konuşuşa rağmen düşmiyordu: — Açsım.. Açıktasın.. Günün birinde Aa 7 MARKIZ DO POMPADUR —— a — * Ya bir cep karıştıracaksın? Ya bir ka- pi pencere kırıp bir şeyler aşıracaksım. İsterse karıştırdığın cepte eline geçen boş bir çarık. Aşırdığın, topuğu delik bir çift çorap olsun. Enseleyecekler seni.. “Açtım da ondan çaldım!,, de is- tddiğin kadar., Gebersen vız gelir âle- me.. Haydi yallah müdüriyete.. İkinci şube parmak izine,. Boyun bosun ölçü lür, On parmağımı birden bire deftere basarlar. Sonra adliyeye, mapusaneye. Nihayet bir gün “müddetin doldu!,, derler. İpipillâh sivri külâh çıkarsın. Sözüm ona “islâkıhâl!,, ettin. Ustelik bir de damga. Sarbikan nüfus tezke- rene düşer. Bir de adm sarbıkalıya çıktı mı, tut kuyruğundan. Namuslu işe, namuslu adam, insan adam arar. lar.. Sarbıkalı olmak, insanlıktan çık- mak demektir, Kuüret.. Cıgarası, üstüste çektiği nefeslerle, çarçabuk, mor dudaklarını yakacak derecede ufalmıştı. Paketini çıkarıp bir yenisini ategeldi. İzmariti, ucunu söndürerek cebine attı. — Cep mi karıştırdın? Artık adın “cepci,,, dir. Gazete müvezziliği ya- pamazsın, Viktorya çikulatasi sata- rüazsın,. İstersen sat.. Kargina dikilir hemen taharri,. “— Ulan!, 3 “— Billâh namuslu çalışıyorum, ağa beyğleim:.. Damga 95-2 29-6 Reşat Enis VUEAM “— Dinimden döneyim varsa. “— Din, iman kim, siz kim be?. Ben malımı gözünden anlarım. Dümen ya- pıyorsun sen, Gazete, çikulata satmak değil meramm.. Manitacılık ediyorsun, kahbe evlâdr., Gece, kapı pencere kırıp bir çift ço- rap mı aşırdın? “Gece işçisi,, dir adın. Ayağımı tetik bas, Bütün taherriler seni bellemiştir. Merkez memurundan komiser muavinine kadar hepsi seni bilir. Elini kolunu sallaya sallaya do- laşmak artık haramdır senin için. İlk rastlayacağın memur yakana yapışır. En yakın karakola sürükler, Sen, iste- yalanmi diğin kadar, bir fena niyetin olmadığı nı bağır, haykır “omisere vizzzz ge Tir.. Onca, mmtakasma girmek bile suçtur be! Dedim a, sarbikalı olmak, insarlık- tan çıkmak demek., Bir çift çorap, ya bir boş cüzdan çaldık diye alanımıza dâmga vuracaklarma, versinler fazla ceza.. Kessinler kolumuzu.. Kessinler bacağımızı... OYoksa, künyemizdeki sarbıkayla bu memlekette namuslu bir İş tutmak, halimizi islâh etmek (kaş- İarmı kaldırarak başını yukarı doğru silkeledi) tr işte bu olmuyor.. — Sürsünler bari Hayırsız adaya! Diye, Kudret söze karıştı. Alinin gözleri parladı, vücuduna nisbetle çok İri ellerini onun omuzlarına bastırdı, yüzüne eğildi: — Sahib! be!, Doğru bel. Sürsünler KİR ssalmibaliğai agi b Hayırsız ağâya Be, Köpekler gibi. Sustu, kafasını sallayarak düşün- dü. Sessiz sessiz yürüdüler , Reşul ENİS Garip bir anket Amerikanın en çok okunan gazete- lerinden birisi, geçenlerde Vaşington belediyesi tarafından açılan anketin neticesini yazıyor. Belediye; ahalinin boş zamanlarını neyle geçirdiğini anlamak istemişti. Gelen cevaplar tasnif edilmiş ve bi- rinciliği okumak, ikinciliği radyo, 0 - çüncülüğü de sinema kazanmıştır, Cevabların içinde birçok tuhafları vardır. Meselâ yaşlı kadınları ekse- risi, kedilerini okşamakla, sevmekle vakit geçirdiklerini yazmışlar. Bunların içinde, gazetelerde gördük- leri mühim haberleri kesip saklıyan. lar, düğme ve pul topltyanlar da çök. tur. Tiyatro programlarından, men . dillerden, bastonlardan, kürdan ve şi- şelerden, kuş tüylerinden kolleksiyon yapanlar da eksik değildir. . AKA GÜNDÜZ HABER için Çok dikkete değer bir eser | MÂRKİZ Dö POMPADUK m Ğİ Ruayal meydana. yaklaşarak ü- Şük Fuan sokağına girdi, sonra, takip iğine kanaat getirerek, alçak ve Rörünüşte mütevazi bir eve girdi. Bu ev, mösyö Jakın eviydi! Mösyö Jska gelince, o'da gardiyanı * hapishane müdürünün dediği gibi: 9 rah anahtariryı - takip etmişti. i merdiveni indi, mösyö Jâkı müteheyyiç etmiş olan avluyu geçti, Nemli bir koridoru katetti, her tara - parola istiyen muhafırlarm bu- lunduğu merdiveni çıktı, uzun bir kori- dora girdi ve, nihayet, sağlam demir bir önünde durarak, sürmeleri çek- Meğe hazırlandı, . 'Tam bu anda, mösyö Jak, onun kolu. NU tuttu; — Affedersiniz, dostum, bir şey sor- istiyorum.. İsterseniz on şey sorun, mösyöl, — Buradaki mahpusun ismini bili- YOR Mitasunuz?. — 214 numaranın m:?. — Evet! 214 numaranın İsmini! . — Ösün ismini bilmiyor musunuz? — Şu halde ben size hatırlatayım; mİ şövsiye dAssas'dır!.. — Ona bir şeyler söylemeğe memur im.. Bana ismini söylediler. Fakat Taf edeyim ki unuttum. iti edildiği zaman, ilk hareketi kıfi- Shi çekip kendisini müdafaa etmek ol- Müğtun, , Fakat, hemen akabinde, cesaretinin kilde, ümitsizliğin - bütün benliği- Nİ Sürdığmı hissetti, — Şimdi artık serbest olmak neye yone Yaşımaktın ne çıkar? Madem- İ 6 bağkasiyle evlendi! Mademki beni Sevmiyor. En iyisi bu yaşayanlar dün- Pasından kaybolmaztı-! Bu düşünce Üzerine, hiç bir muka göstermeden kendisini ittikleri Ve kapıları smetkt kapanan ağır hapi- sane arabasına girüi.. Hiç bir gürültü, hiç bir skandal yapmayan bu tevkiften yirmi dakika sonru, şövalye d'Assas, Bastiy'e girmiş, nereye götürüldüğü. nü anlamağa bile lüzum görmeden, as” kerlefle gârdiyanları bir gölge gibi ta- “kip etmiş ve niahyet 214 numaralı oda- ya kapatılmıştı. Bu "oda,, kelimesi,, zemin katta bu lunan hücrelere mukabil, resmen kul lanılan bir kelimeydi .Fakat bu kelime, yatağı ve mobilyeleri ilç hakiki ve ay» dınlık bir oda, hissi uyandırmamalıdır. Bu 214 numaralı oda hakiki bir hüc- reydi ve zemin kattaki hücrelerden ye- gâne fsekı, onlar kadar fazla karanlık olmayışındaydı.. Hücrenin yegâne mobilyesini, duva- ra vidalanmış ve üzerinde “yalnız bir battaniye bulunan tahtadan dar bir yas tak, üç ayaklı bir iskemle ve üzerinde bir ekmekle su dolu bir desti bulunan bir tahta teşkil ediyordu. Duvarlar son derece kalındı. Kalın iki sra demir çubuk, ber türlü firar üşüncesini hemen söndürmeğe kâfiy- di. Hava ve ışık oraya pek az giriyor. du, İlk günü, şövalye bu teferrüata hiç bir ebemmiyet atfemedi.. Yemedi, iç , /medi., Kendisini dar yatağa attı, gözle- rini kapadı, kollarını göğsünde çapraz- ladı ve “o,, nu düşünmeğe başladı? Filhâkika, bütün düşüncesi oraday- dı! Bu güzellik ve tatlı hayal yaşmda, hayatın ilkbaharmda, bir erkek yir- mirsi yılında kanatlarını kendisine mavi görünen, fakat bir müddet sonra ona belki de siyah görünecek olan bu uçur ruma doğtu açınca, aşk kalbin ve zih. nin yegâne düşüncesi haline gelir. Sevilen kadın tarafından, sevilme mek gibi bir strrabm yanımda felâket lerin ne ehemmiyeti olabilir?, rif kadınlarla, salon İesdımları burada, adeta birbirlerile yarış edercesine, gü- zel tebessümler, hâzikâne sözler ve bin bir zarif komplimanla, flört yapıyorlar» dr. Bu alaca bulacak, dantelak, çiçek se- petler, püsküllü, büyük şapkalı, pudra- lı saçlı bu kalabalıkta; tıpkı “mönüc, danslarında olduğu gibi birbirlerini güzel bir yapmacıkla selâmlayan, bu gruplarda; Ruayal meydanının beşer beşer sıralanmış ağaçları altında, ser- seriyane gezinen bu kadın ve erkekle- rin ağızlarında, ancak, belediyenin kral şerefine vereceği müsamere Şayiaları dölaşıyor, herkes ancak bundan bahs- ediyordu. Bu güzel, hafif, neşeli kalabalığı teş- kil eden kağın ve erkeklerin en büyük #aadetleri, en büyük emeli şunu diye- bilmekti ; — Oh! Oldu! Müsamere için ben de davetiye aldım! — Nasıl olur, Markiz?. Siz gitmiyecek misiniz? — Bizzat kralın da iştirak edeceği bir baleden bahsediliyor. Bu bölenin ismi “Ermitaj ormanı balesi,, yemiş ve bunda bir çok avcılar, kadın avcılar, peri kızları varmış.. — Baleye *Orman perisi veya hayatı oraya , bağışlanan geyik,, ramı verileceği Ode söyleniyor.. Rual meydanmdan daha kalabalık Sentantuan sokağında ise, herkes, kor- kunç bir şekilde pahalılaşan ekmekten ve yeni konan vergilerden babsediyor- du. Çünkü buradakiler, pazarlarmı gü zel güneşin altında geçiren halktı. Deinin de dediğimiz veçhile, güneş ö gün öyle parlak, öyle güzeldi ki, halk derin endişelerine rağmen, âdeta neş'eli görünüyordu, Birdenbire bu Kalabalıktan çığlıklar yükseldi, Sokağın bir ucundan, bir yıldırım l hıziyle bir araba, Bastiy istikametine doğru gidiyor ve hemen kenara çekil meyenleri ezmekle tehidit ediyordu. Herkes biribirini itiyor, sür'atle ke- nara çekiliyor, alçak sesle lânetler sa vuruyor, fakst hiç kimse sesini yükselt meğe cesaret edemiyördu. Araba bir yıldırım şür'atiyle geçi: yordu, Maamafih, bir çokları, insanların hayatiyle fazla meşgul olmıyan şahsi- yeti tanımışlardı. — Pis, sefih.. Kralın dalkâvuğu — Kont dü Barri!.. Birisi bağırdı: — Cehenneme kadar git! Beş para- hk kont!., Bu sözler üzerine, coşmğa başlamış olan hiddet, elli sene kadar sonra bük yük ihtilâl yaratan bu biğdet, müsteh- zi ve alaylı bir neş'eye karıştı. — Nereye gidiyor bu herif, Krala birisini mi getirecek acaba?. — Yök canım! Bastiy hapisanesine gidiyor! . . — İnşaallah orada kalır!. . Tabil bu sesler ve bu muhavereler, ancâk araba bir hayli uzaklaştıktan sonra yükselmeğe başlamıştı . Filhakika arabadaki kont dü Barriy- di ve hakikaten Bastiy'e gidiyordu. Bermutad, düşünceli ve mağrur bir vaziyette arabasının yastıklarına — da- yanmıştı. Önünde, küçük sranm üze“ rinde, pek te görünmek istemediği an- laşılan, mütevazi elbiseli birisi oturu yordu. Bu adam gözlerini yere indirmiş, dirseklerini vücuduna yapıştırmış, a- yaklarmı dizlerinin altına sokmuş, hü- lâsa küçük, mütevazi görünmek için her vaziyeti, her hali almıştı, dü Barri ise, bilâkis azafhetle yerine kurulmuş, 80 kakton geçen yolculara âdeta şöyle de mek istiyordu: — Evet, benim, işte!.. Yolda, karar ma çıkacaklarn vay hallerine, «