24 MART —- 1938 B Kaldırıma kayan elinin üzerinde ça- Burlu, ıslak bir. kundura.. Şiddetle Bkti. Kısık bir ses ıslık gibi öttü: — Hişt! Öldün mü be?... Bu ne uy- . Daym geliyor... Toparlandı. Gözlerini uğuşturdu. Hd bir yağmur vardı. Oluklar boğa- » esller şakırdıyordu. Ortalık ay. ıştı. Elektrikler sönmüştü. — Ulan! Harmanlandın mr yoksat?.. "lm geliyor, dedik... Kudret bir şey anlamıyordu. Hiçbir anlamıyordu. Talak, çamurlü kun. â’lfuırzı altında ezilen parmaklarını a. ”p kaparken, kısık güzlerle, tanrma - adama bakryordu. Bu kimdi? Üs- u başı öonünkinden az yeniydi. Başı, Yana kaykılmış bir kasket taşıyordu. B")'lmxıcl:ı beyaz benekli, kırmızısı so- ük, büyük bir mendil bağlıydı. Elbi * leri sıraıklamdı. ' Ufaktefek bir gençti bu... Isınmak i- Uğuşturduğu elleri, ufak vücuduna &tle pek iriydi. Damarlı boynu ka- İmâr, » Kudret ayağa kalktı. Kırmizı men. Üün genç, boynunu ileri uzalarak, göz. İNi kırpıştırarak caddenin ucuna kaktı. Upuzun bir karaltı, hızlt adım. ı'*'lıl üzerlerine yürüyordu. Ortalık mama aydınlanmamıştı. Fakat & keskin gözlerinin alışkanlığıyla, sa- N'l"u alacakaranlığında, — üzerlerine h karaltmım kim olduğunu hemen- Bcik anlamıştı. « — Haydi bakalım.. — Sıvışalım... ” sokmasın.. Benden giünah “_::l-. JEnselenmeye niyetin varsa kal Küdret, bir an kacmak mr, yoksa 72 beklemek mi lâzimgeldiğini keetire - medi. Geleni o da görmüştü. Hiç tanımadığı genç, giddetli bir kakmayla onu önüne düşürünce, karşı gelmedi. Gayriihtiyari onunla birlikte sürüklendi. Koştular. Kudret, hep, tilnelin demir 1skara- Jart üzerinde gördüğü tatlı rüyayı, ne- zarethane rüyasını düşünüyordu. E . peyce uzaklaşıp, c>! dilerini | kaybettiğine kanaat getirdikten son . Fa, yavaşladılar. Yabancı genç, alnmdaki teri beyaz benekli kırmızı mendilinin na içi. rirken, Küdret soluyor, rünü bastırıyordu. - Ko SONrâ... — Adım ne senin be — Kudret... — Küudret ama, ne Kuâret! — Bayağı Kudret işte.., — Lâğabın yok mu? Kısaca anlattr. Tanrmadığı serseri, avucunun içiyle burnunu ezdi. Boğazı- nr ayıkladı: — Demek ne âna, ne baba... Ha?... Sakın evinden kaçmış olmryasın be Bak bakayım gözlerimin içine... Doğru söylemişe benziyorsun... Ben, yok yere evini barkını, anasımı babasını bırra- kıp kaçan serserileri çok gördüm... Böylesinin düşmanıyım işte... Rahat batar sankim meretlere... Baktım ki, anası var, babası var; evi yurdu var... Yapışırım yakasına.. Haydi doğru be- kediyeye... Ne iş yapıyorsun s#en?... cıyan böğ- | uştular blraz | CİZAMLI VAi # * — Üç gündür açım, ağabey... — Alâ.., Habezanlık kötü gey... A- ma, ne yapacaksın ?... Hayvan değilsin ki ot otlıyasın... Nerede yatıp kalktı. ğmnı da gördük... Sen de bizdensin be! Ne iyi bir çocuktu bu!... Kudrete bayağı acıyordu; bayağı üzülüyordu. Sapsarı sıska yüzü, bir damlacık vü. eydu, yırlık pırtik elbiseleri, delikde. şik çamurlu kunduralariyle, Kudret sahiden acmacak bir iİnsandı. Üç gün- Hük habezanlığın ne demek olduğunu da o pek iyi bilirdi. e— Yürü bakalrm, Kudret... Yürdüler, Ve, yolda, yabancı genc, ı sanmı, kimin nesi, kimin fesi ol- anu anlattı Kudrete... Ona “Vurgün Ali" diyorlardı. Çe. limsiz melimsizdi, ama iyi yumruk at- masını bilirdi. Kafa vuruşlarımdan yılmıyan hemen yok gibiydi. 'Tam on sene evveL., Ali sekiz ya. şında, bacak kadar bir çocuktu. Sakı- zağacında otururlardı. Kasımpaşanın ea fakir mahalleleriydi buraları., Ba, lik sırtı kaldırmısız bir sokağın en ba. gımda - kendini şekilden gekleo sokan bir orta oyuncusu paskallığıyla - hem sağa, hemi sola kaykılan gülünç bir ev vardı. Köşesinde, yarı gecelere kadar, ığIğı uçauz bucaksız. bostanların ka- ranlığında eriyen, havagazi bir sokak lâmbası yanardı. Alilerin evi buydu İşte,.. Mahalle halkımım bir kısmı çingene, goğu kızılbaştı. Fakat, Aliler gibi, ne lbaş olan, sırf fikaralık yüzünden oraya sığınmız Üç Beş aile de yok değildi. Ali o zamanlar küçüktü. Ama, iyi hatırlıyordu: vakasız geçen bir gece çok seyrek görülürdü. Bazan, hafta - larca, rahat bir uyku değli, göz yum- mak bile nasib olamazdı, İki partiye ayrılmıştı kızılbaşlar... Birinci partiye “Küçük Hüseyin Efendi tayfası" deni- yordu. İkinciye “Sarı Dakkalı Tahsin,, Hiç yoktan iki parti arasında kavga- lar çıkardı ve gecelerden sabahlara ka. dar kovalaşırlardı; biribirlerinin evle. rini taşlarlardı. Camlarını kırarlar, çerçevelerini indirirlerdi. Basşlar yarı . lırdı; kollar, bacaklar sukatlanırdı. Balık sırtı, kaldırımsız. sokak, yo- lun bir yerinde genişler ve çarpık bir | meydan yapardı. Bunun tam ortasında teneke duvarlı bir baraka vardı: tür- bel Hemen her gece, erkekli dişili, tür- benin içine toplanılırdı. Yatsı ezanla- Yından geceyarılarına kadar bağrılırdı. Sonra, mumlar söndürülür, ve teneke duvarlı barakada cümbüş başlardı. “Müuharrem"” in onu münasebetile yap- tıkları âyin parlak olurdu; o gece “ho- Toz,, Cebrail diye kesilirdi.. Cünbüş sabaha kadar sürerdi. Küçük Ali geytan gibi bir çocuktu. Ayin yapılan türbeyi merak etmiş ve boş bulunduğu bir gün, kimse görme. den girmişti, Horkesin türbe bildiği barakanım içi öyle pisti ki!... Yerde, yırtık, geniş bir hasır seriliydi. Orta. da ufak bir taş yığmı vardı. Vurgun Alinin babası, Kasımpaşa Vapur tetöleslüm çimacısıyar, Ve, Göri yaş büyük ablası Dürdaneden çok se. verdi onu Ali,, Ama, bu iyi kalpli a- dam, sahiden sovilecek bir babaydı... Bir yaz akşamı, Ali, balık sırtı 804 kakta akranlarıyla (ebemin taka tus kasına mum dikerim!) diye oyun oy- nuüyordu. Bahçe duvarlarma çıkrp ba- caklarmı sallryarak kargı bostanı, so- kağı seyreden yeşil yemenili, sarı yaş. maklı, mavi danlu tazeleri, türlü mas. karalıkla, güldürmekten kırıp geçiri. yordu. Birdenbire, sokağm nihayetinde bir kalabalık peydahlanmıştı. Bir sedye taşınıyordu. Sedyode fstü örtülü bir insan yatıyordu. Bu, çok sevdiği ba- basının ölüsüydü: yarım saat evvel, tüyleri ürperten bir kaza olmuştu. Va- purla iskele arasında sıkışan çımacı « nin yarı belinden aşağısı yamyassı e- zilmişti. Annesi, hem genç, hem güzel kadın. dı. Çok geçmedi. Ali, karşısında, asık suratlı, canavara benzer bir üvey babıf buldu. Dayak yemediği gün yoktu. Üvey babası onu çovire çevire döverken, an. nesi vık bile demiyor, duymamak için kulaklarını tiıkıyordu. (Devamı var) AKA GÜNDÜZ HABER için Çok dikkate değer bir eser hazırlamaktadır MARKIZ DO POMPADUR 69 —a c ae ea sadakate ihtiyacım var.. Anlamıyot yaşı damlasile be: yataktan sarkan ve « de sürünen üzun gelinilik elbiselerinin eteğine kondurdu.. Sonra doğruldu, sessizce geriliyerek bdadan çıktı, kapıyr kapadı ve küçük tbofada ,eski, düşünceli hareketsiz hey- kel vaziyetini aldı.. Jan, sabahın saat beşine doğru uyan dı. Kendisini elbiselerile yatakta gördü. Herhalde bayıldığını ve Hanri d'Etyo- lin, be!ki de geç bir nedametle onu yal- nız berakmış olacağını düşündü.. Bitkin ve başı ağır bir halde, ürpere- rek soyundu ve yatağe girdi, Harnri d'Etyole gelince, o da, Dam- yenin zevcesinin odasına girdiğini gö- rünce,gizli tarassut deliğini kapamış ve dudaklarında Korkunç bir tebessümle, Mesaj odasına çekilerek gecenin Üst Kkısmını, orada, birçok mektup yazmak Buretile geçirmişti. Ancak stat yedide odasından - çıktı Ve küçük sofaya gelerek, Damyeni, dü- Şünceleri içinde, hareketsiz gördü. D'Etyol ona dikkatle baktı ve: — Kimse gelmedi mi? Diye sordu. Damyen de sakin bir Sesle cevap verdi: — Hayır, möayö, hiç kimse! — Peki.. Sö yin bakayım dostum. İçinize., Bir düşünce, Bir.. Teçessüs ğirmedi mi? Damyen dehşet içinde titredi: — Ne tecessüsü, möayö? D'Etyöl yatsık odasını işaret ederek kozkunç bir hayasızlıkla ; — Canım, dedi, şuraya gitmek, filân Bibi bir düşünce.. Damyen biç tereddüt etmeden çevap verdi: — Hayır, mösyö! D'Etyol, bu cevap üzerine şöyle dü- Pindü: — Yalan söylediği besbelli, çünkü gini gözlerimle gördüm!.De- mek ki!,, Hadi.. Her şey yolundal, Süratle odaya geçti, Janı yatağında gördü, halilçe gülümsedi Vve eğilerek şöyle dedi: — Sevgili Jan, çılgın aşkım bu gece beni biraz fazla ileri götürdü.. Ben.. Belki zevç haklarımı birar şuüstimal ettim.. Sizden af diliyorum, Jan. Bu günden itibaren emin olabilirsiniz.. Be- ni çağırmodıkça.. Buraya asla girmiye- ceğim!.. Aşkıma gelince.. Süküt içinde ıztırap çekeceğim, işte bu kadar! Jan yalnız kalınca dehşet içinde ke- Zevç haklarını suüsti- Ah, yurabbim! Bu canavar ne demek istedi? XIV BASTIY Anlatmış olduğumuz hadiselerden sekiz gün sonra. üzel, güneşli bir gün.. Bir p » Paris sokakları, bayramlık eli e dolaşccı halkla fÜk şehir, güneşin, bulutsuz heşe ve hayat 8: bazı , çılgin neşeli h: Sentantuan sokağında, her yerden data fazla kalabalık vartlı. Filhakika Sentantuan sokağı, Ruayal meydanına giden yolların belkemiğiydi. Bugün, Mazinin hatırasından adeta dehşette bulunan, in bizsiz şahidi gibi ses- siz olan Ruayal meydanı ise, o devirde bütün Parisin, en “alâmod,, randevu yeriydi. Dantelalı ve süslü elbiseler giymiş oldukları halde, dirseklerine kodar v- zun eldivenli ellerini, yüksek ve dante- Ddi bastonların üzerine dayamış olan genç markizler; üç köşe şapkaları kol- tuklarınm altında ve kılıçları bellerinde bulunan genç azilzadeler; kibar sefih. ler ve nedimler, erkeklere düşkün za- hiç kimseden istemiyeceğim şeyleri is- tiyeceğim! Eğer büyük şahsiyetlerle mücadele edersem, birisiyle kargılaşır- sam.. hattâ kralla bile....... Damyen sarararak bağırdı: — Kralt. — Evet! Kral!.. İşte o zaman bana yardım etmenizi isteyeceğim.. Bu, işi- nize geliyor mu?. Darmyen, dişleri arasından cevap ver- di; — Evet!.. — Hepsi bu kadar değil ve görecek- siniz ki söylediğim bu basit şey, çok e- hemmiyetli olabilir.. Ben evlendim, a- zizim.. Sararmış olan Damyen, bu defa mor- laştı.. Hafif bir titremeyle sarsıldı, D'Etyol, onun çehresini iyice tetkik ederek: — İşte, idedi,, henliz evlendiğim zev- cemden çekiniyorum., Öyle zannediyo- rum ki beni sevmiyor.. — Şu halde? Şu halde, eğer gitmeğe merbur olur sam, ki nitekim şimdi öyle yapacağım.. Datnyen şiddetli bir sevinç ürperme- &i içinde bağırdı: — Gidecek misiniz? Zifaf gecesil. — Evet! Aşktan daha mühim ve cid di şeyler vardır.. Biraz sonra hayati meselelerin beni çağırdığı bir yere gi- deceğim.. Bunun için zevcemin yalnız kalmasını istemiyorum.. Damyen soluyarak bağırtdı: — Mösyö! Mösyö! — Ne oluyoz?, — Sizin için canımı vermemi emre- din, » Madamı casuslamamı is- temeyin.. — BSize casusluktan kim bahsediyor? Size, revcemi yalnız bırakmak isteme- diğimi söylüyorum, İşte bu kadar, Bu hususta ne hizmetçilere, ne de hiç kim seye itimat gösteremem. Size demin söyledim. Tekrar ediyorum. Kati bir sunuz, değil mi? Alnr ter içinde kalmış olan Damyen boğuk bir sesle: — Hayır! Diye cevap verdi, Hanri M'Efyol de sadece: — Gelin! Dedi ve Damyeni, biraz evvel geç miş olduğu küçük sofaya sürlükledi, Küçük gizli kapı açık kalmıştı. Dam- yen, bu kapıdan, yatak odasının bir köşesini gördü.. Bütün vücudile Ürpera di ve başımı önüne eğdi. Bunun Üzerine Hanri d'Etyol, alçak sesle şöyle dedi: — İştel Zevcem orada uyuyor., Ben bu konaktan gideceğim...Hayat memat meselesi mevzuubahstir.. Sabahın altı- sında geriye geleceğim., O zaman, ne dostum, nc de hademem fakat sadaka- tim olan siz anlıyor musunuz?, Buraya yerleşeceksiniz.. Damyen inler gibi bir ses çıkararak: — Burada! — Bu sofada endişe etimeyin casut- luk edekek değilsiniz.. Fakat, belki bi- risi buraya girerse. Adam yumruklarını sıkarak — garip ve tehditkâz bhir nida çıkardı. d'Etyol devam etti — O zaman, bu içeriye giren het kim olursa olsun, onu bir köpek gibi öldüreceksiniz!. Anlıyor musunuz?, — Evet, ol? Eveti. — Hatta bu adam en büyük şahsi- yetlerden biri olsa bile!, — Evet! Eveti, kral bile olsalı Bu defa, Damyen Hiçbir şey söyle- takıyorum.. Onun uyuduğu odayı göre-