10 MART — 1938 SAA ö Ea Ufak dükkânr önünde pis önlüklü zımı satan T lü önlük- dolu. Tezgâh — başında ' bir adam. Bıçak çentikleri kun- dolmuş, kimi ufak, ki- mbul - fakat çoğu pai buruşuk, kara, ha uzanışıma gü- aralık boya.. . Yüz paralık olacak, ğ Kırk paralık mum.. İki kuruşluk ip.. » söyledi.. Açık gözün “Mükinatayı aşırmış bizim.. “Ömer Nendi bir ma a versin, hesaba t dü iyor. ; h,;:’:“ başındaki sarışm adam gü- Ve şaka ediyor: — Yahu bu nasıl İş!, Kırk paralık * Bltmış paralik mum, elli paralık Mi '"zıd Peşin alış veriş metidiye 'W. bulmuyor.. Üstelik bir de ve- lhpa'acagıı dükkânt bu gidişle İ %îî': çentikleri kundura boyalarile “İ) kimi ufak, kimi kocaman, kimi khı “fakat çoğu sıska- ve hemen bl— Tüşuk, kara, nasırit ellerin sa- Kalın ses — Hep öyle.. İace ses — Hep öyle.. Biraz daha kalın — Hep öyle.. Biraz daha ince — Hep öyle.. İkisi ortası — Hep öyle.. Kekeme — He... he.. hep.. öy.Öy- kee.. Çırakların biraz kabacası — Buhran var Ömer efendi., Kirli tırnoklarile ensesini kaşıyan kambur bir kalfa — Buhran mı? (O. muzları arasında kaybolan başını sil- keliyor). Cüi Buhran muhran değil.. Bizim esnafın içine tüküren harıcna- n Esnafı sarsan, kalfalıkları kıran fabril Herifletrde — para çoook.. Haydi Avrupadan birer makına.. Yap haramalı kundura yuttur gitsin.. Ha. beriniz var mı? Fabrikalar günde en aşağı bin kundura çıkarıyorlar — piya- çaya.. Bin çift kundura.. Borumu bu bet?.. Hum. Piyaçaya sürülüveren bu bin çiftle kaç fakir işçi, kaç gün ge- ginecekti?l. Kalın see — Doğruuuu., İnce ses — Doğruuuu.. Biraz daha kâlın — Doğruuuu.. Biraz daha ince — Doğruuuu.. İkisi ortası — Doğruuuu.. Kekeme — Do.. do. doğ. ruuu. Kirli tırnaklarile hâlâ ensesini kaşı. yan kambur kalfa coşuyor: —— Sabahım kaçından gecenin kaçı- na kadar çalışıyoruz?! Günde on altı saat.. Ben böyleyim.. Kalın sesin sahibine — Sen de böy- tesin.. MARKİZ DÖ POMPADUR aret, Fransua Damyen! r lirtınanın nefesine ka- daklarında hafif bir tebessümle bir tabe * İnce sesin sahibine — Sen de böy- lesin.. Birar daha kalın sesin sahibine — Sen de böylesin.. Biraz daha ince sesin sahibine — Sen de böylesin.. İkisi ortası sesin sahibine — Sen de böylesin.. Kekemeye — Sen de.. On altı saat mi didiniris? Alâ.. On | çifti çıkarırız? Alâ.. Kalfanın hissesi. ne düşen yüz otuz beş kuruştan fazla maudır? Hayır.. Ya ötekilere düşen?. Otuz, kırk, elli, bilemedin altmış ku- ruş.. Bu da her gün olsa, öp de başı- | na koy. Ya, işsizlikten (bugün gerin, dolaşın!) döye daha dükkâna girme. den ters yüzüne çevrildiğimiz sabah- ları ne yapalım?, Ustanım da hali bi- zimkinden kat bekat kötüdür hani.. On çift, yirmi çift çıkarır, kavalfa tes. Km eder.. Artık günlerce bekle babam bekle.. Kendine daha fazla kazanç br- rakan çürük haramalınr yutturmak varken, senin elinin emeği, gözünün nurile diktiği amına birarz bahalrya mal ettiğin . kunduranı hangi kavaf satar? Haaaa?.. Sorarım size.. Ömer cfendinin dükkânında yeni müşteriler. — Kırk paralık raspa.; — Altmış paralık boya.. — Elli paralık cam kâğıdı., — İki kuruşluk tahta çivi. Reşad Enis hi * kah ( dK B Gabriyel Danunçiyo ölürken neler söyledi ? İtalyan gairi Danunçiyo'nun 1 Mart ta öldüğünü yazmıştık. Birdenbire fena- laşıp yatak odasına götürülen şair son dakikasında şunları vasiyet etmişlir: 1 — Öldüğüm vakit askeri hava üni Yormamı giydiriniz. — Mezarımı Fiyomede kazmız. 3 — Sahibi bulunduğum Vittoriale v illâstnr, inkılâp müzesi haline sokup fa. şist gençliğine açmız. Şairin bütün istekleri yerine getiril miştir. Şimdilik, Fiyomede bir mezar hazırlanmcaya kadar şair Vittorinle tep esinde gömülü kalacak ve bilâhare Fiyo- meye nakledilecektir. Şatrin asıl marakla beklenilen vasiye tnamesi Duçededir; birer nüshaları da avukatr ile, villâamı inşa etmiş olan mi mardadır. Bunlar açıldıktan sonradır ki Danünçiyonun vasiyeti anlaşılmış olabi! ecektir. Burada D:uıurciyonun 1919 yılı 12 eylül tarıh!nde Fiyome sırtlarında al ımm MÂRKİZ DÜ POMPADUR 13 ——— — '— Eğer, yemin ettiğiniz — veçbhile, &izin zevceniz olmazsam, babam, be- Mösyö dö Turnem'in gırtlağını bit hıçkıtık boğdü.. ü bir an tereddüt — edi , gözlerinde kıvılcımlar porla- ide, bütün vücudiyle doğrularak çiyor ve büyük binanın geniş sndan içeriye giriyor. Burası baş- ki d'Arjanson'un konağıdır n her gün buraya, devlet adar olmak Üzere gelir. Şit cesim merdivenlerle da- H ssanna hatlı, muhteşem bir. bina ;' Ve cepheden görünüşünde büyük Bt he has soğuk bir hüzün o- 1 için gerefli ve patlak, r:-.mıın ise lânetle akşamları orada, eskimiş ilmiş geniş salenların muh- bilyesi arasında hâlâ yor gibiydi , mcerelerinden ekse- mus'ki sızan, kü- © ev vandı, gülünç, yarı fesi bir kadın ©- nodern bir hale elen madam ön altı aydanberi işte burada ika I her tarafta hayranlık uyan A başlıyan temiz ve saf (kızı) et ediyordu. Yani bera> tlardı, çünkü malâm oldu - bu muammalı çiçek, belki n bu mantarın gölgesi al- :_“ tvin i'k katında, dört penceresi Man uzun bir odo vardı ki, burası :;1“ Antuanetin mesai' — adasiydi. N ua d'A Arjanson konağına Yanı Fen, genç kız da, bu odada, bir di- hç tinde uzanmış vaziyettedir.. de , “t bir ressam sehpasının önün- 4 .;ıu"’l yaşlarında, İnce ve zarif elli, " Bakışlı bir adam oturuyor ve du- lonun tenkidini yapıyordu. Bu adam, bir sene - evvel bir resim sergisinde şaheserini teşhir ederek Pa- rislilerin hayranlık ve takdirlerini ka- zanmış olan ve “güzellik ressamı" 1â- kabınt alan, üstad Fransua Buşe idi. Bir piyanonun önüne oturmuş olan ince madam dö Hosse, hazin bir re- mans çalıyordu. Ve bu hazin havanm, içine kattığı yeni bir hüzünle jan, muallimi ve arka- daşı olan üstada intizarmsız bir şekilde. Hoş ve tatlr bir intizamsızlık içinde düşürte e bislerini ifade ediyordu. — Fena halde canım sıkılıyor, Üstad, çarpan bu küçük kalbin içinde, çok se- vinç... Evet çok sevinç ve... Çok keder var... Buna hayret ediyorsunuz!.. Bana resimlerimden — bahsediyorsunuz... Ve mükemmel bir arkadaş... Son derece nazik bir insan olduğunuz için benim resme olan istidadımı — methediyorsu- nuz. Ah! Benim kalbime... Benim za- valir kalbime de böyle güzel şeyler söy- lene bilset.. Resimlerim? Buna haki- katen farla kiymet verdiğimi mi ran- nediyorsunuz? Bir kadın sevmekten... Ve ıstırap çekmekten başka bLir şey ya- pabilir mi? Ressam işine devam cderek gülüm- sedi: — Fena günlerinizden birisindesi- NİZ... — Boğulduğum — günlerimdeyim... Madam Löbonu tanır masmnız?.. — Faler, nekromans, kumarbaz, bü- tün saçma ve bayağfı mesleklerle uğ raşan bir kadın... Tehlikeli ve deli bir kadın... — Deli mi? Dinleyin.. Bu kadın bundan on beş gün evvel buraya gel- di ve falıma bakarak benim hemen he- men hükümdar... Yarım kraliçe olaca- ğimi söyledi! Neden “hemen hemen” neden “yarım”? — Görüyorsunuz ki bu kadın delidir, nim lekemi öğrendiği gün kekler ve a- zabından ölür. Onun ölümünden sonra yaşayabileceğimi ise, hiç te zannetmi- yorum, Ârmacı !.,, Bu sözler Üzerine Arman'ın ziyaret- leri seyrekleşti, sonra kesildi.. Mösyö dö Türnem ürpercrek sustu.. Şimdi genç kız mermer taşı seyredi- yordu: — Amcacığım, diye sordu, bu meza- rın üzerinde niçin isim yok?. Mösyö dö Turnem, bu körkunç sua- ale, semalardan bir cevap arıyormuş gibi, gözlerini yukarıya kaldırdı. Son- rTa başını eğerek, daha alçak, daha kı- rıik bir sesle devam etti: — Araddan bir kaç ay geçti.. Arman vicdan azahını ve aşkını dindimek için, kendisini büsbütün eğlenceye, sefahate verdi. Evet! Aşkinı unutmak, aşlkçını susturmak istiyordu. Çünkü, onu unut- mağa çalıştıkça ,her gün daha kuvvetli bir şekilde, Janımn, hayatının yegüne aş- kı olduğunu anlıyordu! Ağladığı için arkadaşlarının kendisiyle alay ettikleri bir sefahet gecesinden sonra, bir ilkba- her sabahı, Arman atına atladı ve Jan- la babasının ikamet ettikleri tulür eve koştu.. Jan, kendini bilmez bir halde harap bir yatağın üzerirnide yatıyordu , Siyah elbiseli bir adam onun Üzerine eğiliyordu. Yatağın ayak ucunda, kü- gük bir beşikte, bir çocuk ağlıyordu.. Arman siyah elbiseli adamı kolundan yakalayarak ıstırapla bağırdı; “— Baba nerede ?. *— Bundan tam bir ay evvel gümül- “— Ya bu çocuk?. “— Bundan tzen bir ay evvel doğdu! gee Ya 0?.. Ya Jan nasıl?, Srhhati Kasıl?.. '— Bir saat içinde ölecektir!. ,, Ve, sözlerini bitirmemekten korku- yormuş gibi, sür'atle devam etti; — Doktor çekilip gitti.. Arman, dize leri Üzerine yere yıkıldı, metresinin elini tuttu, ağladı, bağırdu yalvardı, af diledi.. Jan, nihayet, kendisine geldi.. rdüğü zaman, zavallı gözle- tebessümün — krwıleşmı parladı.. Bir şeyler söylemek istedi, Se- si dudaklarında titredi. Fakat duyul- madı, O zaman, son kuvvetlerini topla» yarak, biraz doğruldu ve yürek sızlatan bir jestle, beş tatlı bir tebessümle gülümsiyen yavru- yu Arman'a gösterdi.. Sonra, tekrar yatağına düşerek ebediyen hareketsiz kaldı!. . Genç kız heyecan ve istirap içinlde ürpetrerek mırıldandı: — Amcacığım! Amca!.. Bu mezarın altında kim yatıyor?. Bünu bilmek is- tiyorum|. . — Diönle yavrum! Bir an evvel dinle! Arman betbaht ölünün cesedi üzerin- de, içten gelen bir yemin yaptı. Ve hiç olmazsa bu yemini tutmuş olduğunu zennediyor.. İki gün sonra, zavallı ma- sum yavruyu, minimini ellerini, imdada çağırıyormuş gibi, kendisine üuzatan yavruyu alıp götürdü. Sonra, tekrar geriyo gelerek, ormanda satın aldığı küçük bir toprakta Janı gömdü., Meza- rın Üzerinde, sade ve beyaz bir merme- rin üzerinde, yeminini tekrarladı. Bu yeminin mabhiyetini şimdi anlıyacaksın. Yavru, icap eden talimatı alan namuslu bir aileye emanet edildi. Filhakika Ar- man, bu yavyrunun, bilâhare bir piç, geyri meşru bir kız telâkki edilmemesi. ni istiyordu . Jan bir ölüm azabı işinde kekeledi; — Demek bu çocuk bir kızdı! — Yavru, nüfusa meşru bir kız., İs- min ne ehemmiyeti var.. Meşru bir laz olarak kaydedildi!.. Armana — gelince,