RA FRRESA & v& e8 SRRYe SUF * İa ; günü, apartımanın müşterek —"&%M büyük bir gürültü koptu. K kaynatmak için mutfağa giren ı,._:ümımnn en” hararetli şafha- Bahit oldu. Kocakarı Poltseva y bir heyecanla: <S O, kelimenin tam manasiyle bir l—dr başka bir şey değildir, de- *_ ti öldürür veyahut bir yeri so- l"yıh: de hayrot etmiyeceğim. , Pirasa bıyıklı bir komgu da MW:. v.:_"":xeıeyı derhal mahkemeye Üz Yöldaş mahkemesine mi? Yok- Mahkemesine mi?.. y> Ne münasebet? Doğrudan doğ Seza mahkemesine. cmeye ne diye verelim ? Şu- :t:“"ıe teslim ederiz. Artık orası N'_Pıönmgu muameleyi yapar... VA yine söze devam etti: ı;::nuı haliş muhlis bir eskiya öl- ben gize söylüyorum. Ne demi- S : ş,:?:'wıu doğuruyorlar, aklım h.hhdenherl bütün bu konuşmala Ti ÇAYİA dinlemekte olan Liza hay ı.;&mm. siz demindenberi hep, mı bahsediyorsunuz?.. hep bir ağızdan vakayı x'o._ başladılar.. - Apartımanda & A Haritonov isminde on yaşların- & lahin be'dsi bir çocuk. varmış « Yet ha gönalı haydut ad şahst mülki- Süy d Şahsi Mmasuniyet;dinlivor - m;.'frwıw peviz bini aşmış. Bu - Sragaz, SET keyif için kocakarı Pölt- Sammı kırmış... N_ı::hhmluı dinledikte : sonra Li-' h ÇNNN muksadiye kocakarıva bir Hotlaamat mutfattan aurıldi. Bu vakannı üzerinden iki gün Aadar geçti. Hakikati söylemek lâzımgelirse Liza mutfaktaki! konuşmayı unutmuş- tu bile... Bir akşam işinden eve dörü- yordu. Tam apartımanın kapısma gel- diği zaman, bir çocuğun elindeki bir sopa İle saçaklardan sarkan buzları kırmakta olduğunu gördü. Çocuk bir- gok buzlar kırdıktan sonra, nihayet elinin ve Bopasının erişemediği — bir noktaya geldi... Liza derhal kendi çocukluğunu ha tırladı. Bu işin o zamanlar kendisi i- çin nekadar eğlendirici olduğunu dü şündü., Birdenbire çocuğa dönerek: — Küçük, dedi, sopayı bana ver de senin erişemediğin buzları ben kıra- yım, Çocuk, kalın bir sesle: — Vermem, dedi. Fakat bu kocaman teyzenin kürük lerin oyununa tetirak arzusu onu o ka- dar şaşırttı, ki Liza zahmetsizce küçü- Kün elinden sopayı aldı. Buzları kır- dı. Vesopayı geri verirken: — Mersi küçük, dedi, ne? Küçük, elindeki sopanın alınması nm intikammı çıkarmak için: * — Benim adımi yok, diye cevah ver- di, Fakat bu esnada, çocuğun kasketi şitindan sarkmakta olan kızıl saçlar, ve yüzündeki kırmızı çiller Lizanmn dikkatini çekti: — Ben setiin' adint biliyorum, d&di Sen Vova Haritonof değil misin? — Benim işte! Ne olacak?.. Liza .bir defa düha dikkatle küçü- ğün yüzüne baktı: — Bana baksana Vova, dedi, sen senin adın HABER — Akşam postası — çöreere ee seeesmesesremene N ; Rusçadan çebvbiren: eesesesecen Fezah Ferruh — Şu kocakarının camı mı? Ben onu istemiyerek kırdını. Hokey oynu- yorduk. Fakat kocakarı bu kadar ba- ğırıp çağırdığı için bü defa mahsus bir camını ktracağım... — Kim bağırıp çağırıyor? Palste- va mı? — Hem de nagıl? Üstelik behi çim- dikliyor, döğüyor. Lâzanın ağzmdan: — Bu mümkün değil, sözleri dökül- dü. O aklı başiında bir kadindır. Vovka, bu gibi vaziyetlerde nasıl cevab verilmesi lâzımgeleceğini bilmi- yordu. Sustu. Liza sordu: — Sen'meklebe gidiyor müsun?.. — Tabil gidiyorum. — Peki, derslerine sun? — Hayır: Ne demek hayır?.. Ya annen?... Ya öğretmenin? Bunlar alâkadar ol- muyorlar mı? y Vovka, melânkolik bir tavırla elini salladı: — Onlar 'beni biribirlerine şikâyet etmekten baş alamıyorlar ki... Annem Klavdiya Nikolayevnaya gider; o da annemi çağırtır.. Velhasıl beni biribir- lerjine şikâyet etmekten başka -şey yap- mıya vakit bulamazlar. — Peki, derslerini hazırlamana sa- na kimse yardım etmiyor-mu?.. — Tam buldun. Ben kendi yağımla kavruluyorum... Çocuğun bu cevabı kargısında Li- za kendini gülmekten alamdı. Vovka ise keskin bir 1slık çalarak ve elinâeki sopayla yerlendeki karlara vurarak koşmaya başladı. f Geceleyin mutfakta kocakarı Polt- seva ile karşılağan Liza sordu: — Vovka Haritonov sizin onu döğ- düğünüzü söylüyor, bu doğru-mu ku- çalışıyor. mu- bizim dairede neye mütemadiyen cam | zum? kırrvoruum?.. Kocakarı b!r an için kızardı. Sonra bu yaştaki kadımlara has bir tavırla: — Bunun gibi haydudları arasıra terbiye etmezsen, evi bile yakarlar... Hem ben onu polise gikâyet edeceğim. O ağittir o.. Liza hiçbir cevab vermeden mut- faktan ayrıldı. Liza ile Vovkanm ikinci karşılaş- ması göyle oldu: Vovka kendisi gibi iki arkadaşiyle yolda yürüyor, hara- Liza: — Bonjur Vovka, dedi. Ve hiçbir cevab alamıyacağını tahmin etmekle beraber sordu; — Böyle nereden geliyorsun ?.: Vovkanın gözlerinde harikulâde bir parıltı ve yumuşaklık vardı. Lizanın tahmini hilâfma büyük bir canlılıkla cevap verdi: (Sonu yarın) 2 x" —H — - _ı_' Sefil cüce, hiyanetinder — sonra, V, h'*’“ söz söylemeğe cesaret edi- - ki — Trankaveli — yakalıyamıyacaktık Ha, ONu dömiyorum, sefil! Senin ka ı,::”'ündıı bahsediyorum Hani sır- & ideni düzeltmek için öyle yap- “'ı':__ Abdal, Bana gükran hislerini ,,,_?:Tıine. hâlâ hiyanetten bahsedi- Maamâfih mademki' kalmak kal! Ben derhal Filöriye gi- di: tine oradaki servetimi ka- N:e('_" l:._':_"""h bu #özler üzerine, Ras- ta gaklarını bağlamış olduklar: ağaçla- Ütn Korinyan da, yerin- .'_"l'"'ık onun peşine takıldı. düş — MYada, Annais de şöyle diyor- hç Size çok teşekkür ederim, ayni Size veda etmeme müsaade ruyordu. — Montaryol ise, üçlarımı kemiriyordu. kısa bir sükürtan sonra: n *İ, dedi, İşte sizin vazife- & arkadaşları kardinale kar- dedi, ve sen kalfa, siz KAHRAMAN RKIZ —— — —— matmazel dö Lesparla Par'se kadar re- fakat edeceksiniz. Matmazel, ben de Fiöriye gidip prensi meseleden haber- dar edeceğim... Annais ürperdi ve Trankavelin göz- leri içine bakarak: — Fakat, dedi, o size hakaret et. mişti. ş — Bu hakareti silindi. Bana tarzi- ye vermişti. Annais garip bir şefkatle: — Dikkat edin, dedi, ondan zorla aldığınız bu tarziyeden dölayı muhak- kak ki büyük bir kin besliyor. Trankavel atına atlamıştı. Anı.ılır eva bundan vazgeçirem'-eceğini anla- dr ve ısrar etmedi: Dünyada hiç k'm- seye, kendisini istihlâfa müsaade et- mezdi. Bu işi Trankavele birakırken ne düşündüğünü bilmiyoruz; şüphesiz, ona namütenahi bir itimadı vardı, fa- kat, ayni zamanda, hiç şüphe yok ki ©- nun fevkalbeşer birinsan olduğuna iman etmişti. Birkaç dakika sonra, Annais, Mo- lüsle Montaryolun arasında; başka bir yoldan, Parise doğru gidiyordu. Arka- larında da Verdür gidiyordu. Tranka- vele gelince, o, Flöriye doğru yollan- mıştı, Öğle vakti yaklaşıyordu. Kardinalin Flörideki köşkünün alt katındaki büyük ve güzel salonda muhtelif eşhas toplanmıştı: Çekresi sap sarı kesilmiş olduğu — halde ürperen Gaston, gülümsiyen ve hülyalarına dal- mış olan Şale; lâkayt ve sakin görü- nen Marki dö Lâ Valet; b'r tüclü barış- mıyan, buna rağmen biribirlerinden as- 1â ayrılmıyan ve bir eskrim darbesi hakkında sakin bir vaziyette münakaaş eden Bövron la Butvil, Gaston kadar sararan, fakat ondan daha sakin olan Dük dö Vandom; Antuan dö Burbon; ve nihayet, yolda Lâ Valete rastladık- ları için onunla beraber Flöriye gelmek mecburiyetinde kalmış olan ve Tranka retli hararetli bir şeyler anlatıyordu. Ferah FERRUH KAHRAMAN KRIZ k 220 bu esnada genç kızı sürüklediği avlu- ya atıldı. Sen Priyak genç kazı brrakarak kı- Jıcını çekti ve vaziyeş aldı, Trankavel; — Dikkat edin sizi öldürüyorum. Diye bağırdı ve kılıcını bir kasırga hıziyle havada bir kaç defâ çevirdikten sonra bütün hiziyle ileriye doğru uzat- tr.. Fakat Trankavelin kılıcı, meçhul bir kuvvet tarafından yukarıya doğru kaldırıldı. ve kaprya kadar gerilmiş o- lan Sen Priyak vurulmadı. Onu kurtaran Annaisdi! Filhakika, genç kız da kılıcını çek- m'ş ve Trankavelin kılıcı Sen Priyakın göğsüne dalatzağı sırada, otu sert bir darbeyle havaya doğru kaldırmıştı. Trankavel Annaise hayret dolu bir nazar atfetti. Genç kız da sakin bir ta- vırla: — O Bana aittir! Dedi ve kılıcımı uzatarak — vaziyet aldı. Bu esnada, yolun üzerinden, bir grup dört nala geçiyordu. Bu; Fontray, Şe- ver, Büsyer ve Liverdandı. Trankavel nasıl Annaisi takip edi- yorsa, bu dört asilzadede, Paristen be- ri Trankaveli takip ediyorlardı. Düellb Üstadının, randevuları olan yere doğru gittiğini görünce, evvelâ hayret etmiş- lerdi. Fakat bu hayretleri uzun sürme- di. Çünkü bu kaısa hayretin yerine tek rar kin hisleri kaim oldu. Melunun medhal'nde onu görden kaçırdılar, Fakat köylülerden sordukla- rı birkaç sualle, onun Şayi ve Fiöri istikametinde gittiğini öğrendiler ve ay ni yolu takip ettiler, Bu srrada da, işte mevzuu bahis evin önünden geçiyor- lardı. Döğüştn gürültülerini duydu- lar mı? Evi gördüler mi? Buna fazla ihtimal verilemez. Onlar ufukta, Tran kavelin kanit cesedinden başka bir | şey görmüyor, İçlerindeki kinin sesin- den başka bir ses duymuyorlardı. Annais, Sen Ptiyakm önlünde döğüş vaziyeti aldığı esnada, avlu, Montar- yolla Molüsün şidetli hücumları karşı- sında geriliyen haydutlarla doldu. Ver- düre gelince, o, döğüşmüyordu. Büyük salonda kalmış, wrasiyle bulduğu bü- tün şişeleri boşaltıyor, gülüyordu. Sen Priyak haydutların avluya gir diklerini görünce bir hamlede onlara il- tihak etti ve bağırdı: — Hükum! Hücum! Bir kelleye yüz altın! — Mantaryol hiddetle: — Herife bakın kafamıza fiyat bi- çiyor. Diye kükredi ve atılmak istedi, fa- kat bir an şaşırmış olan çete, Sen Priya kın müthiş vaadi üzerine kendilerini toplryarak şidetle hücuma geçtiler. Bir an içinde, Trankavel, Annais, Molüs ve Montaryol, uzun müddet kendilerini müdafaa edemiyecekleri dar bir aralı- ğa sıkıştılar. Sen Priyak da dahil ol- mak üzere, karşılarında, daha dokuz haydut vardı. Bulundukları dar aralı- gen dibinde tarlalara açılan kapı vardı. Trankavelle Molüs, Annaisin önüne yerleştiler, fakat genç kız onları ara- lryarak, derhal onlarla beraber döğüş meğe başladı. Arkada, Montaryol, ü- mitsizliğin verdiği büyük bir enerjiyle, geniş omuzlariyle kapıya dayanıyordu. Fakat kapı sağlamdı. Haydutlar, rakiplerinin fena sıkış maş olduklarını görerek, hücumlarımı büsbütün sıklaştırıyor, bağırıyorlardı: — Ha gayret! Hücum! 'Tam bu esnada, kapının arkasından bir ses bağırdı: — Monsenyör! Bionsenyöri —Si durun! Ayni zamanda kapı şiddetle açıld ve Sen Priyak ulur gibi bağırdı.