Ha; Mi anasını sever miydi? . isyan Süali kafasını İşlet N T hayal sözlerini, ün: ine ina. gözlerinin önünde Nip dogduktan ÜŞ gün sonra, babası Yay reza tutulup ölüşiyle de anla- Kin, Ki Hayati kademsizdi. Nite- Nu ölüm'yle başlıyan feli- Mining biri ardı sera devam etti. Şeh . m babadan kalma büyük evle Biyik e —O ortalığı silip süpü p süpüren Gilan zinda— yandı; kül oldu. ie a Güç kurtarabildiler, ““r tek çi gey çıkarılamamıştı. Çok Mik yayı, ya © zaman. Belki yedi, h tt armdaydı; Pek iyı bilmiyor. olduğu mutatkaktı. Bunu doğu hatırlıyordu: Sanda ya otur v. Aa n ayakları yere değmezdi.) Mrommş sabahı uzak bir akraba evine da Pa Annesi ağlıyordu, durma kaş, Yordu. Gözlerine gıhte pıhtı o ştu, My Sah sığındıkları akraba evinde, ar Ye biniyen annesi büyük bir tinin Üzerine yürümi : vay Eer! N , > Baykırmıştı. Haya kecasmın ölümüne sebeb o i di idi. Bu ih'nci felâkete de o Mai, - Yüzünden uğranılmıştı. Ha- Yengi Atom yediği. dayağı. acısını Ağa, 7 hatırlıyordu. Bu bir dayak Kp, bir işkenceydi; bir zulumdu: LN 2) yla rast gele vücudunun | İhap e tarafı dağlanmıştı. kulakları Yanakları çimdikten mos İŞ, çürlümüştü. Annesi deli 5 Ev sahipleri yetişmekte Ecçikmiş olslardı, zavallı İayaticik belki de inse boğar » anygzi annesinin çıldın parmakla ii Nazi, boğulup gidecekti, KE * hanım, artık baştasma kız- eng, lar da hıncını. Hayatiden A, Mad, Sarayda bir kira evinde oturuyor Ana Yer a evde Yaşarla yalnız bi- Bar, Da taya, çamaşıra: yid'yordu. Sük Mein bir akraba kıziydi. Kü: ta Oleg siz kalmıştı. Babası, sonra Mom diği kadınla Anadoluda otu Mağz ke İki, on üç yaşlarımda ka- ağ Nazire hanımın yanma Ak; My $am işten dönen arnesi. Ha- ayna çekmişti. Öfkeden sura Meyan gözleri yumulmuştu, dişleri a ay, yeni bir dayak de beş $'yacağını anlarıış, tit- — Miyan “| Yeti... İYİ Bay, anneciğim... Ni “İN buu hüylarım yoktu, şimdi PE başladın? : — — İy SM i yn Teri Ml N'ye. Susdun? Sakladı. ra ğe misin, yoksa maşa e - heden sonra anlamıştı ki, “ A çamaşır sandığı. kilide ii a İlay, On Yük Ba Mrulârak © açılmış karıştı UZ rası çalınmıştı. Bunu Ha Gm kim çalsbilird'? Narire Şilnh-lendi Hayır, şünhe NE İ Onun yaptin muhakkak iy hiz de meydandaydı: ii, ları pp , : tay,“ Dir kuş kafesi içinde gü ME By, a lag yordu Havat'ye— Bu X LE » Çıkar meydana. Yoksa Anaç yarn! fiyordu Hayati... Katıl lordu, ) Niye, LE O Yeni ğe hırsız değilim... O Mana ç“ şeyden haberim yok. zl Me ğa çalmadım, müsbet, ya bu kafes, iv izm neyle aldm?., « Neyaz yağlı boyalı, pan ir onki vardı. Biz paşa yl Pedi? “g NB konağıydi. Nazire hanım İşe gittiği gün ler, onu da arkasına bağlar götürürdü. Bir buçuk, iki yaşlarında ya var ya yok tu o zamanlar... Annesi mutfakta ye- imek pişirirken, küçük Hayati mutfağın buz gibi soğuk tuğlelarında emekler dururdu. Sonra bir gün evin gelini tesa düfen onu görmüş ve çok sevmişti. Ne iyi bir kadındı bu taze!.. Küçük Hayati, bayramlarda, rama zanlarda, kandillerde; beyaz yağlı bo- yak, pancurlu konağın bu iyi gelinine gidiyor, el öpüyordu, Ayrılırken, avucu na çil kuruşlar sıkığtırıyordular. İşte, içinde minimini sakasiyle bu ufak kafe si, iyi yürekli gelinin, bir gün evelki kandilde haberi olmadan ce'ine koydu ğu harçlıkla almıştı. Annesi buna bir türlü inanama- muştı -- Hayır —â'ye sert sert kafasını sallıyordu— yalan söylüyorsun. iç unutulmiyacak bir dayak da o gün yemişti. Evet.. Bu da bir dayak değil, bu 'da bir işkenceydi; bir zulum dü: Zavallıyı yerlere yatırmış, bacakla rını, sırtını . çiğnemişti. Vücudunun dört bir taralnı mınerk mıncık yuğur- muştu. Kıpkırmızı başında minimini birer düğmeye benziyen simsiyah, par lak gözleriyle güzel saka, ulak tahta kalesinde bir oradan bir oraya koşu- yor “cik çik” ötüyordu. Yaşar, dayanamamış, kaçmıştı. An nesi bir türlü hırsını alamamıştı. Onu yor, baygın bir halde kaldırıp merdive nin trabzanma bağlamış ve karakola gitmişti. Bir insaflı adimdı gelen polis... İp lerini çözmüş, onu sevmiş. okşamış, annesini de bir iyi haşlamiştı. tahkikat uzun sürmemişti: Pâralir bulunmuş, hırsız anlaşıl- mıştı. Bu, küçük Hayati mi? Hayır... Bu, Yaşatdı. Zengin akrabanın kızı Ya Şar. Her şey ört bas edilmiş ve Hayati ye diği dayakla kalmıştı. Reşat ENİS Yeni ' neşriyat Çocuk Duygusu Haftalık Çocuk Duygusu gazetesinin 15 inci sayısı çıkmıştır. Bu gözel mecmuayı “bütün ço: tavsiye ederiz. Fiyal her yerde 5 tur, Sinema Objektifi Amerikada çıkan en son şapka model. leri ile haftanın film mevmnu ve kritikle. tini yüklü olan bu salon mecmuasının 13 öncü sayısı çıkmıştır. UNAHKA R —17 — istedi Yanınıza biraz mukaddes su ile büyük bir haç alıp beni oraya götürün. Bu sırada Ferond uğraşa uğraşa taş kapağı ıyice yerinden oynatmış ve di- şarıya çıkmağa muvaffak olmuştu. Baş rahibi görür görmez hemen ayaklarına kapandı: — Ah muhterem peder, size nasıl te- şekkür edeceğimi bilemiyorum. Cehen- nemden, sizin ve karımın dualarınız sayesimie kurtuldum. İsa size uzun ö- mürler versin, » — Ayağa kalk evlâdım.. Hemen ka rnın yanına git de zavalkıyı teselli et.. Ölümündenberi iki gözü iki çeşme, ağlayıp duruyor. — Evet, muhterem peder.. Hemen o- nun yanına gitmeliyim. Karımın kıy- metini cehenneme gittikten sonra anla- dım... » Başrahip, diğer papaslar kadar bu işe şaşmış göründü ve işte muhakkak bir mucize olduğunu onlara anlattı. Ferond da bu sırada evine döndü.. Yol- da onu gören herkes bucak bucak ka- çıyordu. Karısı da heyecanla yalancık tan bayılıvererek onlardan geri kalma dı. Köy ahalisi bir müddet onun yanına Kklaşamadı. Fakat yavaş yavaş alıştı- lar.. Mucizenin fevkalâdeliği onları ki- liseye bir kat daha fazla bağladı. Fe- rondun evi ziyaretçilerle dolup taştı. A- damcağızında öbür dünya hakkında tafsilât vere vere sesi kısıldı. Verdiği malümatın tabli çoğu uydurma idi, fa- kat böyle yapmağa kendisini mecbur addediyor, herkese öbür dünyadaki ak- rabalarından selâm getirmek suretiyle hediye almanin oldukça kârlı bir tica- ret olduğunu kıt zekâsına rağmen pek âlâ sezebiliyordu. Yedi ay sonra karısı bir çocuk dün - ya getirinse Ferond cehennemde ken- i disini aldatmadıklarına bir daha iman etti ve karısını artık hiç kıskanmamağa | başladı. Bazan gözüyle gördüğü şüpheli va- İ siyetlerde bile cehennemi ve dayak fa- sıllarını hatırlayınca "iradesine hâkim oluyor ve şeytanın bir oyun oynamak için gözüne böyle manzaralar gösterdi- ğini anlıyarak İsanın muti bir kulu ol- maktan çıkmıyordu. Cehenneme gidinciye kadar geçen al- tı senelik evlilik hayatında hiç çocuğu olmamışken bu imanı sayesinde cehen- nem dönüşünden sonra ber sene bir ço suğu oldu ve az zamanda kasabanın en çok çocuklu babası haline geldi. Manastır başrahibi ise o muntakanın "Aziz, i oldu. Valansiyalı -Süzanna Günahkâr - papasların (o maceralarını yazmağa bir değil, birkaç ömür bile kâfi gelmez. Bu nevi papasların en gü- nahkiârları olan engizisyon papaslarının bir macerasını daha analatarak bu mev- zua son vereceğiz. Bahsedeceğimiz ma- cera da İspanyada cereyan etmiştir. ve engizisyon tarihinde “Valânsiyak Ru ben Suzanna vaka'sı,, diye maruftur . Bundan evvel meşhur Torkemada- nın, kadın ihtirasiyle meler yaptığını anlatmıştık; bu vak'a da bazı papasla- rın para hırsiyle en korkunç cinayetleri evvelce bahsettiğimiz Tokemadanın Is- panya baş: engizitörlüğü zamanında Valansiyada cereyan etmiştir, fakat za- lim kahramanı Torkemada değil, Va- lânsiya engizisyon reisi papas Kristobal Galvezdir. Yahudi ve arapları İspanya dan sürüp mallarını gaspetmekte, şefi "Torkemada kadar gayret gösteren bu papas bilâhare Papa Dördüncü Sikst ve İspanya kral Ferdinand tarafından az- ledilmiştir. Fakat yaptığı zulümler do Jayısiyle değil, çaldığı mallardan Papa- lığın ve krallığın hisselerini de aşırdığı içim... . *» 1483 senesi sonbaharının güzel bir günündeyiz. Valânsiya engizisyon reisi Galvez sarayında yaptırdığı tadilât İ gin kasalarında kâfi para mevcut olma- dığını düşünerek üzüntü duymaktadır. Hüznedarını çağırarak: — Antonyo, dedi, bütün alacaklıları yakalatıp hepsini yaktırarak borçla rımdan kurtulmama maalesef İmkân yok.. Çünkü heriflerin adedi pek fazla ve aksi gibi hepsi de maruf ve mutekit katolik. Bu usul yahudilerde gayet iyi neticeler verdi amma tanınmış kâtolik- İcre yaparsam, hele adetleri de böyle çok olunca benim için tehlikelidir. Bi- naenaleyh başka bir çâre bulmalıyız. , Bana öyle geliyor ki Valânsiyadaki bütün yahudileri ve arapları tamamiyle APASLAR Nakleden F.K. “İkiside yahudi ve zengin, kadın çok güzel... Tam bizim — imiz avlar !,, imha edemedik. .Sana istediğin kadar salâhiyet veriyorum, İstediğin kadar yardımcı ile çalış ve kırk sekiz saat için- de bana zengince bir kaç yabudi veya arap bul. Herifleri yakar, paralarını da ihtiyacatımız için harcarız. Hazinedara lâkayd bir el işaretiyle izin verdikten sonra şehrin büyük meys danına nazır balkonundan dışarıya bak“ mağa başladı. Bu sirada aşağıdan geçmekte olan üç kişi papası öyle slâkadar etti ki, eğile- . baktıktan sonra geriye dönüp çağır- — Antonyo, çabuk gel. Şu geçen genç kadın kim,? Hani yanında yaşlı bir kadınla bir de hizmetçi olan var. Eğilerek geçen kadına baktılar, Ha“ rikulâde güzeldi. Valâinsiyada pek az görülen bir sarılıkta, altn renginde saçları güneşin ziyasiyle pırıl pırıl par- yordu. Boyu, yüzü, vücudu bu kadınm müs“ tesna bir güzel olduğuna canlı bir delil di. Galvez, hayran hayranona ba karak efendisine cevap vermeği âdeta unutan hazinedarıma bitap etti; — Söylesene sersem! Bu kadın kim? Antonyo yerinden sıçradı, cevap ver» di: — Bilmiyorum Monsenyör, fakat mü- #aade ederseniz bir kaç dakika içinde öyrenip arzederim, . Efendisinin bir baş işareti üzerine koşarak odadan çıktı ve filhakika beş on dakika sonra nefes nefese geldi. İsmi Ruben Süzanna olan bu kadın ka tolikti, fakat yahudi ırkırtdandı ve baba sı huristiyanlığı kabule mecbür ölmüş ya hudilerdendi. Yedi sekiz ay evel Danyel Ruben isminde zengin biriyle evlenmiş« ti. Bu adam da katolik olmakla beraber aslen yahudi ve sonradan hıristiyan ol- muş, bir yahudinin oğlu idi, Bu sebep- Ie engizisyon bunlarla istediği gibi oyna yabilirdi, asılları yahudi olduğu için kimse bir şey diyemezdi. Endülüslü * *el Ruben ve karısı, birkaç gün evvel i.ılyadan, kendi mallar: olan bir gemi İle gelmişlerdir. Gemide mu- azzam bir servet olduğu söyleniyordu.. Servetleri zaten yaşayış tarzlarından belli idi, Valânsiyanın en güzel binala rından birini kiralamışlardı. Evlerine Adeta bir hizmetçi ordusu vardı. (Devamı var) Haberin deniz ve macere romanı: 47 7 # İl /(ep4dip İ Yazan; Alı Rize Seyfi pimiz yoksul, miskin, kanunun ve İnsanlar cema- atinin kölesi, kurbanı halinde kalırız. Halbuki önun sayesinde bütün dünyaya meydan (okuyo- ruz. Bütün Avrupada buna benzer bir gemi, bir hurp gemisi yoktur. Ondan sürat istesek bize o- tuz beş mil sürat verir, ona, artık kömürümüz bit ti desek, sizi kömür istemeden günlerce gezdirir. Bir kere ona bindin mi, bütün milletlerden, bütün milletlerin donanmasından peryamız yoktur, hep sinden üstün bulunuruz. (İstediğimiz yere gidip yakar yıkariz, en yollu kruvazörler, en kuvvetli zırhlılar bizim yanımızda çocuk oyuncağı kalır.. Bunları öğrendikten sonra onu sevdiğimize, ona Aşık olduğumuza bâlA şaşar mısınız? Doktor bu sözleri fevkalâde bir heyecanla söylüyordu. Bu bir mutaassıp dindarı, yahut gö- zünü dumân bürümüş bir Aşıkın heyecanı i9l, Körfezdeki büyük gemi güneşin ışıkları al İmdü altın alevlerini saçıyordu. Yaban kazı gibi biçimli teknesinin üzerindeki muçambaları kal dırılmış topları ile gerçekten muhteşem, güzel kimsenin görmediği bir şeydi. Dedim ki: - Hayran olunucak, İnsanı şaşırtacak bir gemti.. Hiç bilmediğim bir madenden yapılmış. — Şahin bey, gemimizin teknesi fosfor - bronz madeninden yapılmıştır. Makineleri de gaz ile çalışır; lâkin dikkat edin, bu bildiliniz ve kömür yerine geçen petrol demek değildir. Yağ buharı. dır, (Fosfor - bronz) gemi yapmak için dünyada en elverişli madendir. Lâkin o kadar bahalıdır ki, bunu kimse göze alamaz. Birçok milyon lirası olmayan bir a4m o m-denden gemiyapamaz. — Demek kaptan Blak o kadar zengindir! — Elbette! Yoksa böyle bir geminin sahibi olabilir mi idi? O bu geminin sahibi olmakla bü. tün Avrupa kıtasının da sahibi, efendisi olmuş- tur, Şimdi hiç aklımıza gelmiyor mu ki: Siz böyle adamla uğraşmakla, boy ölçüşmeğe çıkıştığınız için büyük akılsızlık ettiniz! Ben bu 8özo karşı Türklük damarlarımın kabardığımı duydum, yüzüm kanın bücumile yan mağa başladıysa da öfkemi yenerek ve hiç cevap vermiyerek yeşil, köpüklü denizlere doğru bak- tım. Doktor yine söze başladı: — Görüyor musunuz, kömür almıyor, bir ih. tiyat olarak kömürlüklerimizi de dolduracağız. Belki ilkbahar gelmeden tekrar denize çıkarız. Bu Avrupa devletlerinin tutacakları yola bağlı- dir. Bizim kaptan Blak bulunmaz adamdır; bu- rasihı pek muvafık olarak kendine hareket üssü yaptığı gibi biraz içeride bir kömür twadeni de buldu, onun için Avrupadan kömür dilenmek derdimiz deyoktur. Onlara epeyce korkulu bir rüya gösterdik. Lâkin denizlerde dalma, dolaşa- mayıp elbet yakında tekrar uykuya dalacaklar- dır. Adsız geminin yattığı Ilmanın arka tarafla rınmdaXi alçak arazide bir maden ocağı ağzı gör- düğümden sordum: — Burada kömür madeninde çalıştıracak ameleyi nereden buluyorsunuz? — Nereden mi buluyoruz? Ondan kolay ne var: Yakaladığımız gemilerden istediğimiz ka- dar adam nlirız; bunlar madende çalışırlarsa pekö'â: eğer çalışmazlarsa hürriyetleri elinde- iri Tetayeni şu gördüğünüz karlı dağlara bira. arın. — Lâkin o karlı dağlarda nasıl yazarlar? Doktor, bavağı bir şakadan bahsediyormuş gibi lâkayıt güldü; — Yaşayamazlar, kışla karşılaşmış sinekler, böcekler #ibi ölüp giderler.. Artrk dayansmadım: — Hakikaten en alçak adamların içine düş. müşüm! Doktor kendini hiç bozmadı: — Azizim, sizi buraya biz davet etmedik. İşi mize karıştığınız için kendiniz geldiniz demek» tir. Ne çıkarsa bahtınıza!, Kendisine bütün nefretimi gösterecek bir yüz ve tavırla tekrar deniz tarafına döndüm. O, bayağı nezaket ve şefkatle koluma girerek: — Geliniz azizim, dedi, birbirimizin ahlâkı. nı tenkit ederek kavga çıkarmayalım.. Daha ge- zecek yerlerimiz var, karnınız "la acıkmış olma. Udır. Hsydi buraya kadar gelmişken size mezar luğımızı da göstereyim. Doktorun bu teklifi hoş bir şey değildi. Bu. nunla beraber, bir şey söylemeden arkasından yürüdüm. Kaptan Blakın “Kaya sarayı,, nın bulundu. ğu yere geldik. Yatak odamın karşısına düşen bir noktada kayaya oyulmuş merdivenlerden bir mağaraya inmeğe başladık: En sonda büyük, tabii büyük bir mağaranın içinde bulunduk ki öbür tarafı denize bitişik cwumudiyelerden birine açılıyordu. Burada etrafıma bakınca duyduğum dehşeti hiçbir vakit tarif edemem: Mağaranm sonunda dimdik ve cam gibi par layan bir buz duvarı vardı ve buduvardan içeriye güneşin ışığı soluk ve soğukbir halde giriyordu, Her taraf esrarla dolu görünmekte idi. Lâkin bu hal biçti, Dikkatli bakıp da çevremi daha iyi gö- rünce, korkunç bir çığlık kopardım ve o fena manzarayı görmeğe dayanamayarak gözlerimi kapadım: Buz duvarlardan büyük parçalar kesilip sandık veyahut lâhit haline getirilmiş, ölmüş ge- mlciler esvaplarile bunların içine yatırılmıştı. Hepsi orada, arka üstü, yüzlerinde ölümün o kor- kunç markası olarak yatıyorlardı: Lâkin bazı. ları da vardı ki, acının, ihtirasın, işkencenin en şiddetli anımı gösteriyorlardı. Gözler çukurun. dan fırlayıp açılmış, dişler kilitlenmiş, parmak. lar demir çengeller gibi krvrılmıştı. (Devamı var) e Sa e gl eğ m alt PN kağ y