mahbus vi dliğim — artık hafiflemeğe — yüz u. h::hnr Yimdilik koridorda gezin- Bye hğn ve bir kaç gün geçince bah. & Sıkaracağına dair söz veriyor- € geldiğim gündenberi küvetimi 'ııwmj" Üzerindeki sürahiye taze Ürüveren, koğuş arkadaşım Sa- Te ile, - yaz okluğu halde kalörife- h?lu h"n! dayayarak yarenlik eden . Mş ,, Mtaların sıralandığı koridorda H::m'_hl' yukarı; dolaşıyorduk. kttı '& Sadullah, yalmız benim değil, m ŞH, hattâ bütün hastanenin “Ka- k:ğ" dostu,, idi, Sft her yeni gelen hastanın ya- 'I::n'î:: sokulur. tesel'i verici sözler. "dul Ü alırdı. muhuıanm ördeğini dökmek, sü - doldurmak gibi yardımlarma Va Nakta gecikmerzdi. N"h darı yalnız hastanın pansu- tey ” İhmal eden hemşireye öfkele . kam, MSaları sıvamaktan ibâret de lah, bu külfetsiz. tanışmadan ı Vı:z"v Bademcik ameliyatı olacak Bi UĞU kucağında tutuyor, hasta- ı_h" Sargı sarıveriyordu. * bazan iş üstündeyken sancısı İıı_ bi 'ttağına ka “q t bir tenbih geçerler. Fakat üç, Ku Bün sonra her iki taraf ta bu ten - ?muş görünür, gene eski hal, Tüy Binden geri döner, daha doğ- hv*n ederdi. l'“l“uahm şüphesiz ki en karakte - yi Bali, böyle apandisit ağrıları tu - b Ba mecbur edildiği vakit- rtorla sokar- © daha böyle şeyler yapmaması Mdisini zorlıyanlara bir isyan Yonra söz geçiremeyince, bu ka. _&) Sancıdan yatmak ayıpmış ve u- ı'ş.'m“l gibi mahcup mahcup bir '!nhl Vartlr ki, hiç unutamam. İn- Sa, % Birden nasıl yetişebildiğine şaş Dü hâlâ kendimi alamam. Üyyç N karakteristik infialini dışa- E"*ıııîı' - vaktiyle pansuman yaptığı, !*ıı., U döktüğü - hastaların nekahat Bi K *tlamza, Sadullahi ihmal etme- 4 bütün iyilikleri yapan o de. ı)::' Lİbi keridisinden yüz çevirmele- Şt:_'“" sallıya yatağına gider- düllahın bütün — bu işlerin Ff _“h Sık oluyor ve Sadullah bu dç e$ incinmiyor gibiydi. Yalnız P'Yasa yapan, kendisine aldırış “Yen . vaktile uykusunun, sıh- _"34 Süretiyle iyiliği dokunan - Tahn 'N Arkasımdan mazlüm - bir is. « ınqı' kar ve acı acı gülümserdi. p 9Nda en olgun mertebe sayılan Teklini alarak, kemale ermiş Yordu. Ya ı:'"üu sitemi, şikâyeti, sade e R_ı;:“ihhlıan ibaretti. Tz ) dekilerin hepsinde - kendile- yardımı dokunan Sadul. y—ı :ı'&' ©nu adam yerine saymı- bir alâkasızlık vardı. :")3::?- sSonunda ayni nankörlükle Sin Binı bile bile, gene her yeni '“q," Yatdımıma koşmaktan geri dur " q"fıeı. Wk thun 'Türk köylülerinde ğih' ';_d'iım bu yardım etme has .Mî i$te böyle ayrı bir hususi. Nekahaet devresi kendi - Şacağım yerde, bilâkis ?aklıımn Sadullakın ev . HİNi, sonra İtimatsızlığın! u- P # AF g SEŞLAf Li hi :llı İlk ğy::'—::"' bu sokuluşuma — İtimat Üa Düi 'Phe eden mimiklerle “yut- & n:,,__'— Senin ötekilerden farkın ti Ce."_k'lh“ sen de öyle yapacak. ı:!ıı.,_ iâter gibi yüzüme bakar, & ü;ı:'d“'lltdm nasıl yaparsa, bir istihfafla gülümser - « Ha N Tet n 4,?’%. ;:'i"mlüızlxk nihayet yeri- &y Te mün , ZKT ve itimada bıraktı. K âsebetli, münasebetsiz bu. e Bile olsa £ söylemekten çe- l Hastahanedeki — Sen insan bir delikanlısın bey, derdi. Bu görler, kadirşinaslık - bilmiyen nankörlere atılan bir taş mânası da ta. pıyordu. Sadullahın bana daima “bey,, deyişi, nedense, raman zaman demokrat his - lerimi incitmiştir. “Bey,, kelimesinde aristokrat — bul- duğu taraflarımla ince ince alay eden bir mâna sezmeğe de başlamıştım. Sık sık bu “bey,, Jerden şikâyet et . tikçe elini “dur,, der gibi kaldırarak: — Aramızda fark var beyim, Sen o- kumuşsun, ben cahilim, derdi. Bana “bey,, dememesi için fazla is - | rar edersem sözü değiştirir, güya ko - nuştuğumuzu hasıraltı ediverirdi. Bu basit hileyi bile beceremeyişi, yalan söylemekte toy bir çocuk perişan. hığı içinde, bocalaması beni oldukça eğ- lendiriyordu. Sadullahın sakin duru - şunda vakit vakit fırtmadan sonraki olgun sessizliğe benzer maceralı — bir hal sezmişimdir. Maceralı geçen bir ömür, sakin yü - zünde ince, gizli bir eser bırakmış gi. biydi. Bu, ne olduğu bilinmediği halde, kuv vetle hissedilen kablelvuku bir duygu gibi içime böyle dnğuy:rdıı . Hastanenin koridor hayatına karış- mam, beni — bümediğim, görmediğim şeylerle yüz yüze getirmişti. Hemşirelerin “Kontr vizit,, ten sonra uyumıya gitmeyenleri, koridordaki bü- Yük yemek masası etrafına oturuyor, iş işliyorlardı. Son günler hemşizelerle şakalaşan hastane adamları arasında konuşulan - ları gessiz sessiz. dinliyen jandarmalar görmeğe ve zaman geçtikçe bunların nöbet bekler gibi her gün değiştikleri. ni farketmeğe başlamıştım. Hastanede, - hem de — gece - silâhlı jandarmanın ne işi olabilirdi? Hasta de yemeyiz, çünkü her gün bir başkası ge- liyor, kapotuna sarrlarak . o da öteki- ler gibi « uzun sıralardan biri üzerine * mavzeri apış arasında - kıvrılıp yatı. yordu. Sakın şehirden çok uzak olduğu için hastaneyi bekliyor olmasınlar?!.. İşsizlikten “Çandarmaları,, kendime iş edinmiştim. Bir akşam yere çömele - rek, sırtını duvara dayayan Sadullaha: — Yahu, dedim. Bu çandarma ne bek liyor böyle?. O, evvelâ bir şey söyleyecek oldu, sonra vaz geçmiş gibi yutkundu ve: — Kimi bekliyecekler beyim.. Bizil. sözlerini mırıldandı Bu, beklemediğim cevapta, şakaya benzer bir taraf arıyor, yüzüne bakıyordum. Devamt var Der- Mustafa NIYAZİ Bir işçi gibi fabrikada çalıştım; hizmeltçilik yaptıan! (14) I Yanıma çıtır pıtır bir İşçi kız yakla ştı : Şu tezgâh başındaki sarışın deli- kanlı seninle evlenmek isitiyor ! Kulağıma eğildi, gözünün ucile bana onu gösterdi : — Seni pek beğenmiş.. Şimdiye kadar fabrikada hiç bir kızla konuşmamıştır! Yünün kumaş olması için bütün bun- (e lar kâfi gelmiyor. Kumaşlar #klaştırı - ci makinelere giriyor, tekrar yıkanı- yor, cımbızlarla düğümleri ayıklanıyor, tekrar yıkanıyor, ütüleniyor, ve toplar vücüde getiriliyor. Bütün bu işlerin işçileri, makineleri aytı ayrı yerlerde, her iş bölümünün 20 — 25 işçisi var. Gene her bölümün bir iki gözcüsü, bir ustası Hamallar, lâziım olan eşyayı oradan oraya taşıyorlar. Makine tamircileri, ustabaşrları hep faaliyetteler. Fabrika bu sabah ta, gene ayni saatte çalışmaya, İstanbul piyasasına lâzım olan kumaşları yapmıya — başlamıştır. İdare memurları direktiflerini vermiş - lerdir. İşte beyaz göğüslüklü kimya - ker bile küçücük odasında başını kal. dırmaya vakit bulmadan çalışıyor. Fabrikaya bügün de, iş saatinden evvel geldim. Kızları iş göğüslüklerini giyerken tetkik ettim, Hepsinin yüzün- de sebebi belirsiz bir neş'e var. Hepsi de muhakkak ki benim gibi iyi uyku uyu- muüş.. Vücudiyle çalışanlar bilmem u- yumamak isterlerse muvaffak olabilir. ler mi?, Fabrika ile işçi arasındaki müna- sebeti öğrenmenin, çok güç olacağını anlıyorum. Bir işçi kılığiyle fabrika - larda çalışmanın bunu olanca çıplağiyle ortaya koyamamış olması insana biraz garip görünür. Fakat hakikat bu.. Çün- kü herkes memnun görünüyor, Kimse . nin ağzından en küçük bir hoşnutsuzluk ifadesi işitmek imkânsız gibi.. Amma ben bunu yapmak, onları — söyletmek için fabrikaya girdim. Kendilerine bir gazeteci, bir yazıcı olarak müracaat etmiş bulunsaytdım, öğrenememekliğimi bir dereceye ka - dar mazur görebilirdim. Mademki bu kadar külfete katlanmıştım, bunu mu- hakkak yapmalı, ve bunda muhakkak muvalffak olmalıydım. Herkes kadınların geveze olduğunu, ağızlarında bakla rslanmadığını söyler- ler. Ben burada bunun böyle olmadığı. na kani oldum. Kadınlar çalıştıkları mü essesenin dalma iyi taraflarını görmek- te âdeta ittifak etmiş gibidirler. Fabrikadan ve kendilerine - verilen ücretten memnun görünüyorlar. Fa - kat belki de aldanıyorum. Elbette da- | ha burada çalışacağım zaman içinde bu işin sırrına erecek ve hakükati anlamıya muvaffak olacağım. İş başı, gene dünkü hava içinde haş. ladı. Herkes kurulmuş birer makine - den farksız. Tıpkı önlerindeki makine- ler gib, çalışıyorlar. İşte Zehra, işte tağa yatmıştım, 14) kün mü İdi? Bir saat kadar jki tarafa yuvarlan- dım. Altım gemiye ait her şeyi unutmak istedi- gim halde bu mümkün olmuyordu. Elimde olmı- yarak işi gena fikrimden geçiriyordum.. Bu hal “ Ruporh!ı_";p:ı-. ! ; Neriaan j Nimet. İşte küçük... Gene dünkü yerle- rinde, dünkü işi görüyorlar, Fabrika . ların bir günlü değerinden farksız.. Hepsini tesbit etmek İcap etse ayni havayı tekrarlayan bir gramofon pli - Bindan farksız olacak, , Bizim çalıştığımız yedden biraz ileri- de dokumacılar var.. Bunların hepsi de erkek... Şimdi gözcümüz, benim gene oraya dikkatli baktığımı görse muhakkak yanıma ge - lir ve dünkü sözlerini tekrarla:, Bu ani düşünceyle gözlerim oradan ayrıldı ve önümdeki bobinlerle meşgul olmıya başladı. Zehranın bugün bir durgunluğu var. Amma neş'esini kaybetmediğini de görüyorum. ANH. Yanında bir başkası daha var ... Bu kızı dün hiç görmemiştim. Acaba yeni mi 'gelmişti? Yoksa başka bir bö- Tümiden bu bölüme mi vermişlerdi?, Bu kız ufacık tefecik, kara gözlü, ka- ra kaşlı gene simsiyah kömür gibi saçlı bir kızcağızdı, İlk bakışta Böğrülceye benziyordu. Ara sıra bana bakıp Zehraya bir şey. ler söylediğinin farkındaydım. Ne 80- rabilirdi? Ben nasıl onu ilk defa görü - yor ve bir'hayret ifadesi gösteriyordum sa, oda muhakkak böyle bir his altında olacaktı. Gene muhakkak benim kim olduğumu soruyordu. Merakım uzun sürmedi. Az sonra, a- dına Böğrülce diyeceğim kız yanıma gel di. — Kırk yıllık ahbabammış gibi hatım. mı sordu. Kendisi, tahmin ettiğim gi- bi fabrikanın yenisi değilmiş. Buşçka bir yerde çalışırken bugün buraya ver- mişler. Birisi hastaymış ta, daha doğ- rusu hastaneye kaklırılmış. Beni dün görmüş, dikkatini çekmi . şim., Arkadaşlarından sormuş, soruştur- müuş, kimse tanımadığını söylemiş. Da- ha yeni geldi demişler. Gene dün uzak- tan, öğle yemeği sırasında beni gözetle. miş. Bugün Zohraya sormuş, o da be- nim iyi bir kıza benzediğimi söylemiş... Böğrülcenin benimle niçin bu kadar alâkadar olduğunu o anlatırken kestire- miyorum. Fakat bu kavrayışsızlığım da uzun süyrmedi. n Mevzuu gönül işlerine sürükledi. Bunu çok ustaca idare etti. Belli ki bu işlerde bir hayli de tecrübesi vardı. — Benim ağzım skıdır!.. Gibi beylik başlangıçlarla ağrımdan Tâf kapmıya çalışıyordu. Bir arâlık bu kızın benim gönül işlerimle niçin bu uyumak — müm- artık yatmıştı. Bana YOl vardı: Ya hemen işe başlamak, liyarak odada kadar alâk mlar olduğuna şaştım, doğ - rTusu.. Fak #t o, durmadan, dinlenmeden ayni mev uı üzerinde dolaşıyor, binbir dereden (1 getiriyordu. Bana: — Kolaiştuğun var mı? diye sormuş- tu Buna verecek cevabım yoktu. Yalrız ca güld' fim. Fakat konuşmasında devam etmesi için müsamahakâr davrandım . — Benim eskiden vardı, dedi. Amma babam :duyduktan sonra bıraktım. Şim- di yok,. Buradaki kızlardan çoğunun vardır, Benim ağzım sıkıdır. Söylersen ikimizin arasında kalır. Betiden gene müsbet bir cevap ala - mayıtıca bunu olmadığına yorklu ve ağ. zı içinde geveleyip geveleyip te bir türlü söyleyemediği şeyi yumurtladı. Urzakta, bir tezgâhın yanında duran orta, boylu, sarışın bir delikanlıyı göste- remk: — Sana bir şey söyliyeceğim.. Bu a- ramızda kalacak.. Şuradaki delikanlıyr görüyor musun?. — Evet.. Görüyorum. — İşte beni sana o gönderdi. Senden bir istediği var.. Bunu söylerken yüzüme, gözlerimir içine bakıyordu. — Ben onu tanımıyorum ki., Benden ne istediği olabilir?, — Bana darılmazsan söyliyeyim .. — Neye darılayım? . — Maâalüm ya, elçiye zeval olmaz... Sonra iyi bir çocuktur doğrusu.. Hat: - rını kıramadım da geldim. — Bu çocuk benden ne istiyor?, — İşte onu söyliyeceğim sana.. O burada çalışıyor.. Eğer konuştuğun yoksa seninle konuşmak istiyor, — Benimle konuşmak mı İstiyor?. —Evet. , — Ne söyliyecekmiş.. — AÂh kardeşim sen de pek tuhafsın! Ciddi şeyler söyliyecek, sonra tatlı dillidir de.. Ağzı da sıkmklır. Eğer ka- bul edersen bu işi aramızda kalır, AÂdeta sersemlemşitim, Bu kız, bana nelerden bahsediyordu? Benim bu du - ruşumu tereddüt ettiğime yoran Böğ « rülce: — Ha şunu da söyliyeyim, detlim.. Çocuğun fikci kötü değil.. Seninle anla bilirse evlenecek te.. Seni çok beğen- iş.. Askerliğini de daha yeni bitirdi. Sonra bu fabrikada daha hiç bir kızla konuşmamıştır. Bu fırsatı kaçırma be- ni dinlersen.. — Peki amma, mademki bu kallar iyi çocuktur, sen ne diye konuşmuyor. sun.. — Akrabamdır da ondan.. Yoksa.. .— Dovamı var gelince önümde açık bir iki uykuya dalarak sabahleyin yahut hemen şimdi, burada işe baş ne olduğunu, kimin tarafından tu- Yazan: Ali Rıza Seyfi. 4 — Gemiyi yapan fabrikanın sahibi va mü- hendis olan İtalyan bu gemiden İâf açılınca şaşı- rıyor ve yalan söylüyor. 5 — Ben de şuna İnanıyorum ki: Mühim bir sırrın karsısında bulunuyorum; ve bunun, pek yakında büyük bir sır olması ihtimali de vardır. Renim ceplerimi altınlarla doldurabilir. Bu boş parça malümatı sıra İle dizmek ko- laydı, lâkin ondan ötesi gelmiyordu. Kondi ken- dime: — Behey sersem, diyorum, bu sabaha karşı © gemi limandan gizlice çıkıp geniş — dünyanın Kimbilir hangi uçlarına gidecek; sen burada ge- ne bu beş cümlelik kısır malümatın ile kalacak- sın! Beynim dötüyor, başrm yanıyordu. Bilmem nasrıl bir ümit ile tekrar tepeyo çıktım ve havuz- da hâlâ bacaları tüten altın gemiye uzun uzun ve acr acı baktım.. Yüce Tanrım, ne yapmalr, ne yapmalı? Gece bastığrm yeri körmiyecek kadar dal gim gene ötele geldim, odamda ayakta dolaşıyor, bir sigarayı atıp birini yakıyordum. — En sonra fikir vo vücut yorgunluğu dizlerimi titretmede başladı: “Allah geminin de, yaptrran de)'!ı'l!u de belâsını versin?,, diyerek artık uyumak Üzere kendimi soyunmaksızın yatağıma attım. , gözlerim kapalı olduğu halde de devam etmok- teydi. Yanrmdaki oda olmasaydı sabah açılınca- ya kadar da bu azap sürüp gidecekti. Bu odada iki kişi konuşmakta, onların sesleri duvarın ar- yasından bir mırıltı. gibi işitilmekte İdi. Önce ben bu mırıltiya ehemmiyet vermiyor, yalnız kendi derdimle uğraşıyordum. Ancak dimağım yoruldukça kulağım ihtiyarsız o seslere dalıyor- du, odadaki konusma vakit vakit hızlanryor, ses ler yükseliyordu. Ban dalgın dalkın — dinlerken birdenbire elektrik sademesine uframıs giİbi ya- tağımdan fırladrm: O seslerin biri (Gök gürül- tâsü Con)un bir kere duyulunca, unutulmıyacak seriyd!! Odamın nrtasında gıldırmıs gibi, elimle saç- larımı çekerek dürüvordum.. Birdenbire göxle- rim, yantmdaki oda ile benim oda arasımda kilit- Ji ve coktan acılmamız olduğu anlasıları hir ka- prva illsti. Hemen kanmın yanına diz. cökerek gözlerimi anahtar deliğine uydurdum: ne kadar varzık ki: An dalik öbür taraftan — yapıstırılmış kAğĞıt veyahut baska bir serle kapalı Idi. Bunun- la baeraber ben varimden ayrılmadım: tam bir aat dizlerimin üatünda kaldım. (Gök gürültüsü Con) burada olunca demeak gemi — daha gitme- maişti. Bövle sabgla kadar konustuğu adam kim- di? Tabil ona gemiyt beklemek fetn nara veren adamd r &âat sonra mesler kesilmisli: lâkin © dada hâülâ yürünle ve hareket vardı. Biraz gonra © da yok oldu. Anlaşıldığına göre odanın sahibi tulmuş bulunduğunu öğrenmek, $ sıl yapılabileceğini bana wrıcı;ıı::iı!_ l,Iîlnl:ıilrıı ııııı- nutuüyorsunuz ki: Benim sanatim, mesleğim ca- susluktan, hafiyelikten (baretti. Bunun için çan- tamda Londra bankalarının kasa odalarını ve kasalarını delip açabilccek âletler vardı. Hemen çantamı açarak bir burgu, bir de yağlı ince tes- tere çıkardım, on dakikaka aradaki tahta kapı- da odanım içerisini görecok kadar bir delik aç- mıştım, İçeridek! adamlar Bgittilerse diye korku- !yo;ldum. lâkin delikten bakınca gönlüm — ferah- ladı: Odadaki masanın önünde İri vücutlu, kara sakallı bir adam oturuyor, düşünce içinde ken- dinden geçmiş görünmüyordu; masanın üzerinde de en az bir milyon lira değer biçilecek elmas, Şakut, zümrüt — kıymettar — taşlardan bir yığın vardı. Bu muhteşem yığının yanında veiri — genis omuzlu adamın eline yakın yerde büyük Kolt rovelveri duruyordu. Bu her zaman görülemiyocek garip manzaranın tesiri altında dört beş dakika hiçbir sey düşünemedim. Gözü- mü dayamış olduğum delikten, o adamın uyuyup ayumadığını iylee göremiyordum. Bu adam gü- zel, çok kuvvetli yapısı ve duruşile — ponçesini dünyanın hazineleri üzerine koymuş büyük kap- lan heykelini hatıra getiriyordu. Demek gördüğüm altın zırhli İle alâkası o- Yanlardan biri de buydu. Ö altın zırklı ki: Bir ta- kım kanir katil herifler hiçbir şeyden çekinmi- Mes- Devamı var