DÜNKÜ KISMIN HÜLASASI _0 Yi kuraklık vardır. Ekinler yağ NPSuzluktan bir karıştan — yukarı Ylanamamızlardır. Kasabanın çe ATI, Göki bir ananeye — uyarak, BEVİ Yağmur Guası olan Kepçecik karar veriyorlar. Hikâyeyi anlatan, yaramaz bir 20 Socuğudur. Ayni —mahallede, a l:ı Hazadun denilen bir çocuk var B ';ıdlımım-.ı- pısırik bir lstanbul St lür, Bu biritiirine taban taha Tiala Karakterde iki çocuk, allele Teması dölüyizile bir gün ah Sluyaorlar, k; q_"':!dakı arı kovanlarını; sak- K Oynadığımız damı bir türlü * ga . Bütün bu eve alt hatıra- E k“Wk Bözlerimin önündedir. Wöleri konserve kutularındaki fes v h kokusunu vakit vakit kok u._dolurum.' a Ww:,n beni evvelâ kendi odası- Kop Ü. Karalamalarını, kitap- Bo; :l: #ttiği resimleri gösterdi. Çöye çıktık. Nr;g;“huıl kuş vurduğumuzu, Nı_' İ ü yaydığımızı anlatırken, lı,., 'Ayran bir Jestle yüzüme ba- Yeb, —’;.'Wlı,.ı gelince şaşkınlığı '»ıw:l:lııı büsbütün arttı. Gözleri 'b.. h=:.".r' ellerini çırpıyor, Ni ak: 'hı,,:îı“ de olsam no olur? diye so- B _'_'::ıı Adetlerimizi yadırgamı “'vı. hali pek hoşuma gitmiş- S Y Verdim: 'i._ Alnız, bunun da edebi, erkânı Böğsüne koydu. Ancak ço- Tastiryabileceğimiz bir ha- 'aşını yana kaydırdı: Bibi, söylesene! dedi. ananın ilki olman lâzım. " Nİ Bevinçle çırparak bağır- » âanamın ilkiyim., Ta- Belk,, olabilirim değil mi "lkı::z'n—nı. endişeli bir x Sözüni n ü kostim: ? bakalım, Hamdun, hemen Btya :'knlknıı.. Sonra anan, ba- Atmd, ."uu tavır &.. n anasının, babasının düy- kx e umurlamıyor gibiydi. büg Olur sanki.. İş olup bitsin, a bakalım.. “î-- Ben — karışmam.. Senin N:.?':—'.k., olacağını duyarlarsa,, Bı.h karışmam.. & .n.:nemedlkun sonra nere- N Bay ekler? '*?! Ak lyi düşün.. Sonra karışmam N h.::"llılnr. duymazlar. koa © “kopçocik,, olacağını dü Sevincinden yerinde dura- madiyen: değil mi? aman ne *” Tencere ağır mı? İp çok * Bİbi sualler soruyordu. Wndar L İn“ Çıkarken ceketlmin altı- :::ı“:ohmıdıgım urganın mey & n"" N ucunu anam gördü. Fa- ha ©.. Ben çoktan sokağa çık- S .:hıınııı: *iı,k İ kör olası yumurcak.. Ça W baş) Bereye sereceğiz? — Allah Beng lladan kaldırsın?,,diyen se- k.ıh' n::'balınn kadar bir aksi b 'aladı. O yanında beni — bekliyen la çocukların — toplandığı k sık; hkr.:ı“h karışmam ha! sözle- Ü 'iü'%. Yordum. H İ MA Yargi'übhem bir hissikablel m': lu:,:"“" Bözleri, görmediği şey Kazı hayran bir turist sevin- '!ı""'ı’ıom"' *diğı, Ccereyi, vücuduna hasırı h lı,m' vakit sustu. Bu balile M “'“llırı dönmüştü. ik 4 :dlll bağıra bağıra sokak aitkmaalMağa başladık: A çu hamur,, tki., Ti b SAD 'ı'tıı. diözmız karıdan uzatılm muz günüydü. Fakat boğucu sıcak o gün yoktu. 'Tozlu yolları çıkmaz sokakları do laştık. Epey tarhana, bulgur topla- dık, Her kova başından aşağı dökül- dükçe tencere kafalr, hasır gövdeli Hamdunun ancak görünen ince ba- cakları titriyordu. Eski hasır ısla- nınco rengini büsbütün — değiştirdi, deve tüyü, ıslak bir renk aldı. Kepçeciğin beline bağlanan urga nı Dülgeroğlu çekiyor, topladığımız tarhana bulgur dolu torbayı palaz Ceoemil taşıyordu. O gün şehri altüst ettik, epey tar- hana, bulgur topladık. Hamdun sak ladığımız elbisesini giyerken, hâlâ başından aşağı su dükülüyormuş gi- bi titriyor, çeneleri biribirine çarpı- yordu. Tüyleri diken diken ürpermiş t. Eve kadar çeneleri biribirine çar pa çarpa bana teşekkür etti, durdu. Ayrılırken elim! sıktı. avucu atesler içindeydi. 05 .8 Yemoğe — oturduğumuz vakit, “görümce hanım,. bize geldi. Kuru şişe istedi. Konuşulanları annem mutfaktan duymuş olacak ki, başını uzattı: — Ne o hayrola Mebrure hanım? diye gordu. Mobrure, hâlâ bugün bile kulakla rımda akislori titriyen öndişeli bir sesle cevap verdi: — Üstünüze şifalar Hamdun ha&ta landı, Ateşler içinde yanıyor. Bari kuru şişe çekelim, dedik. Bu haber, kafama bir Bibi indi, Anam, işini bırakmış, kâfurulu, sirkeli bir ilâç tarif ediyordu. Aradan bü kadar yıl geçtiği hal- de, hâlâ bu konuşulanları unutma- dım, Ses çıkarmadan, suçlu olduğum zamanlardaki gibi boyun büküyor- dum. O zamanki yaşıma — rağmen Hamdunun hastalanmasındaki his- semi anlamıştım. Gitmek — istedim, bırakmadılar. Ablam: — Bırakma anne, çok ateşi var- mış,dedi.Zavallıların kendi telâşları kendilerine yetip artıyor.. Bir de bu ayaklarına dolaşmasın. Geceyi korkulu rüyalarla dim. Ertesi gün iik işim Hamdunu yok- Jamak oldu, Odaya zirdiğim zaman, Annesi Hamdunun ağzına ilâç kaşı- ğını dayamış: — İç oğlum.. Baban akşam sana ne getirecek bak.. İyi ol kalk. valla hi bisiklet alacağım.. diyordu. Hamdun kaşığı — “istemem..lerle ittikçe: — Annon olmam ama?! İyi olacak sın ya?!.. diye İçmesi için zorluyor- du Beni görür görmerz: — Bak, arkadaşın da — gelmiş.. Haydi o da görsün ilâç içtiğini.. de- di, Hamdun başinı çevirerek yüzüme baktı, döortli dertli gülümsedi. Siteme, sikiyeto benzer bir bakışı vardı. Aradan yıllar geçtiği — halde, Mustafa Nivazi (Devamı 15 irtide) yuümrük geçir- Haber deniz va macera romamı 10 Baş döndürücü bir faallyet Makineler durmadan dönüyor ; bobinler durmadan doluyor Buradaki işçiler beni katiyen yadırgamadılar; onlarla ahbaplığımız bemen başladı k l Bir bobin dolunca, ötekine başlıyo. rum. Yorucu olmasına rağmen işimden zevk duymaya başladığımı da söyler - sem bana inanmaz: mısınız? Kafamın içinde makine oğultusundan başka bir şey yok. Çok müsterihim, Lüzumsuz hayallerle dolu değilkem, Makineler âle. minde, kendi halimide çalışıyorum. İçim- de bana verilen işi çabuk kavramamdan doğan ayrı bir rahatlık ta var. Geniş nefes alıyorum Her bobini doldurdukça göğsüm kabarıyor, yanımdakilere: — Bâkın'z, işe daha yeni başladım . Fakat hiç bir müşkülâta uğramadn, ko. laylıkla başaribelecek bir vaziyete gel- dim. Der gibi, yüzlerine, içimden gelen bir tebessümle bakıyorum, S Herkes çalışryor. Ben — çalışıyorum. Mak'neler durmadan dönüyor, bobin - ler doluyor.. Hümmalı, baş döndürücü bir faaliyet.. Ara stra makine seslerinin Üstünde: — Heyyy!. Diye yükselen insan sesleri kadın ve erkek sesleri, genç kız şesleri dolaşryor. İki kafa biribirine bakıyor. Bir şeyler konuşuluyor. Daha doğrusu söylenenler wdudaklarım hareketlerine bakılarak an - Taşılıyor. — Heyyy!. Bu çağırış. fabrika çağrışıdır. Konuş. mak istediğin'ze sesinizi başka türlü işittirmeye imkân yoktur. Buradaki işçiler, beni kat'iyyen ya - dırgamadılar.. Bana bir rakip gözüyle bakmadılar. Hemen ahbaplığımız - baş- ladı. Benimle:senli benli konuymizya baş. Tadılar, Hele işi çabuk kavramamdan uş- taya memnuniyetle bahsediyorlar, Doğ rusu onların hakkımdaki iyi görüş ve iyi hisleri beni büsbütün sevindirdi. ! Yanımda çalışan kız işçileri tanıma . ma iki saatlik bu kısa zaman kâfi gel- di.. Zehra, yanık esmer yüzlü bir kızdı. Boyayla hafifçe açılan saç rengi kızıla bakıyor. Kaş'arını incelterek siyah bir kalemle ayni şekilde boyamış. Arkasındaki kısazık siyah göğüslüğü dolgun vücuduna Âdeta yapışmış gibi duruyor, Nimet, kumral, İnsanda bir an yeşil, lâcivert hissini uyandıran içine gömülmüş güzel mavi gözlü bir genç kızdır. İnsana on yedi Yaşının taze ve temiz bakışlariyle bakıyor. Meşküre: Bu on dört yaşında mini » minicik bir kızdır. Siyah gözleri de vücuduna uymuştur, Minnacıktır. ML kimavs kadar sevimli bir hali var, Bu kızlar da benim gibi taatte 6 ku- ruş alıyorlar. Aralarında ön sekizinden büyük yok.. En küçükleri Meşküredir. Bunlarla, saatler ilerledikçe ahbaplı- ! x ! î FELSEN ererenaseneraneremLeAnAnA İ Röporlajlı yapan : İ Nerin an ğımız artıyordu. Bir taraftan önümüz deki bobinleri dolduruyor, diğer taral. tan, biribirimizi işitebileceğimiz bir ses- le konuşuyorduk. Bunlar hallerinden — memnundülar. Çalıştyorlar ve çalışmalarının karşılığı- m alıyorlardı. İçlerinde aile geçindiren. leri ihtiyar babalarına yandım edenleri vardı. Bir aralık Nimet, kumral başını bana çevirdi ve: — Daha evvel hangi fabrikada çalış- tın?, diye sordu. — Fabrikada ilk defa çalışıyorum, dedim. — Saklama ! dedi. İlk defa çalışan böyle iş yapmaz... Cevab vermedim, Fakat o, bu cevab bir tasdik mahiyetinde te- lâkki etmiş olacaktı ki, ısrar - etme- di. Fakat bu istar etmeyişin hakiki sebebini, çatık yüzlü gözcümüz yanı- mıza yaklaşınca anladım. O bizim ko-: nuştuğumuzu görmemeliydi. Ona gö- re, iş başında konuşmak, iş yapma- mak demektir. Gözcü yanımızdan ayrılır ayrılmaz, tekrar konuşmamıza başladık. Saatler hep böyle geçti. Çalıştık, ko nuştuk. Bobinler... bobinler... Makine gürültüleri... Arada sırada: — Heyyyyy! Lar ve şarkılar... İşçiler arasmda kendinden geçip, oldukça yüksek ses- le gazel tutturanlar bile vardı. Bu şarkılar ve gazeller arasında, bir aralık kulağıma ismim çarptı. Baktım. Yanımdaki Zehra sesleniyor. Başımla: — Ne var? Diye sordum. O bana doğru iki a- dim attı. Sonra kulağıma bir şey fıslar gibi haykırdı: — Müâni biliyor musun? — Eh oldukça... dedim. — Bir tane söylersen ben de sana söylerim. İ söyliyeceğin güzel mi? — Hele sen söyle de... Bön de se- ninkine göre kargılık vereceğim, — Pek âlâ öyleyse: Zeytin yaprağın dökmez Muhabbet oandan gitmez; Bu gözler seni gördü, Başkasına kâr etmez! Bunu söyledikten sonra yüzüne baktım. Ö, mâtime müâniyle karşılık verecceği yerde sordu: — Hiç sevdin mi? Cevab veremedim, Fakat o zaten be- nim cevabımı beklemiyordu: Bu suali, söyliyeceklerine bir baş- langıç olsun diye sormuştu. Hislerini, kalb acıdarmı, duyuşları- nı daha yeni tanıdığı birisine açacak kadar saf bir kızdı bu... Netekim bu görüşümde aldanmamıştım. Bana, göz lerini yarı kapıyarak ve uzak, elden kaçırılmış bir hakikati hayal halinde olsa bile yakalamıya çalışarak, iç çe- kerek anlattı: — Ben on dört yaşındayken sev- miştim. — Şimdi kaç yaşındasın ki?... — On beş. Yani bundan bir sene evvel. — Şimdi sevmiyor musun? Yeniden iç geçirdi: — Nişanlanacaktık da... Fakar... — Çok mu seviyordun? — Sorar mısın?... Gece uyku!ınmi giriyor, gündüz gönül rahatlığı ile ça- hişamryordum. — O halde niçin nişanlanmadın? — Vermediler ki... . — Kim?.. — Kim olacak, annemle babam. — Yazık... — Hem ne yazık... Şimdi artık o benim için öldü. Öldü ama, başkasını da sevemiyorum... Fabrikada gördü- ğün her kızm muhakkak bir. sevdiği vardır. Onlara baktıkça adetâ kıska- nıyorum. Birdenbire, behimle-yakışık almıya- —— cak geyler konuştuğunu anlıyarak sustu. Sonra, söyliyeceği karşılık münl aklına geldi. Bana: — Tut, dedi, ben de sana söyliye- —. 'Tuttum. Meşin kasket başında, Kalem oturur kaşında. Kız ben seni alırdım, Askerlik var başımda.. BDEP Sonu yarın Salona eldivenle mi girilir, eldivensiz mi ? Son zamanlarda, bastön ve şapka gi- bi eldivenlerin de dışarıda bırakılması usulu kabul olunmuştur. Eldivenin bir tekini çıkarıp diğeri- ni elde tutmak modası artık kalktı. Unutmiyalım ki, otomobil ve moto- siklet devrinde yaşıyoruz. En yakın bir yere gidilmiş olsa bile, - tozlar içinden geçildiğinden - eldivenler tabiatiyle mik roblanır, Çünkü birdenbire serseri gömlde boğuk, u- zunca bir patlama duyulmuş, parçalanan kereste çatırtıları içinde havaya uçan güverte ile bera- ber büyük bir alev kümesi (Lâfrans) yatının di- rek şapkasından yukarı yükselmişti. Bu büyük alev kümesi yıldırım ışığı gibi, lâkin kıpkırmı- zı olarak denizi aydınlattı, ta uzaklara — kadar alevden dalgalar yuvarlanıyordu. Bu korkunç bir görünüştü. Koresteler * öfkeli bir homurtu İle yanıyor, halatlar tütüuşmüş ol- dukları halde ateşten yılanlar gibi havada senl- lanıyor, ateşle suyun biribirine çarptığı yerlerde boğuk bir vızıltı duyuluyordu. Lâkin bu hal en çok bize körkunç görünü- yordu; cünkü dostumuz olan, kurtarmak istedi. ğimiz adamın bu alevler içinde yok olmağa mah küm teknede bulunduğunu biliyorduk.. 'Tufan rels vaziyeti şöylece kavradıktan son ra tekrar canlandı: — Çocuüklar, daha vakit var, astlın kürekle. re.. Gemide adamı çayır cçâyır yanmağa birak- Takıyıi”? kepçeciğin başından İ miyalım! AYiyorlardı. Güzel bir tem- Bütünü mitsizliğe rağmen bir şey söyleme- dim. Kolların kuvvetile eğilen kürekler flikayı dalgalar üzerinde ok gibi ileri sürüyordu. Ben de kıç tarafta ayağa kalktım, düşmemek İçin Ali- nin omuzuna dayanarak yanan geminin güvaer- tesind ne olup bittiğini görmeğe çalıştım. O rada öyle bir manzara gördüm ki: Öylesini Tanrı ba- na bir daha göstermesin! Martin Hall, İngiliz dostum, — geminin ana çarmıhında duruyordu. Hiç kımıldanmıyordu. Dumanlar, slevler etrafını almıştı. Büyük ateşin ışığı onu bize iyice gösteriyordu. Tufan rols öÖf- ke ile seslendi: - Bu deli İngiliz niçin denize — atlamıyor? Yüzme bilmese bile onu biz kolayca kurtarabili- riz. Sonra kalım ses, karadeniz şivesile gök gibi gürledi: — Hey gemiden; atla be karındaşım! LâAkin Martin Hall bu haykırışa karşı da parmağını bile oynatmamıştı. Uzun, — zayıf, ke- mikli vücudu büsbütün donmuş gibi duruyordu. Alevler eline, bacaklarına, sırtına çarptığı halde biçimi değişmemekteydi. Bu sırada yanan gemiye iyltce — yaklaşmış olduğumuzdan Tufan Rels haykırdı: — Hey Ulu Tanrı, bu ne zalimlik! Tİngilizi çarmıha bağlamışlar.. Hem de zavallı çoktan öl- müş gitmiş! Gemicilerin elinde kürekler durdu; hepimli- zin gözleri bu faclaya dikildi. Bu sırada — yirmi metre kalıncaya kadar yaklaşmıştık, rüzgâr üs- tünde olduğumuz halde atoşin sıcağı dayanıla- dak ae mıyacak kadar çoktu.. İngiliz dostumun sarı alev ve kızıl — ateşle çerçevelenmiş ölü cesedini seyrederken, o kadar alışmış, hattâ sevmiş olduğum solgun yüzüne ba- karken kimbilir ben de ne hale gelmiştim.. Birdenbire yat esen rüzgürin alevli arması- na olan tazyikile biraz daha döndü, ateşten ran- de yelkeni bir daha yapraklanarak — etrafa bin- lerce kıvılcımlar saçtıktan sonra başüstü — dalrp İngiltere kanalının suları altında görünmez ol- du. Dört yanımısı gene karanlık sular kaplamış Dizlerim kırılmış gibi flikanın kıç tarafına düştüm ve Tufan relse: — Çevir gemiye! ' Diyebildim. Ali bana bir şeyler ıu;lımek is- tediyse de sesi boğazında kısılmıştı; yalnız elimi tutarak demir bir kelepçe gibi sıktığını duydum. (Kartal) yatının güvertesine çıktığımız va- kit kimse biribirile konuşmuyordu, ben hemen asağı kamarama iİndim, mumu yaktım, — kapıyı kilitledikten sonra Martin Hallin ölümünden son ra okunmak üzere bana vermiş olduğu kâğıtları okumağa başladım. £ Bu, artık bir ölüden ... —- Zarftan çıkanlar, on sayfa kadar sık el yazı &ile, bazı el yapması resim ve plânlardan, gaze- telerden kesilmiş bazı parçalardan mürekkepti. BEr Devamı var gelen mektuptu.