aSavallı Ten | ü'îk, * Sakkalın terazisini ileriye Ö eli tarnm kolumu fazla basa- a a A verdiğini, sütçünün sü- d m:““"dı_ ğinı, hattâ az çok tah- %h:u“! tüccarların Tmoselâ Boey - b“*ru, ğ'"“"ş Yağı karıştırdığını a- a %;Mye kadar kabul ediyor Ml fen adamlarının — kendi ©& yer, Tine hizmet etmiş olmak i- lım keşifler bulmrya çalış- Ttape Ri Tşisında bazılarının da yıne BW yayı Alarak o keşfedilen faydalı Büyyeş İK hale getirmelerine insan Ve 'lv:e hattâ nefretle bakmaktan Pür fen! Sen bu hale düşecek %d;-n*:meknn kendini alamıyur. Tp kırk, kırk beş sene — evvel, k.qlk N bugünkü kadar hileye, ya- %"Pmudıkîuı bir zamanda « Öttti 'Aki eczacı mektebinin birin- Yay a DiN hihayetinde son dersimiz yri lfzvıi kimya” hakkında ho- b Söyle demişti: Rpylendiler! Şimdi siz dünyanın & “tlkmi' €n faydalı bir fennini el- Zannedersiniz; halbuki öğ - fısq fennin müntesiplerinden h%uü hemcinsini hastalıktan, B Hkmm'k için kendi hayatla- By hu Ehlikelere sokarak yeni bir 'ıı.n['”“" tğraşırken, ötede bir - ğîîî“ş Yeni ve faydalı şeyin hemen Ve hattâ ondan meselâ in- Tp İopyekün öldürecek - terkipler Yapmakla Uğraşryor. u% Eliserin ile asit nitrigi bulan ke Ki rler, bunları keşfettikleri za- & '?Mlir ne kadar sevinmişler. z aa Buki yine kendilerinden olan 1” çıkmış, bu iki şeyi ka- “dinamit” dediğimiz Alla- hi MNi meydana getirmiş. îâ::'“âluyh oküduğunuz fen, insan- Vaç ç SüNkÜ lisana göre bir kelime ş"'(i.[ ya“[ıarık) hâdmmıı yani hiz. Si hâdimi, yıkıcısıdır!” a büğün sağ olup da yeni ve 4 lk)dzlı )':eşiflerl, bir de onların yıı.:_ __:ıl uıb(—'u görseydi kimbilir İ.No:âıbuguı_u.u Fdi eye Teti Ki nı.c.î'“;’."ı galiba —unutturmak %h! i$, ki her sene kendi adımna kitaç Makta olan o büyük para mü- Sirl Vasiyet etmiş!.. t Hâmidin en - sıkmtılı Si birinde; E’:kı(:fd"“î ne olür, şu “Nobel” u & S lı). tik. * “kabul ederim ama, Çen Sİne!,, cevabını almıştım. Mnn![“n de doktar ahbablarım- ;)'İg bti Ziyarete gitmiştim; o sı- ı;'—'l.ı.’ Sini ölümden kurtardığı bir a gö almakta olduğu Hâç - VX egit biraz da “balıkyağı” İç. b"rük Rjnl söyleyihce doktor ade- l'h""lk- bir asabiyetle yerinden fır- ığ B AATÜ hansat' edi, bi & , hem parana, ;:llq Midene yazık; piyasa malla- ha “vitamin” 1 alınmış, posa BSiaş Firilmiş geylerdir; balıkyağı :’.'—.,1 mîhnğxm iç diyeceğim ama;, Mak şartiyle; çünkü onlar M Beyler; daha iyisi bol bol D4i diye haykirdi. Bi ha a kirk sene evvel hoca- İmmal :öı!erl hatırladım ve ÜY0T 'ün Mex Hüseyin RİFAT $hur cambaz DKo dona Üşerek ağır çD , Yaralandı Ş | m?""l'.:ım en meşhur cambiazları olar. H,_;%Vl!“hh’ tzun seneler cihinşü- İ e“'fı faktyetler kazandıktan sonra, talihlerinin nasıl döndüğünü ü "L—ı? biter birer, nasıl düşerek öl- î"""uı Yeğüne sağ kalan Hâlo Ko .. 'ş,._ ailçş, SOY gösterişini yaptıktan NL çt *sinin akibetine maruz kılma - İ ol Sümbazlığı terketmeğe larar h“z' düğünu yazmıştık, h“r ün Etlen Pransız i, ç ü gazeteleri, meş :, Üa # ailesinin bu son ferdinin de, h'ş_._' Tİşi tanasında düşerek, ağır _'1 Üet ;'mihdığım yazmaktadırlar. * de elllo Kordonanın bayatı tehli. Rînqıı Ve bu sukutu onu ancak Sirkten uzaklaştıracaktır. ddi Desie öali aei S lü #i a G ü l ü Fatihteki Atpazarı, cidden görülmi- ye değer bir yerdir. İstanbuldaki, at, kâtır ve eşek piyasasının bütün alışve. rişi, haftada bir çarşamba günleri be. nim gezmeğe başladığım meydarida ya- . pılır, o gün, pazarın kurulduğu gün ol. duğu halde, gerek ben, gerekse yanım- daki arkadaşım foto Ali, pazar yetini bomboş bulunca çaşırıp kalmıştık. İlk rastgeldiğimiz adama, bunun se- bebini sordum: — Pazar biteli iki saat oluyor, geç kaklınız, dedi. Saate baktım, henüz 16 yı bulmamış. tı, Ayni adam izah etti: — Fazarımız sasanm Başlar, 14 te biter.. Meydanın köşesinde bucağında bi - rikmiş ot artıklarının, süpürülerek kü- me küme toplanmış kimbilir dört beş saat evvel ne kadar pis olan meydan, şu dakiketla tertemiz bir hal almıştı. Meydanın etrafını çeviren evlerin ö. nünde bomboş durün arabalarla, ortada başıboş dolaşan bir çift at olmasa bura- nın Atpazarı olduğu kolay kolay anla - şılmeyacak bile, . Meydanın tam ortasında bir kulübe, sağında da sıra ağaçlar vardı. Bu ağç. lardan birisinin dibine bağlanmış küçük bir merkep, bu hayvancıklarla nakliyat yasağından dolayr hemcinslerini epey - dir görmediğimiz için oldukça garibimi. Te gitti. Arkadaşıma : — Bak, alıcısı çıkmamış, öyle ya ye- ni belediye talimatnamesinden sonra kim eşek alır!.. dedim. — Kim mi alır.. Çok birader. Geçen- lerde yakalanan eşek mezbahalarından haberin yok galiba, Malüm ya eşek eti, dana etine benzermiş! Onun için merak etme, #emiz eşeklere dalma müş teri vardır!. . Dostumun sözleri bir şakadan ibaret- ti, amma, bana daha geçenlerde üst üste meydana çıkan eşek eti satışı vak'a - larını hatırlattığı için epey midemi bu- landırdı: — Kiâfi, kâfi, diye lâf: kestim., Böyle konüşürken bir taraftan da yürüdüğümüz için, alt taraftaki kapısın- dan girdiğimiz meydanın — yavaş yavaş dökuzunda Fatih Atpasarı o saatte bitmişti. Ort ada, başıdoş birkaç hayvan dolaşıyordu , İstanbul konuşuyor ! Fatih Atpazarında Atların kıymeti artmış, fakat peşin para ile alacak adam yokmuş ! ıâıt'bı;inı varmıştık. Etrafımızda meb - zülen görülen ahıtlardan bir tanesi şim di karşımızda bulunuyordu; Kapının üzerinkdleki levhayı okumak. la meşgul olan arkadaşım kolumu dürt- tü: — Burada cambaz varmış, bak! de- di. Ben, (At cambazı) tabitinin bulun. duğumuz mahalde ne mânaya geldiğini biliyordum. Onun için dostumun söz - lerine güldüm.. — Senin bildiğin mânada camzar de- ği bünlar, at alım satımı İle meşgul o. lanlara da at cambazı denir, diye izah ettim. .. Biz dükkânın içindeki iki eanafla ko- nuşürken, etrafımıza başkaları da top Janmıştı. İşlerin son günlerde biraz art- miş olmasına rağmen, ceki işlerin ar. tık kalmadığından, sırt hamallığından sonra arabaların işi arttığı için atların da bir kaç misli kıymetlenlliğinden, fa- kat alıcrlar da para bulunmadığı — ve herkes taksitle alış veriş etmek istediği için öyle pek te keyifli satışlar yapıla - madığından bahsediyorlardı. 'Tam bu sırada, önümüzdeki binanın düvarlramda asılı zintirler gözüme iliştiz — Nedir bunlar diye sordum, Bu sualim ile sanki karşrmilakilerin dertlerini deşmiştim. a SO AAAT T T 4 Binadi Atpazarında Haberoi ile konuşan esmaf Yazan : Fatih Atpasarı meydanın dan bir. görünüş... Haberci — O zincirler bir şey değil, atları bağlamak için amma, bizim canımızı sı. kan zincirler, şu belediyenin pazar gün- leri meydanın geçitlerine gerdiği zincir- lerdir. Sözde bununla arabaların pazar yerine girmeleri menedilecekmiş. Hal - buki, at alacak adam, tabit hayvanları bir kere arabaya koşup tecübe etmek ister.. Halbuki arabalar içezi brrakılma » yınca bu iş çok zahmetli oluyor.. Ber: tekrar sordum: — Niçin böyle söylüyorsunuz, beledi- ye ber halde sizin menfaatinizi düşün - mek için böyle hareket etmiştir. Eğer bu işinizi bozuyorsa; gider, derdinizi anlatırsınız, elbet bir çaresine bakarlar. — Ne diyorsunuz, bay, diye söylen - diler. Gidip söylersek zincirleri, sağlam iki misline çıkarırlar, Çünkü belediye bizim buradan kaçmamızı istiyor. Bu- nun için de ne İkadar müşkülât varsa çıkarıyor. Belediyenin fikrince, böyle şehir ortasında Atpazarı olmazmış. Hat tâ bu düşünce ile pazarı bir sıra kaldır. mak ta istedi. O zaman biz de Dabiliye Vekâletine müracaat ettik. — “Belediye düşüncesinde belki haklıdır amma, ev - velâ asti bir ahır, pazar yeri yapsın, son ra bizi atsın,, dedik.. Bu vaziyet karşı - sında iş bütçeye dayandı. Tabil bele . diyede bu işe ayrılacak tahsisat bulu - namadı ve biz de ister istemez eskisi gibi burada kaldık. Fakat doğrusunu isterseniz, bu işten ne belediye mem - nun, ne de biz, keşke asri bir Atpazarı yapılsa da, hep oraya gitsek.. Belki daha da söyliyeceklerdi amma, birdenbire yanımızda beliren temiz gi- yinmiş bir adam - ki onun da buralı cambazlardan olduğunu sonradan öğ . rendik - lâfa karıştı. — Başınıza iş mi açmak istiyorsu - Nuz, sonra baylar bunların hepsini ya. zacırklar, belediye hepinize büsbütün kızacak, diye tam mânasiyle pişmiş aşa su kattı. Demindenberi güzel güzel konuşanlar, hep birden dut yemiş bülbü le döndüler. Tabif artık biz de Atpazarında daha fazla kalmadık. Ve meydanın Patih ca- misi istikametindeki kaprsından mehal- le aralarına çıktık. HABERCI Ver YU d lnîıîmaratorıceler ve gözdeler Her memleketin tarihinde, İmpara toriçe olmadan, onlardan daha ziyade kudret ve nüfuz sahibi, hei istediğini yaptırmağa muvaffak olan birçok ka dınlar görülür. Bunlar, İmparatoriçelerden — daha hür, aha serbest ve daha debdebeli bir onlardan Nüfuzları, hâkirdiyetleri çok üstündü. Süslü sa yları, salonları -ğerine baha biçilmiyen mücevherie ri, uşakları, " alayıklaı, dalkavukları, saz heyetleri vardı. Bir dedikl. *i il4 ol mazdı bunlar:ı... Filhak'ka rTe..—* ziyaletlerde, mera simlerde kızaliçeler gibi imparatorun yanında bulunmazlardı. Fakat imparâ torlar resmi hayatlarının, resmi vazi y etlerinin dr.->*- daima burlarlı bera ber bulunur, sözlerini kırmazlar, iste dikleri bütün şeyleri yaparlardı. Bir hânedana, yüksek bir aileye mensup olmadıkları hale, zekâlariyle, kurnazlıklarile imparatorun kalplerini büyülemişleri. Teodora, bir dansözdü. Küçük bir memurun kızıydı. Teofanın babası da bir meyhaneciydi. Yalnız, Zeo, haneda na mensuptu. Para, iktidar, mevki, ilttişaem ve deb debe bu kadınları pek çabuk değiştir miş, fazlaca şimartmıştı. Güzellikleri ni, tuvaletlere gösterdikleri titiz itina ile arttırmışlar, gülüşlerinin sihiri, göz lerinla tatlı bakışt ile yalnız imparato run değil, daha birçok kimselerin kalp lerini bir alev gibi sarmışlar ve yakmış lardı. İmparatoriçelerin düşündükleri yal nız ve yalnız gunlardan ibaretti: Tuvalet; Saz ve şarkıl! Sarayda sabahtan akşama kadar, süslenirler, kokular sürerler, vücutla- ryının dilber inhinalarını, sır saklamıyan aynalar karşısında seyrederlerdi. Sazın ve sesin çapkın nağmeleri, gı- çıklayıcı ahenkleri içinde ömür sürer- lerdi, Bizans imparatoriçelerinin sarayları, şehrin velvelesinden urak, Marmaranın bütün güzelliğini kucaklıyan bir yerde idi. Etrafı büyük bahçelerle çevrilmişti. Bahçelerin sessizliğini, şürini havuzla- rın fiksiyelerinden fışkıran suların — şı- Tıltısı ihlâl ederdi. Oğusta, en küçük — arzusuna, ufak bir işaretine canmnı feda edecek mabeyn- Ciler, müsahipler, nedimler arasında ya- şıyordu. Sarayın (harem dairesi) nde (inci) ve (yaz) adlı daireler vardı. Sa- lonun kubbeleri dört mermer direk üze rine oturtulmuştu. Duvarlar freskolar- la, kubbeler mozâiklerle süslüydü. Yer- ler, beyaz mermer döşeliydi. (Kışlık da- ire), (Sevgi odası) ve imparatoriçele- rin doğurmalarına mafısus (Erguvani oda) nın duvarlarını kaplıyan yeşil Tsalya somakileriyle, yerdeki mozaikler güzel bir uygunlukla gözleri ve kalpleri çekiyordu. Yustinyen) in eşi olmadan evvel, kibirli bir hayat yaşıyan. vücudünlü rast gelene peşkeş çekip kiralıyan(Teodora) imparatoriçe olduktan — sonra değişti. Yükseldiği mevkiln ehemmiyetini kav- radı, Lâübali hallerinden vazgeçti. A- gilte meşrebliği bıraktı, ağır bir kadın oldu. 'Teodora, uykuyu pek şeverdi. Gün- düzleri, geç vakitlere kadar uyur, on birden evvel yatağından çıkmazdı. Kal- kar kalkmaz banyoya girer, sonra pud- ralanır, bayıltıcı kokular sürer, Ergu- vani, kenarları sırma ile işlemeli uzun sabahlığına bürünür, geniş bir sedire uzanır, dinlenirdi, Akşam yemekleri uzun sürerdi. Bu sırada çalgılar çalınır, şarkılar söyle- nir, soytarılar, şaklabanlıklar, tuhaf- lıklar yapar, imparatoriçeyi, mişafirleri- ni göldürmeğe çalışırlardı. Zeo, elli yaşındaydı. Fakat pğk genç görünüyordu. Uzunca boyluydu. Penbe bir teni vardı. Altın saçları, ba- şında bir Murassa taç gibiydi. Sa- de ölbiseler giyinir, sırmalı, ipekli şey- leri sevmezdi. En ziyade ehemmiyet verdiği şey tuvaletti: Yüz tuvaleti!... Güneşten müteessiz olmamak için günüzleri dışarı çıkmaz, hustsi —dai- resinde, büyük bir —ateş karşısmda, Hindistandan, Habeşistandan getirtti- (Lütfen sayfayı çviriniz) H. Rüştü TIRPAN