A__C —34 Sİbetei, * Unutmu Mi muştum... İise :’“d ehıg;“'yd'inlı.. Hem de / YUD bi # :lzlm Tesmi po- Map b:;:::' H'W *Bi de hususl üstüne Aman Altır, el Yarabbi.... Her şey ı""*n—ı:_";"__'f”- büsbütün karıştı.. Toydi İzeninizt dn:.: turaya bay Pu- bak değiy mi? töyledim. Pua- kaş tü " xo""t““ sallandığı- © çaner, fakat kırılmaz. Fa- & beut: tok yaslanmamalı. R haşı , baham Ris gibi Nlarımdayi İ EtİBİNİZ? — Karilerim Onün eu kanramana bayılır- YU vardır: Boyuna ir. Niçin onu böyle ben de bilmiyoe- değil mi? Vazgeçme ü iyorum. Muz yer Eöma sökmak! Olur tuç” Böyle ;,;,mum Çok sevdiğim için Kttdim l"lbıh“m da kahramanıma ti t W?ıîî:;:"“ yoktu. Bir ma- ’&xmr lti '!ordu_ K R Misiniz? . diye tor- | Oturdu, Bi ttikika KA soluk aldı ve şladı. Golayı Belin öldürülmesi hâdi- n “Yüretinizle beni şeref  Yora ;";:ıv. Z, değil mi? Bu şayanı İen ae İi 'm. Tasavvur edin. Bir a Olur geee zehirli bir di Nhy Sey değil Bu tarz bir we bir uzun bi- 'W Sinayet de hir iyor Tetan. Beni fevkalâde di Mösyö Puaro! h—mıne hiç benzemiyen bu €thalde sizin müta- Metlidir. t6 Dü Zörünüyor, d':f*"ın dolayı pek vi —”'Y:»::Lb"ı“ bunun far * Orak deği ? Hatta resmi po- tintak hapıdi Polis mürettişi İ%mm Ulsun, bana pek gittiçi Ben lütfen mah- v Bu herifler teşek- 'den Şüphelenmek iyorlar. Reralet. * Görüyorum ki di Sunuz. İme göre usullerim » Sire Watson diye beni mazur g- VHY tasavvur et- öle, ) ttte, Şarlok Hol N &Mbüyqı;h bile kaldı. Bi vardır. Ha B ım:"'—'")'lmlumıı. V müfeyy Kİtesi, ileri doğru Sahına okumak Bil mi? Onu te- #fatile soka- Tüham Ris nasil tceksin. Muz Biyetine kemk- Evet öyle.. Tam söy- t Süyor, gülmekten e / a F âz"ğ_&ıh::f Yüzünden bir Kendinı, | Yedi. Yazılar "lı..”:v—q,_"““ fatmin edebi- "Htpgin, ee kalemnizle * Hadletini cildirk &ti Üzerinde salla- M icin favdalı n d:"'l'!nm Bir " 'q." " hadiseyi oldu- MA Nn Elide p Tabif roman B Kirgy k eserin ismi- OYacağım. Bur Tadakatle tasvir “Nayet ve aşk romanı b w ediyorum, Göreceksiniz, romanım pey- nir ekmek gibi satılacak. Zira, vaka Üzerine tam sıcağı sıcağmadır.. Fakat gözümü açmalıyım da çabuk yaşzmalı, bitirmeliyim, — Aleyhinizde dava filân açılmasın dan korkmuyor musuz? - diye Mari sordu. Mösyö Klansi ona mütebessim göz- lerini çevirdi. — Hayır, matmazel, Eğer yolcular. dan birini mücrim diye gösterirsem ben den zarar ve viyan istiyebilirler. Fakat bakınız, dayandığım nokta neresidir. Romanın son bahsinde tamamile bekle- | nilmiyen bir kısım olacaktır. | Puaro, gözlerini açtı ve muharrire doğru eğildi. — Bu son kışım hakkında sizden izâ- hat alabilir miyim? Heyecanla: — Müthiş! Müthiş, — Nedir? — Pilot halinde kıyaletini değiştire- rek, bir genç kız Bürjede tayyareye binmiş, madam Jizelin iskemlesi altına saklanmıştır. Yanında bir şişe ve yeni keşledilmiş bir gaz vardır. Bu gazı salıverirse, bütün hazurun üç dakika kadar baygınlık geçiriyor. Bunun üzerine kız, saklandığı yerden çıkıyor, zehirli dikenini atıyor sonra da bir paraşütle tayyareden atlıyor. Mari ve Puaro, göz kırptılar. Mari: — Nasıl oluyor da bizzat kız gazın tesirinden kurtuluyor? Klansi: — Maskesi var. — Manş denizine mi iniyor: — Buna ihtiyaç yok. Fransız sahille- rine İndiririm. T — Bir intan, iskemleriin altına sak- laânamaz. Orada kâfi derecede yer yok- tur. — Benim tasvir edeceğim tayyare- nin içinde kâfi derecede yer bulunacak tır. Hulâsa, muharrir, tezini mildafaa ediyordu. Polis hafiye! — Al4. Âlâ. - dedi. Fakat genç kız ne maksatla bu cinayeti yapmış ola- cak? — Bunun sebebini daha pek o kadar katiyetle tesbit ve tayin etmedim. Jizel bu kızın nişanlısın: mahvetmiş ve bu nişanlı da intihar etmiş olabilir. — Zehiri nasıl elde etmiğ olabilir? — İşte romarısılığın hüneri burada. Bu kız, benim romanımda bir yılan öy- natıcıtıdır. Zehiri de en sevdiği bir en- gerek yılanının vücudundan — çıkarmış tır, — Miktarını nası) tayin etmiş. —İyi bir — muharririn kalemi ucu- na bağlı olan böyle bir genç kız. zehi tin miktarında asla yatılmar. Bilhassa, romanda cenubi Amerikadaki tübler filâin da geçerse, demek zehire fazla ehemmiyet veriliyor. Bahusus burada mevruubahs olan zehirin bir yılan zehi- ri olduğunu gayet İyi biliyorum. Hem tabil efendim bir polisiye romanda şeyler olacak. Onun trpatıp hakiki hâa- yata benzemesi de ille lâzım değildir a.. Biraz gazeteleri okuyunuz- Oradaki ci- nayet tasvirleri tam manasile can sıkr er bir yeknasaklık îglndcditkrî — Şu sırada meşgul olduğum cina- yetin de yeknasak ve can l""“: olduğu nu mu söylemek istiyorsunuz: (Devamı war) bu ciddiyetle <— Sana şimdiden haber vereyim, Bizitm ev kalabalık, işi çoktur. — Merak etmeyin hanımcığım, bon tşe alışkıım. Köyde tam sekiz ineğe bakardım. Karnesiz komisyoncular Gümrüklerde cürmü meşbutla yakalanacaklar Gümrüklerde ötedenberi faaliyette balundukları bilinen karnesiz. korüle- yoncular meselesi ciddi bir safhaya gir miştir. Gümrük komisyoncularına git 1093 numaralı kanunda ecnebi memleketler- den Türkiyeye gelen veya ecnebi mem Jeketlere giden ticari eşyanın gümrük işirini yalnız elinde gümrükler umum müdürlüğünden verilmiş karnesi bu- lunan gümrük komisyoncularının takip ve intaç edebileceği yazılıdır. Fakat buna ve müteaddit defalar yapıları ha- reketlere rağmen karnesizlerin gümrük lerde germelerinin önüne geçilememiş- tL Nihayet gümrük komisyoncuları bir- liği yakalayacağı bu gibi şahısları birer eüörmü meşhutla doğrudan doğruya cumhuriyet müddelumumiliğine tesli- e karar vermiştir. Bu kararın tatbikine dün sabah baş- Janmış ve meşru komisyoncular gezdik leri bütün anbarlarda etrafa göz kulak olmağa başlamışlardır. Fakat bu defa da diğerleri işin farkına varmışlar, ak- şama kadar gümrüğe yanaşmamışlar- dır, AKŞAM POSTASI : ğ î“" EVİ: stanbul Ankara İ FPostu kulusu : ı....f..'gf bi Telgrat adresi: istanbul HABER Yazılşleri teletonu ; 23473 ldare, ilân .» 1 94870 ABONE ŞARTLARI Türkiye Ecnebi Senelik YA00 Kr, 2700 K, 8 ayhık 730 1450 , Baylık — 400 206 * Sahibi ve Neşriyat'Müdürü: Hasan Rasim Us Barıldığı yer (VAKIT ) Matbaası amca 'kavuşturan.. D Yazan: REŞAT ENİiS Kışlaya yakın, tek katlı basık - bir kahve vardı. Kır saçlı, beli bükük bir ihtiyar işletiyordu burasını.. Ne iyi yü rekli bir Anadoluluydu. Cuma günleri, gidecek yeri yurdu olmuyan kimsesizler kışladan çıkar çıkmaz soluğu onun kah vesinde alırlardı. Sıla hastalığına tu- tulmuş dertli tasalarını orada unu- tabilirdiler. İhtiyar Durmuş ağa da ma- nevl haştalıkları iyileştiren bir manya- tizma kudreti vardı sanki.. O, hepsine | de, evlât gözile bakardı, bir baba gibi, hepsile ayrı ayrı dertleşir, hellâlaşırdı. Osman bile, bu iyi ihtiyarı dinlerken, yalnızlığını, kimsesizliğini daha az du- yardı. Durmuş ağayı köyünden İstanbula geken sırrı, Ösman bir gün ondan din- lemişti. Sıcak bir temmuz öğlesiydi. Kırzgın güneş, masmavi göğün tam or- ta yerinde mıhlanmış kalmıştı. İhtiyar adam, güneşten, acıdan kısıl- mış gözlerile, posta treninin ağır ağır uzaklaşışını seyrediyordu. Kara loko- motifin yükselip alçalarak, alçalıp yük- selerek uzayıp giden düdüğüne dikkat- le kulak veriyordu. O, kara lokomotife kızgındı adeta.. Durmuş ağa, sak temmuz öğlesin- de, Osmanı birkaç yıl geri götürmüş- tü. Ona hikâyesini anlatmıştı. Ve o an« Jatırken, güneşten, acıdan kısılmış gibi duran gözlerinde artık sıla hastalarını iyileştiren kudret yoktu. Felâkete acı- ya uğramış, teselliye muhtaç bir ba- baydı o saatte.. Soysuz (oğulları köyde asıl ismin- den çok bu lâkabile anılırdı) asker ola- k kaç harman geçmişti aradan.. Onu, kendisile birlikte Aaskerçe alınan diğer beş hemgşerisi gibi Rumeline yollama- mışlar, İstanbula sevketmişlerdi. Gitti gideli bir kere bile yüzünü görmek ka bil olmamıştı. Giderken, dudaklarının Üzerinde henliz terlemeğe başlıyan sarı biyikları belki adam akıllı buruluyor- du. Asker olduktan bir yıl sönra, söysuz fotoğrafını yollamıştı. Bir hemşerisile yanyana çıkartmışlardı. Bu, etrafı sa- rarmış, soluk ve dönuk — bir resimdi. Tahta bir kapinın önünde durmüşlardı. Elele vermişlerdi. Kasaturalarını ucuna geçirerek tüleklerini omuzlarına âlmış- lar, kütüklüklerini bellerine — dolamış, lardı. Aleminüt fotoğraf netti. Ha filçe yana iğdikleri kabalaklarının ara sından, kulaklarının ardına sıkıştırdık- ları karanfiller, dolaklarına soktukları Kaşıkların sapr pekâlâ görünüyordu. Ali, soluk resmin arkasına bir de yazı yazdırmıştı: (Bu tasvir, anama babama asker ocağınım yadigârı olsun!) Resim aylarca anasının elinden — düş- memiş, göğsünden, dudaklarından ay« rılmamıştı. Ev ev dolaşmıştı. Beş yıl önce söz kestikleri, “heyti ihtiyariye,, azasından Cabbar ağanın kızt soysu- zün yavuklusu Hanifenin eline kadar varmıştı. Ali soysuz, onların bir tek evlâtla- rıydı. Bütün sevgilerini bu geç doğan oğullarına vermişlerdi. Onun bir gün askere çağrılışı, bu iki ihtiyarr öyle hır palamıştı ki! ı En çok üzülen - üzüntüsünü en çok belli eden - anasıydı: b a — Alim oğlan doğacağına keşke kız olaydı! Diyordu. Durmuş ağat — Yo060 - diye itiraz ediyordu. Bu bahtiyarlık her kula müyesser olmaz. Şükret ki, Allah, üç mürvetini görebi- deceğin bir oğul vermiş: Sünmetini ya- parsın; düğününü yaparsın; bir de as- ker edersin. Ya Selman ağanmkiler gi- eaaaaar aa b A men bi kupkuru bir kezımız olaydı? Zaval- kdarın askere yollıyacak oğulları yok işte. Mescidin önündeki, bir kryısında har man dövülen geniş meydan, ogün bay- Fam yerine dönmüştü. Askere gidenler altı kişiydi. Ama, köyün bütün ihtiyar- Jarı, bütün erkekleri, çoluğu çocuğu oraya toplanmıştı. Yaşlılar, meydana bakan kahvenin hasır peykesinde bağ daş kurmuşlardı; nargile tokurdatı- yorlardı; ve, oğullarını askere — yolla« maktan doğan bir teessürle gözleri nem- li analara dudak büküyorlardı: — Vaktile biz de askere işte böyle tüysüz püssür gittikti de, saçımız «a- kalımız ak pâk döndüktü!.. Şimdi bir kalımız ak pak döndüktül.. Şimdi bir kaç yıllık hasrete güç — dayanıyorlar, Hey gidi. Köy mektebinin İstanbullu - bu, pan talon ceket giyen, kravat bağlıyan, ko- nuşuşu kendi diline uymıyan her ya - bancıya köylünün verdiği 'Bir sıfatt - genç muallimi, dibektaşının Üzerine çı kıp, sırtları torbalı, ayakları çarıklı ye- ni efrada: “Vatan vazifenizi ilaya se - we seve koştuğunuz için sizi tebrik, teb cil ederim, kardeşlerim?.,, diye biten bir de hitabe söylemi'şti. Ateşli mual - Timin sözlerini anlarııyanlar anlıyanlar dan pek çoktu; teessür umumi oldu. ik kafile, kendilerini istas - yona kadar selâmetleyenlerle birlikte, ellerinde baytak, türküler söyliyerek kKöyden ayrılırken, soysuz m anastının gözleri doluydu. Fakat, göğsü de ifti harla kabarmıştı. Durmuş ağaya hak veriyordu: Bu bir mürüvvet; hem de büyük mürüvvet. Erkek doğuran ara- lara ne mutlu! Tstasyona kafileyle Leraber Durmuş ağa da inmişti. Civar köylerden top - Jananlarla, jistasyonda biriken yeni ef - radım sayısı yüzü bulüyordu. Ufak - tasyon ana babı günü gibiydi. Kalabıl-k aratında oğullarını geçirmeğe — gelmiş şaşkın: telâşlı analar vardı. Kafilenin reisi, ince siyah beyıklı genç mülârim, ikindiye doğru gelen trene yeni efrat için iki vagon taktırmıştı. Durmuş ağa, bir ağaç dibinde Soy - suzla sön defa sarılışmıştı. Oğlu, uzun uzun, kara nasırlı ellerinin birini bırak-. Miş birini öpmüştü. Sonra, yük vagonlarına doldurulmuş- lardı. Onu artık bir daha görememiş - W. Kara löokomotif, ucunun nered. bit- tiği, bilinmiyen, yalnız ufkun en so - nunda — biribirile birleşir zibi dvran ince demirlerin Üzerinde sıra sıra va - gonları uçürmüş, götürmüştü. Durmu ağanın kulaklarında sade bir ses kalmış- tı. Kara lokomotifin yükselip alçalarak, alçalıp yvükselerek ve pittikçe hafifle - yerek uzayıp giden düdüğü., — Hasret ayirân tren! .. Soysuzun anası da, romatizmalı diz- lerinin dermansızlığına bakmadan, oğ- Tunu son bir defa görebilmek emeliyler demiryolunun geçtiği köy civarındaki 'dere kenarına inmişti. 'Tren, çokluk, oradan yavaş geçerdi. Fakat, yük vagonlarının kapılarında üst üste yığılan ,haykıran, türkü çağıran karaltılar arasında Soysuzunu bir tür lü seçememişti. En arka vagonda yaşlr bir gardöfren, yanık bir sesle “Ey ga- ziler,, | söylüyordu. 'Taztler, birdenbire Üzerine fenalık gelen kadıncağızı köye koltukta getir - mişlerdi, Diri ayrılık, ölümden de beter oluyor.. Soysüzün tezkere aldığını duydukları dakikadan itibaren ne kendisinin, ne karısının gözüne uyku girmişti. Ve bir gün vfkun en sonunda — biribiriyle bir leşir gibi duran rayların üzerinde treni görünce, Durmuş ağanın gözlerinidlen sevinç yaşları boşanmıştı. Kara loko - motif gallba gene o Tokomotifti. İşte, yükselip alçalarak, alçalıp yük- selerek ve gittikçe yaklaşarak uzayıp giden ses, gene o ses. Bu defa artık: — Hasret ayıran! - Diye karalokomotife kızmıyordu. . Reşad En's (Devamı 15 incide)